Felsefe Köşesi

İlk mesajımı “Daha çok yaşamak için var oluş süremi arttıramıyorsam var oluş yoğunluğumu arttırmalıyım.” fikrinden yola çıkarak yazmıştım.
Zihnimdeki tartışma konusu da gerçekten varlığın hesaplanabilir sayısal değerini aramaktı.

Varlık durumunu şöyle değerlendiriyorum: 1 vardır, 0 yoktur. 2 de vardır ama 1’den daha fazla vardır.
Çabuk üretilmiş metafor:
İnsan vardır, o düşünür ve yaşar. Varlığını sürdürür ve anlamlandırır. 3 kere vardır.
Ağaç vardır, sadece yaşar. Varlığını sürdürür. 2 kere vardır.
Taş vardır. 1 kere vardır.
Yok yoktur.

Filozof örneğini düşünme işini iş olarak yapan onlar olduğu için verdim. Farkında olarak yapılan her zihinsel aktiviteyi düşünme olarak kabul ediyorum. Yöntem, amaç, bağlam önemsiz; önemlisi uğraş ve farkındalık.

Factorio düşünmesi de düşünmedir. Daha bugüne kadar ben de neredeyse aynı derdi paylaşıyordum. Sonra oyunun oyunluktan çıkıp iş haline gelmesinden bunalıp oyunu sildim.

Factorio tavsiyesi: Ürün girdi-çıktılarını gösteren mod yapmışlar, bakabilirsiniz.

Mevcut durumda erişilebilen madenleri tam kapasitede işleyip çıkan miktarı farklı parçalar için oranlamak bana en mantıklı gelen yöntemdi.

Uykum geldiği için şimdilik burada kesiyorum, ben de devamını getireceğim.

1 Beğeni

Varlık konusu her ne kadar klasik felsefenin ve insanlığın temel problemi olsa da, varlık hakkında bir şeyler söyleyebilmek veya başka türlü ifade imkanlarıyla onu anlamaya çalışmanın düşünceyle bir ilgisinin olmadığı kanısındayım. İnsan varlıkla ilişki kuran bir şey değil onu ancak keşfedebilme imkanına sahiptir ki bu keşfetme onu tanımlama imkanı veren kapsayıcı bir keşif değil belki sadece kendisinin barlık tarafından kuşatılmış olduğunu keşfetmektir. Bu da insanın varlığı anlama imkanından yoksun olduğunu gösterir. Ancak yine de anlama yoluyla bu keşif yapılabilir ve bu keşfi ifade etmenin yolu zihin ve düşünce değil sanatla mümkün olabilir. İnsanın varlığını keşfetmesi ve bir anlayışa kavuşmasının altında ise aşk vardır. Yani var olmak aşık olmak gibidir, bilirsin, anlarsın ama bir türlü kavrayamazsın, çünkü insan varlık tarafından tamamen kavranılıp kuşatılmıştır. Eğer insan var olduğunu iddia edecekse bir şekilde varlığı kavramalıdır ve onu kuşatabilmelidir. Ama insan ne yazık ki anlayarak kavrayıp kuşattığı şeyin katili olan bir varlıktır. Temelde zihinsel olarak kavradığımız her ne varsa bilim, teknoloji, kimi yerde sanan vs. aslında tüketime dönüştürmek için katlettiğimiz şeylerdir. Japon fizikçi Kaku’nun dediği gibi bütün evren ve insanlık aslında bir hayaldir. İnsan var olduğu iddiasının peşinden gittikçe kendi yokluğunun imkanlarından mahrum kalacaktır. Varlık yokluk üzerinde kendisini açabilir. Bu bahsettiğim şeyleri teolojik yorum klişeleri olarak değerlendilmemesini umarım. Eğer düşüncenin bir önemi var ise o da kendisinş de kritize edebilme imkanı olmasıdır. Başka türlü olmasını mümkün kılan ihtimalleri arayabilme saflığı ve dürüstlüğü düşünceyi kullanışlı bir araç olmasını sağlar ki kanımca düşünce bir araçtır ondan yapamayacağı şeyleri beklemek bizi çıkmaza sokar.

Naçizane; çeşitli inançlar (varsayım desem daha iyi anlarsınız herhalde) sonucunda oluşan hislerinizi etrafa hakikatmişçesine bir üslupla saçmayın, insanlar irite edici bulabilir. Mesela ben

Felsefe -ya da her ney demeyi tercih ediyorsanız- böyle yapılan bir etkinlik genelde, ki doğası gereği de böyle bir şey olmak durumunda olabilir ancak böyleyse de felsefenin kendisinde bir irite edicilik var.

Her neyse, böyle bir tepki vermek istedim ve verdim. Umarım üstüne biraz düşünürsünüz. Tabii günün sonunda keyfiniz bilir.

Ne demek istediğinizi anladığımı söyleyemem, bir takım duygusal rahatsızlıklar mı hissettiniz yazdıklarımdan? Düşüncelerimi (size göre hislerimi) ifade etmek onları etrafa saçmak olarak görmenizde evet bir duygusal tepki sezdim. Yazdıklarım nedeniyle size veya başkalarına karşı bir kabahat işlediğimi düşünseydim özür dilerdim ama kişilere ve onların haklarına yönelik şeyler yazmadım. Diğer taraftan şahsen irite edici düşünceleri severim, onların aykırılığını eğitilmeye isyan eden özhürlük bağımlısı olduğunu düşünür ve hayran olurum. Yanlış düşünebilşrim, saçmalayabilirim, aşırı yorum yapabilirim ama bunlara karşı elinde kamçıyla dolaşan bir çiftlik kahyasını görmekten de duygusal olarak tiksinirim.

Aykırı, irite edici bulunabilecek düşünceleri ben de severim hatta görmek beni oldukça keyiflendirir. Çünkü genelde mevcut dogmalara karşıtlardır, o yüzden irite edici bulunurlar. Kendileri de dogmatik olabilir orası ayrı bir konu.

Beni yanlış anlamışsınız, içerikle ilgili beni rahatsız eden herhangi bir şey yok. Üslubunuzu irite edici buldum, bu üslup vahiy inmiş peygamber veya faşist bir diktatör gibi o öyledir bu da böyledir diye bir hakikat beyanında bulunuyor. Kişi iddia etmeyebilir, niyeti bu olmayabilir ancak bu üslup bana bunu çağrıştırıyor ve o yüzden irite edici buluyorum. Hakikatmişçesine saçılan/ifade edilen hisler beni irite ediyor ama dediğim gibi üslupsal bir durum, farkettiyseniz düşüncenin içeriğiyle ilgili herhangi bir şey demiyorum

1 Beğeni

Evet sizi yanlış anlamışım, şimdi anladım bunu. Uyarınız v münasip üslubunuz için teşekkür ederim. Fakat bahsettiğiniz bu sorun benim için üstesinden gelemeyeceğimden korktuğum bir sorun. İtiraf etmeliyim ki bu toprakların bir insanı olarak herhangi bir mesele hakkında konuşırken o meselenin benim için ciddiyet ve öneminden taviz vermeden aynı zamanda üslubun güzelliği için sahtelik ve yapmacıklığa kaçmadan, kemdime ve karşımdakine duymam gereken gerçek, içselleştirilmiş bir saygıya sahip olarak söyleyeceklerimi ifafe edebilmeyi başarmam gerektiğine inanıyorum. Tekrar teşekkür ediyorum. Yalnız bu son teşekkür iyi bir üslup elde etmek için bir çaba denemesiydi, yine de kabul edebilitsimiz.

2 Beğeni

Elbette kabul ediyorum. Ben de anlayışın için teşekkür ederim, pekçok kişi böyle bir tavırla karşılaştığında senin gibi anlayışlı bir tepki vermez.

