Zorundalık kavramı bence bakış açınıza bağlı. Öğrenmeyi seviyorum bu yüzden araştırmaktan keyif alıyorum. Bunu zorunluluk olarak görmüyorum. Eğer zorunluluk olarak görseydim yapmazdım. Kaldı ki öğrenmek zorunda değilsiniz. Toplumun geneli böyledir. Cehaleti tercih eder çünkü öğrenmek zorunda değillerdir. Öğrenmek kişinin kendisi için gerekliliktir bana kalırsa fakat mecburiyet içermez.
Mutlu olmak da psikolojik bir kavram bana kalırsa. Mutlu olmak zorunda olduğumuz algısı teknoloji ve bunun ürünlerinin dayattığı bir şey. Mutlu olmak istiyorsanız eyleme de gerek yoktur. Mutlu olduğunuzu hissetmek için bakış açınızı değiştirmeniz yeterlidir fakat sürekliliği yoktur. Sürekli mutlu olamadığımız gibi sürekli de mutsuz olamayız. Genelde nötr bir yapıdayızdır. Bunun dayatılması ve böyle algılanması bana kalırsa yanlış. Kimse mutlu olmak zorunda değildir.
Yaşamak için sadece nefes almanız yetmez. Bazı şeyler yaratılışın içerisinde yer alır. Ağaç büyümek için suya ihtiyaç duyar. Toprak yeşillenmek için güneşe ihtiyaç duyar. Bunlar yaşam kanunları, düzeni.
Bu zorunluluk psikolojisi sanırım yönetimlerin, toplumların dayatmasıyla ortaya çıkıyor. Zorunlu askerlik, zorunlu eğitim, zorunlu bir şeyler filan.
Zorundalık kavramı bence ayrıştırılabilir. Kitap okumazsam cahil kalırım o zaman kitap okumak zorundayım önermesi yanlıştır bana kalırsa çünkü kitap okuyarak da cahil kalabilirsiniz. İstemeden yaptığınız zaman size hiç faydası dokunmaz. Okumuş olursunuz. Okuduğunuz için bilgi sahibi olacağınızın garantisi yoktur. Bu durumda kitap okumak zorundalık değildir. Zorundalık olsaydı herkes kitap okurdu fakat bu tamamen seçimle alakalı. Hem karnım doysun hem yemeğim eksilmesin diye bir şey yok maalesef.
Gece gece kafamdan geçen düşünceleri yazıya döktüm ve bu konuda başkalarının da görüşlerini duymak isterim
İnsan, varolduğu gerçekliği yorumlar aslında. Bunu dil yoluyla matematik yoluyla fizik yoluyla… yapar. İnsan aslında gerçekliği algılayamaz ve bunu algılanabilir bir düzeye indirir.
İnsan aslında anlam yaratır. Ona verilmemiştir bu ve kendisi anlamaya çalışır. Eski insanlar yıldırım düştüğünde mesela , işte bu tanrının gazabı demişlerdir. Bu onların anlamlandırma çabası , varolan bir olayı bir şeyi anlamak adına bir şeyle bağdaştırmak. İnsan bir şeyi doğrudan algılayamaz (Elma nedir ?) onu gruplandırır (Elma meyvedir) onu bağdaştırır (Elma yere düşer çünkü yer çekiminden etkilenir) onu niteler (Elma kırmızıdır,katıdır,saydam değildir) bunlar yoluyla algılamaya çalışır.
Eğer gökyüzüne tapan bir kabilede yaşıyorsak (veya göklerdeki bir şeye) yıldırımın tanrıdan geldiğini düşünmemiz ve yıldırımı korkutucu,yıkıcı bir şey olarak algıladığımız için bunu gazapla birleştirmemiz gayet mantıklı. Şu anda ise yıldırımı bilim yoluyla anlamlandırmaya çalışıyoruz ve bunu yaparken duyu organlarımız ve aklımızı temel alıyoruz , doğru olduğunu varsayıyoruz. Göklerde tanrıların yaşadığını varsayarsak tanrının gazabı olduğu iddiası ne kadar mantıklıysa duyu organlarımız ile aklımızın doğru ve bizi gerçeğe ulaştıracağını varsayarak bilim yoluyla anlamlandırmak da o kadar mantıklı.
Belki bu bilim bizi doğruya götürecektir. Ama bizi doğruya götürse bile ulaştığımız sonucun doğru olup olmadığını nasıl bileceğiz ?
Doğruların temelinde çoğunlukla -tüm yönleriyle- pragmatizm yatar.
Mesela: Nükleer güç kullanmak doğru mudur? Doğrudur çünkü bu sayede düşmanlarımıza üstünlük kurabiliyoruz. veya Doğrudur çünkü nükleer güç enerji üretiminde, diğer yöntemlere kıyasla, az zarar veriyor. Her ikisnde de doğruyu temelinde yatan fayda belirlemiş.
İnsan neden olağan üstü olana inama ihtiyacı duydu. Çünkü var oluşunu başka türlü anlamlandıramıyordu. Anlamdırabildiği en ufak kısmı hayal gücüyle doldurdu ve bu yeni yaratımı(din) var olmak için bir yakıt olarak kullandı/kullanıyor.
Öncelikle yanıtınız için teşekkür ederim. Siz insanların doğru kabul ettiği şeyleri neden doğru kabul ettiklerini anlatmışsınız. Ben aslında doğru kavramını gerçekliğe uygun manasında kullanmıştım yukarıda.
İnsanların neyi niçin doğru kabul ettiğiyle alakalı değil de daha çok kabul ettikleri şeyin gerçeklikle uyuşup uyuşmadığıyla alakalı. Bizim doğru kabul ettiğimiz şeyler gerçekten doğru mu ? Eğer kabul ettiklerimize sadece pragmatik bir şekilde karar veriyorsak bu gerçeklikle uygun da olabilir olmaya da bilir. Ama biz bunun gerçeklikle uygun olup olmadığını bilebilir miyiz ?
Şöyle söyleyeyim , nükleer nedir ? Bu soruya bilimin bir cevabı var değil mi , işte ben o cevabın gerçekten doğru cevap olup olmadığını sorguluyorum aslında. Yani belki de nükleer çok başka bir şeydir de biz yanlış algılamışızdır. Belki duyu organlarımız yüzünden belki de aklımız belki de bambaşka bir şey yüzünden gerçek nükleerin ne olduğunu anlayamayıp da kendimizce bir nükleer düşüncesi yaratıp ona inanmışızdır.
Demek istediğimi çok iyi anlatamadım gibi hissediyorum , umarım anlatabilmişimdir
Bilimin doğasında kanıtlanabilir, sınanabilir ve tekrar edilebilir olması vb. özellikleri bulunuyor. Bu bakımdan yapılan araştırmalar, deneyler ölçüt alınırsa bilimin bize söyledikleri mutlak doğru, gerçekle birebir örtüşüyor.
Ben kendi yaşantımda gerçek doğruyu materyalist - pozitivist anlayışla, öznel doğruyu ise egoist - pragmatist anlayışla temellendiririm. Dolayısıyla verdiğim cevaplar da bu anlayışlara yakın olacaktır.
Üç kere her biri farklı olan düşüncelerimi yazdım sonra sildim, bu dördüncüsü.
Uyumak güzel şey fakat insanın uyudukça uyuyası gerekiyor. Oysa bir şeyler yapabilmesi için uyanması gerekiyor, ama uyuduğu müddetçe bir şey yapmasına gerek yok ki zaten uyurken de mutlu.
“Düşünüyorum öyleyse varım” Descartes’in ünlü sözü, bu söz bence özellikle bu dönemde yanlışlığı açık bir cümle. Şunu belirtmeliyim ki içinde bulunduğu bağlamda farklı bir anlam kazanıyorsa bilemeyeceğim çünkü hiçbir eserini okumadım. Bildiğim tek şey her şeyden şüphe etmesi sonucu şüphe edilemez bir şey araması ve bunun sonucunda düşündüğünden şüphe edemeyeceğini bulması ve de bunun üzerinden varlığını kanıtlaması
Yanlışsam eğer okuyan kişi düzeltsin
Bir şeyden şüphe etmememiz için aksi bir ihtimal sunulamıyor olması gerekir aksi bir ihtimal olma ihtimali doğru olmayabileceği ihitimalini de getir. Bu durumda şöyle bir senaryo kurgularsak: İnsanlar olarak diyelim ki kendi kendimize beynimize birtakım dış güçlerden girilmeyen hiçbir şeyi aklımızdan geçiremiyoruz. Yani zihnimizdeki her şey birtakım dış güçler tarafından giriliyor yani bütün o akıl yürütmelerimiz aslında akıl yürütme değil sadece girdilerin beynimizde yansıması. Yani klavyeye basıyorlar ve monitör olan zihnimize bunlar yansıyor bu noktada düşünme eylemini yapmıyor oluruz. Yani düşündüğümüzden mutlak bir şekilde emin olamayız
Bu yansıma olayı bence açık bir şekilde düşünmediğimiz anlamına gelir ama düşünmenin tam olarak tanımını da bilemeyeceğim için zihnimizden bir şeyler geçiyor olması düşündüğümüz anlamına gelmez, eğer geliyorsa karşı çıkışım ve sunduğum örnek yanlıştır ama mantıken olmaması lazım
27 yıllık dünya deneyimim sonucunda şuan vardığım kanıya göre yaşamın kıymeti hedefe ulaşmakta gizli. Bir hedefiniz yoksa ortada kıymet de yok. Hedef yerine motivasyon vb. de gelebilir. Bunlar yoksa hayat ölümü beklemekle ve beklerken başınıza gelenlerle ilerliyor. İnançlar insanın deneyimlerini ve düşüncelerini şekillendirir ama benim inançlarım bir çantanın içinde elimde duruyor gibi. Onlar var ama beni şekillendirmiyor olabilirler.
Ek: Yansıtıcı Düşünme tez konum olduğu için düşünmenin varlığı ve aşamaları, çeşitleriyle ilgili de kaynak eklemesi yaparım bir ara. Şu kpss bi geçsin düzelicez inşallah.
Ahlaki kuralların insanlar tarafından, içinde bulundukları toplumun işleyişini düzenlemesi için doğal olarak oluşturulduğu göz önünde bulundurulursa gelişen teknolojiyle (kitle iletişim araçları, yapay zeka destekli yazılımlar vb) birlikte bireyselleşen ve diğer insanlarla olan zorunlu etkileşime ihtiyacı azalan insanın oluşturacağı yeni ahlak anlayışı nasıl olur?
Epey şey yazmış ama bu yeniden çevrimlerin tek özeti bu cümlesi bence
Bazı durumlarda, yeniden çeviriler sadece ticari veya yazınsal nedenlerle yapılır; çünkü eski bir çeviriyi yeniden yayınlamak yerine yeni bir çeviri önermek daha kolay, daha ucuz ve daha kazançlı olabilir.
Yayınevleri ve çevirmenler açısından özellikle klasiklerin hepsatan olması nedeniyle raflarda buluındurmak istemeleri ekonomik anlamda olumlu bir durumdur elbette ama beni okur olarak asıl ilgilendiren tarafı, edebi bir eser ne kadar çok yetkin çevirmen tarafından çevirilirse okur için iyi çeviriye erişme şansıda o kadar artar.
Hatta her baskıda çevirmenin çevirisini yeniden gözden geçirmesi okur için olumlu bir durum olurdu.
Gerçi bu konuşmalar çeviri başlığına taşınsa daha iyi olmaz mı? Felsefe ile bir alakası yok konunun. @Agape
Spinoza’nın Etika’sı tekrar tekrar okunması gereken ağır bir eser olduğu için okumalarınızda işinize yarayacak süper bir site buldum ilgilisi bir göz atabilir. Adamlar bütün tanımları, aksiyomları, önermelerı aklınızda daha rahat kategorize edebileceğiniz interaktif bir grafiğe dökmüşler.
Düşünmek var olmanın temel ölçütüyse daha fazla düşünmek daha fazla var olmak demek olabilir mi?
Mesela -olası- 100 senelik hayatıma 100 birimlik düşünce sığdırsam 1 sıradan insan kadar yaşayacakken 500 birimlik düşünce sığdırırsam bir insanın 5 katı kadar yaşamış olur muyum?
Acaba büyük filozoflar hayatlarına kaç birimlik düşünce sığdırmışlardır.
Düşünmenin var olmakla hiçbir ilişkisi yoktır. Varlığın bir ölçütü varsa o da yokluktur. Düşünmek bir işçiliktir, küçümsemek anlamında söylemiyorum, o bir tür ameleliktir. Amelelik kötü bir şey değildir bilakis bir değerdir. Modern anlamıyla düşünmek teknik bir unsurdur ve her birey düşünme yeteneğine sahiptir. Öğrenilebilen, öğretilebilen bir şeydir. Felsefe de, matematik de teknoloji üreten işçilik alanlarıdır. İnsanın varlıkla yüzleşmesi onun anlama yeteneğiyle ilgilldir. Her birey düşünme yeteneğine sahiptir ve düşünce toplumsal bir alanda yatay yönlüdür. Düşünce teknolojikbir unsurken anlamak metafizik bir unsurdur. Anlamak öğrenilebilen ama öğretilemeyen bir şey olarak tamamen bireysel niteliklidir. Anlamak sanatla yakın ilişkidedir. Her insan sanatsal yetilere sahiptir ama bu yetileri ortaya çıkması kendi varlık sanısından uzaklaşmasıyla yani kendisini aradan çıkarmasıyla mümkündür. Düşünüypiorum öyleyse varım demek körlüktür. Anlıyorum öyleyse yokum demek gerçek görme halidir. Bir de anlayarak öldürmek diye bir şey vardır ki bu anlama düşünerek var olduğunu zanneden vahşilerin huyudur.
