Elimde bir hikaye var, 90-100 sayfa civarı olacağını umduğum bir novella. Girişi ve ilk bölümü sizlerle paylaşıp görüşlerinizi almak istiyorum. Forumun okuma oranı bir hayli yüksek olduğu için görüşleriniz benim için değerli.
Eksikleri neler? Bir sonraki bölümü okuma hevesi veriyor mu? Özgünlükten yoksun mu? Hoşunuza gitmeyen yönler? Saygısızlık olmadığı müddetçe iyi ve kötü tüm eleştirilere açığım.
GİRİŞ
Kampüsün arka bahçesinden çıkarılan sandıkların içi kitaplarla doluydu. Kitapların kime ait olduğu veya neden sandığın içinde olduklarıyla ilgili net bir bilgi yoktu, sadece söylentiler. Öğrenciler üçer gruplar halinde bölünmüştü. Kathigsörler (profesör) sandıkların içinden çıkan kitapları gruplara dağıtmış, detaylı bir özet istemişti.
Nebin, Khiven ve Edondelis, Nebin’in odasında, onun karyolasına dizilmişti. Nebin ortaya oturmuş, onun elinde tuttuğu kitaba büyük bir merakla bakıyorlardı: tarihi ve içeriği belirsizdi; demirden bir kapağa ve kaliteli kağıda sahipti. İlk günkü kalitesini korumaya devam ediyordu.
Nebin, Khiven ve Edondelis için kitap okuyan, ders dinleyen tiplerden oldukları söylenemezdi. Fakat projeyi teslim etmeyecek olanlar için pek de geçiştirilebilecek bir son beklemiyordu. Ve üçü de bunu istemezdi. Sırtlarında çıkınlarıyla ailelerinin yanına erkenden dönselerdi… Bunu düşünmek bile üçünün de tüylerini ürpertiyordu.
Nebin kumral saçlarını elinin tersiyle arkasına attı, elindeki kitaba baktı ve sıkkınlıkla iç geçirdi. Hemen ardından diğer ikisi de aynı sıkkınlıkla nefes verdi.
‘‘Umarım biraz kan ve vahşet içeriyordur,’’ dedi Nebin yakınarak. ‘‘Gerçi siz iki erkek soyluların ne isteyeceği aşikar.’’
Khiven sinsice gülümserken mavi gözleri kısıldı. ‘‘Cinsellik olursa fena olmaz.’’
Edondelis alay konusu olan orantısız kafasını aşağı yukarı salladı. ‘‘Çizimlerle de desteklense güzel olur.’’
Khiven ile Edondelis elleriyle birbirlerini dürtükleyip kıkırdarken, Nebin sükut durmaları için ikisini sert bir uyarıyla bastırdı. Nebin son bir bakış attı ikisine. Bunun yeterli olacağını umdu. Olmuştu da.
Nebin demir kapağı açtı ve güzel bir el yazmasıyla karşılaştı: ‘‘Ben, o sandıktaki muhtemelen en gösterişsiz olan kişiyim,’’ diye başlıyordu yazı. ‘‘Hikayeme maruz kalacağınız için affınıza sığınıyorum. Berbat bir giriş oldu, biliyorum. Şevkinizi kırmış olmalıyım. Anlatacaklarımın doğruluğuna inanmak size kalmış. Bazen tüm hayatımın bir düş olduğunu düşündüm. Bunu sıklıkla, kendime yineleyerek söyledim. Ah, bu berbat önsözü nasıl bitirebilirim bilmiyorum fakat anlatacaklarım hakkında şunu söyleyebilirim: Özür dilerim.’’
Nebin sayfayı çevirdi.
1.Bölüm - Garip Bir Gece
‘‘Yerde parlayan tohum
Kaydı felekten bir yıldız gibi
Zifiri aydınlıkta.’’
Gökte kavis çizen bir ışık geceyi aydınlığıyla kör etti ve yeryüzünü ezdi.
Savruldum. İç organlarım dökülüp tükenene, bedenim iç organlarımın ağırlığından arınana kadar sürüklendim.
Kadın, çıplak bedenini sarmalamış ay ışığı saçlarıyla karşımda dikiliyordu; bedeni bir titrek kavak kadar kırılgan, bakışları ise bir ölümlünün son soluğu kadar ciddiydi.
‘‘Duygudan ve ahenkten bihaber edebiyat düşmanının tekinden, ozanlardan küfür işiteceği bir şiir işittim.’’ Sesi arafta sıkışıp kalmış bir giz perdesiydi; kendisini duyurmaya naz yapıyorcasına mızmız, ama işitilmekten zevk alıyorcasına haylaz. ‘‘Sesi kedi kusmuğuna benziyordu. Belki sen de onu duymuşsundur?’’
‘‘Şey,’’ diye mırıldandım, ortamın tuhaflığına hiç aldırmadan. ‘‘Peri kusmuğu da olabilir?’’
Başını iki yana salladı. ‘‘Perilerin kusmuğu daha iğrenç olur.’’
Bir kadını daha önce çıplak görmüştüm. Rutinim sayılmasa da en azından birkaç kez şahit olduğum söylenebilirdi. Fakat o an, o gece, gördüğüm kişi bir kadından öte bir insan mıydı, öncelikle bunu öğrenmem gerekliydi. Lakin kadın ölçülerine ve kadına benzeyen, kadını anımsatan, oldukça kadınsı bir varlığı çıplak gördüğüm halde göğsümün içindeki zımbırtıdan tek bir kıpırtı bile yoktu.
Elimle göğsümü yokladım. Boştu. O da savrulmuş olmalı.
Elimi başımın arkasında kavuşturmuş, yüzülmüş saçlarımdan geriye kalanı tedirginlikle karıştırırken mantıklı bir şeyler söyleyebilmeyi düşündüm; ama düşünmeye başladığımda içi boş beynimde rüzgar esmezdi. Uzun zaman öncesinde ağzıma geleni direkt söyleyen ve bu yüzden çokça kez aptalca kelimeler sarf eden birisiydim. Bu sebeple ciddiye alınmadığım olmuştu. Ciddiye alınmamak, aşağılamaların en kışkırtıcı yollarından biriydi.
‘‘Ben seçilmiş kişi miyim?’’ Sanırım aptalca bir soru oldu. ‘‘Yani, az önce gerçekleşen şey bir mucize, öyle değil mi? Dünyayı mı kurtaracağız?’’
‘‘Hayır,’’ dedi sakince ve kafasını girift koyuluğa bulanmış gökyüzüne dikti. ‘‘Sıkıldığım için buradayım. Hem benim tarafımdan seçilmene gerek yok.’’ Solgun-beyaz işaret parmağını üzerime doğrulttu. ‘‘Zaten birisi seni daha önce seçmiş.’’
Midemden sarkan, muhtemelen bağırsağım olan ancak daha çok kurutulmuş sosisi çağrıştıran iç organıma baktım. ‘‘İddia ettiğin gibi seçildiğimi düşünmüştüm, ama bu gizem, bu ölüm inkarlığı üzerime sindiğinden beri hiçbir şey olmadı. Bekledim. Beyhude bekleyiş. Gözümün önünde herhangi bir çocuk at arabası tarafından çiğnenmek üzere yola atlamadı. Bunaklar bile sığırlarını sürmeme müsaade etmedi.’’
‘‘Umut, umudu terk ettiğin an sana ihtiyaç duyar.’’ Bedenini sarmalayan o eşsiz fırça saçları; bedeni genç ama ruhu… ruhu da genç bir delikanlının salya akıtan hayallerine perde olmuştu.
Sert bir rüzgar esseydi ne güzel olurdu, diye hınzırca düşünmeden edemedim.
Tuz gibi serpiştirilmiş yıldızların azade göğünde ayı aradım. Yoktu. Sanırım orada olması gerekliydi. Bunca zamandır, eğer bu bilgi empoze edilmediyse, bir şeyler ters gidiyor demekti.
‘‘Haklısın.’’ Tek kelimesini bile anlamadım. ‘‘Sadece sıkıldığın için mi buradasın?’’
Kafasını hafifçe yana devirdi ve dudağını büzdü. ‘‘Öyle.’’
