İsmi lazım değil bir “youtuber” beyefendi, kanalında kendisine sıkça sorulan soruları derlemiş. Onları yanıtlamasını da bir video hâline getirmiş. Sorulardan biri şu:
Bizden niye fantastik eserler çıkmıyor?
Arkadaş cevap veriyor: Bunun iki sebebi varmış. Birincisi, bu “roman” türü (nedense roman olmak zorunda olduğunu düşünüyor) Batı kaynaklıymış. Vay canına! İkincisi de arz talep meselesi imiş ki yanlış değil ama ilkindeki yanlış zannın doğurduğu bir sonuç bu. Ona geleceğim. Önce şu Batı kaynaklı olmaya bir bakalım.
Sevgili kardeşim; Batı, zaten var olan şeyleri sana güzelce ambalajlayıp satıyor ve sende bu algıyı oluşturuyor. Eğer sen, elinde sihirli lambası, altında uçan halısıyla tanıdığımız Agrabahlı Alaaddin’i bir Disney karakteri zannediyorsan, o artık senin cahilliğin olur. Binbir türlü yaratıkla boğuşan Yedi Denizler Fatihi Sinbad’ı Dreamworks karakteri zannetmen, dünyanın Doğu tarafında yaratıldığı gerçeğini değiştirmez. “Mellon!” deyince açılan kapıdan önce, “Açıl susam!” deyince açılan kapı vardı. Hikâyesi fantastik eserlerin ağa babalarından olan Kral Gilgameş’in Destanı, dünyanın bu tarafında yaratıldı, o tarafında değil. Mitlerle ve fantazilerle dolu koskoca Antik Mısır külliyatı dünyanın bu tarafına ait. Çinlilerin, Japonların fantastik eserleri yok mu sanıyorsun? Bak daha bize gelmedim. Gelmeyeceğim de… Sen Dede Korkut’a gülmeyi seversin çünkü. Vatikan yazması bile bulunan Dede Korkut’u gülünç bulmayı seversin. Adını zor söyleyeceğin karakterler yok orada çünkü. Öyle olunca havalı olmuyor değil mi?
Bütün dünyanın hayranı olduğu Iliada ve Odysseia’yı derleyen ozan Homeros, İzmir’de yaşadı. Şimdi senin Konak’ta, Alsancak’ta dondurma yerken seyrettiğin denizi seyrederek yazdı eserlerini. Paris’te bir kafede yazmadı. Londra’da Thames Nehri’ne karşı da yazmadı. Oxford’da bir edebi çevre içinde de yazmadı.
Odysseus 21 yıl sonra dönebildiği evinin yolunu ararken bu civarlarda sürüklendi. Achilleus burada öldü, Hollywood’da ölmedi ama bakın ben bile ironi olsun diye bütün bu isimleri İngilizce yazılışları ile yazıyorum ve siz de okurken yadırgamıyorsunuz, öyle bir işlenmiş zihinlerimiz. Tanrıların sevgili dağı İda burada, biz Kaz Dağı diyoruz ya hani. Çanakkale Balıkesir arası…
Hülasası şu kardeşim; senin kastettiğin Batı dünyasının düşsel birikimi ne ki Doğu dünyasına fantazya kurmasını öğretsin? Bütün mesele, ambalajlama meselesidir. Ne yazık ki Doğu dünyasının çoğu (biz de dahil) yazı yazmayı pek sevmemiştir. Muhteşem fantazilerini kâğıda dökmek yerine geceleri çocuklarına anlatmayı tercih etmiştir çoğu zaman. Mesele budur işte, hayal kurmayı en iyi Batılıların bilmesi değildir yani, yok öyle bir şey.
Sonra da arz talep meselesi diyorsun. “Çok okunursa daha çok yazılır. Daha çok yazılırsa içlerinden daha çok sayıda güzel, hatta harika şeyler çıkar,” diye bağlıyorsun. İstatistik ilmine göre burayı güzel söylüyorsun da… Nasıl daha çok okunacak peki? Arz talep meselesiymiş! Öyle olur tabii. Sen o havalı ambalajları seviyorsun çünkü kardeşim. Sen, üzerinde John yazanı okumayı seviyorsun. Üzerinde Hüseyin yazanı almıyorsun ki… Hüseyinler ne yapsın?
Kendilerini fazlasıyla çaresiz hisseden, yolun en başındaki bazı arkadaşlar (çoğunlukla gençler düşüyor bu hataya), kitaplarının yazımı bittiği zaman, “Acaba yabancı bir isim mi bildirsem?” gibi hem gülünç hem de çok hatalı düşüncelere kapılıyor. Ben böyle kaç sorana “Sakın ha!” dedim, hatırlamıyorum. Peki ama neden böyle bir hezeyan içindeler? Dedim ya kardeşim; çünkü sen Ahmet’in, Mehmet’in hayallerini okumak istemiyorsun.
Neyse, dargın ayrılmayalım. Ben senin için aşağıya güzel bir ambalaj bırakayım da gözün gönlün şenlensin. Bak bakalım, biraz fantastiği andırıyor mu: