Felsefi Fikirleri Kurguya Yedirmek

Malumunuz, çoğu insan felsefe okumayı sevmez. Ancak felsefe, insan hayatında oldukça önemli bir yere sahiptir ve basit bir “Herkesin felsefesi var” cümlesine indirgenemez. Bu sebeple, onu kurguya yedirmeyi oldukça değerli bir uğraş olarak görüyorum, hele ki geniş bir kitleye hitap edebilecek şekilde.

Örnek verecek olursam, bu konuda, True Detective bir baş yapıttır. Yazından, Camus’nün romanları da aynı şekilde oldukça üst seviyelerdedir. Fantastik eserlerdense, Buz ve Ateşin Şarkısı serisi, oldukça güzel düşünülmüş felsefi alt metinlere sahiptir (savaş karşıtlığı ve ahlakın göreliliği gibi).

Sizce bunu başarmanın en iyi yolları nelerdir? Klasik bir şekilde, ders öğretir gibi aktarılamaz, daha incelikli çalışmak gerektiği bariz. Belki de, minimalist gitmek ve insan davranışlarıyla bunu aktarmak bir öncelik olmalı. Ancak nereye kadar davranış, nereye kadar konuşma, nereye kadar düşünce olmalı? Bunlar ve benzeri sorular hakkında neler düşünüyorsunuz?

2 Beğeni

Faust, Bulantı, Yabancı, Düşüş, Yeraltından Notlar, Usta ile Margarita ve daha saymaya üşendiğim nice roman…

Severek okuduğum, okuduktan sonra sürekli üzerine düşündüğüm kitaplarda dikkatimi çeken bir nokta mevcut, o da çatışma. O veya bu şekilde karakter birtakım olaylar sonrasında kendini bir çatışma ortasında buluyor. Meursault toplumla çatışırken, Mark Renton kendini ahlâkî bir ikilemde buluyor. Antoine Roquentin bir nesneyle dipsizliğe düşerek her şeye yabancılaşırken, Redrick Schuhart ise yaşadığı bir olayla daha önce yürümediği yollarda yürümeye başlıyor.

Uzun lâfın kısası, formül gibi yazmak gerekirse; karakteri koy, sonrasında onu muhtelif değerlerini ve düşüncelerini sorgulatacak bir duruma sok, o durum içerisinde karakterin yaptığı her şeyi felsefi bir temelde işle. O sebepten ötürü düşünce, diyalog, olaylar, konuşmalar, belirli bir noktadan sonra ortalık bayram yerine dönüyor. Benim başarılı ve iyi olarak nitelendirdiğim kitaplarda durum bu şekilde ve aynı yapıda yazmaya çalışıyorum.

4 Beğeni

Yazdığınız kitapların çoğu benim favorilerim arasında. Sadece Usta ile Margarita’yı duymamıştım, aklımda yer etti şimdi.

Çatışma zaten başarılı bir romanın kalbinde olması gereken bir şey, bunun en temel noktalardan birisi olduğunu söyleyebilirim. Bir olayı araç olarak kullanarak sorgulamaya itmek güzel fikir. Bu sorgulama kısmını işlemek daha çetrefilli tabii. Düşünce akışını aktarırken, deneme yazıyor gibi davranmamak gerekiyor. Aklınıza gelen bir fikir var mı bu konuda, veya yaptığınız bir gözlem?

Yorumunuz için teşekkürler.

2 Beğeni

Eğer ki politik altyapılı satirleri seviyorsanız, fantastikle de aranız varsa çok seversiniz. Düşünün, ben fantastikten nefret ederim, ona rağmen ilk on listeme sokarım bu başyapıtı. Bulgakov’un da etkisi çok büyük elbette ama, neyse, konuya döneyim ^^

Buna daha fazla katılamazdım. Aynen belirttiğiniz şekilde ilerleyen birkaç kitap okuma talihsizliğinde bulundum ne yazık ki, çekilir çile değildi. Bu hususta en çok dikkatimi çeken olay bilgi bombardımanı (info dumping) dediğimiz husus. Öyle ki bir noktadan sonra yeter artık diyorsunuz, bunalıyor insan. Ama bu da, hadsizlik etmek istemem fakat; direkt olarak yazarın yeteneği mi dersiniz, zekâsı mı dersiniz, edebî dili mi dersiniz, o şeyle alâkalı. Direkt olarak örnek eser belirtebilirim ama konuyu saptıracağından ötürü başka bir zaman erteliyorum bunu müsaadenizle ^^

Gözlemlerim mevcut bahsettiğiniz konuda, lâkin kendimi ehil görmemem hasebiyle tam olarak koymayayım bunları, zaten “bu bu böyle olmalı, en iyi şu şekilde olur.” tarzı olaylara ziyadesiyle mesafeliyim. Ben genel olarak büyük felâketlerdeki sıradan insanların büyük dertlerini ve çaresizliklerini seviyorum, bunları yaratmayı seviyorum yani. Seçki’nin 100. sayısında Soyuz diye bir öykü yazmıştım meselâ, oradaki Wolfgang karakteri Stalingrad’da bulunan bir Alman askeriydi ve aklında sevdiği kadın vardı. Yani tüm zamanların en büyük muharebesinde bulunan bir asker, ama sadece bedenen orada, ruhen ve zihnen bambaşka yerlerde.

Son yaşadığım aşk meselâ, hayatımın merkeziydi resmen. Ülkede savaş gibi GERÇEK bir felâket yok, hayat bir şekilde yaşanıyor. Sonrasında böyle bir şeyin olduğunu düşündüm, orduya alındığımı, ülkenin muhtelif yerlerinde çatışmalara girdiğimi ve sallıyorum iki veya üç yıl sonra o kadınla karşılaştığımı. Bir yanda kazanmak ve hayatta kalmak zorunda olduğunuz bir savaş, diğer yandaysa unuttuğunuzu sandığınız fakat sadece ve sadece bastırdığınız, geçmişinizden bugününüze gelen bir parça.

İç savaş temalı eserler vardır ya, kitap, film, hiç fark etmez. Kardeşler vardır ve farklı taraflara düşerler. Söylemek istediğimin kısa özeti bu. Benim de çoğunlukla uygulamaya çalıştığım şey bu. Kocaman bir dünyada yaşayan küçük insanlar ve o küçük insanların yaşadıkları dünyadan çok daha kocaman olan sonsuz iç dünyaları. Karşılaştıkları zorluklar, mücadeleler, verdikleri savaşlar, kaybettikleri, feda etmek zorunda kaldıkları ve daha niceleri…

Teşekkür bana ait, mükemmel bir konu açmışsınız. En ölü hâli bile “BİR ÖYKÜ NASIL YAZILIR?” başlıklı kitaplardan ve yazılardan daha gerçek.

3 Beğeni

Bu konuda en başarılı bulduğum çalışma bir bilgisayar oyunudur.

Planescape Torment :smiley:

Ahlak felsefesi, varoluşçuluk, uzay-zaman-çoklu evrenler teorisi ve benzeri her türlü öğeyi harika bir şekilde harmanlayıp, sizi olayların içine atıverir. Fazla anlatmak istemiyorum spoiler olmasın diye.

Fantastik alemleri ve felsefeyi sevenlere (ayıracak zamanı da olanlara tabi) şiddetle tavsiye edilir.

7 Beğeni

Filmloverss sitesindeki Matrix okumalarını öneririm herkese.