Düşünmenin var olmakla ilişkisi karşılıklıdır; varlık düşünceyi oluşturur, düşünce varlığı anlamlandırır.
Düşünce ile anlama birbirleriyle çok yakın ama farklı şeyler ifade eden kavramlar. Ancak her iki tarafça kabul edilen ortak tanımlar üzerinden tartışılabilirler. Bana göre anlamak çoğunlukla bilinç üstü bir kavramdır ve insanın tüm yaşantısından dolaylı olarak, insanın bilişsel kapasitesinden doğrudan etkilenir.
Düşünce ise bilinç’in en somut dışa vurumudur. Anlama ulaşmak için kullanılan bir araçtır.
Anlam’a ulaşma yolları öğretilebilir.
Metafizik bir gerçeklik yoktur, kimilerince varlığına inanılır.
Sanat konusunda insan kendisini aradan çıkartmaz, doğrudan kendisini olaya dahil eder. Bunu yaparken bilinç altını işe vurur.
“Düşünüyorum ve düşündüğüm için -bence- varım.” demek körlük değil, insanın kendi gören gözünün farkına varmasıdır. Bir insan kendi varlık anlamına ancak düşünerek ulaşabilir. Bu düşünce çok derin ve yüzeysel olabilir. Önemli olan düşüncenin ve dolayısıyla düşünenin varlığıdır.
Yokluk, yokluktur. Yokluk; yokluk yazısının, yokluk düşüncesinin, yokluğa dair en ufak bir hissin dahi olmamasıdır. Yokluk; var olan bir şeyin olmayışı değil, hiç var olmayan ve hiç var olmayacaktır. Yokluk bu gönderide bu cümleden sonra yazdığım yazılardır.
Hocam bu ilginç bir düşünce gibi geldi ama ortada çok fazla varsayım ve belirsizlik var gibi geliyor bana:
Varlık, nicel bir değişken midir ki? Demek istediğim, bir şey çok ya da az var olabilir mi? Bir şeyin 500 birim var olması ne demektir? Bana sorarsanız varlık durumu bir booleandır; bir şey ya vardır ya yoktur. Buna antiteziniz ne olurdu?
Peki ya düşünmek? Her düşünceyi sayıyor muyuz burada? Çoğumuz uyanık olduğumuz her an bir şeyler düşünme halinde oluyoruz. O halde uzun yaşayıp az uyumak bu işin sırrı gibi duruyor. Eğer öyle değilse, mesela neyi düşünürsem daha çok düşünmüş sayılırım? Son bir kaç gündür kara kara factorio’da nasıl daha verimli kırmızı devre üretirim diye düşünüyorum. Filozofluk yolunda ilerledim sayılır mı? Sadece felsefeyi mi sayıyoruz yoksa? Felsefeye ne dahil öyleyse peki? Matematik dahil mi mesela? Geometri? Optimizasyon problemleri? Kırmızı devre üretimi optimizasyonu?
Peki imgelerle düşünmeyi düşünmek olarak değerlendiriyor muyuz? Ya iç sesi olmayan insanlardansak? Bir şeyleri gözünün önüne getiremeyen insanlardansak?
Bir de bana sorarsanız en baştan çok çok büyük bir varsayımla giriş yaptınız. Düşünmek var olmanın temel ölçütü müdür ki? O zaman evrenin çoğunu durduk yere yok ettik. Atıyorum Merkür’ün düşündüğüne dair bir kanıtımız yoktur sanıyorum. Sanki bu varsayımı temellendirmemiz lazım.
Uf, aralıklarla yazıyordum; ben gönderene kadar gelen iki mesajı hiç görmemişim Bu mesaj bir noktada güncellenebilir
Güncelleme:
Burada açıklamadığınız bir sıçrama yaptınız hocam. Anlam nerden çıktı ki? Var olmak diyorduk. "Anlam"ın konuyla ilgisi nedir?