Frank Herbert Bibliyografisi

@Ozgur Farkında olmadan da olsa özel bir günde bu kararı almışsın. Zira bugün, üstadın 100. yaş günü (8 Ekim 1920-2020).

Edebiyatın en büyük beyinlerden birinin 100. doğum gününü onurlandırmak adına , OMNI dergisinin 1980 yılında çıkan sayısında yer verdiği Frank Herbert -bence çok enteresan- söyleşisini naçizane çevirmeye çalıştım. Yazı boyunca Herbert’in pek bilinmeyen fotoğraflarını da göreceksiniz.


Dune’un Doğuşu

Dune, yaklaşık 6 yıllık araştırma ve 1 buçuk yıl yazımı süren, çoğunlukla soyut görüntülerden oluşan bir konsept olarak şekillendi. Kelimeleri kağıda dökmeden önce, hikaye tümüyle kafamın içindeydi.

Peki, hikaye nasıl gelişti? Bütün üçlemeyi tek bir kitap olarak, belirli aralıklarla karşımıza çıkan mesih ayaklanmalarıyla ilgili uzun bir roman gibi tasarladım. Demagoglar, fanatikler, düzenbazlar, masum ve o kadar da masum olmayan seyircilerin hepsi bu dramada rol alacaktı. Hikaye, süper-kahramanların insanlık için bir felaket olduğunu savunan teorimden doğdu. Gerçek bir kahraman bulsak bile, eninde sonunda hataya düşecek olan ölümlüler, her zaman böyle bir liderin etrafında oluşan güç yapısını devralırlar.

Kişisel gözlemler beni şuna ikna etti; politika ve ekonominin güç arenasında ve bunların kaçınılmaz neticesi olan savaşta, insanların tüm karar verme yetkisini, kendisini toplumun efsane kılıfına sarabilen herhangi bir lidere verme eğilimindedir. Hitler bunu yaptı. Churchill yaptı. Franklin Roosevelt yaptı. Stalin yaptı. Mussolini yaptı.

Dune’da kullandığım temalardan biri buydu: Bu insanlar ne kadar takdire şayan görünürse görünsün, tüm eleştirel melekelerinizi iktidardaki insanların eline vermeyin. O kahramanın dış görünüşünün ardında, insanca hatalar yapan bir insan bulacaksınız. Bu insanca hatalar, süperkahramanlara uygun büyüklükteki bir ölçekte yapıldığı zaman muazzam sorunlar ortaya çıkabilir. Veya bazen başka bir problemle karşılaşırsınız.

Güç yapılarının, iktidarı sadece bir güç gösterişi olarak isteyen insanları çekme eğiliminde olduğu ve bu tür insanların önemli bir kısmının dengesiz, kısacası deli oldukları kanıtlanabilir.

“Dune serisini yazdım çünkü karizmatik liderlerin, “Sağlığınız için tehlikeli olabilir!” uyarı etiketiyle gelmeleri gerektiği düşüncesi vardı.”

Başlangıç noktası buydu. Kahramanlar acı verir, süper kahramanlar ise felakettir. Süper kahramanların yaptığı hatalar pek çoğumuzu faciaya sürükler.

Tehlikeli olarak gördüğüm, sistemlerin ta kendisidir. “Sistematik”, ölümcül bir kelimedir. Sistemler, “insan yaratıcıları” ve onları işe alan kimselerden meydana gelir. Sistemler yönetimi devralır, ezer ve ezer. Yoluna çıkan her şeyi içine alan bir sel dalgası gibidir. Peki nasıl meydana geliyorlar?

Bütün bu anlattıklarım yüksek drama ve eğlenceyi içeriyor- ve ben işin öncelikle eğlence kısmındayım. Hikayenin içine küçük bir parça mesaj eklemekte bir sorun yoktur ancak geniş bir okuyucu kitlesini çekmenin ana etkeni bu değildir. Evet, Dune’da bugün yaşanan olayların analogları var - yüksek makamlardaki yolsuzluk ve rüşvet, organize suça karşı teslim olan polis güçleri, yönetmeleri gereken kişiler tarafından devralınan yönetici kurumlar bunlardan bazıları. Dune’un kıt suyu, petrol kıtlığının tam bir paralelidir. CHOAM, OPEC’tir.

