Forum Arkadaşlarınla Bir Maceraya Çık

Bu kara günlerde elimden geldiği kadarıyla bir şeyler karaladım. Hikayenin ikinci bölümünde hakkında atıp tuttuğum kişiler aşağıdadır:

@Ishamael @mit @magicalbronze @Son.of.Yona @cankutpotter @Vector @BiblofilYouTube @Ozgur @Ufuk @alper @erdo @Lezek @Lucifer @Bay_Karamsar

Hikayenin birinci bölümü şurada yer almaktadır.

HİÇLİĞİN BEKÇİSİ

-BÖLÜM 2-

Aslında herkesi derin bir yoksunluğun pençesine bırakan yolun çürük kokusundan başka bir şey değildi ama kimsenin bunu çaktırmak gibi bir niyeti yoktu. Sishamael ağzındaki buruk tadı gidermek istercesine ağzını açıp kapattı fakat faydası olmadığı yüzünün geri kalanından belliydi. Kimsenin adını hatırlamadığı bir savaşta barış oku niyetine atılan son ok tabii ki de Son.ok.Kona’nın kafasına isabet etmişti ve bu ok şu an kafasından kaçıp gitmek ister gibi eğilmişti. Bu da kokunun ne derece mide bulandırıcı olduğunu kanıtlar nitelikteydi derdik ama bu laf kalabalıklarına gerek kalmadan Öksürce korkunç öksürüklere gark olarak tüm bakışları üstüne çekti.

“Kopatin su lanetolsığ kapiyıh.” diye canhıraş bağırdı.

Cadı’nın şapkası sünmüştü. Alpler buruşup bir köşeye yığılmıştı. Üfük “hüh, hüh” ya da “püh, püh,” gibi sesler çıkartıyordu ve… Aman Lanetli Tanrılar! O da nesiydi? Merdo… Merdo… Merdo. Eh, Merdo’ya ne olduğunu ancak Kazan bilebilirdi ve o tarafa bakmamanızı tavsiye edecek tek kişi Bay Karamsar’dan başkası değildi ki onun da içinde yükselen kelimeler birkaç dakikaya dudaklarından çıkacak gibiydi.

Neredeyse konuşacak kadar varlığını hissettiren hastalıklı koku evine daha fazla süzülmeden kapının kapanmasını istedi Cadı. Dışarıda kalan Son.ok.Kona’nın çığlıkları herkesi elbette rahatsız etti fakat bazen çok da şey etmemek gerektiğini herkes artık öğrenmişti. Tam bu sırada MagicalKronze “Evden bir türlü çıkamıyorum.” dedi içli içli aslında evden çıkmış olduğunun farkında olmadan.

Size burada bir de Sit’ten bahsetmek isteriz. Sit, evde oturma tanrısının ta kendisidir ve eğer onunla uğraşırsanız bütün ömrünüzü evde oturarak geçirmenize sebep olabilir. Hatta başka bir evrendeki Kokona Virüs sebebiyle insanların evde oturmasının nedeninin de kendisi olduğu Tanrılar Gazatesi’ndeki söylentilerden birisidir fakat bunu da çok şey yapmıyoruz. Anlarsınız ya…

Tüm bu düşünsel kalabalığın içinden kendisini sıyıran Cadı, Sishamael’e döndü.

“Hiçlik de ne demek?”

“Hiçlik demek.”

“Yani, her şey zıvanadan çıktı mı demek istiyorsun?”

“Kesinlikle.”

“O zaman gidip bakmamız gerekecek.” dedi Cadı başını sallayarak.

Cadı derin bir iç çekip evdekilere şöyle bir göz gezdirdi ve kimsenin duymak istemediği o cümleyi söyledi.

“Evimi boşaltın!”

Gönülsüz mırıldanmalar, öksürükler, ayak sürmeler kapının hızla açılması ile bir anda kesildi. Herkes isteksizce dışarı çıkarken Son.ok.Kona’nın olduğu tarafa bakmamaya çalıştı. Son.ok.Kona, buruşuk devasa bir eriğe benziyordu. Kapıyı kapatan Cadı elinde süpürgesiyle yol ayrımına doğru yürümeye başladı. Peşinden gelen herkes yürüyen ölülere benziyordu fakat bunun tek görsel kanıtı Merdo’nun kendisinden başkası değildi.

Yol ayrımındaki tabela iki yönü işaret ediyordu ve ikisinin de üstünde hiçbir şey yazmıyordu. Alakasız grup yolun ortasında durmuş bu yalnız direğin üstündeki iki çubuğa bakarken birisinin yaklaştığını hissettiler.

