Anılarımızı Anlatıyoruz

Beni inatla Monica Bellucci’ye benzeten bir arkadaşım vardı. Uzun bir süre günde en az 2 kez yanıma gelip çok benziyorsun diyip çileden çıkartırdı. :grinning_face_with_smiling_eyes:

Dünyada Monica’ya en az benzeyen insan olabilirim. Kadın fazla güzel bir kere. Üstelik de kısayım. 1.55’lik Monica mı olur? Ne dediysem ikna edemedim.

Sonunda bir gün yine karşımdaki sıraya geçip oturdu, yüzüme 30 saniye kadar baktı ve yine o melun cümleyi kurdu: “Saçların falan aynı Monica lan.”

O dönem saçlarım bildiğin besleme saçıydı. Artık bunu da duyunca delirdim. Telefonu kaptırma ihtimaline rağmen çıkartıp kadının bir fotoğrafını gözüne soktum. (Nöbetçi öğretmenin sınıf baskınları yaptığı karanlık ve kısa bir dönemdi.) Sonunda istediğim cevabı alsamda bir miktar üzmüştü.

“Ay cidden hiç benzemiyormuşsunuz kanka pardon.”

Gerçekte kimi kastettiğini hiçbir zaman öğrenemedim. :d

Acayip kompleksli görünen bir gönderi oldu, o yüzden belirteyim. Ortaokulun önemli bir kısmını zorbalık mağduru olarak geçirdiğimden lisede sürekli diken üstündeydim. Bu da fazla uzadığı için artık dalga geçme olarak algılıyordum ve sinirlerime dokunuyordu. Halbuki şimdi düşününce gayet eğlenceliymiş. :sweat_smile:

7 Beğeni

3-4 sene önce erkek arkadaşımla Zeytinli Rock Festivaline gittik. Öncesinde bir hafta başka bir yerde hayatımın ilk her şey dahil konseptli otel tatilini yapmıştım. Bizi balayı çifti sanıp bir hürmet bir hizmet, hakikaten mis gibi bir otelde harika bir tatildi ve kendimi prenses gibi hissetmiştim. Prenseslikten "fren sesi"liğe (bkz: google, fren sesim karikatür, enter) hızlı bir geçiş yaşadım tabi festival başladığında. Hayatımın en lüks tatilinden, saatlerce tuvalet sırası beklenen, leş keşmekeş bir ortama düştüm ki hakikaten benim için korkunç bir tecrübeydi. Günlerce duş alamadım, doğru dürüst yemek bulamadım, geceleri sesten uyuyamadım ve her yer dolduğu için pansiyonda bile kalamadım. Neyse dedim, aşk dedim, ilişki zorluklarla güçleniyor dedim anın keyfini çıkarttım olabildiğince.

İşte esas anlatacaklarım burada bu ruh haliyle başlıyor.

Festival zamanı ATM’ler günlerce çalışmadığı için nakit paramız tükenmişti. Daha kötü ne olabilir ki dediğimiz bir gece yoğun kullanımdan ilçenin baz istasyonları çöktü ve bütün POS cihazları kullanılamaz hale geldi. Cebimizde 7₺ ile kaldık mı sana parasız. Düşündük taşındık bu paraya en fazla ne yiyebiliriz diye son karar midye dolmacının tepsisine çöreklendik. “Büyüklerinden seç!” diye sevgilimi tembihledim ve hayatımın en fukara ama unutulmaz yemeğini o gece yedim. :smiling_face_with_three_hearts:

11 Beğeni

Eskiden. Cebimde 10 tl (altı sıfırlı) olduğu halde arkadaşımla gros markete girdik. Gezdik, tozduk içeride. Bir şeyler almaktan vazgeçtik. Çıkalım o zaman dedik. Çıktık ve giriş/çıkış kapısının önünde 10 tl buldum. Cebimde 20 tl olacak sevinciyle elimi cebime attığımda paramı düşürmüş olduğumu anladım. Muhtemelen markete girerken paramı girişte düşürdüm. Bir saat gezdik ve paraceğizim beni orada bekledi. Sonra kavuştuk. Paranormal bir hatıra. :smiley: :smiley:

13 Beğeni

Lise ikinci sınıfa geçtiğimizde sınıf öğretmenimiz değişmişti. Yeni hoca bir coğrafya öğretmeniydi ve meslekte yeniydi. Önceki sene stajını bizim okulda henüz tamamlamıştı. Küçük yapılı bir adamdı. Kısa ve zayıf. Aksak bir yürüyüşü vardı çünkü duyduğum kadarıyla bir trafik kazası geçirmişti. Kendisini tanımam etmem ama sınıfımızla tanışacağı ilk ders için sabırsızlanıyordum. Müthiş bir an olacaktı. Hayatımda kaç kere taze bir öğretmenin ilk öğrencileriyle tanışma anına tanık olabilirdim. Ne yapacaktı? Çocuklar başa beladır. İki kere yüz verin, başınıza çıksınlar. Kendisini ezdirmek istemeyecektir. Ayrıca küçük yapılı insanlarda kompleks de olur. Tabii ki otorite sağlamaya çalışacaktı. Fakat diğer yandan iyi gözüküp gönüllere taht kurmak da isteyecekti. Kısacası bir insanı gözlemlemek için bulunabilecek en iyi fırsatlardan biriydi.

Beklediğim ders gelmişti. Genç hoca kapıdan girmişti ve ben kendisine şimdiden saygı duyuyor, yapacağı her hareketi merakla bekliyordum. Çantasını masaya bıraktı ve kalın sesiyle güzel bir tanışma konuşması yaptı. En arkada oturan bir çocuktan beklendiği gibi odağımı hızlıca kaybedip kafamda kurduğum senaryolara daldım. Bundan sonra n’olucaktı? Yazıp çiziyordum kendi kendime. Hayalimdeki hoca ezildikçe eziliyor, öğrencilerle başa çıkamıyorum diye kendine kızıyor, ben de o ezildikçe ona daha çok acıyor ve sempati duyuyordum. Sonra dedim ki kendi kendime “Ne anlatıyor lan şu adam yirmi dakikadır? İyisi mi dinleyeyim de soru falan sorarsa cevap vereyim. Belki sevinir, mutlu olur öğrencim cevap verdi diye.”

Hocanın anlattıklarını dinlemeye başladım. “…Cips…” diyordu, “…sağlıksız olabilir.” diyordu, “Hemen hemen hepiniz biliyorsunuzdur. Söylemek isteyen var mı?” diyordu. Ne anlatıyordu be bu adam? Fastfoodlardan mı bahsediyordu? Niye ilk dersinde sağlıksız yiyeceklerden bahsetsin ki? Açıkçası dostlar tam olarak nasıl gelişti, şu an hatırlamıyorum ama kafamda bir şekilde hocanın yarısından dinlemeye başladığım sorusunu bir şeylerle bağdaştırmıştım ve önümde sorunun cevabı olabilecek üç ihtimal vardı. Çikolata… Kola… Ve de jelibon… O an durumun garipliğinin farkına varamadım? Cevaplarımın yanlış olabileceğine dair hiçbir tereddütüm yoktu. Elimi kaldırdım. Başka seçenek de olmadığından hoca beni kaldırdı ve ben de dedim ki “Jelibon”. Derin bir sessizlik oldu.

Meğer adam konu işlemeye başlamış. Bahsettiği de cips değil jips’miş. Beklediği cevap da kireç taşıymış. Hoca sonraki ders gelip disiplin kurulu yönergelerini okumuştu. Ben de ders bitince hocayı yakalamış, özür dilemiştim. Hocam durum böyle böyle, “Ben sizi düşünüyordum. İlk gününüz nasıl olacak sizin için? Size nasıl destek olabilirim? Cevap verirken niyetim de kötü değildi. Hakkınızı helal edin.” Konuşmam da bir garipti. Sapık gibi. “Ben sizi düşünüyordum.” ne ya? :sweat_smile: O gün saatlerce kendi kendime güldüm. Nefessiz kalmıştım artık gülmekten. Sonradan hocayla iyi arkadaş olmuştuk. İyi biriydi. Adını hatırlamıyorum. Buradan onu anmış olayım. İşi gücü rast gitsin.

13 Beğeni

Çok basit olacak denen birkaç saat sürecek bir Pakistan görevimde urdu lar tarafından kaçırılmıştım. ( Alt tabaka diye tabir edilen bir nevi hindistan dan devşirme ve müslüman olan ultra mega fakir halk kesimi urdu olarak tabir ediliyor oralarda ve olabilecek en zor en pis işlerde karın tokluğuna çalıştırılıyorlar)
Sigara içmek için komutanlığın bahçesine çıktım (kemiksiz 50c sıcaklık) ve tam yaktığım sıra şoför araçla yanıma gelip “dışarı çok sıcak araca bin içerde iç klima açık” dedi ve birde buzz gibi portakal suyu ikram etti ve ben sazan, gelmeden şu üç adam dışında kimseye güvenme (fidye için kaçırma aşırı yaygın bir olay ve genelde rehinenin ölmesi ile
bitmesiyle meşhur bir ritüelleri var) muhatap olma denildiği halde o büyük handikap ı yapıp o araca bindim.
Birden kapıya doğru hareketlendik ve kapıda bekleyen korumada bindi kapılar kilitlendi epey hızlı şekilde yola çıktık.
Ben olayın farkına varana kadar otobana çıkmış olduk. Adama “siz ne yapıyorsunuz?” Dediğimde sakin ol sana zarar vermeyeceğiz (tam bir klasik) cevabını verdi.
Zaten yarı İngilizce yarı urduca konuşuyorlar çat pat anlaşıyoruz.
Evet fazla soğukkanlıyım ne aksiyondan ne ölmekten falan korkmam. “Hükümet benim için pazarlık yapmaz hata yapıyorsunuz” dediğimde ara bi sor pazarlık edelim dediler. Ve Türk olduğumdan dahi haberleri yok o kadar hakimler olaya. (planın mükemmelliği). Hemen olası durumda iletişime geçilmek üzere numarası verilen dış işlerinde durumdan sorumlu zat ı muhterem i aradım durumu anlattım. Telefonu adama vermemi istedi ve direk sokak ağzıyla “para mara yok diplomatik krize yol açacaksınız adam devlet görevlisi ve resmii görevde derhal geri götürün ve olmamış sayıp konuyu aramızda kapatalım” dedi.
Türkçe bilmiyorlar diye hızlıca güzergah bilgisini verdim kapatmadan. Tabi reddettiler salıvermeyi.
Sonra karaçi yakınlarında durakladık. Kolluk kuvvetlerinin ileride yolu kesmiş olma ihtimaline karşın yeni rota oluşturmaya başladı bu iki yarım akıllı. O sırada arkadaki camii den üstü çıplak kan revan Talibanlar çıkmaya başladı. (Zikir varmıştı zincire vura vura zikir çekiyorlarmış )
Ben beni işkenceye falan alacaklar sandım bir an (ne alakaysa adamlar sade fidye istiyor) ve ciddi bir korkuya kapılmaya başladım ama sağolsun durumu açıkladı senlik bişey yok zikir vardı bizle işleri yok diye.
Olay Ramazan günü geçiyor herifler oruç ve ezan okundu arabadan birkaç meyve çıkarıp iftar yaptılar. O derece korkunç fakirlerki akşam yemekleri bir muz iki elma falan ve net hatırlayamıyorum değerini ama paraları TL karşısında bile korkunç değersiz.
Hemen bu durumu kullanıp bu adamlar size fidye falan vermez ben para veririm aramızda kalır başınıza bela gelmez diyerek 100 USD ateşledim ikisinede kabul ettiler ve geri dönüş yoluna düştük.
İslamabad’a girince bir kontrol noktasında asker pasaportumu istedi baktı etti vs o sıra pasaportu gördü bu iki vatandaş ve “sen Türk müsün😳” sorusu geldi. (Türkler Pakistan’da aşırı sevilir çok fazla saygı görür) bilseydik yapmazdıklar özürler falan.
Biliyorum okuyunca şaka gibi geliyor ama böyle bir memleket Pakistan.
Ve mutlu son. Bizi arayan kolluk kuvvetlerince kontrol noktası sonrası tekrar durdurulup ellerinden alındım ve Albay Arif ten “buralarda kimseye güvenme yanımdan ayrılma demedim mi! Beyaz adam=fidye” Diye uzun uzun trip yedim.
Buda böyle saçma bir anımdır.

10 Beğeni

Buraya bu sabah yaşadığım bir anı yazmak istedim. İster şaka gibi deyin (baktım ama göremedim belki de böyle bir başlık vardır) isterseniz kurgu değil gerçek. Sizler de benzer bir durumu yaşamışsınızdır.

Bankanın ikinci katının bekleme bölümü boştu. Sadece orta koltuklarda bekleyen kır saçlı ve kareli gömlekli yaşlı bir bey vardı. Geniş salonun etrafına sıralanmış küçük kabinlerde bankacı gençler müşterileriyle ilgileniyordu. Benim sıra numaram 605’ti ve kabinlerin birindeydim. İşlerimin yapılmasını beklerken yandaki kabinde 606 numarayı çağıran ışık yandı. Ortada duran müşteri öylece bakmaya devam etti sırasını bekler gibi. Bankacı delikanlı numarayı yüksek sesle söyledi “altı yüz altı” diye. Ben de döndüm baktım ama bekleyen adam oralı olmuyordu. Bir daha söyledikten sonra bekleyene dönerek, “Sizin numaranız kaç?” dedi. Adam kendinden emin “909” dedi. “Sakın o 606 olmasın?" deyince de “Olur mu?” dedi ama kuşkuyla elindeki kağıda bakınca yüzünün kızardığını gördüm. Utangaç adımlarla yerinden kalktı, kendisini çağıran memurun yanına yürüdü. Ben dahil herkesin yüzünde bir gülümseme oluştu ama Allah’tan maskelerimiz vardı, güldüğümüz belli olmadı.

5 Beğeni

Peki Gökhan ve arkadaşı evlendiler mi yaptığınız fedakarlığa değdi mi? yoksa anı olarak mı kaldı?

Yaklaşın yamacıma hocamlar size üniversitedeyken yaptığım 3. stajı nasıl ayarladığımı anlatıcam (bir türlü uyku tutmadı). Konu çok sıkıcı gelebilir böyle özetleyince ama valla çok ilginç olaylar yaşandı. Neyse başlıyorum.

Şimdi genetik öğrencileri genelde hiçbir yazlarını boş geçirmezler, her yılın eylül-ekim-kasım ayları civarında o yaz için stajlarını hazır ederler. 3. sınıfın başlarında ben de etmiştim; Norveç’ten bir hocayla anlaşmış, Erasmus’un staj burs programına başvurmuş, kabul edilmiş, belgelerimi hazır etmiş bekliyordum, 10 haziran gibi gideceğim.

Mayıs’ın ortalarında bir evrak işi için okulun Erasmus ofisine gittim. Ordaki görevli hasbelkader “yolculuk nereye?” dedi. “Norveç” dedim. O da dedi ki “iyi de biz Norveç’e burs vermiyoruz ki”. Uzun lafın kısası, bürokratik saçmalıklar dönmüş ve Norveç’e burs programı o yıl değil gelecek seneden itibaren aktif olacakmış. E dedim ne yapacağız? Reyiz sağolsun dedi ki “senin bursun onaylanmış, istersen başka yerde staj ayarla oraya aktaralım”.

Bunu duyunca ben direkman yurda koştum, hemen açtım google’ı ve arattım: “bionformatics lab in europe”. Gelen sonuçlarda adı geçen hocalara meyil sallamaya başladım “stajyeriniz oluyum mu” diye. Çoğu tabi bastı reddi. Sonuçta 20 gün sonra falan gidilecek, yer bulmak hayal. Bir tane hoca geri döndü sadece, o da şöyle demişti: “Bak senle uğraşamayız kendin bu işi yapabilecek kadar matematik/programlama falan biliyo musun?” Ben de dedim ki “Valla ben de emin değilim hocam, iyisi mi siz bana bi tane ödev verin, yapabilirsem alın yapamazsam almayın”. Hoca da ilginç bir şekilde tamam dedi, bir hafta sonra bir görev dökümanı ve kendi cluster’larına sınırlı erişim verdi, bir hafta süren var dedi. O hafta da final haftası. Ben yusuflaya yusuflaya yaptım görevi, bir yandan da dersleri yakmamaya calışıyorum (ders dinlemezdim hiç).

Neyse en son bitirdim hazırladım raporu, hoca okey verdi, belge işlerini hallettik falan haziran oldu bu arada. Ama tabi bu vize ve kalacak yer konusu var çözülmemiş. Vize için randevu almaya çalışıyorum en erken randevuyu 10 hazirana veriyorlar (D sınıfı vize almak çetrefilliymiş), ama benim o tarihte varmış olmam lazım. 3 haziranda Allah kerim dedim, uçak biletlerini aldım, ücretsiz iptal hakkı veren hostellerden parça parça yer ayırta ayırta 3.5 aylık süreyi kapladım, ve sabah konsolosluğun önüne gittim.

Kapıdaki güvenliğe derdimi anlattım dedim böyle böyle. Adam bana dedi ki sen dışarda bekle bakalım, belki bir şeyler ayarlayabiliriz. 1 saat falan dikildim, sonra kapıya bi tane adam geldi, İranlıymış, asker kaçağıymış. Beni öldürücekler diyor sığınma talep edicekmiş. Türkçe/Almanca bilmiyor, sadece İngilizce. Ben kapıda çevirmenlik yaptım ordaki görevlilerle (ilginç bir şekilde ingilizce bilmiyorlarmış) adam arasında; actually bu işlere bakan bir devlet dairesi varmış anlaşılan, oraya götürsün diye bi taksi ayarladım gönderdik elemanı. Güvenlikçi bana teşekkür etti dedi ki madem sen geç içeri şununla görüş, ben de içeri girdim belgeleri verdim, o gün çıktı vize.:roll_eyes:

Sonra yine yurda koştum, kalacak yer arıyorum bu sefer. (hostel pahalı ve o kadar uzun süre için tatsız) Oranın sahibinden benzeri sitelerini geziyorum, öğrenci yurtlarını arıyorum falan. En son 6 haziranda bir yurtta bir kişilik yer ayarlayabildim.

Ayın 10’unda da ordaydım. Sonrası işte klasik eylül sonuna kadar eşşek gibi çalışma vs., o kadar ilginç değil.