Ama bu sadece başlangıçtı.

Bu konsept hala aklımda taze iken, ABD Tarım Bakanlığı’nın bir projesi hakkında dergi makalesi yazmak için Florence, Oregon’a gittim. Orada, kıyı kumullarını kontrol etmenin bir yolunu arıyorlardı.

Ekolojik konular hakkında zaten birkaç parça yazı yazmıştım, ancak süper kahraman konseptim beni ekolojinin; demagoglar ve sözde kahramanlar için yeni bir tutunma dalı, güç arayanlar ve diğerleri için yüksek adrenalin vadeden yeni bir kutlu sefer peşinde olacakları endişesini uyandırdı.


Frank Herbert gazetecilik mesleğini icra ederken.

Sonuçta bizim toplumumuz suç ile yönetiliyor, çoğunlukla gerçek işleyişini ört-bas etmeye ve bariz çözümleri engellemeye hizmet ediyor. Yüksek bir adrenalinin verdiği zevk, diğer herhangi bir uyuşturucu kadar bağımlılık yapabilir.

Bununla birlikte, ekoloji artık gerçek bir endişe uyandırıyor. Florence projesi beni, gezgenimizi nasıl yıkıma uğrattığımız konusunda aydınlattı. Küresel bir sorunun şekillendiğini görmeye başlamıştım, ancak bunun hiçbir parçası sosyal ekolojiden, politik ekolojiden, ekonomik ekolojiden ayrı değildi. Açık uçlu bir listeydi bu.

Tüm bu araştırma ve yazılarımdan sonra bile dinlerde, psikanalitik teorilerde, dilbilimde, ekonomide, felsefede, bitki araştırmalarında, toprak kimyasında ve feromonların meta-dillerinde yeni nüanslar buluyorum. Buradan, bir cadı kazanından yükselen ruh gibi yeni bir çalışma alanı doğar: Gezegenler arası toplumlarının psikolojisi.

Tüm bunlar, orijinal konseptlerimi yeniden derinlemesine değerlendirmeme neden oldu. Başlangıçta ben de herkesin attığı adımı atmaya, suçluları aramaya ve günahkarları cezalandırmaya, hatta bir lider olmaya hazırdım. Ancak o an hiçbir şeyin bana sarı gazetecilik atını kutlu sefere sürmekten, eski yanlışları düzeltecek olan kitabı yazmaktan daha fazla mutluluk vermeyeceğini hissettim.

Tekrar değerlendirme, aklımdan çıkmayan sorular doğurdu. Şimdi inanıyorum ki, evrim ya da geri evrim, ölümden asla vazgeçmez, şimdiye kadar hiçbir toplum mutlak bir zirveye ulaşamamıştır, hiçbir insan eşit yaratılmamıştır. Aslında, soyut bir eşitlik yaratma girişimlerinin, eşitlik isteyenlere geri dönen bir adaletsizlik batağı yarattığına inanıyorum. Bizim aramamız gereken idealler, eşit adalet ve fırsat eşitliğidir, ancak idealleri insanların yönettiğini ve insanların eşit yeteneklere sahip olmadığını kabul etmeliyiz.

Ama nasıl bu hale geldik? Güçlü yaratılırken, güçsüz olan hangi rolü oynar? Bir lider hataları kabul edemezse, bu hatalar gizlenir. Liderlerimizin mükemmel olması gerektiğini kim söylüyor? Bunu nereden öğrenecekler?

Füge bakın. Müzikte füg, tek bir temanın birden farklı şekilde oynamasına dayanır. Bazen karşılıklı etkileşim esnasında dans eden özgür sesler vardır. Uyum, ritim ve melodide ikincil temalar ve zıtlıklar olabilir. Ancak tek bir sesin ana temayı takdim ettiği andan itibaren, bütün parça tek bir yapıya bürünür.

