Sevan Nişanyan’nın üç şaheseriyle, Kubbealtı Vakfı’nın Türkçe lügatini sizlerle paylaşmak isterim. Türkçeyi, ne yaptığını bilmeyen deli saçması bir kurumun yerine; bu işe kafa yormuş, mümkün mertebe ilmî metotları kullanmış, mahir insanların elinden tecrübe etmeniz daha doğru olacaktır.
Ayrıca bu ömürlük çalışmaların internete yüklenmiş olması da apayrı bir takdiri hak ediyor
Tüfek, Mikrop ve Çelik: Oldukça bilgilendirici ve teknolojinin neden bazı yerlerde daha erken geliştiğine dair bir bakış açısı katıyor.
Hmmm hocam bence prensip olarak çok iyi tavsiyeler ama bana açıkçası biraz şunu hatırlattılar:
Yani en azından bana öyle geldi paylaştığınız kısım(Belki kitabın kendisinde daha açıyordur durumu?).
Özellikle ilk attığınız kısımda gömülen insan profiliydim uzunca bir süre; bu prensipleri ben de ezelden beridir kabul etmiş olsam da az buçuk fonksiyon edecek kadar uygulayabilecek hale gelmem çok ciddi çaba+bir kaç yıl+bir miktar profesyonel destek gerektirmişti Ki hala anksiyete sıkıntısı çekiyorum zaman zaman.
Tabi bu ayrı bir durum olabilir, tavsiyeler anksiyete sılıntısı olmayan insanlar için olabilir bilemedim. Ama anksiyete bozukluğu falan olmayan insanlar bunları çekiyor mu yahu?
Yani ne bileyim, olmayan ya da o an çözmesi gerekmeyen problemleri dert etmemeyi seçebilen insanlar düşünmeyi seçiyorlar mı cidden? (retorik sormuyorum)
Öyle gibi hocam, “have you tried not being poor?” gibilerinden bir tavır sezdim inceden. Yani bu bahsedilen konudan en muzdarip olan insanlara bu tavsiyenin bir faydası yok; bahsedilen konudan muzdarip olmayanların da tavsiyeye ihtiyacı yok gibi geldi. Konuyu wisdom’a bağlaması da beni biraz offend etti sanırım hahah.
Pardon hocam daha net olmalıydım burada, demek istediğim şuydu:
Bunları yapmamayı seçebilen birisiyseniz, yapmayı bilinçli seçmezsiniz diye düşünüyordum ben. Okey kaygı üzerinde sahip olunan kontrol miktarı da bir spektrumdur herhalde, ama kimsenin lüzumsuz kaygıya olumlu bir şey olarak baktığını pek düşünmüyordum şahsen. Öyle mi ki
Yok artık daha neler dedirtip ufuk açan makalelerde bugün:
Microstructure of a spatial map in the entorhinal cortex
Özetle bu reisler beyinde yaşanan çevreyi topolojik olarak modelleyen bir bölge bulmuşlar. Bu bölgedeki hücrelerin aktivasyonunun hayvanın bulunduğu ortama ve o ortamda tam olarak bulunduğu noktaya göre şekillendiğini bulmuşlar. Özellikle 4. figüre dikkat çekmek isterim; farenin bulunduğu ortamdaki landmark’larla oynayınca hücrelerin de bu değişikliği yansıttığını gözlemlemişler.
İlk denk geldiğimde bir nisan şakası falan sandım makalenin tarihine falan baktım ama yok ciddiymiş, harika yahu.
Şu aşırı hoşuma gitti, allah affetsin gün boyu her fırsatta okuyup feyizlendim:
Reisler antik yazılardaki bir iki yıldızın renklerini şu an gözlemlenen renklerle karşılaştırmışlar ve bunun yıldızın teorik evrimiyle örtüştürmüşler.
Özellikle section 3 (tarihi yazıtlardan yıldız rengi karşılaştırmaları) aşırı ilginçti. Astrofizik içeren kısımlar da konuya hakim değilseniz bile az buçuk bir şeyler anlayabileceğiniz bir dille yazılmıştı.
