Geniş çevremdeki tanıdıklarım dışında samimi bir dostum daha var: Melankolim. Eğlencemin tam ortasında, işimin gücümün tam ortasında el edip beni bir kenara çeker, bedenen bulunduğum yerde değilimdir artık. Melankolim, şimdiye kadar tanıdığım en vefalı sevgili, pek tabii ben de onu seviyorum.
Bir satranç oyununda rakip oyuncunun “Bu taş hareket ettirilemez” dediği satranç taşı gibi hissediyorum.
Ne olacak ? Gelecek ne getirecek ? Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. Bir örümcek sabit bir noktadan aşağıya, sonucun içine doğru atıldığında ne kadar uzanırsa uzansın bir tutunma noktası bulamadığı biteviye bir boşluk, beni ileriye doğru sürükleyen şey ardımda yatan bir sonuç, bu hayat geriye dönük ve korkunç, katlanılacak gibi değil.
Ruhum öyle ağır ki hiçbir düşünce onu taşıyamıyor, hiçbir kanat çırpışı onu arşa yükseltemiyor. Hareket etse bile toprağı süpürerek ilerliyor, fırtına öncesinde rüzgar şiddetlendiğinde alçaktan uçan kuşların yaptığı gibi. Ruhumun üzerine bir bunaltı, bir kaygı çöreklenmiş, depremi önceden haber eder gibi.
Benim için hiçbir şey anımsamaktan daha tehlikeli değil. Belli bir ilişkiyi bir kere anımsadım mı o ilişki ortadan kalkıyor. Ayrılıklar aşkı canlandırır denir ya pek doğru, lakin salt şiirsel bir anlamda canlandırıyor. Anımsamayla yaşamak tahayyül edilebilecek en mükemmel yaşam. Anımsama gerçeklikten daha çok doyuruyor ve hiçbir gerçekliğin sahip olmadığı bir güvence sağlıyor. Zira anımsanan olaylar zaten sonsuza karışmış, dolayısıyla artık zamansal uğraşı yok…
Tek bir dostum var, Echo; niçin mi dostum? Çünkü ben kederime sevdalıyım ve o bunu benden çekip almıyor. Tek bir sırdaşım var, gecenin sessizliği; niçin mi sırdaşım ? Çünkü susuyor.
Canım hiçbir şey istemiyor. Ata binmek istemiyor, fazla zorlu bir hareket; yürümek istemiyor, o da fazla yorucu; uzanıp yatmak istemiyor, zira ya yatıp kalacağım, ki bunu canım istemiyor, ya da tekrar ayağa kalkacağım, canım bunu da istemiyor. Canım hiçbir şey istemiyor.
Can sıkıntısı ne de korkunç - korkunç can sıkıcı; daha güçlü, daha doğru bir ifade bulamıyorum; zira sadece benzerler birbirleri hakkındaki her şeyi bilirler. Keşke daha yüksek, daha güçlü bir ifade olsaydı bari o zaman biraz hareket olurdu. Uzanmış yatıyorum, hareketsiz; tek gördüğüm şey boşluk, tek beslendiğim şey boşluk, içinde hareket ettiğim tek şey boşluk. Acı bile çekmiyorum. Akbaba Prometheus’un karaciğerini habire gagalamıştı, Loki’nin üzerine durmadan zehir damlamıştı; tekdüze olsa da yine de hiçliği kesintiye uğratan bir şeydi. Benim içinse acı eski canlandırıcılığını kaybetti. Yeryüzünün tüm görkemini veya tüm elemlerini sunsalar yerimden kıpırdamam, ne erişmek ne kaçmak için dönerim öbür yanıma.
Ya/Ya da - Søren Kierkegaard