Forum Arkadaşlarınla Bir Maceraya Çık

Teşekkür ederim.

Kazan’ı boş ver, sen kendine bak.

6 Beğeni

Şurayı biraz dürtelim…

5 Beğeni

Ben de içimdeki benleri dürteyim. :sweat_smile: Bir süre daha mümkün değilmiş. Hımpf, yapıyorlar. :buyucu:

5 Beğeni

Bu nerden geliyor diye merak ediyordum :slight_smile:

1 Beğeni

Tam olarak bir alakası yok. :slight_smile:

1 Beğeni

Aslında demek istediğim şuydu: Forum isminin yanında “Hiçliği bekçisi…” yazıyor. O nereden geliyor diye merak ediyordum.

1 Beğeni

Yukarıdan tanıdıkları var.

1 Beğeni

Çok eski bir şey. Hikayesi uzun ve sıkıcı. :smiley:

5 Beğeni

4gönderiler yeni bir konuya bölündü: Azerice Bir Öykü

nyjwf3ce9d

Çok güzel olmuş gerçekten.Devamını sabırsızlıkla bekliyorum. :buyucu:

10 Beğeni

Süpürgeyi javelin’le vurmak için geç kaldım sanırım :thinking:

Cadının gazabına uğrama da. :frog:

Başarılar diliyorum. :slightly_smiling_face:

2 Beğeni

Hâlâ bekliyorum. İki sene filan olacak. Ben yaşlı bir cadıyım. Çekincelerinden sıyrıl. İnsan yaza yaza gelişiyor.

5 Beğeni

Bu mesajı silmeyin ama :slight_smile: Başarılar ve yazarken iyi eğlenceler:)

5 Beğeni

Motivasyon önemli diye duymuştum… :frog:

@Vector maceralarını yazmazsa kurbağa olsun diyenler?
  • Olsun
  • Olmasın

0 oylayanlar

7 Beğeni

Mutlaka yazmalı. Yoksa :frog: olsun.

2 Beğeni

Valla yazarsanız keyifle okuruz orası ayrı da sayın cadı insanımızın üslubuna çok alıştık o yüzden ben kalsın dedim ne yalan söyleyeyim :slight_smile: Şimdi 15 yazarlı Ejderha Mızrağı Serisine dönmesin iş diye yani sadece :smiley:

2 Beğeni

Öhöm… @Vector:frog:

4 Beğeni

Yazarları sıkıştırmak genelde mantıklı bir seçenek değildir(kalitenin düşeceğine eminim) ama siz bilirsiniz.

1 Beğeni

Okurken eğlenmeniz dileğiyle.


UYARI: Bu öykü @Agape’nin gerçek kişilerden ve hikayelerden esinlenilerek tamamen çarpıtılmış olan öykü serisine yazılmış bir yan hikayedir. Eğer hikayede tanıdık birilerine rastladığınızı düşünüyorsanız kesinlikle yanılıyor sayılmazsınız ama yine de çok şey etmeyin. Okuyacağınız öykü bin altı yüz küsur kelimedir. Ayrıca bu hikayede bir ihtimal @BiblofilYouTube @cankutpotter @Bay_Karamsar @Ozgur @Vector @Lucifer @Agape gibi tanıdığınız, bildiğiniz kişilere rastladığınızı düşünebilirsiniz. Bundan kesinlikle biz sorumlu değiliz. Hikaye kendi karakterlerini kendisi seçip isimleri de kendisi vermiştir. Saygı ve sevgilerimizle…
İmza: Tüm Agapelerin tüm yardımcıları.

Cadı’nın Kıkırdaması |

Ve Cadı göklerden kıkırdadı. Süpürgesinin hışırtısından rüzgar bile çekip gitmişti. Mor şapkası soğukta tak-tak takırdıyordu.

MünzeviSultan olmayan ama hep var olduğunu hayal ve umut ettiği uzun saçlarını geriye savurarak dikti gözlerini göklere ve haykırdı:

-Bana bir kılıç veriiin!

Bütün tekinsizlik dev bir yolu süpürür gibi hışırdadı ve gitti. MünzeviSultan dillere destan yürüyüşüyle, hiçbir zaman varmadığı ve hiçbir zaman varmayacağı hedefine emin adımlarla ilerlemeye başladı: Üç ileri, iki geri.

