Bir süredir Ludwig Wittgenstein’ın dil felsefesi üzerine düşünüyorum. Çünkü onun görüşlerinden ilk kez haberdar oluşum yıllar öncesinde olsa da ne demek istediğini ve bunun neden önemli olduğunu, son zamanlarda hem kendi düşüncelerimde hem diğer herkesin düşüncelerinde, hem de her konuda yapılan tartışmalarda görünce anlamaya başladığımı sanıyorum.
Hepimiz insanız ve konuşabilen canlılarız. Çok büyük bir çoğunluğumuz okuma yazma da biliyoruz. Buna rağmen iletişim kurmakta sınıfta kalıyoruz Bu mesajımda yazacağım şeylerde kendimi ayrı tutmuyorum. Bu yazacaklarım herkesi kapsıyor, buna ben de dâhilim. Ama okumadan önce bu mesajda paylaştığım Youtube videosunu izlemenizi tavsiye ederim. (Türkçe altyazısı var)
Ancak ben Wittgenstein’ın bir şeyleri anlatmakta ustalaşmak ve doğru sözcükleri seçmek çabalarının yetersiz olduğuna da inanıyorum. Çünkü söylediklerimiz ve yazdıklarımız ne kadar açık ve anlamına tam olarak uygun sözcükler seçilmiş olursa olsun karşı tarafın zihninde öncelikle bir filtreden geçiyor.
Bu filtre ise o kişinin dünya görüşü, sözcüklere yüklediği anlam, sizin hakkınızda ne düşündüğü, sizi ne kadar doğru tanıdığı, ne kadar dikkatli dinlediği ve okuduğu, o sırada zihnini başka hangi konuların meşgul ettiği gibi bir sürü şeyden oluşuyor.
Hatta bence günümüz dünyasında ve özellikle de günümüz Türkiye’sinde sorun bundan daha derin. Başta siyasi tartışmalar olmak üzere her konuda sohbetler büyük bir çıkmaza giriyor ve taraflar birbirini hiç anlamıyor (bu forumda da böyle). Söylediğiniz şeyden tam tersi anlam çıkarılıyor ya da hiç söylemediğiniz şeyler söylenmiş sanılıyor. Aynı şekilde siz de karşı tarafı tamamen yanlış anlayabiliyorsunuz.
Duruma bakınca “Wittgenstein haklıymış” diyorum. Hatta “az bile söylemiş” de diyorum. Çünkü o, insanların birbirlerini dinledikleri ama doğru anlamadıkları durumlar hakkında yorumlar yapmıştı. Bizdeki durum bundan daha vahim. Bizde hiç dinlemeden yanıt vermek, aslında karşımızdakiyle değil, kafamızdaki varsayımlarla tartışmak var.
Günümüzde “bu fikir benim görüşüme aykırı, bunu dinlemeyi reddediyorum” mantığı var. “Bu kişi şöyle bir insan, söylediği şey ne olursa olsun yanlıştır, dinlememek gerek” mantığı var. Bir de internet çağı insanının birazcık uzun bir şeyi okuyamama, birkaç cümleden sonra dikkatinin dağılması, hatta buna zahmet etmeyip sadece başlığı okuyarak içeriğe yanıt vermeye çalışması durumları da var. Yani zihnimizdeki filtreler filtre olmaktan çıkıp resmen duvara dönüşüyor.
Wittgenstein internet trollerini ise hiç görmedi. Kendisinin bile katılmadığı bir düşünceyi, olabildiğince nefret uyandıracak şekilde seçilmiş kelimeler kullanarak savunan insanları görse ne derdi acaba?
Wittgenstein sosyal medyayı, onun ne kadar büyük yanılsamalar yarattığını ve yaydığını da görmedi. Sosyal medyadaki toksik iletişimler yüzünden engelleme ve sessize alma özelliklerinin bulunduğunu, bazı insanların engellediği kişi sayısının takip ettiği kişi sayısından fazla olduğunu da görmedi.
Bunları görse ne derdi acaba? “Bunlar benim zaten bildiğim ve ön gördüğüm şeyler” mi derdi, yoksa “bu kadarını ben bile ön görememiştim, durum neden bu kadar kötüleşti” mi derdi?