Bir an güçsüz bir ışık kadar zayıf göründüğünü düşündüm. ‘‘Göğe nasıl vasıl edeceksin?’’
Kafasını bu sefer öteki tarafa devirdi, soruyu tartıyorcasına duraksadı. ‘‘Bilmem.’’
Sesli bir şekilde düşündüm: ‘‘Nasıl geri döneceğini bilmiyorsun. Belki beni duyduğun için buradasın. Buraya gelişin amaçsız olsa da, aslında bir amaç doğurmuş; dönmen gerekli, öyle değil mi?’’
Bir bebeğin ufacık parmakları misali minnak, solgun-beyaz narin kaşlarını çattı. ‘‘Galiba gerekli…’’ diye mırıldanırken alnında ufak bir kırışıklık belirdi. ‘‘Ne düşünüyorsun?’’
‘‘Ne düşünüyorum.’’ Sanki müzik işitmiştim ve bedenim onun coşkusuyla kıvranıyordu… vücudum yenilendiği için oluyor da olabilirdi. ‘‘Aslında seni buraya şiirim… ya da şiire benzeyen zırvalamam getirdi. Bir amacın yoktu. Gökte veya her nerede asılı duruyorduysan oradan kaçmak için bir bahane arıyordun ve bana geldin, doğru mu?’’
‘‘Hayır.’’ Kafasını iki yana salladı ve vücudunu sarmalayan uzun saçları rüzgarda hışırdayan bir çalı gibi kıpraştı. ‘‘Seninle karşılaşmam tesadüf olabilir.’’
‘‘Tesadüf!’’ diye atıldım, sonrasında devamını getiremedim.
Tek bir fikir üzerinden yürümemeliydim. Akıllı olmak için çabalıyorsam, fazladan birkaç numara bulundurmalıydım. Sadece düşüncesiz bir adam bulduğunu sandığı cevaptan emin olur.
‘‘Burada olmasaydım, burada olmazdın.’’ Yine düşünmeden saçmalamaya başladım. ‘‘Çünkü benim burada olmam, var olduğun anlamına geliyor. Ben varsam, sen varsın demektir. Varlığım, varlığının sebebi.’’
Anlamlandırmaya çalışarak bakıyordu bana. Muhtemelen beni ya bilge biri olarak görüyor, ya da tanrıların bile neyi kastettiğimi anlayamayacağı gerzek biri olduğumu düşünüyordu. Yaratılmış putlar ikisini de anlamazdı zaten.
Mehtap tenli kadın derin bir nefes verdi ve kafasını usulca iki yana salladı. ‘‘Hala ne demek istediğini anlamıyorum.’’
‘‘Ben de öyle,’’ diyerek mutlak bir katiyetle destekledim. ‘‘Neyse. Sonuç olarak, bu tesadüfi karşılaşma bir amaç doğurdu. Seni tekrar gecenin göğüne ulaştırmalıyım.’’
Ay meraklı gözlerini kırpıştırırken, parlak ve uzun kirpikleri kelebek kanatları gibi çırpındı. ‘‘Dünyayı kurtarmak için mi?’’
Alt dudağımı öne çıkarıp bir süre duraksadım. Mantıklı bir cevap, kabul edilebilir bir açıklama düşündüm. ‘‘Hayır. Yeğenim geceleri seni izlemeyi severdi.’’
Kafasını sallayarak sözlerimi onaylayan Ay, elini midesine koydu. ‘‘Acıktım.’’
Etrafıma göz gezdirdim: Yıldızların ışığıyla aydınlanma çabasında başarısız olmuş bir orman ve biz.
Evime davet edebilirdim ama sanırım pek münasip olmazdı. Bir erkek, her şeyden önce centilmen olmalıydı. Tabii ilk önce kendisine karşı. Dürüst bir dilenci midesi kadar boştu cebim. ‘‘Çok güzel yemekleri olan bir yer biliyorum.’’
Söylediğim iştahını kabartmışçasına dudağını diliyle ıslattı. ‘‘Neresi?’’ diye sordu.
‘‘Evim.’’