Bu da böyle bir anımdır hocamlar. :roll_eyes:

11 Beğeni

Yaz tatilindeyiz. Köydeyiz. O vakitler mavi bir Şahinimiz var. Tatil olduğu için geç saatlere kadar oturuyorum. Yine o gecelerden birinde aklıma nereden estiyse arabayı sürme isteği yerleşti içime. Kararımı verdim ve sabahın ilk ışıklarına kadar oturdum. Hava aydınlanmaya başladığı saatlerde masanın üzerinde duran anahtarı alıp sessizce dışarı çıktım. Anahtarı çevirip arabayı çalıştırdım. Vitese takıp ayağımı yavaşça ve korkuyla debriyajdan kaldırdım. Kontrolü bir kaybetsem şenlik çıkacak. Köyün en aşağısına kadar indim. Bir ara kontrolü kaybediyordum ses çıkarmayın. :slight_smile: Aynı şekilde yavaşça yukarı eve kadar arabayı getirdim. Yavaşça çıktığım gibi tekrar eve girdim. Hiç kimse daha uyanmamıştı. Uyanmış olsalardı yine şenlik olacaktı. Mutlu bir şekilde yatağıma dönüp öğlene kadar uyudum. :smiley: :smiley:

3 Beğeni

‘‘Ne yapalım?’’ diye sorduk üç arkadaş birbirimize. ‘‘Hadi sinemaya gidelim.’’ diye cevap verdi birisi ve kabul edildi. Sinemaya gittik ve afişlere baktık ve karar verdik: Her Şey Çok Güzel Olacak. Biletleri aldık ve saati gelince salona girdik. Boştu salon neredeyse. Film başladı ama bir gariplik vardı. Biz fragman izliyoruz sandık ama Blade abimiz vampirleri kesmeye başlayınca yanlış filme girdiğimizi anladık. Hadi çıkalım, oolum! dedi arkadaşlar. Ben dedim ki bu daha güzel ben kalıyorum siz gidin. Kaldılar. :smiley:

wesley-snipes

10 Beğeni

Aldım bisikleti Şaban Bakkal’ ın olduğu yokuşu tırmandım elimde bisikletle. Yaş 7-8. Yeni öğrendiğim zamanlar. Yokuşun tepesinden kendimi bıraktım yer çekimine bisikletle. Hızlandım, hızlandım. Yokuşun yüzde sekseni bitmişken bir kızın karşıdan karşıya geçesi tuttu. :smiley:

bike

3 Beğeni

Mekanı taramalılarla bastılar :joy:

5 Beğeni

Yaşım 6 ama iyi hatırlıyorum cereyan eden olayları. Yukarıdada bir tane bisiklet anısı varmış, benimkide bir bisiklet anısı. Dedemlerin evinde teyzemin nişanı var, ben ve kuzenler dışarıda oynuyoruz. Bir tane eski, frenleri tutmayan bir bisiklet vardı. Ben gaza gelip yokuşun başından bindim bu bisiklete. Hızlandım hızlandım ve bir yerde etraftan “atla atla” seslerini duydum. Gittiğim istikamette yokuşun sonunda yol var ve yolun karşısında bir apartmanın -1 katına ait bir boşluk var ama hiçbir sebep yok düşmemek için. Ben tam yola geldim ki bir araba geçti, ben arabaya çarpıcam sandım araba geçti ama oradaki 2 m den biraz daha fazla olabilir oraya düştüm. Sadece oraları net hatırlamıyorum yüzüstü düşüp bayılmışım. Beyin kendini korumaya alınca 2 saat görme kaybı yaşadım. Hastanede buldum kendimi. Kasa sonucu bacağım dizden kırıldı, kemik kaynasın diye geçici platin taktılar. Kafam yarıldı, iki burnum kanıyormuş. Şimdi bir sorun yok.:sweat_smile:

3 Beğeni

Ucuz atlatmışsınız. Teyzenize de unutamayacağı bir nişan anısı kalmış :smiley:

1 Beğeni

İkinci ya da üçüncü sınıftayım. Okulun bahçesinde oynuyorum. Ayakta duruyorken bir sebeple arkamı dönüp baktım. Bir cismin uzaktan bana doğru havadan yaklaştığını gördüm. Cisim adeta ağır çekimde yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı; yaklaştıkça büyüdü, büyüdü, büyüdü ve TAAAKK! sol gözüme çarptı. Evet o bir taş parçasıydı. Hala o taşın uzaktan gelişini, büyüyüşünü ve ani karanlığı hatırlıyorum. Ve her şey sadece iki saniyede olup bitmişti. :smiley:

2 Beğeni

Orhan Pamuk haberini görünce aklıma bir askerlik anım geldi. Size albayın odasına kapıyı nasıl tekmeleyerek girdim anlatayım.

