Ben Ankara da doğdum büyüdüm, soğuğunu biraz severim ama bugün rüzgar var ve ayaz,çok soguk çok.
Üniversitede 6 tane dersimiz oluyor dönemlik. Genelde 2 tanesini biz seçiyoruz. Sadece 2 ders seçebilmek çok kötü. Bu dönem aldığım 2 zorunlu dersi imkanım olsa almazdım. Hiçbir şey katmadı bana. Diğer bölümleri bilmiyorum ama sosyal bilimlerde seçmeli oranı kesinlikle artmalı. Her dönem mutlaka genel bir dünyada neler oluyor dersimiz var. Bu güzelmiş gibi gelebilir ama bunun yerine bölgesel bir ders almanın çok daha faydalı olacağını düşünüyorum.
Benim de 4. yılım, Mütercim-Tercümanlık okuyorum. Özellikle ilk yıllardaki zorunlu derslerin bir kısmı o kadar yararsızdı ki az çok bir şeyler öğreniyorsunuz ama bunun için 14 haftalık ders verilmeli miydi diye sorguluyorsunuz.
Örneğin İngiliz Tarihi (Doğrusu kültür tarihi adı altında gördük ama yetmedi. ) ve İngiliz-Amerikan Edebiyatı gibi derslerin bölümümde olması gerektiğini düşünüyorum. Bunun dışında yazın çevirisi için de daha fazla ders koysalar keşke.
Tabii bunları tamamen kendi ilgi alanlarıma göre istediğim için gerçekleşmesi mümkün değil, onca tıp çevirisiymiş, hukuk çevirisiymiş, bilmem ne derken “little little into the middle” tarzı bir program ortaya çıkıyor. Tabii ilk senelerdeki gereksiz dersleri bilgi içerikli ya da kültürel açıdan daha dolu derslerle değiştirebileceklerini düşünüyorum, ama benden geçti tabii. Artık boş gözüyle bakacağım ders yok.
Benim ana bölümüm siyaset ama ben de Fars dili ile çap yapıyorum ve tarih konusunda o kadar haklısınız ki…Biz de kültür tarihi tarzı bir ders gördük ama çok boş beleş bir şeydi. Fars tarihi, coğrafyası tarzı bir şey görmemiz gerekiyor bence ama yok. Ben siyasaldaki seçmelilerle telafi etmeye çalışıyorum ama orda da 2 ders seçiyoruz. Hem hukuk hem bölgesel dersler alayım diyorum. Ama bir de doldurmamız gereken İngilizce zorunlu seçmeliler var. O kadar güzel Türkçe dersin arasında pek verim alamadığımız İngilizce dersler seçmek zorunda kalıyoruz…
Keşke bu zorunluluklar olmasa ama dediğiniz gibi her şeyden birazcık verelim mantığındalar.
Merak edip baktım -bitirdiğim lisans için- bizim için de lisansta (genetik) yaklaşık olarak aynıymış hocam bu oran. Ama -en çok ilerlediğim- yüksek lisans programımda (CSE) toplam 1 (bir) zorunlu dersim vardı, kalanini IE’den CMPE’den falan ders toplayıp doldurmuştum; hoş olmuştu bayağı.
Valla hocam durduk yere ortama kötümserlik zerk etmek gibi olmasın; akademide çalışan arkadaşların söylediklerine bakılırsa ders primi maksimize edilmesi gereken, sözü geçen hocaların vermek istedikleri derslere göre de şekillenebiliyormuş pek çok program.
Bu duyduklarınıza inanırım. Çünkü en gereksiz bulduklarımı sözü geçen tiptekiler veriyordu . Aslında derslere doğrudan gereksiz demek istemiyorum ama daha önce aldığımız başka derslerle birleştirilebilecek kıvamdaydılar. Her hafta 3 saat gördüğümüz dersi haliyle dolu dolu görmek istiyoruz ama maalesef sohpet muhabbet boyutunu geçmiyordu. Ve böyle başka zorunlu dersler de oldu. Çok güzel bir seçmeli dersi veren bir hocamız kendi dersi için amfi verilirken zorunlu ders gibi düşünüldüğünü ve ona göre geniş amfi verildiğini söylemişti. Böyleyse neden o ders zorunlu olamıyor diye düşündüm içimden. Gerçekten de canlı derste bile o seçmeliye giren öğrenci sayısı, zorunluya girenden fazlaydı. Böyle şeyler görünce sinirleniyorum.
Tamamen katılıyorum. Mütercim tercümanlık 2. Sınıf öğrencisiyim ve bu zamana kadar yararlı olduğunu düşündüğüm tek dersim dilbilim oldu. Bunun dışında sadece çeviri tarihine ve kuramlarına dair ders gördük. Gerçekten yararlı bir şey öğrendiğimi düşünmüyorum şimdiye kadar. İngilizcemiz de -burada bütün sınıf arkadaşlarım adına rahatlıkla konuşabilirim diye düşünüyorum- yerinde sayıyor onu da ilerletemedik ne yazık ki.
Kesinlikle doğru söylüyorsunuz, çeviriye yavaş yavaş başlarken önce altyapı oluşturmak için güya. Siz hangi okuldasınız?
Pazartesi ve salı günü yaşadıklarım sayesinde bir kez daha bu ülkede kendimi çok değersiz hissettim. Pazatesi gerçekten ekstrem bir yağış beklenirken Hadımköy gibi normalde de başka yerlerde hafif kar yağarken deli gibi tipi olan bir yerde bulunan iş yerimize gitmemiz istendi okey dedik gittik mecbur. Diyoruz ki belki 13:00 gibi erken çıkarırlar ama 15:00 gibi acayip bir kar fırtınası başladığı halde sevgili şirketimiz 16:00’ya kadar çıkacak mıyız ne yapacağız net bir bilgi vermedi. En son 16:15 gibi şirkete varabilen 3 adet servise hepimizin binmesini istediler (nasıl sığacaksak artık). Ben Büyükçekmece’ye bağlı bir yerde oturuyorum. B.çekmeceden de ileride yani yine biraz yolum var. Bizim servis kardan yolda kaldığı için Büyükçekmece servisine bineyim dedim, oraya varayım en azından bari oradan yürürüm yada halama falan giderim diye plan yapıyorum. Neyse bu gelen servisler de kara saplandı Zaten çıkabilse bile Hadımköy gişeler tem tarafı tıkandığından bizim iş yerinin oradaki bağlantı yollarında da insanlar yolda kaldı.
Ben 20’li yaşlardan beri çalışıyorum, lojistik sektöründeyim ve genelde lojistik şirketlerinin pek çoğu Hadımköy- Esenyurt civarında olduğundan bende iş değiştirsem bile hep o civarlarda çalıştım ve hiç böyle bir kar yaşamamıştım
Neyse biz iş yerinde mahsur kaldık anlayacağınız. Sevgili öngörüsüz şirketimiz hiçbir hazırlık yapmadığından yüzlerce kişi bir anda kantindeki her şeyi de bitirdi. Bizde kendi ofisimizdeki bir kaç kişiyle iş yerimize 1-1,5 km uzaklıkta oturan iş arkadaşımızın evine gitmeye karar verdik. O tipide 1 km civarındaki yolu ben nasıl yürüdüm bilmiyorum. O kadar kötü bir havaydı ki ne nefes alabiliyorsunuz ne gözünüzü açabiliyorsunuz ve yolda insanlar arabalarında kalmış, bazıları çıkıp yürüyor nereye yürüyecekse. Bir yandan deli gibi şimşek gök gürültüsü falan kabus gibi bir andı ya hayat boyu unutamayacağım
Sağ salim arkadaşın evine 8-9 kişi varıp geceyi orada geçirdik. Bu arada eşim de sabah iş giderken buz tutmuş kaldırımda düşüp kolunu çatlattı alçıya aldılar falan o evde ben yanında değilim bir yandan aklım da onda Salı sabahı baktım yol hala tıkalı araçlar ve insanlar hala mahsur kalmış ben çıkıyorum dedim yola düştüm. Sevgili arkadaşlar Beykent Üniversitesi Hadımköy kampüsünün oradan Tüyap durağına kadar 10 km yürüdüm ben. İş yerlerinde ve araçlarında mahsur kalmış yüzlerce kişiyle karların içinde yürüdüm. Yaşadıklarım o kadar garipti ki anlatamam size ya. Hala rüya mıydı diyorum. Bir ara evinden çıkıp yürüyenlere termoslarla çay kahve dağıtan ablaya teşekkür ederken göz yaşlarına boğuldum oturdum ağladım falan abla beni teselli etti
Tüyap’a varınca da çilem bitmedi tabi durakta yüzlerce kişi vardı ve e5 açık olduğu halde silivri yönüne toplu taşıma aracı saatlerdir geçmemişti. Bazı arabalar durup insanları götürmeye kalktı hatta sağolsunlar kadınlar binsin isteyenler vardı ama erkeklerden onlara da binemedik resmen itip geçtiler bizi hep. Yarım saat sonra boş bir iş yeri servisi gelip götürmeyi teklif etti de orada yer bulabildim. Bçekmece yönüne giden bir ablayı da kolundan tuttum o da saatlerdir beklyormuş servise aldım onu da. Ya resmen titanic batarken filika kapmaya çalışan alt sınıf yolcular gibiydik ahahajsd
Ben bu yaşadıklarımı hiç unutmayacağım ve başımıza gelen tüm bu olayların nedeni olanları da affetmiyorum allaha havale ediyorum hepsini.
En büyük kazıkların en sevdiklerimizden gelmesi ne saçma değil mi? İnsanı darmadağın eden darbeler hep en yakınındakilerden geliyor.
Belkide bizi biz yapan yediğimiz bu darbelerdir. Yüz üstü çamura batıran bu çelmelerdir, bizi olduğumuz kişi haline getiren.
Seni en mutlu eden unutamadığın anıları yaşadığın insanla yüreğini yerinden söküp çıkaranın aynı kişi olması hayatın cilvesi değil de nedir?
Yoksa bizi biz yapan bu çelişkiler mi? Her şeyin göz açıp kapayasıya ters düz olması mı?
Anılar soluklaşıyor, hikayeler unutuluyor, yüzler dahi siliniyor zihinlerden. Geride kalıyor bir tek derin bir sızı…
Yaşamımın ilerleyen dönemlerinde bu kadar sıkıntılı bir zaman geçirmem umarım. Uzun süredir türlü fiziksel sorunlar yaşıyorum ancak randevu alamıyorum, özel ise çok para istediğinden yanaşmıyorum. Bir yandan isteyerek mezuna kaldığım senemde zorla sınava hazırlanmaya çalışıyor, bir yandan borç içindeki aileme yük olmamaya çalışıyorum. Ancak artık akıl sağlığımı koruyamaz hale geldim, günden güne kötüleşiyorum.
Hissettiğim acılar ve ağrılar hissedilemez bir düzeye geldi. Hiçbir duygu hissedemiyorum artık. İçimde tek biriken şey üzüntü ve ağlama isteği. Durum o kadar ilerledi ki yolda yürürken rastgele ağlayasım geliyor, gözlerim yaşarıyor. Birikintimi atmak için okuduğum yada izlediğim şeylerin duygusallık kırıntısı barından bölümlerinde salya sümük boşaltıyorum kalan insanlığımı.
Kalan nadir aktivitelerimden video oyunları bile zevk vermez oldu. Gün içerisindeki aktif vaktimin çoğunu düşünmekle harcar oldum. En basit işi yaparken bile kendimi uzun süredir düşünüyor halde buluyorum.
Ailem çocukluğumdan beri düzgün bir mental destek vermedi bana. Onlara göre “ellerinden geleni” yapmak okul masraflarını karşılamaktı. Çocuk nasıl yetiştirilir hiçbir bilgileri yoktu. Kimi gelenekleri ve düşünce yapısı bozuklukları sayesinde küçüklüğümde pek sevgi görmedim. Soğuk bir ortamda yetiştim, daha doğrusu yetiştirdim kendimi. Tek dayanağım kitaplar ve sosyal ilişkilerimdi. Ki böyle bir ortamda yaşamanın verdiği dezavantajlardan birisi de sosyal yetenek eksikliğiydi. Bunun izlerini az da olsa halen taşımaya devam ederim.
İşte böyle bir ailede içinizi döküp sorunlarınızı anlatabileceğiniz, yardım bekleyebileceğiniz pek kimse olmayınca giderek yalnızlaşıyorsunuz. Sevmek isteyip sevemediğiniz kişilerle çevirili bir ortamda yaşamınıza devam etmeye çalışıyor sıkıntılarınızı içinize atmaktan çekinmiyorsunuz. Daha ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum.
Saçma dertlerim ile vaktinizi aldıysam özürlerimi sunar, iyi geceler dilerim.
Sürekli güçlü davranmaktan yoruldum. Sürekli mutlu bir maske takmaktan yoruldum. İnsanlara versdiğim ilginin karşılığını alamamaktan yoruldum. Ama bu karanlık gecenin de bir sabahı olacağından burada kesiyorum ve herkese iyi geceler diliyorum.
Elektik faturası normalden 230 lira fazla geldi. doğalgazı korkuyla bekliyorum, hayatta kalmaya çalışıyoruz, bu hükümete oy verenleri bulup…
… Kimse kusura bakmasın İçimi döküyorum.
İki gündür ne okusam diye alık alık bakınıyorum. Elime ne alsam 60 sayfadan öteye geçemedim.
Doğalgaz faturam 600 geldi bakalım elektrik birey karşımıza nasıl çıkacak.
Türk Dili ve Edebiyatı okuyorum maalesef. Maalesef diyorum çünkü o kadar çok sevdiğim bölümümden bıktım . 2. Sınıfım bırakmayı bile düşünüyorum ama cesaret edemiyorum sadece . Geçen sene Osmanlıcadan kaldım , alttan alıyordum bu sene vizeden de finalden de kaldım büte giricem pazartesi günü. İstemiyorum artık bölümle ilgili bir şey yapmak ağır bir bölüm , hocalar zorluyor. Geleceği yok . O kadar yoruldum ki çevremde kimse de anlamıyor bu konuda beni .
Edebiyat mezunuyum, ben de severek okudum, açıkçası zorlanmadım ve üstüne iki yıl adalet okudum. edebiyat gibi bir bölümün üzerine hukuk aşırı sıkıcı, nefret ettim. Benden katip falan olmaz, dikey geçişle uğraşamam dedim sınavlara hiç girmedim. Öğretmenlik bitti bu ülkede. Sana tavsiyem bırak, ikinci bir bölüm oku. Mezun olan da gidip kasiyer vs oluyor olmayan da. Bunu sadece edebiyat için söylemiyorum birçok bölümün genel durumu bu. İkincisi derslerde yardımcı olacağım bir şey varsa özelden yaz.
Teşekkür ederim
Bugün Regaip kandili imiş. İnançlı biriyim, içimde Allah’a ya da emirlerine karşı bir soru işareti de taşımıyorum. Ama bu kandil bayram ruhu içimde hiç olmadı çocukluğumdan beri. Ailem de öyle yoğun yaşamaz bu günleri ama sosyal medya vesilesiyle görüyorum herkeste bir içe dönüş bir dua hâli.
Yahu nasıl karar veriyorsunuz hayatınızın yönüne ne için dua edeceğinize mübarekler. Biliyorum büyük çoğunluğu gerçeği yansıtmıyor ama nasıl yani? Bir ben mi cizemiyorum hayatımın rotasını delirecegim. İçimde ne evlenmeye ne de kariyerime yönelik bir istek var. Her şekilde bir adım atmam bekleniyor ama bir bilinmezlik içinde debelenip duruyorum. Beni seven iyiliğimi isteyenler dua et hayal kur diyor. Nasıl dua edeyim ne isteyeceğimi bilmiyorum ki. Siz nasıl biliyorsunuz ayrıca?
Neyse işte. Bunu yazarken alt komşu yine tavanına vurmaya başladı dellenip. Bütün gün çıkardığım tek ses tuvalete gitmek için yürümek ama bu deliye inandiramiyorum. Friends de yaşlı bı alt komşu vardı ona benziyor deli. Belki ölür de mirasını bana bırakır. Bunun için dua edeyim bari.
komşunuzun ölmesi için dua etmeyin, zira o dua olmaz. Bir alt komşum var, televizyonun sesini öyle bir açıyor ki üstte canlı yayın. Önemli haberleri onun sayesinde öğreniyorum.
Ama ne diyeyim ki, yaşlı kadın, tek başına yaşıyor üstelik duymuyor. Gündüz alıştık, akşamları kulak tıkacını takıp yatıyorum. Bu tür yaşlılara anlayışla yaklaşmak lazım. Sizin için değil, genel örnek olsun diye yazdım. Diğer soruların için tükenmişlik sendromu gibi geldi bana. Ödenecek faturalar yoksa, eline bakan yoksa, cebinde para da varsa aman aman bir çalışayım demiyor insan.