Not: Bazen çok sevdiğim veya beni çok etkileyen kitaplar için böyle ufak şeyler yazarım. Kendimce o kitaba teşekkür etme şeklim diyebiliriz. Bir kitaba da şiir yazmıştım mesela bitirdiğimde. Bazen oluyor böyle… Her neyse kendi dosyalarımın arasında buldum bunu. Uzun zaman önce unutmuşum. Paylaşmak istedim. Okuyacak olanlara iyi okumalar dilerim.
Bitmeyecek Öykü
“Ne istiyorsan onu yap.”
Fantazya’daki sınırsız güç simgenin üstünde bu yazı vardı…
Cildi bakır rengi ipekten olan bu kitap, ötelerde veya şuracıkta, ışık ona her değdiğinde ışıldayıp duruyordu. Kuşkusuz kitapçının tozlu raflarının içinde bile bu ışıltıyı fark etmeyecek çocuk yoktu. Kapağında, birbirlerinin kuyruklarını ısıran ve böylece bir oval oluşturan, biri açık, biri koyu renk iki yılan vardı. Ovalin içinde de ilginç kıvrımları olan harflerle yazılmış, kitabın adı duruyordu.
Tüm zamanlarda olduğu ve her zaman yapmakta olduğu şeyi yaptığı gibi kitaplığın bir rafında, öylece yeni gezginini bekliyordu. Bitmeyecek Öykü herkesi çok iyi hatırlıyordu. Hepsinin hikayesini özünde saklıyordu: Michael’i, Ronda’yı, İvalde’yi, Karl Konrad’ı, Bastian’ı, Narcha’yı, Acroeln’i… Nicelerinin öyküsünü sayfalarında barındırmış ve nicelerinin de öyküsünü sayfalarına işlemek için beklemekteydi. O, sahiden de sihirli bir kitaptı. Hikayelerini not eden, kişilere kendi hikayelerini gösteren ve tüm bunları hatırlayan bir sihirli kitaptı. Kendi bilinci ve pek tabii ona ihtiyaç duyanları kendisine çekecek bir takım anlaşılmaz gücü vardı. Bitmeyecek Öykü olarak yaşamak; birçok hikayelere tanık olmak, yüzyıllar boyu eskimeye ve tozlanmaya direnmek demekti ama pek çokları bunun ne demek olduğunu bilemezdi.
Bugünlerde Bitmeyecek Öykü oldukça efkarlı ve hüzünlüydü. Ona ulaşanları ve ulaşabildiklerini daha çok özler olmuştu. Bunları kimselere anlatamayışı da efkarını fazlasıyla katlanılmaz kılıyordu. Birçok unutulmuş kitabın arasında yalnızlığa terk edilmiş ama yine de umut etmekten vazgeçmeyerek yeni okuyucusunu bekliyordu. Buna inanıyordu çünkü o Bitmeyecek Öykü’ydü ve bitemezdi, bitmesi asla mümkün olamazdı. Ne var ki Acoreln’den sonra tam bir asır geçmişti. Bir asır yalnızlık ve bitmek bilmeyen bir umutla geçip, gitmişti.
Kaç yüzyıldır, raflarda ona gelen çocukların hikayesini sakladığını düşündü. Bunu düşündükçe geçmişteki o unutulmaz maceraları hatırlaması da kaçınılmaz oluyordu. Şimdilerde birçoğu, çoktan ölmüştü. Pek azı da yaşamakta ve hala onu ziyaret etmekteydi. Emin olduğu bir şey varsa, o da yıllar geçtikçe çocukların kitaplara ne kadar az ihtiyaç duyduğuydu. Buna üzülse de belli edecek hiçbir şey yoktu. Fantazya gittikçe çürüyordu ve birisinin Çocuk İmparatoriçe’yi kurtarması an meselesiydi. Bunu biliyordu. Bu hep böyle süregelmişti. Her zaman anlatılacak bir öykünün olduğunu bilirdi. Bazen -ki bu en tozlu gecelerde düşündüğü şeydi- başka zaman anlatılmak üzere kalan o hikayelerin, anlatılma vaktinin geldiğini düşünürdü.
Kitapçının o tanıdık kapı zilinin şıngırdaması, Bitmeyecek Öykü’ye dek ulaştı. Sabah olmuş olmalıydı. Tam da bu sırada güneş ışığı onu arayıp bulmuş ve ışıldamasına sebep olmuştu. Bu tanıdık hadise, onun sayfalarının kıpırdanmasına neden oldu. Birisi ona doğru geliyordu lakin çok uzaklardaydı ve kitap görevini yerine getirmeli, o kişiyi kendine dek sürüklemeliydi. Şıngırdayan kapı zilinin hemen yanından geçerek, betonlaşmış yollarda kıvrıldıkça kıvrıldı. Ta ki, onu bulana dek.
Beton bir blokun yanı başında, üstü başı en az Bitmeyecek Öykü kadar tozlu, kızıl saçlı bir çocuk soğuktan neredeyse donmak üzereydi. Öyle ki titreyişi, kitabın düşmesine sebep oldu. Kitapçının sahibi olduğu yerde sıçradı ama kitap onunla ilgilenmiyordu. O üşümekte olan çocuğa seslenmekle meşguldü. Tam ona dokunduğu sırada yapraklarını bir ürperti kapladı. Bu tüm öykülerden de çetin olacak gibiydi. Çocuk tamamen umutsuz, karanlık ve yorgundu. Yılgın bir yorgunluğu vardı ama herkes gibi o da kurtarılabilirdi. Bitmeyecek Öykü bunu biliyordu. Çocuğun içindeki küçük ışıltılı gücü hissedebiliyordu.
Rüzgar kitapçının kapısından içeri doluşup, ortalığı tozu dumana katmıştı. Kitapçının sahibesi olan kişinin şaşkınlığı dudaklarının aralığından belli oluyordu. Karmaşa rüzgarın şiddetlenmesiyle daha da içinden çıkılmaz bir hal almaya başladığında sahibe kapıya doğru, güçlükle adım atıyor ve bu karmaşayı sonlandırmak istiyordu. İşte tam bu karmaşanın içinde kitaplıktaki bir kitabın eksildiğini de maalesef fark edemedi. Kapıyı kapattığında huzurla derin bir nefes verdi.
Bu sırada beton yolların ötesindeki çocuk, yüzünde bir sıcaklık hissetti. İşte bu Bitmeyecek Öykü’yü görmesi için yeterli olacak bir göz aralamasıydı. Hemen önünde cildi bakır rengi ipekten bir kitap duruyor ve güneş ışığı ona değdikçe ışıldıyordu. Yavaşça kitaba uzandı, binanın kenarındaki küçük oyuğa doğru süründü ve kitabı araladı.
Bitmeyecek Öykü, kendisine Rin denilen bu çocuğu hemen sıcacık sayfalarının içine aldı ve onu kendi yöntemiyle selamladı. Rin kitabı şöyle bir karıştırdığında resimleri, tuhaf kıvrımlı harfleri ve iki renkle yazılmış içeriğini gördü.
Bitmeyecek Öykü, biraz daha gecikse neler olacağını çok iyi biliyordu ama bu başka bir öyküdür ve başka zaman anlatılmalı…
Rin’in anısına…