Malesef tembelim hocam enson IMDb listesi yapmayı düşünüyordum çok vakit alır diye girişmedim.Buraya forumdaşlarla sohbet etmek,tavsiye alıp -vermek için yazıyorum.
Bu filmi Das Appartement’den daha çok sevdim diyebilirim. Barmen karakteri de harikaydı. Teşekkürler öneri için.
10/10
Madem Das’lardan gidiyorsun, ben de şunu önereyim:
Film bakarken denk gelmiştim. Sanırım bir grup kişiyi gardiyan vs yapıyorlar ve olaylar gelişiyor falan. İzleme listeme bunu da ekliyorum.
Alan neresi olursa olsun hak etmeyen bir insana kullanabileceği bir güç verirsen sonuç daima facia olur. Tıpkı günümüzde alanında bir halt bilmeyip de oraya buraya atanan kişilerde olduğu gibi.
Güzel filmdi ama sonu biraz sönük mü kaldı acaba? @isos81
6.5/10
Bu gece izlediğim ikinci film The Shift oldu. Çok fazla yorum yapmak istemiyorum. Din ve Bilimkurgu iç içe ama din ağırlıklı ve bilimkurgu tarafı sadece kola takılan bir yer değiştirici cihaz. Tek bir şeyle de bilimkurgu işlenebilirdi ama filmin amacı ortada. Bunu film bittikten sonra yapmış oldukları son sahnede de görüyoruz. Fikir güzel ama işin içine yoğun bir din propagandası girince raylar yerine pek oturmuyor.
4/10
Bilmem, ben izlemedim.
Baktım Das’lardan gidiyorsun, bir tane de ben önereyim dedim.
Burada imdb bağlantısı paylaşınca filmin Almanca ismini yazıyor nedense. Halbuki ben İngilizce ismiyle paylaşıyorum. Neden böyle oluyor, bilen var mı?
Letterboxd ile bir deneme yapayım. Ama imdb gibi olmuyor.
Monk bir siyahi yazar, ancak yazımları normal bir edebiyat şeklinde görüldüğünden hem basılan kitapları satılmıyor hem de yayınevleri yeni kitaplarını basmıyor. Yayınevleri “siyahi” edebiyat basmak istiyor, siyahi birinin normal edebi eser vermesini değil. Kitap fuarı tarzı bir etkinlikte de bu popülariteyi görünce biraz protest biraz da trollükle kendi de böyle kenar mahalle tarzı ve ağzı ile yazılan varoş hikayeli bir kitap yazmaya girişiyor.
American Fiction hiciv ettiği öğeler itibari ile rıhtımın çoğu üyesine hitap edecektir diye düşünüyorum. Edebiyat ve ırk ana tema, biraz aile draması da mevcut. Hem eğlenceli hem düşündürücü bir iş olmuş. Kitaplara olan endüstriyel bakış ve popüler kültür yönlendirmesi, beyazların yaklaşımı, edebiyat ödülü için toplanan jürinin işleyişi falan bizim forumdaki genel muhabbetlerle paralel hicivleri bol.
Yılın en iyi işlerinden biri olmuş, ben epey beğendim.
Filmi genel olarak anlatmak gerekirse zamanın ilerici ,ana akıma çekiçle giren siyasi eleştiriden ziyade sinemaya ve topluma eleştirilerini yönelten bir yapım.Yeraltı Edebiyatı okumayı sevenleriniz varsa senaryosu yabancı gelmeyecektir.Filminin bir görünen birde sembolik anlatısı ve eleştirisi var.Neredeyse normalleşmiş kötü yola düşen kadın hikayesi yerine erkek hikayesi ile enbasit şekilde özetlenebilir fakat bundan çok dahası var ve haksızlık olur.
Anakarakterin elindeki her şeyi alan bir senaryoya sahip ve bunu vahşice yapıyor film boyu.Burada sadece Amerikan rüyasına ve geleneksel sinamasına adeta bıçak darbesi üstüne darbe indiriyor.Çok spoiler olur o yüzden anlatmayacağım ama Cowboy karakterinin jigolo hayaliyle gittiği yerde batağa saplanması kör göze parmak o dönem için…
Ratso karakteri ise gerçekten New York ile özdeşmiş Sıçan lakabını hakkıyla taşıyor sinemada Dustin Hoffman a sıçan kostümü giydirsen bukadar olmaz .(Çok abartı oldu ama neyse anladınız siz)Çürük bir binada yaşaması,insanların onu görmezden gelmesi farkına varınca iğrenilmesi,çeşitli yerlerden bir şeyler tırtıklaması …
Uzun lafın kısası tepsisiyle duruşuyla ben burdayım diyor.Uyarı Oscar alan tek X Rated film dönemini düşünce nedeni belli .Akıcı temposuyla götüren bir film diyemem ama çarpıcı olduğu kesin.Tek ekranda iki film denilebilir rüyadan uyanmak isteyene.
Puanım 7 ,üç puanı yönetmenliğinden ve temposundan kırdım.
Yer yer komik, her dakikası gönderme dolu güzel bir filmdi.
İtalya’da küçük bir balıkçı adasında iyi kalpli, mahcup, okur-yazarlığı az genç bir adam, Mario Ruoppolo balıkçılık yapmak istememekte, başka bir iş aramaktadır. Derken posta ofisinin bisikletli postacı aradığını görüp başvurur.
Görevi, adada yaşayan bir şaire mektuplarını götürmektir. Şili’den siyasi görüşleri nedeniyle kaçmak zorunda kalan büyük şair Pablo Neruda o şirin adada misafirdir. Mario, Pablo sayesinde şiirle, aşkla, metaforlarla ve içindeki şairle tanışacaktır.
Naif ve sımsıcak bir film.
“Şiir onu yazana değil, ihtiyacı olana aittir.”
“Bir insan olmaktan yoruldum.”
Başka Monty Python yok. Ben de bu vesileyle az bilinen yarım Python bir film önereyim. Konusunun kılcal damarlarına kadar giren ilginç bir film.
2020’lerin teknoloji nimetlerinden tümünden yararlanan Ennio kendisini teknolojinin ilerleyişinin yeni milenyuma geçerken durdurulduğu alternatif bir 2023’te bulur.
Artık her şey 90’lardaki gibidir. Film kiralama dükkanları, telefon kulübeleri, Nokia 3310’lar vardır; 56k modemle müzik albümü indirmek bir hafta sürer, telefon çaldığında internet kesilir, yazıcılar masaları yerinden oynatır.
Ennio ise yapay zeka olmadan gününü planlamalı, park sensörü olmadan arabasını park etmeli ya da buluşacağı kadınları sosyal medyadan stalk’lamadan etkilemeye çalışmalıdır. Kendisini analog bir dünyada bulan baş karakter bir yandan eski dünyasına dönmenin yolunu ararken diğer yandan eskiden yaşadığı dijital dünyanın sahteliğini de fark etmeye başlar. Eğlenceli bir bilimkurgu filmi.
Sıkışmışlığa dair bir film.
Francesco Dellamorte, Buffalora adındaki bu kasabada bir mezarlık bekçisidir. Kasabadan hiç dışarı çıkmamıştır. Kasabadakiler ona mühendis diye hitap etse de ya da mezarlıkta hoşlandığı kadına biyolog olduğuna dair yalan söylese de liseyi bile bitirememiştir aslında, hayatında sadece iki kitabı olmuştur ve birini hiç bitirememiştir, diğeri de telefon rehberidir zaten. Gnaghi adında konuşamayan zihinsel engelli bir yardımcısı vardır. Canlılardan çok ölüleri tanır Dellamorte. Mezarlıktaki asıl işi de öldükten birkaç gün sonra ayağa kalkan hortlakların kafasını uçurmaktır.
Mizah ve korku ögelerinin harmanlandığı bu filmin en güçlü yanı kasvetli atmosferiyle birlikte çekim açıları, görüntü ve sanat yönetmenliği bence. Hatta bazı yerleri tam ekran görüntüsü alıp tablo yapmalık. Mantık arayanlara pek hitap etmese de anlara, sahnelere ve repliklere odaklandığında keyif alınabilecek bir film. Komedi yanı korku yanına daha baskın.
Bolca çıplaklık, seks ve kan içerdiği konusunda da uyarayım. Filmin ismindeki gibi (della morte, dell’amore) aşka ve ölüme dair bir film. Zombilere, sevişmeye, sevmeye ve kaybetmeye. Ve hiç çıkılmayan bir kasabaya.
Eğlenceli ve iyi bir yapımdı. Marilyn Monroe’yi ilk kez izledim.
7.5/10
Çok eğlenceli bir filmdir. Geçen ay ikinci kez izlemiştim.