- sectiondan bir örnek:
Hyginus is the name of the author to which the Latin work De Astronomia is attributed, and which deals with constellations, stars, and planets; see Vire (1992) for the most recent edition, Le Boeuffle (1983) for a Latin edition with French translation of all four books, or Grant (1980) for an English translation of the first two books. Gaius Julius Hyginus (ca. BC 64 to AD 17) was originally from Iberia or Alexandria and worked as superintendent of the Palatine library in Rome.3
In book IV, chapters 17–19 (lines 618–634), Hyginus wrote in the context of the five naked-eye planets (Vire 1992, pp. 156–7):
17. Iouis autem stella … corpore est magnus, figura autem similis Lyrae … 18. Solis stella … corpore est magno, coloure autem igneo, similis eius stellae quae est in humero dextro Orionis; … Hanc stellam nonnulli Saturni esse dixerunt …
19. Reliquum est nobis de Martis stella dicere, quae nomine Pyrois appellatur; hic autem non magno est corpore, sed figura similis est flammae …
Our literal translation to English is (our additions in brackets):
17. The star of Jupiter … body is large (i.e. bright), and appearance (colour/colouration) similar to Lyra (i.e. Vega) …
18. The Sun’s star … body is large (i.e. bright), and colour/colouration fiery/burning; similar to that star which is in the right shoulder of Orion (i.e. Betelgeuse) … Many have said that this star is (the star) of Saturn …
19. It remains to speak about the star of Mars, which is also called by its name Pyrois (i.e. ‘the fiery’); its body of course is not large, yet its appearance (colour/colouration) is similar to a fire/flame …
Hyginus gives first size (brightness) and then appear- ance/colour(ation), the latter called ‘figura’ or ‘coloure’. He compares planets with stars in colour, which is quite rare, namely Jupiter with Vega and Saturn with Betelgeuse. Indeed, Jupiter (B−V=0.87±0.01 mag; Tholen, Tejfel, & Cox 2000; Mallama, Krobusek, & Pavlov 2017) and Lyra = Vega (B−V=0.0 mag) are similar: while Vega’s colour index is defined as white (Table 1), Jupiter was given by Plato empirically as ‘the whitest’ (Republic X, 616E–617A), sim- ilarly (‘white’) by Ptolemy in Tetrabiblos II, 9. Even though its B−V=0.87 mag pertains to orange (Table 1), Jupiter is seen as white by the unaided eye due to too much admixture of white (saturation). (Note that the planet colours were constant over much longer than the historical time.)
Both Jupiter and Saturn were given as ‘large’, i.e. bright, but they differ in colour. Regarding Saturn (in antiquity called also the ‘star of the Sun’, B−V= 1.09 ± 0.16 mag, orange according to Table 1), Hyginus compared its ‘fiery/burning’ tint to the star on the right shoulder of Orion, i.e., Betelgeuse (right shoulder either in sky-view when facing us, as in the Hipparchus convention, or in back view on a globe). While the term ‘fiery/burning’ used for Saturn is relative, the comparison to Betelgeuse in colour is objective and quantifiable. It seems striking that Hyginus compared Saturn (B−V=1.09 ± 0.16 mag; Tholen, Tejfel, & Cox 2000; Mallama, Krobusek, & Pavlov 2017) with Betelgeuse and not with, e.g., Pollux (B−V=0.97 mag) or Arcturus (1.14 mag), because Betelgeuse today has B−V=1.73 to 1.83 mag (Table 2), which is very red and much more comparable to Mars (B−V=1.43 ± 0.13 mag; Tholen, Tejfel, & Cox 2000; Mallama, Krobusek, & Pavlov 2017) than Saturn. Since the planets are constant in colour, Betelgeuse must have changed. Hyginus is a credible scholar: the colour of Saturn was like that of Betelgeuse, but the colour of Mars is reflected in its older name ‘Pyrois’, i.e. ‘The Fiery’ – and also given as ‘similar to a fire/flame’ (‘similis est flammae’). Mars is uniformly reported as red in antiquity (Le Boeuffle 1981, p. 218, note 3 to chapt. 19); no other planet was described that way. We can conclude that Betelgeuse had a colour index like Saturn, i.e. B−V=1.09 ± 0.16 mag, at the time of Hyginus. This is 4.1σ deviant from today’s value for Betelgeuse (1.78 ± 0.05 mag).
Hyginus relied on the colour theory of Plato in the chapters be- fore the planets (Le Boeuffle 1981, pp. 215–216, note 1). Plato (BC 428/427–348/347) described Jupiter (B−V=0.87 ± 0.01 mag) and Venus (0.81 ± 0.11 mag) as white, Saturn (1.09 ± 0.16 mag) and Mercury (0.97 ± 0.03 mag) as yellow, and Mars (1.43 ± 0.13 mag) as red, see Republic X, 616E–617A (Shorey 1969), all empirically correct – the bright Jupiter and Venus appear whitish due to too much admixture of white. The unaided eye can clearly distinguish Saturn and Mars by colour; their colour index ranges do not overlap. Plato has ‘red’ for Mars and ‘yellow’ for Saturn – given the colour index ranges in Table 1, Mars is mostly in the red, while Saturn is fully in the orange range.
