Aslında hatalı olan Ömer Seyfettin gibi bir büyük yazarı çocuk kitapları yazarı diye nitelendirmek olmalı. Ömer Seyfettin iyi bir yazar. Kitapları herkese hitap ediyor…
Sanırım yok öyle bir kitap. Genel olarak her izlediğim şeyde, çok sığ bile olsa güzel taraflarına odaklanıp bir şeyler bulabiliyorum. Hoş, bulduklarımı bile yarıda bırakıyorum bazen ama genel olarak çok kabul görmüş eserleri sevmediğim olmadı hiç. Zaman vermem gerekiyor biraz.
Tabii ne zaman okuduğum da önemli.
Beyaz lale çok daha fenadır. Beyaz Lale en az +15 olmalı hatta +18e varan bir şiddet betimlemeleri vardır içinde. Kim niye bu kitabı çocuk kitaplığına koyar bilemem ama bazı şeyler beynime kazındı, okuyalı yıllar olduğu halde, ilköğretimde okuduğum halde.
Direkt +18 bence. Hikayedeki bazı +18 şeylerden örnek vereyim. Nekrofili var! Kadınların sırtına kesik atıp sonra fırınlarda yakıp çıkan kokudan ırklarını tahmin etmeye çalışmak var!!! Çukur fantezisi denen bir şey var ki ona hiç girmeyeyim.
Küçükken pek anlam veremediğimden çok etkilenmemiştim bunlardan. Ama Kaşağı hayatımın dayağını yemişim gibi hissettirmişti. Küçük kardeşim olduğu için bir ay ölü gibi gezmiştim.
Çocukların olumsuz duygulardan soyutlanıp fanusta yetiştirilmesine karşıyım ama bu kadarı da fazlaydı be.
Ömer Seyfettin’in Diyet hikayesi de benim çocukluk travmam olabilir.
Yaş dolayısıyla bilmeyenler de çıkacaktır belki ama Kemalettin Tuğcu’nun Küçük Besleme ve Üvey Baba kitaplarının dizisini de yapmışlardı. Benim dram öykülerinden ve drama filmlerinden hiç hoşlanmama sebebimdir. Hala hatırlıyorum Lamia ve Semihayı…
Ben de Beyaz Lale okuduktan sonra bir müddet ne okudum ben böyle diye dolanmıştım.
Buna katılıyorum. Çocuk kitabı olarak görülmemeli.
Simyacı. Fazlasıyla abartıldığını düşünüyorum.
Vallaha şöyle bir düşünüyorum da ben Beyaz Lale şiddetinde bir kitabı bu yaşıma geldim halen daha okumadım. Berserk ve Shigurui mangalarında bu sertlikte olan bazı çizimler vardır ama roman olarak aklıma gelmiyor cidden. Çok feci. Yakma, farklı milletlerin kokusu. Tecavüz-tecavüz dediğime bakılmasın, tecavüz kelimesi basit kaçıyor-. Beynime kazındılar. Hürriyet madalyası takma diye bir şeyi halen daha çok net bir biçimde hatırlayabiliyorum yahu, sanki dün okudum.
Ömer Seyfettin hâlâ ilkokul kitaplarında var mı? Yoksa sonunda meb’de bir pedagog çalışmaya başladı mı?
Yerdeniz Büyücüsü
Yazarın “Sürgün Gezegeni” isimli kitabını çok sevmiştim. Yarattığı gezegenin içinde yaşadığımı hissettim. Ancak Yerdeniz serisinin ilk kitabı bende hayal kırıklığı yarattı. Kitabın bitmesine çok az kaldı 2. kitabı sipariş etmeyeceğim. Oysa " Mülksüzler" i okuduktan sonra 6 kitabın yer aldığı özel ciltli basımı alacaktım. İyi ki almamışım.
Ömer Seyfettin hakkında tam bir değerlendirme yapabilmek için yaşamını iyi bilip külliyatını okumak lazım. Çünkü hikaylerinin çok büyük bir kısmı yaşamından izler taşır. Örneğin Balkan Savaşları’nda kendisi bizzat orada bulunmuştur ve Balkan halklarının Müslüman Türklere yaptıklarını bir gazeteci gözüyle aktarmıştır. Beyaz Lale bu türden bir hikayedir. Ve tabiki bir çocuk hikayesi olmaktan çok uzaktır. Yalnız Cumhuriyetten sonra Falaka, Kaşağı gibi hikayeleri belirli yaş çocuklara uygun diye lanse edilip ne hikmetse adı çocuk hikayecisine çıkmıştır. Ama dikkatli bir okuyucu görecektir ki Falaka hikayesi başlı başına Cumhuriyet öncesi eğitimı eleştiren bir şaheserdir. Belki eğitimle ilgili olması gereken yirmi madde çıkarılabilir.
Diğer yandan Seyfettin hikayeleri, Abdülhamit dönemi ve İtiihat Terakki dönemlerini anlamak için birer tarihi vesikadır.
Sonuç olarak Ömer Seyfettin’i anlayabilmek için öncelikle Tahir Alangu’nun hazırladığı biyografiyi ve Nazım Hikmet Polat tarafından hazırlanan Ötüken tarafından basılan külliyatı okumak gerekir. Özellikle Nazım Hikmet Polat’ın herbir hikaye için yazdığı tahliller ufuk açıcıdır.
Ali ve Nino. Türkçe çevirisi yapıldı mı bilmiyorum ama bu kitapta by kadar övülecek ne vardı anlamıyorum. Tabii bu benim şahsi fikrim, ama kitap kesinlikle bana hitap etmedi.
Başını Vermeyen Şehit’in illüstrasyonlu halini okul kütüphanesinde bulup okumuştum 2. sınıfta. Bir sahnede cidden kellesi uçan, kafa kökü kan revan biri at üstünde kılıç sallamaya devam ediyordu. X-men’in türkiye muadili gibi gelmişti, inanılmaz zevk almıştım, herkese önermiştim.
Bir de buraya ek olarak, bir Nasrettin Hoca fenomeni “şimdi kuşa benzedin”:
kitaplar kadar çizgi filmlerde çocuklar için dikkat edilmesi gereken karakterler
Başlıkta seneler önce yazılanları dün gece keyif alarak okudum.
Tatlı bir kaos yaşanmış, zaman zaman adeta kılıçlar kuşanılmış ama seviyeli bir şekilde tartışılmış. Kimi yorumlar o kadar güzel ki okuma listeme bir kaç kitap ekledim. Okuyup, yapılan yorumu kendimce teyit edeceğim.
Gelelim çok övüldüğü halde bana hitap etmeyen kitaplara.
İlk sırada, başlıkta daha önce sıkça anılan Kürk Mantolu Madonna var. Sevemedim, hissedemedim belki de anlamadım diyeceğim ama düzenli kitap okuyan biriyim. Kendimde sorun aramayacağım bu kitap için, abartılı şekilde çok övülüyor.
Tutunamayanlar. Gerçekten defalarca başladım, okumayı denedim ama ilk 80-90 sayfadan öteye geçemedim, hakikaten tutunamadım kitaba. Bu kitap için sorun bende olabilir, tam anlamıyla çok övüldüğü halde bana hitap etmeyen bir kitap.
Neden bu kadar övüldüğü konusunda anlam veremediğim bir diğer kitap Masumiyet Müzesi. Aşk romanı listelerinde ilk sıralarda yer alıyor ama anlatılan şeyin aşk olduğunu hiç sanmıyorum.
Evet haklısınız. Ancak yüz yıl önce derin travmalar yaşamış bir yazarın bir o kadar travmatik olan “İlk Cinayet” “Ant” “Kaşağı” “Diyet” vs. gibi kitaplarının/öykülerinin ilkokul çocuklarına okutulması bence tamamen yanlıştır. Karşı çıkılan şey Ömer Seyfettin değil, Abdülhamit ve İttihat Terakki dönemlerinin travmalarını 21. yy’da ilkokul çocuklarına tekrar yaşatılmasıdır.
Travmalar yaşamış insanlarımızı tedavi etmek, iyileştirmek yerine o travmaları devam ettirmeyi, onlardan beslenmeyi, gelecek nesillere aktarmayı çok seviyoruz.
Şu hikayenin bırak çocuk kitabı olmayı Nasretin Hoca fıkrası olmayı hak etmiyor.
Tarihi fantastik olarak merak ederek aldığım Danilov Beşlemesi ilk kitabı “oniki” (kendi konusunda bayağı açıklamıştım sebebini)
Wool Serisi 1.kitabı “silo”, onunda sebebi hikayeye benzer çok dizi, film ve oyun oynadığım için bana çok klasik bir hikaye gibi geldi. Hatta ben konu itibari ile Snowpiercer’a çok benzettim.
Wool serisi müthiş bir hayal kırıklığı oldu benim için. Modern bilimkurgudan pek hoşlanmıyorum. Yine de klasiklerden uzaklaşıp bir şans vermek istemiştim. Silo iyi başlasa da sıkıcılaşıyordu, Vardiya olayların “arka planını” anlattığından fena bulmadım. Toz ise bir felaketti. Hepsinin ortak yanı karakterlerin korkunç derecede sığ olması (belki bir iki tanesi hariç). Yazar sayfalarca karakteri anlatsa bile, onlar hakkında hiçbir şey hissedemedim. Juliette ve Lukas aşkını kolpa buldum. Edward ve Bella çiftini bile daha sempatik buluyorum açıkçası. Vardiya’daki şemalarda yazan T-Day dışında serinin devamına dair hiçbir şey merak etmiyorum. Gerçekten bilimkurgu okuyorum gibi bile hissettirmedi.
Danilov Beşlemesi’nin ilk kitabı Oniki, 300 sayfalık bir hikaye 500 sayfaya yayılmış gibiydi. Tarihi bir kurgu olarak iyi olsa da, işin içinde vampirler olunca istediğim şey çok nettir. Interview With The Vampire’a, en olmadı Dracula’ya yakın bir şey okumak isterim (Gir Kanıma’da çok iyiydi). Ayrıca esas karakter Danilov’a da çok pis gıcık oldum. Yine de devamında ne olduğunu merak ediyorum, muhtemelen okurum.