Pandemi zamanı olduğu için çarşı izinleri kaldırılmıştı. Dışarıdan bir ihtiyaç olursa aranızın iyi olduğu bir komutandan rica ediyordunuz; işinizi görüyordu. Gün geldi, benim de elimde okuyacak kitap kalmadı. Gece koğuşçusuydum, yanımda götürdüklerim bu yüzden beklediğimden çabuk tükendi. Ben de dışarıdan bir arkadaştan rica ettim kargoyla komutanın evine yollasın diye.

Kitaplar geldi. Hiç Orhan Pamuk okumadığımı bilen arkadaş, Beyaz Kale ve Sessiz Ev kitaplarını yollamış yazarın. Kargolar da bölükte kontrol edilip, erlere öyle teslim ediliyor. Beni çağırdılar işte kargo gelmiş diye. Bölüğe gittim. Kargolar için evin adresini veren komutan kıdemli bir uzman çavuştu. Evladım ben açmadım bayan bir arkadaştan gelmiş diye sen aç dedi. İçinde bir şey yok komutanım hepsi kitap dedim. O zaman yan odaya git kitapların üstüne bölük komutanının kaşesini vursunlar, arama olur dolabında izinsiz kitap çıkarsa sıkıntı yaşama dedi. Önceden de kitaplara benzer bir işlem yaptıkları için durumu biliyordum.

Neyse kitapları aldım yedek astsubayın odasına girdim. Dedim vaziyet böyleyken şöyle. Tamam kontrol edelim yasaklı kitap var mı dedi. Daha önce böyle bir şey yapmadığı için bölük yazhanesine telefon ediyor, ona anlatıyorlar olayı. Bilgisayarı açtı, bilgisayar bozuk. Yan odada bir kasa olacaktı git onu getir dedi, getirdim. Mühendis olmuşsun kur dedi. Kurdum. Ağa bağladık. Liste içinde arama yapmak yerine scroll yapıp tüm listeyi otuz defa falan inip çıkmasını izliyorum komutanın. Gececi olduğum için gündüz uyumam lazım, ctrl-f diyecek oluyorum ama birkaç gece önceki sayımda askerleri hazirolda uyut ki üstleri açılmasın diyen bir adam var karşımda, susuyorum bu yüzden.

Kitap ismi aramaktan sıkılmış olacak, benle sohbet etmeye başlıyor. Çok okuyorsun komünist misin sen diyor. Alakaya maydanoz. Değilim diyorum. Necisin diyor. Ruhların eşitliğine inanan, hiçbir fikrin sınırları içinde hapis olmayı kendine yakıştıramamış, birgün insanlığı insan olmanın ortak paydasında buluşturacağına inan bir hayalperestim. Ne demek hiçbir şeyciyim korkma bir şey demem diyor. Hiçbir şeyciyim işte komutanım sevdiğimden okuyorum. Anarşist bu diyor yandaki komutana. Alakayı yine kuramıyorum. En sonunda sıkılıyor kitapları bana uzatıyor yarısının ismine bakmadan. Bölük komutanı yok gelince kaşeleriz diyor ama o sırada Orhan Pamuklar gözüne ilişiyor. Bunlar yasak diyor çekip alıyor. Nasıl yasak? Meğerse o sıralar Veba Geceleri yayınlamış ve internette gündem olmuş. Orada ne gördüyse yasak olduğuna karar veriyor.

