Hitch’i oradan alalım. Onun alanı suspense. Korku janrında sadece son dönem filmleri var -ki bir eli geçmez: Psycho, The Birds, Frenzy. Dördüncü hatırlamıyorum. Sinema tarihinin en kötü reklam kirliliklerinden birine maruz bırakılarak çoklarının filmografisinden mahrum kalmasına sebep olunmuştur, Kubrick’in Shining’le pazarlandığı, poster çocuğu yapıldığı gibi. Bu ikisini çıkınca zaten meydan en iyi üçüncüye kalıyor.
Hitchcock’u oradan almam. İster korku çeksin ister gerilim fark etmez. Bu iyi bir yönetmen olduğu gerçeğini değiştirmez. Saydığım diğer yönetmenlerin de başka janralar da filmleri var. Bu onların çektiği korku filmlerinin kötü olduğu anlamına gelmez. Benim sevdiğim yönetmenler bunlar.
Nasil isterseniz. Selamlar, sevgiler.
Çok güzel bir konuyu berbat bir şekilde işlemişler. Keşke günümüz şartlarında tekrardan bu bakış açısıyla kaliteli bir ekiple başka bir eser görebilsek.
Sizin yorumunuz sayesinde bu müthiş yapıtı ben de izlemiş oldum. Teşekkürler.
Venom: Let There Be Carnage
Ne iyi ne kötü. Böyle bir karakterin bu kadar esprili olması hiç hoş değil.
Çocukken izleyip unutmaya yüz tuttuğum filmleri tekrar izliyorum. Sırada Geleceğe Dönüş Üçlemesi vardı. Netflix üzerinden her gün bir tanesini izleyip üç günde bitirdim Son derece ikonik bir seri olduğu için filmlerin birçok sahnesi iyi kötü aklımda kalmıştı. Buna rağmen ilk kez izliyormuş gibi izledim. Sırada büyük olasılıkla Jurassic Park var
Resident Evil: Afterlife
Hikayesiz olmasına rağmen veya hikayesi doğru ve güzel işlenmemesine rağmen izliyoruz.
“Blade Runner 2049” izleyeceklere, öncesinde “Black Out 2022” yi seyretmelerini öneririm. Blade Runner-1982 ve Blade Runner 2049 u birbirine bağlayan halka, bu animasyon.
Not : Yütüp te mevcut.
The Critic
Bir yandan sahne, bir yandan basın dünyası, evlilik dışı ilişkiler, kariyer uğruna verilen tavizler, şantajlar, entrikalar… Yer yer Dangerous Liaisons’u anımsatan hikayesiyle keyifli bir seyir vadediyor The Critic. Ian McKellen yine muhteşem ancak sürekli kötü rolleri kabul etmesi ve Gods and Monsters’tan sonra burada da açık eşcinselliği teşhir kabilinden artık stereotipe kayması, bunca birikime ve yeteneğe ihanet gibi geliyor. Kadroda ayrıca Mark Strong gibi Stanley Tucci ekürisi bir isim var, yanı sıra Bond kızı seçildiğinde herkesin dudak büktüğü başarılı oyuncu Gemma Arterton, Harry Potter ve How to Get Away with Murder serisinden Alfred Enoch, Dickens ve Austen uyarlamalarından aşinalığımız olan Romola Garai, The Punisher kötüsü Ben Barnes ve Mike Leigh gediklisi Lesley Manville yer alıyor. IMDB puanı 6 görünüyor ancak 7 ve üstü puanlanabilecek, akıcı ve sürükleyici bir duygusal gerilim, tam da Hitchcock’un yapmak istediğini söylediği gibi (Hitchcock/Truffaut).
Yönetmen Anand Tucker, 10 yıldır kamera arkasına geçmemiş, 15 yıldır da bir film çekmemiş görünüyor. Filmin kaynak kitabı Curtain Call ise bir üçlemeye dönüşmüş serinin ilk halkası. İkinci kitap, filmde Ben Barnes’ın oynadığı karakterin belki tek sahnesinde görünüp kaybolmuş kızının büyümüş haliyle başkaca bir kızın dostluk hikayesini merkeze alıyormuş. Filmde McKellen’in tiyatro eleştirmeni karakterinin kitaptakinden daha olumsuz portrelendiği de bilgiler arasında.
Dönem, kostüm drama seyri özleyenlere özellikle önerilir.
Kötü mü? Değil. İyi mi? O da değil. Baş karakter hariç diğer karakterler inanılmaz yüzeysel. Yani gelecekte geçiyor ve başka bir gezegene gidiliyor ama bilinmesi gereken seyirciye aktarılması gerekenlerin hepsi yarım yamalak bırakılmış. Kısacası film tamamen komediyle işi kotartmaya çalışmış. Yine de keyiflik izlenilebilir. Kitap ve film incelemesi gelir mi gelmez mi net bir şey konuşamıyorum.
10/6
The Core’a Netflix’in ana sayfasında denk geldim. Konusu ilgimi çektiği için izleyeyim dedim.
Hayatımda izlediğim en boktan filmlerden biriydi. İlk 3’e rahat girer. Sokak röportajlarında “Amarıga reyizin önünde diz çöğtü, alamanya bizi gısganıyor, reyiz istese at biner gılıç kuşanır avrubayı 1 saatte fetederiz” diyen dayıların zeka seviyesi ve mantık yürütme yetisi şu filmin senaristlerinden net daha fazladır.
Filmde 3 ayda inşa ettikleri araç ile dünyanın çekirdeğine inerken, yerin 1500 km altında magma tabakasının ortasında araçtan inip etrafta dolaştıkları sahnede beynime bir süre oksijen gitmedi. Kendimi toparlayıp acaba maksimum ne kadar saçmalayacaklar diye saf meraktan izlemeye devam ettim ama sanırım beynimde kalıcı hasar oluştu. Boş Espressolab bardağı ile story atasım var.
Fragmanını izleyince çok merak ettiğim bir filmdi. Araya zaman girince filmin çıktığını bile unutmuşum. Geçen gün BluTV’de denk geldim. Mekan ve karakter tasarımı çok güzelken filmin hikayeside bir o kadar klişe bir o kadar vasat geldi bana.