Sonraki -yahut önceki- bir zamanda, sanki fark edilmemesi için özellikle gizlenmiş ve ölü bir dilde yazılmış -tabii ki evren kayıtçısı Cankutnoter’in kaleme aldığı- belgelerden öğrendiğimize göre; MünzeviSultan’ın dua ettiği an tam da kovulmuş kırk yedinci benliğin (Cadı’nın benliklerini kırk sekize, bir rivayete göreyse elli üçe tamamlayan) kıkırdamaya başladığı anlara denk gelmişti…

Az gitti, buz gitti, kaya kaya düz gitti. Soğuk dünyaların soğuk kanlı trollerinin buzdan imal edilmiş kılıçlarından ve sıcak dünyaların sıcak alevli (soğuk alevli olanların, Cankutnoter’in henüz öğerenci olduğu ve kayıt tutmadığı tarih öncesi çağlarda sürgün edildiği iddiaları hep söylenegelmiştir) şeytanlarının ateş gürzlerinden ve su diyarının gelgitlerinden kaçınmaksızın ilerledi: Üç ileri, iki geri. İlerleyişinin Kurbağa ayına girdiği ve de Hiçlik Ormanının kıyılarına ulaştığında evren-kayıtçısı Cankutnoter ve BayKötümser’i buldu. Ya da kimbilir, belki onlar MünzeviSultan’ı bulmuştu. Bir arada görmeyi en son bekleyeceği iki kişiyi beraber görünce ne yapacağını şaşıran MünzeviSultan, benliğinin derinlerinde yankılanan sesleri açığa vurdu ve varlığını duyurdu:

-Destuuuuuuurr! Yolun fedaisi, sessizliğin sesi, kaybolmuşların naibi MünzeviSultan geliyor!

Cankutnoter yüzünde perdeli bir ifadeyle BayKötümsere baktı ve bir şeyler fısıldadı. BayKötümser tüm kötümserliğiyle başka bir şey yapamayacaklarını söyledi ve beklemeye koyuldular. MünzeviSultan şimdi onlara doğru emin adımlarla ilerliyordu: Üç ileri, iki geri.

Yaklaşık yarım saatlik sıkıntılı, az biraz da titremeli (Hiçlik’in neden olduğu ürperti) bekleyiş, MünzeviSultan onların yanına gelebildiğinde BayKötümser’in somurtarak arkalarındaki Ejderağacından yapılma sandıktan bir kılıç çıkarıp ona vermesiyle sonlandı. Cankutnoter evrenin kendisine verdiği yetkiyle elinden hiç düşürmediği kağıdı ve kalemini şevkle işletirken, BayKötümser kılıcın MünzeviSultan’a verilme sebebini ve özelliklerini anlatmaya başlamıştı bile.

Tahmin ettiğiniz üzere BayKötümser daha ikinci paragrafa başlamışken MünzeviSultan çatallanan yolun sol tarafında ilerlemeye karar vermişti. Bir yandan etrafını kolaçan ederken, diğer yandan umursamazlıkla türküler, marşlar mırıldanıyor; Sektör’e burada bir ev yaptırmak için kaç kavanoz büyü ödemesi gerekebileceğini hesaplıyordu. Tam da o anda, orada, evet evet oracıkta bir ayrıkotu vardı.

Hayal gördüğünü zannetti. Kendini çimdikledi. Su içti, gözlerini ovuşturdu. Yerlerde yuvarlanıp kurbağa gibi zıpladı. Son çare olarak Ayıltı Büyüsünü yudumladı. Hala oradaydı işte! Bunca zaman içinde tam da şu anda, ve bu kadar yaratık içinde ona saklamış olamazdı ya kendini? Sakınlıkla cadının işi olmasındı bu? Yine de kendini tutamadı. Nasıl tutardı? Bin yıldan bu yana karanlık dünyalarının bağrında yetişmiş ilk ayrık otuydu bu belki de. Yüzlerce kavanoz bile bu otun yanında değersiz sayılabilirdi.

Bundan elde edeceği gelirle bir değil on ev bile yaptıracak kadar büyüye sahip olabilirdi. Hırstan adeta gözü kör olmuştu. Tüm dikkati tek bir noktada toplanmıştı. O an Öksürce bile yanaşsa fark etmezdi, etmedi de…

Bitkiyi koparmak için üzerine atılacaktı ki Öksürce önüne dikildi:

-Ne yaptığını sanıyorsun deli veli öhöhhöhöh-?

-Çekil yolumdan Öksürce.

-İlk ben gördüm onu, buradan ahö-ayrılacak biri varsa o sensin deli veli-ööööhöhöhöhö-.

-Çekil dedim, tepelerim haa!

-Hele bir dene… Öhöhöhö

Öksürce’nin öksürmesini fırsat bilen MünzeviSultan kılıcını savurdu. Öksürce’ye tam isabetle vurmuştu. Ancak normalde ortadan ikiye bölünmüş olması gereken Öksürce, tek parça halinde olduğu yerdeydi. İkisi de Öksürcenin gölgesine olanların farkında değildi o sırada… Bu hamleden sağ kurtulan Öksürce, öksürüklerini konuşma diline çevirmekle vakit kaybetmek yerine otu koparmış, zıplayarak uzaklaşmaya başlamıştı bile.

Acı acı gülümsedi MünzeviSultan. Saçlarını (olmayan) savurdu geriye ve dikti gözlerini göklere:

-Ey Cadı, bilge Cadı. iki kavanoz büyüyü üç kavanoz büyü fiyatına satan Cadı. En başından bunların senin işin olduğunu tahmin etmeliydim. Önce bana bu işe yaramaz kılıcı gönderdin, sonra da bu ayrık otunu karşıma çıkardın. Öksürceyi de otu almaya gönderdin. Kör talihimin döndüğünü zannetmiştim. Ne kadar da akılsızmışım meğer. Senin gönderdiğin kılıçtan hayır gelmez bana. Kendimi bu işe yaramaz kılıçtan azat ediyorum. Merak ediyorum, buna da gülebilecek misin?

Cadı kıkırdadı. Olaylar beklediğinden de ilginç bir hale bürünmekteydi. Heyecandan dikleşen şapkası da durumun farkındaydı elbet. Tam da bu yüzden tüm yaratıkları kurbağaya çevirmiyordu, onu eğlendiriyorlardı -ve tabii böyle bir büyüyü yapmak çok pahalı olurdu. Rüzgar çekip gitmişti. Tekinsizlik her yerde ve hiçbir yerdeydi. Tam da Cadı’nın sevdiği gibiydi. Bir kez daha kıkırdadı ve süpürgesini hışırdattı.

MünzeviSultan iki eliyle havaya kaldırdığı kılıcı eğdiği başının üzerinde tutuyordu. Diz çöktü. Bir şeyler mırıldandı. Ve kılıcı rastgele bir yöne fırlattı. Kendisini hafiflemiş hissediyordu. O an Hiçlik Ormanı’ndan bile geçebilecek olduğunu düşündü, ancak bunu yapamayacağını biliyordu derinde. İlerlemeye başladı. üç adım ileri gitti, iki adım geri geldi. Başına sert bir şey çarptı. Gözleri karardı. Benliğinin bir prçası da gözleri gibi kararmıştı sanki. Sonra bilincini yitirdi.

Tüm bunlar yaşanırken, olanlardan habersiz Pusuver pustuğu çalıdan fırlamış, önüne düşen kılıcı kapıp koşmaya başlamıştı. O da ne denli büyük bir olayın içinde olduğunun idrakine varmış değildi. Yine de koştu, hiç durmamacasına. Dünyanın düzleştiği ilk günlerden kalma mahzenlere girene kadar yavaşlayacak cesareti bir türlü bulamadı. Ne bir kovalayan, ne de bir tehlike yoktu oysa. Ya vardıysa?

Karanlık, tozlu ve lanetli dehlizlere girince derin derin nefeslendi bir “Oh!” eşliğinde. Bu kılıç sıradan değildi, biliyordu. Neden? İşte bu cevabını henüz bulmamış br soruydu.


Başından sızıp ufak bir gölcük oluşturmuş kanların arasından inleyerek uyanan MünzeviSultan’ın aklında gerçekler ve rüyaları bir olmuş, ona oyunlar oynuyordu. Başını hızlıca sallayarak onlardan kurtuldu ve etrafına bakındı. Olduğu yerdeydi (xd). Yani neredeydi? Belleğini zorladı ve kafasına aldığı darbeyi hatırladı. Hala darbe aldığı yerdeydi. Kim onun gibi bir deliye vurup kuş uçmaz kervan… eh işte belki geçer. Aman neyse, öyle bir yerde kim adam bayıltırdı ki?

“Sen artık çok özel birisin MünzeviSultan. Kikiki. Nasıl da özlemişim bir şeklimin olmasını ayol. Hhihihi.”

Cadının sesi miydi bu? Yok yok, rüyalar geri gelmiş akıllarınca onunla dalga geçiyordu. Onları kovalamak için başını hızla sağa sola salladı.

"Ahahaha. Hiç güleceğim yoktu. Aslında vardı, her şeye gülerim ben. Rüya değilim, yerdeyim. Sen beni bilmezsin, ben seni bilirim. Hihihihi.”

MünzeviSultanın aklı iyice karışmıştı. Yerde gölgesinden başka bir şey yoktu. Üç kez şapka bir kez süpürge dedi. Sessizliğin sesi bizzat kendisi değil miydi? Cevabını bilmediği sorular vardı.

“Hâlâ çok güçsüzüm. Cadımsı beni kovdu kovalı eski halime kavuşamadım. Ama şimdi senin sayende hakkım olan yeri yeniden elde edebileceğim hihihihi.”

-Sen de kimsin? Neredesin? Ben yolların fedaisi, sessizliğin sesi, kaybolmuşların naibi MünzeviSultan değil miyim?

" Ben eksik olanım, yokluğunda var olanım. Hakkı çalınan, evinden kovulanım. Gölgendeyim. Daha doğrusu gölgenim. Seninkini Hiçlik Ormanına attım, ben daha güzelim hihihi. Henüz güçsüz olduğumdan sen hareket etmedikçe hareket edemiyorum. Ama güçlendiğim zaman vücudunu bile kontrol edebilirim. Nihahaha.”

MünzeviSultan mırıldandı:

-Eksik olan, yokluğunda var olan…

Gözler fal taşı gibi açıldı, beyninin çağrısını duyan korku bütün haşmetiyle arzı endam eyledi. Beti benzi attı.

"N’oldu MünzeviSultan? Sen değil misin Kayıpların Naibi? Ben kayıptım, buldun beni- ben mi seni buldum yoksa hihhyt. Var olma amacını yerine getirme fırsatını sundum sana. “

-Yoksa… Hayır! Sonsuza kadar lanetlenecek ruhum. Var olmak bile çok görülecek, bir “yok” olarak Hiçlik Ormanına atılacağım. Neden bunlar geldi başıma yüce Cadı? Duy sesimi, işe yaramaz kılıcı gönderdiğin gibi.

"Ayol o kılıcı da ben gönderdim sana. Atman biraz planlarımı örseledi ama olasılıklar lehime. O cadı müsveddesini beni mahkum ettiği cezayla cezalandıracağım. Tüm benliklerini ayrı ayrı söküp Hiçlik Ormanına atacağım! Hımpf hariç. Onunla ne de güzel anlaşırdım. Niahahahaahah. Beğendin mi MünzeviSultan? Bana yardımcı olacak mısın?”

-Asla! Cadının sözünden çıkmam ben. En son çıktığımda aklımı başımdan aldıydı da bir yıl öyle gezdiydim.

Bunu derken o günleri hatırlamanın verdiği tiksintiyle yüzünü buruşturdu.

"Ben sana çok iyi davranacağım. Hiç kimse seni üzmeyecek. Üzenleri Hiçlik Ormanı’na atacağız. Ne dersin? “

MünzeviSultan’ın aklının karışıklığı bedenine yansımıştı. Duruşu karmaşanın vücut bulmuş haliydi.

"Düşünecek bolca zamanın var. Beraber çok vakit geçireceğiz. Benim sana sunacaklarımı cadımsı hayatta vermez, bunu unutma MünzeviSultan.”

Kırk yedinci benlik bunları derken sanki MünzeviSultan’ın gölgesi ondan bağımsız olarak gülümsemişti.


Okşadı, parlattı. Güzel sözler söyledi. “Kılıcımıss”. Kapının önüne gelmişti. İçeri girip girmemekte kararsız geçirdiği onca yılın ardından, güçlü bir kılıçla, tüm istilacı yaratıkları mahzenlerden kovacaktı. Heyecan dalga dalga yükselirken bedeninden, zaferi şimdiden hisssedebiliyordu. Kapıyı tekmeledi. Yerin üstünden kovulmuş tüm yaratıklarla göz göze geldi. Kendinden emin çekti kılıcını.


Bay Kötümser, sözlerine son veriyordu:

"Kısaca bu kılıç, Cadı’nın kovulmuş kırk yedinci benliğinin yokluğun harabelerinde öfkeyle dövdüğü kılıçtır. Bununla hiçbir canlının bedenine, yaşamına zarar verilemez. Ancak bu kılıçla vurulan her canlının gölgesi kırılır ve kovulan benlik bundan beslenir. Benliğin neler yapabileceğini kimse bilmiyor. Eski bir diyar-deyimine göre ‘Yetince kırk yedinciye gölgeler, dilediğini yapar.’ "

CankutNoter son kelimeyi de yazdıktan sonra Bay Kötümser’i kuvvetle alkışladı. Bay Kötümser ona döndü:

-Hangi kısımda gitti?

-İkinci paragrafın başında.

İç geçirdi:

-Yine dinlenmedim demek.

-Ben dinledim.

Cankutnoter gülümsedi. Bay Kötümser de neşeyle somurttu:

-Peki hangi yolu seçti?

-Soldakini.

-Neden hep ötekini seçmeleri gerekir ki?

-…


"Hissediyor musun MünzeviSultan? Ooo. Çok iyi hissettiriyor. Sen de duyumsuyor musun güçlendiğimi?”

-Hissetsem ne fark edecek ki?

" Öğreneceksin."


Karanlık inlerinde, yaratılışta mayası çirkinlikle yoğrulmuş canavarları birer birer kesiyordu Pusuver. En azından kestiğini zannediyordu. Canavarlarsa şaşkınlıkla elindeki kör kılıçla kendilerine vuran minik şeyi izliyorlardı. Pusuver işini bitirmiş, odadan ayrılırken kimse neler olduğunu anlamamıştı. Eski kitaplarda yazdığına göre bu olay canvarlar arasında br halk hikayesinin doğuşuna sebep olmuştu (beklenmedik veya anlam verilemeyen olaylar yaşanınca anlatılıp feyiz alınan bir halk hikayesi).

Tüm bu kesme-biçme işinden yorulan Pusuver, ağrıyan kaslarını ovuşturarak yatağına (birkaç yaprak ve saman balyasından mürekkep yatağına) uzandı. Kılıcını yatağın hemen yanına saplamıştı. Uyandığında onu bıraktığı yerde bulamayıp, sonsuza dek bir yerlerde pusarak arayacağını bilse, uyuması mümkün olmazdı muhakkak.


-Ben bu kılıçtan azat etmiştim kendimi. Nasıl tekrar elime alırım? Hem sen nasıl onun yerini bildin? Kaybolan şeylerin yerini sadece Cadı bilir sanırdım.

“Daha çok şey öğreneceksin MünzeviSultan. Şimdilik tek bilmen gereken, gerçek cadının ben olduğu. Diğerleri beni çekemediler. Hep neşeli ve yetenekli olmam onları çileden çıkarırdı (Hımpf sadece hımpflardı). Ahahahah. Şimdi hepsinden intikamımı alacağım. Teker teker! Bana yardım ettiğin için seni de dünyanın hükümdarı yapacağım. Nihahahahaaha. Bekle beni cadımsı, sizin için geliyorum.”

Kırk yedinci benliğin çılgın kahkahaları mahzenleri doldurdu, canavarları ürküttü ve Hiçlik’in yedi harikasında yankılandı.
– BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU–

10 Beğeni