2 Beğeni

Bir süredir Ludwig Wittgenstein’ın dil felsefesi üzerine düşünüyorum. Çünkü onun görüşlerinden ilk kez haberdar oluşum yıllar öncesinde olsa da ne demek istediğini ve bunun neden önemli olduğunu, son zamanlarda hem kendi düşüncelerimde hem diğer herkesin düşüncelerinde, hem de her konuda yapılan tartışmalarda görünce anlamaya başladığımı sanıyorum.

Hepimiz insanız ve konuşabilen canlılarız. Çok büyük bir çoğunluğumuz okuma yazma da biliyoruz. Buna rağmen iletişim kurmakta sınıfta kalıyoruz Bu mesajımda yazacağım şeylerde kendimi ayrı tutmuyorum. Bu yazacaklarım herkesi kapsıyor, buna ben de dâhilim. Ama okumadan önce bu mesajda paylaştığım Youtube videosunu izlemenizi tavsiye ederim. (Türkçe altyazısı var)

Ancak ben Wittgenstein’ın bir şeyleri anlatmakta ustalaşmak ve doğru sözcükleri seçmek çabalarının yetersiz olduğuna da inanıyorum. Çünkü söylediklerimiz ve yazdıklarımız ne kadar açık ve anlamına tam olarak uygun sözcükler seçilmiş olursa olsun karşı tarafın zihninde öncelikle bir filtreden geçiyor.

Bu filtre ise o kişinin dünya görüşü, sözcüklere yüklediği anlam, sizin hakkınızda ne düşündüğü, sizi ne kadar doğru tanıdığı, ne kadar dikkatli dinlediği ve okuduğu, o sırada zihnini başka hangi konuların meşgul ettiği gibi bir sürü şeyden oluşuyor.

Hatta bence günümüz dünyasında ve özellikle de günümüz Türkiye’sinde sorun bundan daha derin. Başta siyasi tartışmalar olmak üzere her konuda sohbetler büyük bir çıkmaza giriyor ve taraflar birbirini hiç anlamıyor (bu forumda da böyle). Söylediğiniz şeyden tam tersi anlam çıkarılıyor ya da hiç söylemediğiniz şeyler söylenmiş sanılıyor. Aynı şekilde siz de karşı tarafı tamamen yanlış anlayabiliyorsunuz.

Duruma bakınca “Wittgenstein haklıymış” diyorum. Hatta “az bile söylemiş” de diyorum. Çünkü o, insanların birbirlerini dinledikleri ama doğru anlamadıkları durumlar hakkında yorumlar yapmıştı. Bizdeki durum bundan daha vahim. Bizde hiç dinlemeden yanıt vermek, aslında karşımızdakiyle değil, kafamızdaki varsayımlarla tartışmak var.

Günümüzde “bu fikir benim görüşüme aykırı, bunu dinlemeyi reddediyorum” mantığı var. “Bu kişi şöyle bir insan, söylediği şey ne olursa olsun yanlıştır, dinlememek gerek” mantığı var. Bir de internet çağı insanının birazcık uzun bir şeyi okuyamama, birkaç cümleden sonra dikkatinin dağılması, hatta buna zahmet etmeyip sadece başlığı okuyarak içeriğe yanıt vermeye çalışması durumları da var. Yani zihnimizdeki filtreler filtre olmaktan çıkıp resmen duvara dönüşüyor.

Wittgenstein internet trollerini ise hiç görmedi. Kendisinin bile katılmadığı bir düşünceyi, olabildiğince nefret uyandıracak şekilde seçilmiş kelimeler kullanarak savunan insanları görse ne derdi acaba?

Wittgenstein sosyal medyayı, onun ne kadar büyük yanılsamalar yarattığını ve yaydığını da görmedi. Sosyal medyadaki toksik iletişimler yüzünden engelleme ve sessize alma özelliklerinin bulunduğunu, bazı insanların engellediği kişi sayısının takip ettiği kişi sayısından fazla olduğunu da görmedi.

Bunları görse ne derdi acaba? “Bunlar benim zaten bildiğim ve ön gördüğüm şeyler” mi derdi, yoksa “bu kadarını ben bile ön görememiştim, durum neden bu kadar kötüleşti” mi derdi?

1 Beğeni