Bunları veremem terhis olunca alırsın diyor. Terhis oluncaya kadar o kitaplar kalırsa tabii. Arkamı dönsem çöpe atacak biliyorum. Orhan Pamuk da hiç okumadım hayatımda ama gönderen arkadaşım çok kıymetli ve kitaplar çöpe giderse diye bi anlık gözümde canlanıyor. Olmaz dedim bölük komutanı karar versin, zaten haftaya doktor randevum var yasaksa da geri postalarım dedim. Bölük komutanı da yasak derse gece koğuşcu olduğum için en kötü ihtimalle bölük komutanının odasından çalarım diye kafamda kuruyorum o sırada. Yedek astsubay da rütbe silsilesini bozdum diye köpürüyor. Yat kalk sürün der normalde ama ameliyattan döndüğüm için bölük astsubayı bana ceza vermesinler diye bilgi vermişti herkese. Dolabında görürsem karışmam diyip bırakıyor kitapları.

Kitapları kucağıma alıp çıkıyorum odadan. Bölük garajında bekliyorum ki, bölük komutanı gelsin. Kendisi de Naruto izleyen müthiş bir insan bu arada. Tüm gün uykusuz geçiyor benim beklerken. Gece koğuş nöbetini nasıl tutucam diye düşünüyorum. Bölük komutanı geliyor. Tekmil veriyorum maruzatım şu diye sabah olanları anlatıyorum. Bilmiyorum yasak olabilir diyip Orhan Pamuk’un birkaç açıklamasından bahsediyor, sen dediğin gibi haftaya yolla sıkıntı çıkmasın diyor. Kaşesini de bana veriyor, al kaşele sonra getir imzalayayım diyor.

O bir haftada iki kitabı da okuyorum, kitapları da dolapta saklayamacağım için yastık kılıfının içinde bir hafta Orhan Pamuk ile aynı yastığa baş koyup uyuyoruz. Doktor kontrolüne gidince kitapları postalıyorum. Doktor dönüşünde de virus tedbiri diye karantinaya alınıyor rütbesiz personel ama o sıra kışlada pozitif vaka sayısı tavan yaptığı için karantinalar dolu. On gün boyunca karantinada kalayım diye bana unimog( askeri kamyonet) ayarlıyorlar. On gün boyunca bölük garajında bir kamyonette ikamet ediyorum. Geceleri çok karanlık oluyor diye içine pet şişe ve el feneri ile ambul yapmıştım. Neyse albayın kapısını kıramadık ama kafayı kırdık kamyonette biraz.

17 Beğeni

Siz anlattıkça anılarım canlandı, karantina falan dediğinize göre anlattıklarınız yeni olaylar. Bu da demektir ki “garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok.”

1 Beğeni

Bir seneden biraz fazla oldu. Askerlik anısı goygoyuna girmek istemiyorum ama çok absürt bir askerlik oldu. Ama askerlik için fotoğraf karesi gibi diyebilirim. Daldaki kuşun yerdeki çakılın bile yeri değişmez.

1 Beğeni

Askerdesin. Deliler gibi spor yapıyorsun. Komutan 15 dakika dinlenme vermiş. Otur dinlen ve nefeslen değil mi? Hayır, hemen aç paketi ve bir tane çok kanserli tüttürgeç tüttür. Buna rağmen iyi dayanmışız, tıkanmamışız. :slight_smile: Neyseki sonradan bıraktım ve dumanlı hava sahasından çıktım. :smiley:

4 Beğeni

Askerlikteki son haftamız. Spor bittikten sonra elimizde tezkere ile ilgili kağıtlarla yüzbaşının odasına gittik, imza için. Yüzbaşı bizi görünce güldü.

  • Sizden öncekiler paso yattı. Sİzden sonrakiler de muhtemelen yatacak ama siz… Hahaha! dedi.

Evet! Denetlemeye denk gelmiştik askere gittiğimiz o sene. :joy: