Çanak çömlek patladı diyesim geliyor.
Gerçekle yüz yüze gelmek. Yıllar sonra, bir dönem ve tabi ki uzunca bir dönem beraber yaşadığımız eve gittim. - Bu bir veda törenidir. Burada okuduklarınız bir içselleştirme çabasından başka bir şey değildir.- İnsan en ciddi olayı yaşayınca geriye kalanlar tırt geliyor. Daha önce heyecanlandığım hiçbir mevzu kılımı bile kıpırdatmıyor. Burada bahsi geçen en ciddi mevzu; ölümdür. Törenler oluyor daha önce yaşadığın yerlerde. Kendi çapında tabi, bizim çapımız neyse işte. Sana ulaşıyor mu bunlar? Yemek yaptı sevdiğin kadınlar, adını duyan geldi. Baban ve sevgili kardeşin oradaydı. Karşı komşun ile ağlaştık, onun da oğlu vefat etmiş. Bir bahçe yaptı Dayım senin için. 64 fidan dikildi. Daha da büyüyecek, büyüteceğiz. Uzak Deniz bir ağaç seçti oradan, en köşedeki, adı Kristal.
O günü aklımdan çıkaramıyorum. Çıkarmak da istemiyorum aslında.
Ben işe gittim sabah erkenden. Sen o geceyi ateşli geçirmişsin. Ben bunu bilmiyordum! Ertesi gün ofis dışında bir toplantıya gittim. İçim sıkılıyordu, otopark meselesini kafama taktığımı düşündüm. İstanbul’da park bulmak zor. Sonra başka bir toplantıya gittim, ilki Eyüp civarındaydı diğeri Kavacıkta. Toplantı çıkışı Kozyatağına geldim, otoparka geldim arabayı bıraktım, yukarı çıkmadım. Bir şeyler yazmak ya da bir şeylere alkol eşliğinde aval aval bakmak istiyordum, biliyorsun bunu hep isterim anne. Giderken acaba eve uğrasa mıydım dedim ama uğrarsam çıkamam geri diye düşündüm. Seni aradım, tansiyonum düşük dedin, geleyim mi dedim yok canım sen çalış dedin. Eve yakın bir yer var oraya oturdum, hava güzeldi, normalde boğum boğum sigara kokan yer camları açtıkları için püfür püfürdü. Bir bira söyledim, bilgisayarı açtım, kulaklığı taktım. Güzel bir müzik çalıyordu. Aslında her şey güzeldi. Sana mesaj attım, tansiyonun kaç diye sordum, düşük dedin, gece ateşim vardı dedin, şimdi nasıl diye sordum, şimdi yok dedin. Bunu iyiye yordum. İçim rahat etmedi, bir şeyler daha yazdım, aslında iki dakika uzaklıktaydım. Ohooo bana yazacağına çalış dedin. Bende çalışamıyorum geleyim o zaman dedim. Gel dedin. – En son yazışmamız bu. İnsan gidiyor, ama bu elektronik hesaplar kalıyor, bu tuhaf.- Kalkarken telefonu unutmuşum, peşimden yetiştirdiler, seslendik o kadar duymadın dediler, evet dedim. Bu da tuhaftı. Eve geldim, yatıyordun, babam yanında siz her zaman ki gibi tartışıyordunuz ve bana yine kesik kesik anlattınız olayları. Aslında gece ateşin olmuş, tüm gün tansiyonun düşükmüş, şimdi ateşin yokmuş. Bunu yine iyiye yordum. Hadi dedim gidelim hastaneye. Tabi ki istemedin, tabi ki ne gereği var dedin, yok dedim hadi. O zaman çocukları yedirelim dedin, köfte yaptık, pilav yaptık, yedirdik, sen yaptın sen yedirdin daha çok. Yayla çorbası içmeye çalıştın bu arada içemedin bunu fark ettim. Babama çocukları emanet ettik çıktık. Koluna girmeye çalıştım, gerek yok dedin, arabaya bindik, kafanda bordo bere vardı, hatta ‘Anne şu bereni biraz geriye al’ diyecektim vazgeçtim. Bu da tuhaftı. Dolunay vardı. Dolunay hakkında konuştuk. Hastaneye girişte kusmak istedin, poşet var mı dedin, kus anne boş ver dedim, poşet aradın çantanda özenle ve buldun, kustun. Poşet şeffaf bir poşetti, bu sırada arabayı park etmiştim acilin önünde yere düşmüş siyah bir poşet vardı, annemin elindeki poşeti alıp, siyah poşetin içine koydum ve acilin girişindeki çöpe attım, annem şaşkın şaşkın ‘neler yapıyorsun öyle’ dedi. Kamufle ediyorum demedim. Acil girişinde bir süre bekledik, dediler ki şu an nöbet değişimi bir süre istirahat edin. Ettik. Ne konuştuk hatırlamıyorum. Sonra bizi içeri bir odaya aldılar, doktor geldi ‘iyi görünüyorsunuz ama bir kan alalım dedi’ aldı. Bu arada sen yine kustun. Bu defa ‘böbrek küvet’ bulduk. Demek ki midemi üşüttüm bak şimdi iyiyim dedin. Bunu iyiye yorduk. Kulağında inci küpe vardı, çıkarmamı istedin, bir tetkik isterlerse engel olur diye. Ne alaka anne dedim, olsun dedin. Çıkartırken kulağın azıcık kanadı, bunu söylediğimde ‘tüh şimdi yine kapanacak dedin’ hemen sonrasında ‘kapansa ne olacak ki dedin’. Kan sonuçları çıktı. Doktor geldi, bir şeyler anlattı, ultrason yapılacak dedi. Öncesinde ben sonuçları internetten gördüm, bazıları yüksek dedim, aşırı yüksek. Sen banyo yapacağım eve gitmem lazım dedin. Hastaneye aşinayız, her haline, her saatine, her bölümüne. Doktor yok bu gece misafirimizsiniz ama katlarda oda yok, oda bulunana kadar sizi acilde misafir edeceğiz dedi. Peki dedik. Sen açtın, tost aldık pek yiyemedin, meyveli yoğurt geldi aklımıza, hastanenin labirent koridorlarında yoğurt aradık, bulduk ama onu da pek yiyemedin. Bir süre sonra konuşman bozuldu, buna tostun neden olduğunu düşündün, peynirden herhâlde dedin, ben bunun mümkün olmadığını söyledim, sanırım bu son tartışmamızdı. Birde tekerlekli sandalye ile tuvalete gitme meselesi var. Neyse. Yaşlı, sessiz, yüzüne salak bir gülümseme yapışmış bir adam geldi yanımıza, röntgene gideceğiz dedi. Yok ultrason dedik, sıkılmış ve bilge bir tavırla aynı şey dedi. İyi dedik gidelim. Yürüyebilir misin dedi, yok dedik, tekerlekli sandalyeye oturdun sen, adam ittirmeye başladı ben arkanızdan. Adamın telefonu çaldı, ‘tamam hastayı bırakayım, geliyorum’ dedi, gülüştüler, kapattı. Ultrason çekilecek yerde başka bir adam vardı, bizimle gelen adama kardeşi kadar benziyordu, sen al ben geliyorum gibi bir şeyler geveledi. Bizi teslim alan adam önce akciğer grafisi çekilecek dedi, bizi bir odaya soktu, seni cihazın yanına aldı ve heyecanla çık odadan dedi bana, sen de hadi çık dedin, koşarak çıktım, sen bu sırada gözlüklerim gözümde bir şey olur mu diye bağırıyordun, biz kaçışmaktan sana cevap veremedik. Radyasyondan kaçıyorduk sonuçta. Ultrasonda yapılırken doktora anormal bir durum var mı diye sorduk, doktor cevap vermedi, senle göz göze geldik. Bu sırada ekranda ben karaciğerini izledim Karagöz ve Hacivat’ın gölge oyununu andırıyordu görüntüler. Bizi bırakan adam tekrar belirdi, yüzünde aynı salak gülümseme, bizi tekrar acile getirdi. Bu sırada Gamze ve Murat gelmişlerdi. Tenin soğuktu, gittikçe şiddetlenen ağrıların başladı, sanki ayağın kaymış ve hızla uçuruma doğru yuvarlanıyordun ve biz mal gibi bakıyorduk. Konuşman iyice bozulmuştu. Doktora söyledik, doktor şekere bakalım dedi, baktılar. Soğukluğun içinde battaniye önerdi. Battaniye işe yaramadı. Ağrıların çok arttı, üzerimdeki her şey ağır geliyor dedin. Öylece duruyorduk yanında, elini tutuyorduk. Ağrı kesici yaptılar. Saatler ilerliyor senin ağrın şiddetleniyordu. Sabaha doğruydu, elimi tuttun, göz göze geldik, elimi karnına götürdün, göz göze geldik, tuvaletin mi var dedim, kaşlarını kaldırdın, nefes mi alamıyorsun dedim, gözlerini kırptın, doktoru çağırdım. Ve nihayetinde kocaman bir çığlık attım. Ortalık hareketlendi, etrafın kalabalıklaştı. Sessizlik bozuldu. Çanak çömlek patladı. Yörük çadırından fırlamış gibi yöresel kıyafetli bir kadın belirdi yanımızda, hatta bizden daha çok yaklaştı sana. Hemşireler müdahale ettiler kadına. Kadın arsız bir merakla gözlerini sonuna kadar açmış olacakları izliyordu. Yan odalardan hastalarda geldi, ortalık baya şenlenmişti. Yörük çadırlı kadın bir senin başındaki kalabalığa bakıyordu, bir bize. İnatla göz göze gelmedim. Merak etme gözümdeki dehşeti görmedi. Gamzenin elini tuttum derin nefes al dedim, derin derin nefes al. Seni tekrar iki saat sonra görebildik. Bu sırada babamı ve Özgür’ü aradım, geldiler. Yoğun bakımdaydın, iki dakikanız var ve iki kişi girebilirsiniz dediler. Biz dört kişiydik, üç kızın ve babam. İkişer ikişer girdik iki dakika durduk yanında. Buralarda olun fazla uzaklaşmayın dediler. Bir süre sonra telefonum çaldı, gelin dediler, daha önce hiç görmediğim bir odaya aldılar bizi, doktor sizle konuşmak istiyor dediler.
Ölümün bu şekilde oldu anne.