Ahmet Ümit Kitapları

Ne zaman çıkar acaba? Benim en sevdiğim Türk yazarlardan biridir kendisi…

Haziran gibi dediler.

Süper haber
Teşekkürler

1 Beğeni
4 Beğeni

15 Haziranda

1 Beğeni

Yeni kitap 504 sayfa olacak bilginize.

1 Beğeni


Umarım Orhan Pamuk’un yeni kitabı gibi beklentilerimizin altında kalmaz.

Kitabı okuyanlar var. :slight_smile:

Milliyet sanat Genel yayın yönetmeni Filiz Aygündüz’ün yazısı. "Büyük Romanı Beklerken.

Ahmet Ümit’in göz alabildiğine uzayan imza kuyrukları Türkiye’nin dört bir yanındaki evlerinde sıraya girmiş, nefeslerini tutmuş, yazarın 15 Haziran’da Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkacak yeni romanı “Kayıp Tanrılar Ülkesi”ni bekliyor. Hayatın en tatlı beklemelerinden biri de bu olsa gerek: Sevdiğin yazarın kitabı için gün saymak. Zor bir yanı da yok değil hani. Ama salı gününe şunun şurasında ne kaldı ki? Biraz daha sabır. Değil mi ki edebiyatın, arkeolojinin ve mitolojinin bereketli kaynaklarından beslenen usta işi bir Ahmet Ümit polisiyesi geliyor.

Bergama’dan Berlin’e

Roman, en sürprizli karakterinin ifadesiyle özetleyecek olursam, bir antik şehrin bir ailenin hayatını nasıl etkilediğinin hikayesi. 60’lı yıllarda Bergama’dan Almanya’ya işçi olarak göç eden Ölmez Ailesi’nin. Kitap, aile üyelerinden Cemal Ölmez’in evinde ölü bulunmasıyla başlıyor. Vahşice işlenmiş bir cinayet! Cinayeti sorgulayan Başkomiser Yıldız Karasu. O da bir göçmen kızı. Berlin’de doğmuş büyümüş. İki kültür arasında sıkışmış ama her iki kültürü de hakkını vererek yaşamış. Ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen polis olmuş, Berlin Cinayet Masası’nın en başarılı isimlerinden biri. Yardımcısı Tobias Becker ile birlikte Cemal Ölmez cinayetinin izlerini sürerken ailenin diğer fertlerinin de belirli aralıklarla öldürülmesiyle çok çetrefilli bir seri cinayet vakasının içinde buluyor kendini. Gövde hikâye böyle. Ama Ahmet Ümit, gövdeden öyle dallar çıkarıyor ki, 500 sayfayı bir solukta okuyup bitirdiğimde gölgesinde müthiş bir okuma deneyimi yaşadığım o ağaca hayran kaldığımı itiraf etmeliyim.

Yüksek polisiye matematiği

Büyük bir roman “Kayıp Tanrılar Ülkesi”. Her şeyden önce yüksek bir polisiye matematiğine sahip. Bu kusursuz matematik, yapısındaki ihtişamın yanı sıra katilin kestirilemezliğini de beraberinde getiriyor. Ahmet Ümit polisiyelerindeki edebi lezzetin sual olunmazlığı bu romanda da karşımıza çıkıyor. Çok katmanlılığı, farklı okumalara imkân veriyor.

Tanrıların savaşı

Kendi adıma psikolojik okumasından büyük heyecan duyduğumu söylemeliyim. Benlik saygısındaki abartılı artış olarak tanımlayabileceğimiz, megalomaninin hayli ileri bir seviyesi olan grandiyözite kitabın kilit noktalarından biri. Roman, mitolojik okuma açısından hayli zengin. Bulunan her cesette bir mitolojik gönderme söz konusu. Çıkış noktası, romanın ana eksenini de oluşturan Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde bulunan antik dünyanın sekizinci harikası Zeus Altarı. Sunağın duvarlarını süsleyen kabartmalarda yer alan tanrılar savaşı romanda bölümler arasında Zeus tarafından anlatılıyor. Esasen romanın kahramanlarından biri de Zeus. Ki yazarın onun için kullandığı Tanrı dili göz kamaştırıyor. Mitleri hikâye ederken hiçbir didaktikliğe izin vermeden kullandığı hikâye anlatıcılığının damakta kalan tadını tarif etmekse zor.

Romanda Abdülhamit tarafından Bergama’daki köklerinden sökülüp Berlin’e gitmesini izin verilen Zeus Altarı ekseninde tarih bilinci üzerine eleştirel bir okuma yapmak da mümkün. Tanrıların savaşındaki erk kavgası romanın önemli yapıtaşlarından bir diğeri. Savaşlara sızan hayatı anlamlandırma çabasının insanınkiyle gösterdiği benzerliğin de altını çizmek gerek. Bir diğer yapıtaşı, cinayetler araştırılırken sık sık karşımıza çıkan ırkçılık konusu. Derinlikli bir Nazizm okuması da kitabın bir diğer katma değeri.

Bunlarla bitmiyor tabii. Koca ağaç… Dalları genişleyerek büyüyor. Anaerkillikten ataerkilliğe geçiş, suçlunun davranış modelleri, insanlarla onların yarattığı pagan kültüründeki tanrıların benzerliği, Pergamon Müzesi’nin hikâyesi, görmeye değer bir Berlin panoraması, Bergama hüznü, eşcinsellik, baba oğul çatışması, kimlik, aidiyet, aile kavramı… Üstelik hiçbiri bir diğerinin sahnesini çalmıyor. Hepsi de yazının başında sözünü ettiğim kusursuz matematikle kurgulanıp büyük bir roman oluşturuyor.

Edebiyatla kafa tutmak

Kitap acımasız, sevgisiz, hoyrat bir dünyayı olanca gerçekliğiyle seriyor önümüze. Dahası bu dünyaya katilden maktüllere tüm kahramanların verdiği tepkileri analiz ediyor. Biz de aynı dünyadan muzdaribiz. Onunla başa çıkmanın, bu acımasız, sevgisiz, hoyrat dünyaya kafa tutmanın en etkin yollarından biri de edebiyat. “Kayıp Tanrılar Ülkesi”ndeyi okumak ise bugünlerdeki en iyi seçeneğimiz.

İyi pazarlar dilerim.

http://www.milliyetsanat.com/yazar-detay/filiz-aygunduz/buyuk-bir-romani-beklerken-/12935

Bana göre öne çıkan bazı soru ve cevapları paylaştım. Söyleşinin tamamı aşağıdaki bağlantıda var.

İlk olarak kitaptaki başkarakterden başlamak istiyorum. Başkomiser Yıldız Karasu’dan… Türkiyeli politik göçmen bir ailenin kızı ama sürekli kendisinden “Alman vatandaşıyım” diye bahsediyor. Bunu özellikle mi tercih ettiniz?

Ben kitabı yazarken Berlin’e gittim, orada yaşadım. Orada Türkiyeli insanlarla oturup kalktım. Epeydir de giderim Berlin’e. İlk gittiğim zaman oldukça şaşırmıştım. Bir kütüphanede Türkiyeli, Deniz isminde genç bir arkadaş çalışıyordu. “Ben Almanım. Babam ve annem Türkiyeli ama ben Alman’ım. O ailede doğduğum için Türkiye kültürüyle yakından ilgiliyim ama ben Alman’ım” dedi bana. Artık ilk göçün 60’ıncı yılı. O çocuklar orada doğdular ve kendilerini Alman olarak görüyorlar. Amerika’daki Afrika kökenli siyahlar gibi. Özellikle buy karakteri seçtim. Çünkü romanın merkezinde Berlin var. Berlin’i anlatırken de bir aileden bahsediyoruz. Ölmez ailesinin romanı bu aslında. Bunlar Pergamon kazılarında yıllarca çalışmışlar. Sonra Almanya’ya göç etmişler. O nedenle Almanya’daki göçmen işçi meselesini anlatmak ve yükselen ırkçılığı anlatmak için böyle bir karakter şart olmuştu.

Türkiye’de de dünyada da başkomiser veya dedektifin kadın olmasına çok sık rastlamıyoruz. Son dönemde artmış olsa da… Bir erkek olarak bu kadar güçlü bir kadın karakteri yazarken zorlandınız mı?

Aslında çok zorlanmadım. Çok fazla güçlü kadın tanıyorum ben. Özellikle Yıldız Karasu’yu yazdım ben. Hem kadın olsun hem de Türkiyeli olsun istedim. Polis teşkilatı Türkiye’de de dünyada da erkek bir teşkilattır. Bu topluluğun içinde kadın olarak var olan bir karakter olsun istedim. Bir de çelişki yarattım. Yıldız’ın babası ve annesi politik göçmen. Tarihsel TKP’nin üyesi ikisi de. Ben de o teşkilattandım. Solcu bir anne babanın kızı. Biraz da tepki olarak polis oluyor. Ama babasıyla daha sonra çok doğru ilişkiler kuruyor. Ben de benzer şeyler yaşadım. Kızım Gül 12 Eylül koşullarında doğdu. Bu aileye doğdu için de illegal evler büyüdü. Bu yapının içerisinde mücadele etmek zorunda kaldı. Yıldız Karasu’yu yazarken de Gül’ü model olarak aldım. Onun Almanya’da ortaya çıkmış hali oldu aslında Yıldız karakteri. Yaman’la Yıldız’ın ilişkisi benim kızımla ilişkilerim gibidir.

Kitabın daha önceki kitaplarınızdan Patasana’yla çok benzer yönleri var. Yeni bir kitaba başlarken diğer kitaplarınıza bakıp etkileniyor musunuz?

Elbette etkileniyorum. Bu, benim on dördüncü romanım artık. Bu kitabın evet, Patasana’yla bir bağlantısı var. Dönüp Patasana metinlerini okudum. Bu kitabın metinlerinin daha farklı olmasını istedim çünkü. Patasana’dan farkı şu: Oradaki metinler günümüzdeki cinayet probleminden bağımsızdı. Burada ise okurlarımız okudukça görecekler, Zeus’un ağzından yazılan metin doğrudan cinayetle bağlantılı. Polisiye diliyle söyleyelim, muammanın içerisinde o metinler. Bir de Patasana’dan farklı olarak burada yabancı bir kenti anlattım. Kar Kokusu’nda aslında biraz Moskova’yı anlattım ama biz illegal yaşadığımız için kentin dışında bir köyde yaşıyorduk. Dolayısıyla Moskova’yı çok anlatmamıştım. Ama bu roman Pergamon kadar Berlin’i de anlatıyor. Berlin’in sokaklarında geziyorsunuz, tarihini görüyorsunuz, Rosa Luxemburg’lara selam var, İkinci Dünya Savaşı, Naziler… Bütün o süreci görüyorsunuz. Böyle bir farkı var Patasana’dan. Ayrıca Zeus’un dili de farklı bir dil. O dili kullanmak için oturup tekrar Homeros’un İlyada’sını Odysseia’sını; Hesiodos’un Theogonia’sını okudum. Bu metinler Yunan mitolojisinin temelidir. Ben onları okudum ve o dili bulmaya çalıştım.

Kitaplarınız ciddi psikolojik ögeler içeriyor. Kitapta kendini mitolojik karakterle bütünleştiren bir aile var. Bunun için özel bir çaba harcıyor musunuz, yardım alıyor musunuz?

Tabii ki psikolog arkadaşlarıma soruyorum. İşte bu kitaptaki hikâyede grandiyöz megalomani görüyoruz. Ama esas olarak derinlemesine bunun üzerine çok çalışmıyorum. Kendi karakterlerim üzerine çalışıyorum. Bence roman biraz da bu demek. Romanı öteki edebi türlerden ayıran şey de budur. Örneğin Dostoyevski’nin politik görüşlerine asla katılmam ama insanı anlatmada oldukça iyidir. İnsan ruhunun en aşağılık tarafını da en yüce tarafını da en güzel şekilde verir. Roman da tam olarak budur. Bunu ilk Cervantes Don Kişot’la yaptı. İpucu vermeyelim bizim katilimiz de Don Kişot’un yaptığı gibi yapıyor. Kendi topluma kapatıyor ve buna reaksiyon veriyor. Aynısı Zeus’ta da var.

Belki de Başkomser Nevzat okurlarının en başından bu yana istediği hikaye olabilir. Nevzat’ın kızının ve karısının katillerinin kim olduğunu okumak.

Kitapta sizin en çok yazdığınız karakteriniz Başkomser Nevzat da var. Nevzat’a ilişkin yakında bir roman gelecek mi?

Tabii Türkiye’ye uzanan bir cinayet olunca olay doğal olarak Nevzat’a da geliyor. Şu an elimde sevmeyi bilmeyen erkekleri yazdığım bir masal kitabı var. Ondan sonra da bir Nevzat kitabı gelecek. Bu kitapta Nevzat, kızının ve karısının katillerinin peşine düşecek ve bulacak.

Biraz kitapta geçen mitolojik hikâyelerden bahsedebilir miyiz?

Bu romanda mitolojik öykünün temeli anlatılıyor. PergamonAltarı’nın duvardaki kabartmalar bunu anlatıyor. Tanrılarla devlerin savaşını anlatıyor. Bu bir kırılma noktasıdır. Anatanrıçadan kopuşu, diğer bir deyişle anaerkil yapıdan ataerkil yapıya geçişi anlatıyor. AnatanrıçaGaia herkesi yaratandır. Zeus kadın dönemi bitti, ataerkil dönem başladı diyor. Devleri yenmesinin anlamı aslında Gaia’yı, kadınları yenmesidir. Böylece tarihsel gelişim içinde anaerkil yapının yıkıldığını ve ataerkil yapının kurulduğunu görüyoruz.

1 Beğeni

Belki çoğu okur bunu farketmiyor veya anlamını irdelemiyor ama çoğu okur için de bu tarz detaylar okuduğumuz hikayeye inanmamızı sağlıyor.

3 Beğeni
5 Beğeni

İster istemez gözüm bardaklara gitti (çünkü ülkede sözde sanatçıların yaptıkları malum) ve Ahmet Ümit’in bir kez daha ne kadar iyi bir sanatçı olduğunu anladım. Sanatçı para için yaptıklarını, zevklerini kısacası kişiliğinin bir parçasını saklayan değil bunları özgür bir biçimde gösterendir. Rakıyı saklamamak bu kadar kolaymış demek ki.

4 Beğeni

Ahmet Ümit’in 5-6 kitabına sahibim ama kitaplara çok ısınamıyorum. Ancak sosyal medyada kendisini takip ettriğim kadarıyla fikirlerini cesurca söylemekten, güçlüye karşı zayıfı korumaktan bir an bile olsun tereddüt etmiyor. O yüzden kendisi gözümde çok büyük bir yazardır.

1 Beğeni

Sis ve Gece 25. Yaş özel baskı geliyor.

https://twitter.com/baskomsernevzat/status/1434885926145208325?s=19

4 Beğeni
5 Beğeni
5 Beğeni

Başkomiser Nevzat serisindeki kitapları okuma sırasına göre söyleyebilir misiniz?

Bir okuma sırası yok ama kronolojik okunursa önceki olaylara olan küçük göndermeler için daha iyi olur.

3 Beğeni

Aşkımız Bir Roman kitabından sonra sanırım sadece Kayıp Tanrılar Ülkesi çıkmış. Kayıp Tanrılar Ülkesi Başkomser Nevzat kitaplarından mı?

1 Beğeni