Trotacalles Aka Streetwalker 1951
Dram - Suç
Meksika Filmi
2022 yapımı olan Barbarian garabetinden sonra çıktığı seviye kendisi açısından gayet iyi. Dün biraz daha fazla puan vermiştim. Üstüne epey düşünüp konuşunca puanı düşürdüm. Şahsen korku filmlerini pek sevmem fakat bunu izlenebilir buldum ve sevdim. Film hakkında bir şey yazmak istemiyorum büyüsü kaçmasın diye. İzleyecek olanlara şimdiden keyifli seyirler dilerim. ![]()
1968’in iki dev bilim kurgu yapımından biri olan Maymunlar Gezegeni’ni, 2001: Bir Uzay Destanı’nın ardından izleme fırsatı buldum. İzlemeden önce kitabını okumuştum. Film, kitaptan farklı ilerliyor, hatta finali de farklı; ancak film bittiğinde başlangıç ile final, tıpkı kitaptaki gibi, beni çok etkiledi. Yılına göre oldukça başarılı bir atmosfer yaratılmış. Maymunların makyajını da çok beğendim. Film ile kitabı kıyaslayacak olursam kesinlikle kitap daha güzel.
@Ezheret şunlardan tavsiye film var mı? Yıllardır disklerde çürüyorlar, IMDB puanlarını ekleyip ona göre sıraladım. Vay anasını 2 puanlık film bile var:)
İki tane Father Brown varmış ya, 34, 54, kitabını okumadan izlemeyeyim diye onlarca film geçtim. Bayağı izlemediğim uyarlama varmış ana klasörde.
Vay canına, filmlerin çoğu 50’li yılların soğuk savaş yılları içerisinde Amerikalıların SSCB’ye yönelik paranoyalarını da alt bilinçlerinde yansıttıkları, tehlikenin hep dışarıdan geldiği /gelebileceği mesajını veren filmler. 1950-1960 yılları korku filmleri aslında bilimkurgu filmlerdir. Çarşamba günü eve döndüğümde listeni bir de kendi arşivimle karşılaştırıp sana döneceğim kolombre zira bazen izlediğim filmlerin adını unutabiliyorum.
Güncel (son 25 yıl) filmleri erittim, eskilere az vakit varken döneyim istedim, havuz kalabalık olup da üstüne zaman binince neyin ne olduğu, ne için seçildiği de unutuluyor. Sinema belgeselleri de var da, onlara sıra gelmez herhalde. Bu gruptan beğendiklerin varsa sıraya atayım, seyir için 15 günüm var.
Çarsamba günü sana döneceğim ![]()
Netflix’de ilk sayfada karşıma çıkınca izleyeyim dedim ama izlerken birkaç sahnesini hatırlayınca daha önce izlediğimi fark ettim ![]()
Agatha Christie tarzı bir kapalı mekan gizemi yaratmak istemişler ama öyle düşük seviye mantık hataları ve tutarsızlıklar vardı ki bir süre sonra boşu boşuna vaktimi harcıyormuşum hissine kapıldım. İzlediğimi unuttuğum kadar varmış
Başrolünde Joide Foster falan olmasa IMDB’de 3 puandan fazlasını alamazdı.

4D Man
Oh be, 80 dakikalık filmleri özlemişim. Her ne kadar ilk yarı yavaş gelişse ve uyumsuz caz müziğiyle B-filmin dibine vursa da, ikinci yarı kendini toparlıyor ve aldığı puanın (5.8) üstünde bir lezzetle noktalanıyor:
Nesnelerin içinden geçebilen “mad scientist” bilim adamımız, yaşlanmasına neden olan emilimi geri kazanmak için insanların enerjisini, yani yaşamını sömürerek cinayetler işlemeye başlıyor. Bu noktada Rogue, The Spot gibi Marvel karakterlerini anımsıyor ve filmin zamana karşı genç durduğunu görüyorsunuz. İlk yarı demiştim: Aynı kadına aşık iki kardeş klişesini kullanmaya gerek varmış gibi sürmüyor film, zira asla kardeş intikamı söz konusu değil. Bir günde senli benli olmayı bırak, evlenme teklifi yapacak kardeşin asistanını kendine aşık etme fantezisini filme yedirmek, ucuzluk içinde kalite yaratan dönemin bilimkurguları içinde abes kaçmış. Asistan dediğimiz de, 1955 Miss America Güzeli, Catwoman kostümünü sırtına geçirmiş aktrislerden Lee Meriwether, ve kendisi filmdeki partneri Robert Lansing ile birlikte hala hayatta (Lee 90, Lansing 96 yaşında). Filmin yapım yılı 1959. İlk yarıdaki müziği dinlerken “campy” bir şeyler izliyormuş sanrısına kapıldığımdan kelli, Meriwether’li Batman’le yazıyı sonlandırıyorum.
Eskilerin tadıyla iyi bir seçim, güzel bir Bmovie bilim-kurgu…
Bu filmin bende çok özel yeri vardır. Turkcealtyazı sitesinde bu filmin Türkçe altyazısı olması için çevirmen AvantGarde’ya çok ricalarda bulunmuştum. O da beni kırmayıp filmi çevirmiş ama sitenin yöneticileri adeta yıldırma politikası uygulayarak altyazıya sitede yer vermemişlerdi.
Sevgili AvantGarde da bu filmin altyazısını opensubtitles.org sitesine yükleyip sağ olsun ricamı yerine getirmişti.
Kendisinin Rıhtım’a da geldiğini bildiğim için kolombre aracılığıyla kendisine sevgilerimi ve selamlarımı yolluyorum.
Kimisi su gibi akıyor, kimisi 60 dakikada bile sünüyor işte. Bir sonraki bilimkurgum bu gruptandı. Hem de bayağı meşhur oralarda, yeniden çevriminden ulusal hazine sayılmasına, Spielberg ve akranlarının sinema sevdasına etkisine kadar; maalesef zamana karşı duramadığını düşünüyorum filmin. Bunun birkaç önemli sebebi var:
Invaders from Mars (1953)
****1 - Boynuz Kulağı Geçer: Öncesi birkaç deneme daha olsa da (The Man from Planet X, It Came from Outer Space vb.) “İçimizdeki İrlandalılar” paranoyasını Soğuk Savaş Dönemi Amerikası’nda halkın bilincine eken anti-komünist tohumlar bu filmle geniş kitleye yayıldı. Sonrasında ise, 1956’da Invasion of the Body Snatchers, iki yıl sonra da I Married a Monster from Outer Space geldi. 51’de Heinlein’in yazdığı The Puppet Masters da 58’de Brain Eaters adıyla uyarlandı (yazar filme karşı dava açmıştı). Gelgelelim bu filmler mevcut sızıntı, yayılım, taa Makaseller’in banliyösüne, The 'Burbs gibi seksenler komedilerine uzanacak “öteki” paranoyasıyla halkı yalnızlaştırıp bilinmeyene karşı korku yaratma gücünü alt metinlerinden alsa da, bu film bunu üst metninde taşıyor ve geriye de ne bilimkurgu ne film seyri açısından bir şey kalıyor.
2 - Militarizme Hoşgeldiniz.
“Bilirsiniz, bir roketi, yeteri kadar uzayın derinliklerine yolladığımızda oraya demirler. Ondan sonra uzaktan kumandalı, atom gücüyle işleyen bir gezegenler arası istasyon kurma işi, sadece bir zaman meselesi olur. Bundan sonra, herhangi bir ulus bize saldırmaya cesaret ederse birkaç düğmeye basıp onları, birkaç dakikada yer yüzünden silebiliriz.”
“Belki kendimizi savunacak silahımız yok ama kavga, savaş istiyorsalar, alacaklar!”
“Tanklar… Normal bir savaşta, kendi açınızdan güzel bir görüntüdür.”
Evet, bunlar filmden paylaştığım replikler. Yanlarında bolca asker, tank, askeri marşlar, patlamalar… Son 20 dakikada ise, filmin başında Douglas Sirk melodramlarından çıkmışçasına renkli paletiyle umut vadeden görüntü ve ses yönetimi felce uğruyor: Yeşil kadife midir, ne giydirmişseler, üzerinden sarkan sözümona uzaylılar (mutant diyoruz), yüzü simlenmiş "Krang"vari beyin, yirmi-otuz kere, “Colonel Fielding” diye çığıran sinir bozucu çocuk (remake’te de polisi oynamış), a cappella müziğin film karakterleri tarafından duyulmasının 4. duvar etkisi, kayan kumlara gizlenmiş uçan daire ve karınca kolonisi gibi görüntülenen yeraltı sığınağı… Bir an The Mole People mı izliyorum dedim, birkaç dakikalık “şehirleri gezegenlerinin çekirdeğine yakın olabilir” açıklaması doyurucu olamıyor bu ucuz tercihlere.
Finalde her şeyin en başa dönüşüyle bir zaman döngüsü, açık kapı bırakmış olmaları da kurtarmıyor. Yahu 50’leri geçtim, The Stepford Wives var babalar gibi başyapıt. İlk olmak her zaman kurtarmıyor, bunu The Thing from Another World’den biliyoruz. Yine de her zaman önce orijinali izlemeye meyilli olmama rağmen bu filmi yukarıda andığım iki ardılından sonra seyretmek nahoş bir deneyim oldu. Lakin, tema bir yana, sinema adına nereden baksanız sıkıcı, dönemi için dahi kötü bir film. 2 sene öncesinde sinema tarihinin en iyi bilimkurgusu saydığım The Day the Earth Stood Still çekildi yahu. 1953 dediğin ne ki, sinemanın neredeyse yetmişinci yılı.
Dolayısıyla, en iyi 200 bilimkurgu falan yapsam ilk yüze almayacağım bir film bu, sadece 50’lerden en az 50 film koyarım üstüne. Donovan’s Brain uyarlamasını başka zamana bırakıp, bilimkurgu dışı seyre geçişe gidiyorum.
İzlediğim en kötü jurassic park filmi. Ne oyunculuklar ne senaryo ne kurgu. Scarlet Johanson için seyredeyim dedim ama o bile çok sallamamış filmi…
10/2
Pazar akşamı bir planım olmayınca hadi bunu izleyeyim demiştim dün akşam. Fecaat bir film
Bende 3 verdim.
Seri Jurassic World olarak yeniden başladığında Chris Pratt ile Bryce Dallas Howard ile olan ilk film hoşuma gitmişti aslında zamanında. Devam ettikçe dibe vurdu. Benim dinozor defterim de bu filmle beraber kapandı artık, devamına ben yokum
.
Çek sinemasından ötelenmiş iki film seyrettim. Ayrı ayrı ele alacağım zira birini beğenmemişken diğerine bayıldım.
Vynalez zkazy / Invention for Destruction / The Fabulous World of Jules Verne
İşlerine parça parça denk gelip hiç tümden seyre koyulmadığım Zeman’ın bu en meşhur filmi görsel bir şölen sunuyor izleyiciye. En çok da Pythonesque arketipler görüyoruz izlerken. Lakin gelgelelim, filmin süresine yayılmayı başarabilen bir anlatı, olay örgüsü yok. Sıkıcılıktan kurtulabilse zaten niş olmaktan çıkıp sinema başyapıtı olarak adını dağlara taşlara duyururdu.
On the Comet, Journey to the Beginning of Time, The Fabulous Baron Munchausen gibi filmlerle pek çok yönetmene ilham vermiş Zeman, farklı deneyimler arayan seyirciye hitap ediyor.
Kdo chce zabít Jessii? / Who Wants to Kill Jessie?
Çek Yeni Dalgası kara komedilerine Milos Forman’dan aşinayız ancak ilk filmiyle Vaclav Vorlicek bunun ötesine geçmekle kalmıyor, fantastik sinema için de yılların eskitemediği bir başyapıta imza atıyor.
Rüyalara müdahale etmeyi başaran profesör, evinde kocasının öğrencilerden topladığı çizgi romanları hayal ederek uyuduğunun farkında değildir. Rüyaları kabuslardan kurtaran serumu eşine enjekte ettiğinde fumettoları anımsatan çizgi romanın iki kötüsü (bir kovboy ve bir süper kahraman) ile güç eldivenlerini kaybetmiş (Allahsız Thanos) kahramanı Jessie dünyamıza gelir. Bir yanda absürd kovalamacalar, bir yanda konuşma balonlarıyla doludizgin bir komedi izlerken dönemin sosyal panoramasına da ufaktan göz atarız (bahşişçi gardiyan, çiçek gibi elbisesiyle Jessie’yi yarı çıplak olarak ihbar eden vatandaş vb.). “Hayal kahramanlarını nasıl yok ederiz?” sorusunu Who Framed Rogger Rabbit’e kadar ertelesek de, cevabı hepimiz biliyoruz: Perde içinde perde, rüya içinde rüya ile her zaman bizimle olacaklar.
Çok keyifli bir iş. Bir yandan Roy Lichtenstein’ı bir yandan Barbarella’dan Druuna’ya uzanan adult çizimleri anımsatıyor. Eskiden fotoromanlar vardı, filmden aldığım kareler hem gülümsetsin hem fotoroman tadı versin istedim.
Sevgili dostum, bu güzel sözlerin için çok teşekkür ederim. Son birkaç yıldır doktora ve kitap çalışmaları yüzünden altyazı çevirmenliğini ihmal etmek zorunda kaldım. Ama elimden geldiğince, fırsat buldukça bu eski hobimi diri tutmaya çalışıyorum. Selamlar, sevgiler…



