Biraz göz gezdirdim, ilginç bir makaleye benziyor. Hafta sonu sakin kafayla okuyacağım.
Aklıma karanlık çağlarda gözlemlenen süpernovaları getirdi. Gökyüzünde birden aşırı parlak, ne idüğü belirsiz bir cisim beliriyor ve haftalarca ikinci bir Ay gibi gece göğünü aydınlatıyor.
Mesela 1006 yılında orta çağ astronomlarının gözlemleyip muhtemelen açıklama getiremedikleri için deliye döndükleri SN 1006. Birçok tarihi kaynakta dehşetli parlaklığından bahsedildiği için 2003’de bir grup astrofizikçi sonunda bu arkadaşın izini sürmüşler. Patlamanın günümüzde dahi tespit edilebilen X-ışını kalıntılarından yıldızın Dünya’ya olan uzaklığını belirlemişler: 7200 ışık yılı.
Hocam bu tarz şeyler benim de “fascinating” bulduğum şeyler ya. Özellikle güneş tutulması mevzunun ne olduğunu bilmeyen birisi için aşırı etkileyici bir şey olsa gerek. Ne bileyim normal köylüsün tarlanda marlanda işine gücüne bakıyorsun birden güneş gidiyor. Ben olsam kafayı yerdim herhalde.
En son iş için ciddi olarak C++ yazalı 5+ yıl olmuş yahu. Bazen özlemiyor değilim, ama işimi python ile yapabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum valla. Varsın iç içe döngü yavaş dönsün, python benim sadık yarimdir.
Hardware cidden apayrı bir dünya. Siz vhdl falan mı kullanıyorsunuz yoksa direkt dirençli kapasitanslı devre mi tasarlıyordunuz hocam?
Hocam esasında python baya düz imperative paradigma dili. Ama kafa rahat, yok heap boşaltayım yok tip belirteyim (yine de gerekmese de akıl sağlığım açısından tipli yazıyorum son bir kaç yıldır) yok deklare edeyim yok compile edeyim yok. Dümdüz ingilizce yazar gibi yazıyorsun alet çalışıyor. Kütüphane zengin, kod biraz yavaş ama hız gerekince de c’de yazılmış extensionlar var onlara göre yazıyorsun baya ciddi hızlanıyor (iç içe döngüleri/ifleri matrix çarpımına dönüştürüp 60x hızlandırmışlığım var).
Bilemedim, gerekmedikçe çok da sapmam gibi pythondan 5 küsür yıl önce çalıştığım yerde mecburen C/C++ yazıyorduk yüzlerce terabayt string graph falan işleyen aletler yazdığımız için, onun da ayrı bir zevki var lakin ı-ıh. Kafa rahatlığı>büyücü gibi hissetmek
Ek: son soruna cevap vermemişim hocam, genelde data science/machine learning/optimizasyon işleri için kullanıyorum ben. Bu alanlarda maşallahı var özellikle.
O da ayrı bir magic hocam, saygılar. Vhdl’i ben de digital design dersinde öğrenmiştim azıcık. Zevkliydi ama Allah korusun şeklinde yaklaşıyorum ona da hahah.
Ek: tabi hocam bir yandan öyle diyorum ama şu noktadan sonra kimsenin bana vhdl yazdıracağını sanmam, dediğiniz gibi uzmanlaşılan alanın dışına çıkmak zorlaşıyor gibi gittikçe.
Python yapay zekada artık state-of-the-art dil haline geldi. Kütüphaneler ile öğrenmesi ve kullanması da çok kolaylaştı. Ayrıca matris işlemlerinde filan özel tasarlanmış kütüphaneler ile gayet hızlı da. O yüzden Python candır.
Bu arada, biliyorsunuzdur belki, Python piton yılanından değil Monty Python’dan geliyor.
VHDL/Verilog ayrı bir dünya hocam, aynen. Zevkli olabileceği konusuna katılıyorum, hatta bachelor tezim VHDL kullanarak bir on-chip bus mimarisi yaratmak üzerineydi. Dijital mikroelektronik tasarımı apayrı bir uzmanlık; zaten mikroelektronik analoğuyla dijitaliyle benim gözümde elektroniğin en tanrısal mertebelerinden birisi. Çok zor bir alan olduğu için bu alanda çalışanlara sonsuz saygım var, allah sabır versin.
Bu arada, Bob Widlar isimli bir analog mikroelektronik tasarım gurusu vardı. 60’larda ve 70’lerde yarı-iletken camiasında adından hem dahiyane IC tasarımlarıyla, hem de alkolik ve acayip kişiliğiyle söz ettirmiş bir abimiz. Balyozla defolu IC’leri parçalama ritüeli, sese karşı aşırı hassas olduğu için gidip umumi hoparlörleri patlatması, tasarımları sayesinde deli gibi zengin olunca 33 yaşında mesleği bırakıp Meksika’ya taşınması, orada da haltlar karıştırması falan derken gerçek bir efsane.
Bilmiyordum.
Aha, idol hahahahah. Reis yaşamış bu hayatı.
David North’un Savunduğumuz Miras adlı kitabı forumun bu başlığında sizlere önereceğim.
1986’da İngiltere’deki İşçilerin Devrimci Partisi (WRP)'nin önderlerinden Michael Banda, Troçkizm ile bağlarını kopardı ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ve onun tarihini karalayan bir yazı yazdı.
ABD’deki İşçiler Birliği (şu anki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin öncülü) önderlerinden David North ise Savunduğumuz Miras adlı eseriyle ona yanıt verdi. Öte yandan Savunduğumuz Miras sadece Banda’nın çarpıtma ve karalamalarına bir yanıt değil. Aynı zamanda Dördüncü Enternasyonal’in tarihi hakkında son derece eğitici bir kaynak. Dördüncü Enternasyonal’in tarihi, Troçkizm ile Pabloculuk arasındaki farkın ne olduğu gibi konularda bilgilenmek isteyenlere tavsiye ederim.
Kitabın Türkçe çevirisi 2018’in sonunda yitirdiğimiz Halil Çelik tarafından yapıldı ve Mehring Yayıncılık tarafından basıldı. Kitabın içinde yazarı David North’un kaleme aldığı iki önsöz var. Biri, kitabın İngilizcedeki orijinal baskısına önsözü, diğeri ise yazarın Türkçe baskı için kaleme aldığı önsöz.
Kitabı incelemek ve satın almak isteyenler için yayınevinin web sitesindeki linkini aşağıya bırakıyorum:
Türkçe baskıya önsözü okumak için burayı tıklayabilirsiniz.
Normalde Anıtkabir’den alırken ne okuyacağımı hemen hemen bildiğimi sanıyordum ama cidden çok ilginç şeyler öğrendim. Örneğin,
içtenlikle pek çok kişiye hediye etmek istediğim az sayıda eserden biri oldu. Ayrıca pek çok başka yararlı kaynak hakkında beni bilgilendirdi. Herkese önerebileceğim duyguları sömürmeden düzgün kaynaklarla hazılanmış bir kitaptı.
Bir yazı okudum şöyle. İlginizi çekebilir diye düşündüm.
Bu yazıyı okumuştum hocam ben de.
Yalnız bu işlerde ben aşırı kötümserim yahu. Bana birkaç nesle kalmaz insanlık olarak ya authoritarian teknolojik distopyada yaşarız ya da tribal tarım toplumcuklarına geri döneriz gibi geliyor açıkçası.
Hocam ben sosyal açıdan değerlendirince zaten şuanda öyle olduğumuza inanıyorum, teknoloji gözümüze parmakla sokacak kadar gelişmedi sadece. Devlet politikaları, küçük yaştan itibaren içine doğduğumuz söylemlerin (internet gibi) aldıkları şekiller, yaşam motivasyonlarımız ve iniş çıkışlarımızda bize eşlik edeceğini umduğumuz her bilirkişi, uzman, yöntem, bilimsel araç sermayeyi elinde tutanın yön verdiği şekle entegre olmuş vaziyette gibi geliyor bana. Belki yaş itibariyle de biraz ‘fanatik’ yaklaşıyorumdur zamanla nasıl değişir fikirlerim bilemiyorum ama yarını da hiç olmadığım kadar merak ediyorum tabii. Yazıda diyor ya, insan olarak -varsa eğer ve tabii bu ne anlama geliyorsa artık- çıkış yolumuzun borsa grafiklerinden hallice "bilimsel kanıt"lara dayanıyor olması bana pek iyi şeyler söylemiyor. Bence “the bilim” diye bir şey vardı esamesini sermaye rafa kaldırdı, insanı data için bir araç haline getirdi sadece. “Veride hata mı var, buyrun gelin X seansta çözeriz.” ki böylece X kişisinin bilimini yapabil, teknolojisini geliştirebil.
Şöyle güzel bir yazı okudum. Psikoloji, nörobilim, gelişimsel psikoloji ve varoluşsal felsefeye ilgi duyanların okumasını tavsiye ederim. Bilimsel "gerçek"lerin, aslında yazı özelinde eleştirilen şey daha çok biyolojik-determinizmin kullanılma şekli, söylem üretirken nasıl bir araca dönüşebilme riskine sahip olduklarını irdelemiş. Bazı konuları tartışmaya alan açması açısından değerli buldum.