“Pek muhterem insan kal- öhöm! Varlıklar kalabalığı,” diyerek söze başladı yabancı “Ben Cankutnoter. Evrenin bana vermiş olduğu yetkiye ve Neolduğunubilmesinizsiz’in raporuna göre Deli Cadı Agabe’nin tekinsiz yol ayrımında bir maceranın ilk adımları atılmıştır. Bahsi geçen kişiler siz misiniz?”

Cadı tek kaşını kaldırarak adama baktı. Burnunda yarım daire gözlükleriyle elinde bir deftere not alan tipik bir macera noterine benziyordu ve Cadı bundan hiç hoşlanmamıştı. Yasal kayıtlara geçecek kadar büyük maceraları sevmezdi. Maceraları severdi ama yalnız tek başına çıkılanları severdi ve şu an bundan çok uzaktaydı. Sivri tırnakları kadar sivri olan burnunu kaşıyarak “Belki, galiba, hiç sanmam,” dedi.

“Cadı Agabe siz misiniz?”

“Belki benimdir belki de içimdeki benlerden birisidir.”

“Evet, evet içinizdeki benlerle birlikte tam 47 kişi oluyorsunuz.”

“Olabiliriz?”

Cankutnoter elindeki defteri doldururken uzun bir sessizlik yaşandı. Yaşanan bu sessizliği ve kafalardaki soru işaretini fark eden Cankutnoter yazmaya ara verip gülümsedi.

“Siz bana aldırış etmeyin, ben hikayenizin notlarını alacağım.”

Öfkesi midesinde fokurdamaya başlayan Cadı Agabe hışımla arkasını döner dönmez kulakları tırmalayan bir ses duyuldu. Bu sesin ne olduğunu bilecek kadar yolda yaşamıştı.

“Bu da ne hüh, püh, füh.” dedi Üfük.

“Öh-heöö, sektööer.” diyerek Üfük’ü düzeltti Öksürce ne kadar başarabildiyse.

Her şeyi bilmekten bıkan Cadı şuracıkta herkesi kurbağaya çevirip huzurlu bir nefes almak istese de yapmadı çünkü kayıtlara geçecek bir kurbağa vakasının öncüsü olmak istemiyordu. Sonuçta herkesin bildiği gibi teker teker bir şeyleri dönüştürürseniz kimsenin umurunda olmazdı.

“Efendim, tekinsiz geceleriniz alametli olsun. Bendeniz Sektör. Kurumumuza gelen-“

“Kim olduğunu biliyorum ve kesinlikle istemiyoruz.” dedi Cadı.

“Fakat efendim maceranızda kalacak yer, yiyecek yemek ve birtakım ihtiyaçlarınız olacağını biliyorsunuz. Ben Sektör olarak sizlere her türlü destek vermek için gönderildim.”

“Öhöm,” dedi Cankutnoter araya karışacağının emaresi olarak. “Bence kabul ederseniz daha kaliteli bir maceranız olabilir. Sonuçta bunu sizden sonraki bütün nesiller okuyacak.”

Cadı Agabe tırnaklarıyla çenesini sıvazlayarak düşünmeye başladı. Sonraki tüm nesiller… Bu hiç hoşuna gitmemişti. Tüm dünyayı kurbağa yapsa aslında hiç sorun kalmazdı fakat tam bu noktada bunun için gerekecek malzemeleri ve hazırlık aşamasını düşününce çok üşendi. Bu gerçekten meşakkatli bir şeydi ve o böyle şeyleri sevmezdi. Eh, aslında kurbağaları da çok sevmezdi ve o kadar kurbağayla aynı dünyada yaşamak yaşam standartlarını asla karşılamıyordu. Cadı kendi düşünlerinde çalkalanırken arka planda şunlar oluyordu:

Öksürce öksürmeye devam ederken etrafındakiler yavaş yavaş ondan uzaklaşıyordu. Bunun bir sebebi de öksürdükçe yeşile çalan teni olabilirdi ama burasını çok da şey yapmıyoruz. Üfük’ün hüfürükleri gittikçe iç karartıcı şekle bürünmüştü. Üstelik bazen kendisini öyle bir kaptırıyordu ki tükürükleri etrafa saçılıyordu. Alpler ekşi bir suratla tabelanın önünde duruyordu. Besbelli bu durum onun hiç hoşuna gitmiyordu çünkü okunacak bir şey olmayacaksa tabela koymanın ne anlamı vardı ki? Elini arada sırada cebine götürüp bir şey yazma isteğinin önüne geçmeye çalıştığı kayıtlara çoktan geçmişti. Bay Karamsar sürekli kafasında bir şeyleri evirip çeviriyor ama ne zaman konuşacak olsa sanki daha iyi cümleler bulmuş gibi başa sarıyordu. Sishamael pelerinini kabartıyor ve artistik bir duruş deniyordu. İçine sinmemiş olacak ki bunu defalarca deneyip havalı bir duruş bulmaya çalışıyordu. Merdo… sürekli “Buramda ne var?” diyerek bir yerini gösterip soru soruyordu ama herkes lafı geçiştiriyordu. Bu sırada Cankutnoter tam da Merdo’nun betimlemesine geçmişti. Şöyle yazıyordu:

“Gözleri pörtlemiş bir hortlak gibiydi. Teni yapış yapış ve kahverengiydi. Dudakları mor dut gibi boğum boğum ve konuştukça çenesine bakılası güç sıvılar akıyordu. Kokusu o kadar keskindi ki ona doğru döndüğünüzde bile gözleriniz yaşarırdı. Neyse ki onun bunu koklayacak bir burnu yoktu. Bununun olduğu yer kocaman bir oyuktan ibaretti.”

Bu sırada sektör heyecanlı bir bekleyiş içinde broşürlerini çıkartmıştı. Nereden bakarsanız bakın onlarca kampanya vardı. Göz ucuyla bunları gören cadının içinde öfke kasırgaları esiyordu.

“İyi, tamam!” dedi Agabe sonunda.

Sektör’ün gözleri parladı. O kadar heyecanlandı ki bir şey diyemeden sadece “Ih,” diyerek bütün broşürleri cadının burnunun dibine uzattı.

Cadının şapkası dikleşti, burnu titremeye başladı. Birkaç tutam saç bütünlüğünden fırlayıp kıvrıldı. Tek kaşı kalktı ve bir gözü yavaş yavaş dönmeye başladı. Bu sırada içindeki benlerden biri “Hişt…” dedi. Bu en kilit kişiliğiydi ve onun uyarılarını her zaman dinlerdi. Derin bir nefes aldı.

“Yolda incelesem daha iyi olacak,” diyerek gelişine bir yola saparak yürümeye başladı. Attığı her adımla birlikte sağında solunda bulunan çimler sararıp soluyordu. İğne yapraklı ağaçlar bile iğnelerini döküyordu. Pek tabii bütün bunlar kayıtlara geçiyordu.

Sishamael önden giden cadıya sessizce yetişti.

“Bu iyi değil,” dedi.

“Biliyorum,”

“Herkes Hiçlik’e girerse ne olacağını biliyorsun… Hiçlik, onları yutacak!”

“Bizimle birlikte evet, biliyorum. Peki, ya Pusuver?”

“Bir yere pusmuş bekliyordur, her zamanki gibi.”

“Doğru… Aman neyse onu da gelecekteki biz düşünsün!”

Sishamael tam bir şey diyecekken cadı bir anda durdu. Yolun ötesi sisliydi. Sishamael’e bir bakış atınca Sishamael omuzlarını silkti ve bilindik gülümsemesi yüzüne yayıldı. “Eh,” dedi cadı “sen böyle seviyorsan…”

Onlar durup böyle kendi aralarında kritik yaparken arkadaki grup hayretler içinde önlerine bile bakmadan yürüyorlardı.

“Eeöö,” dedi Öksürce “Sonra ne olmuş peki?”

“Ne olacak,” diye yanıtladı yabancı “Cadı içindeki benlerden birisini benliğinden ayırmış ve uzaklara göndermiş. Bu yüzden 47 benliği var. Hatta bazıları 52 benliği olduğunu da söylüyor ama o da başka bir hikaye, başka bir zaman anlatılmalı. Yani… Cadı olsa böyle söylerdi.”

“Üff, nereye göndermiş peki?” diye sordu Üfük.

“Kimse bilmiyor ama bazıları diyor ki Sishamael biliyormuş.”

“Yani?” dedi Alpler. “Bize ne bunlardan ki? Hem zaten neden gidiyoruz anlamıyorum. Evde oturup Hiçlik’i beklesek daha iyiydi. O bize gelsin. Arayıp gelmesini söyleyemiyor muyuz?”

“Hiçlik gelemez ki! O sadece durur ve sen ona gidersin.” diye yanıtladı yabancı.

Alpler suratı astı. “Ne saçmalık! Hangi devirde yaşıyoruz!”

“Eee,” dedi Cankutnoter “Tam olarak 13. Cadı yılı, Kurbağa ayındayız.” Bu sırada artık tek eliyle yetişemediğinden iki eliyle birlikte yazmayı sürdürüyordu.

“Neyse, neyse” dedi yabancı “Hiçlik’te Pusuver diye biri varmış. Onun için şeytanın ta kendisi diyorlar. Buna ne diyeceksiniz?”

Tam bu sırada cadıyla Sishamael’in dibine kadar gelmiş grup bir anda durdu.

“Bu da kim?” diye sordu Agabe.

“Ben Gezek,” dedi yabancı olarak kalması tercih edilen kişi.

“Sen de kimsin?” dedi Sishamael.

“Gezek dedim ya!” diye terslendi Gezek.

Cadı iç geçirdi. “Nereden çıktın demek istiyoruz ve burada ne yapıyorsun?”

“Ben oradan oraya gidip gelen bir gezginim. Gezmeyi çok severim. Aslında benim gibi muhteşem bir kişiliğin sizin gibi paçozlarla pek işi yok ama yine de vaktim bol olunca bir bakayım dedim.”

“İyi, baktın ve muhteşem kişiliğini de alarak biz paçozları burada bırakıp gidebilirsin!” diye cevap verdi cadı.

“Aslında…” Cankutnoter cadıyla göz göze gelince biraz tereddüt etti ama yine de konuşmakla yükümlüydü. “Kurallar gereği kalmak istiyorsa kalabilir.”

“Kurallardan nefret ediyorum!”

“Al benden de o kadar!” diye ona katıldı Sishamael.

Bu sırada Gezek eliyle ağzını siper ederek gruba fısıldadı. “Huysuz olduklarını söylemiş miydim? Hep Hiçlik yüzündenmiş.”

“Hüüf,” demekle yetindi Üfük.

Alpler’in aklı ise MagicalKronze’da kalmıştı. Sahi o evde kalabilirken kendisi neden bunca zahmete girmek durumunda kalıyordu ki? Muhtemelen Sit yüzündendir, diye düşündü. Aynı anda okuduğu yetmiş iki kitabı düşünüp içerlendi. Üfük’ün hüfürtüsü de tüm bu düşüncelerini ifade eder nitelikteydi.

“Bu iş gittikçe çığırından çıkıyor.” dedi Agabe.

“Bu iş git-tik-çe çığ-rın-dan çı-kı-yor,” de-di Ca-dı A-ga-be gö-zü se-ği-rir-ken. Bir yan-dan da “Acaba her şey için çok mu geç?” diye dü-şü-nü-yor-du. Tam bu sı-ra-da grup çok ses-siz-leş-miş ve Can-kut-no-ter’in far-kın-da ol-ma-dan söyleyerek yaz-dık-ları-nı dinliyorlardı şa-şa-lamış bir hal-de.

Cankutnoter kendinden memnun bir şekilde son yazdıklarına baktı.

“Özür dilerim… Bazen kendimi kaptırıyorum da.”

“Onu fark ettik.” dedi Cadı.

“Dünya insan hakları savunucularına göre –pek tabii ben de aynı şekilde düşünüyorum- her birey kendi istediğini yapmakta özgürdür. Söylediklerinden ve söyleyeceklerinden yalnızca kendisi sorumlu tutulur. Aynı zamanda hayvan hakları savunucularına göre de hayvanlar da birer canlı ve onların da kendilerine göre hakları vardır. Bu durumda…”

Üfük’ün “Öff…” diye serzenişte bulunmasıyla birlikte grup hızlıca yol almaya başlarken Bay Karamsar işaret parmağı havada, gözleri kapalı konuşmaya devam ediyordu. Neyse ki grup uzaklaştıkça ses gittikçe azalmış ve sis de etraflarını iyiden iyiye sarmalamıştı. Hiç kimse halinden tam olarak memnun değildi ama en azından uzun bir tiradın lakırdısından kurtuldukları için nispeten mutlu sayılırlardı.

Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler desek de ne dere ne de tepe vardı ortalıkta ama kesinlikle az ve uz gitmişlerdi ki sislerin arasından bir ses yükseldi.

“Destuuuuurrr! Yolun fedaisi, sessizliğin sesi, kaybolmuşların naibi Münzevisultan-han-han hazretlerine yol açın!”

“Anam!” dedi alnına şap diye vuran Agabe. “Bu deliyi hepten unuttuk!”

“Şimdi yolu avuçladık işte!” diyerek ona katıldı Sishamael.

24 Beğeni