Peki bu ekolojik fügde, benim enstrümanlarım nelerdi? İmgeler, çatışmalar, kendi içine dönen ve bambaşka bir şeye dönüşen şeyler, mitolojik figürler ve ortak mirasımızın derinliklerinden gelen garip yaratıklar, teknolojik evrimimizin ürünleri, insani arzu ve korkularımız…

Dünyanın en önde gelen yaban hayatı sanatçılarından ve illüstratörlerinden biri olan John Schoenherr’in aynı görüntülerle kafamda yaşadığını öğrenince şaşırdığımı tahmin edebilirsiniz. İnsanlar, Dune resimlerini resmetmeden önce John ve benim daha önce hiç görüşmediğimize inanmakta zorlanıyorlar. Sizi temin ederim ki bu tablolar benim için harika bir sürprizdi.


Frank Herbert ve eşi Beverly, evlerinin oturma odasında oturuyor. Duvarda asılı Dune tabloları, Schoenherr’in eserleri.

Herbert'in "Dune'un daha mükemmel bir görsel temsilini hayal edemezdim." dediği John Schoenherr'in Dune çizimleri için tıklayın.


Ski-Ffy: THE ILLUSTRATED DUNE

Sardaukar’lar, Arrakis’in yıpranmış taşları gibi görünür. Baron’un göbeği bir dünyayı yutabilir. Ornitopterler, karada avlanan böceklerdir. Kum solucanları, dünyamızda canavarca yetiştirilen Gemi Kurtları’dır. Stilgar, bize bir büyücünün tehdidiyle bakar.

Beni özellikle memnun eden şey, Dune’u yaratırken kafamda şekillenen görüntüler ile bu tabloların iç içe geçen temalarını, füg benzeri ilişkilerini görmek.


Frank Herbert ve Dune filminde Paul’u canlandıran Kyle MacLachlan.

Bir Escher litografisinde olduğu gibi, kendimi paradoksa dönüşen temalara sardım. Paradoksun temeli, insanın zaman görüşüyle ​​ilgiliydi. Ya Paul’un geleceği görme armağanı, kader ağına sarmalanmış değil midir? Yine de geleceği görmek, sürprizleri ortadan kaldırır ve aslında sınırların her zaman tutarsız olduğu, hiçbir zaman kanıtlanamaz olanla karşılaşılan matematiksel olarak kapalı bir evren kurar. Bu bir koan, Zen zihin-kırıcısı gibidir. Giritli Epimenides’in “Bütün Giritliler yalancıdır.” dediği gibi.

Attığınız her sınırlayıcı adım, vizyonunuzu daha büyük bir evren sonsuzluğunda ve daha küçük evrenlerde sonsuza dek barınan daha büyük bir evrene doğru yönlendirir. Zaman ve mekanı ne kadar ince bölümlere parçalarsanız parçalayın, her küçük bölüm sonsuzluğu içerir.

Fakat bunun anlamı doğrusal zamanı kesip, olgunlaşmış bir meyve gibi açabileceğiniz ve sonuçta ortaya çıkan bağlantıları görebileceğiniz anlamına gelebilir. Önceden bilebilir ve doğru tahmin edebilirsiniz. Bir kez daha kader ve paradoks demektir bu.

Kusur; tanımlama yöntemlerimizde, dillerde, sosyal iletişim ağlarında, ahlaki yapılarda, felsefelerde ve dinlerde yatmalıdır - bunların hepsi de sınırların olmadığı bir dünyada üstü kapalı sınırlar taşır. Ne de olsa Paul Muad’Dib, Dune’da defalarca söyler bunu.

“Kesin bir tahmin mi istiyorsun? O zaman sen yarını reddedip sadece bugünü istiyorsun. Esas muhafazakar sensin, sonsuz değişken bir evrende hareketi engellemeye çalışıyorsun. ‘Olmak’ fiili hepimizi aptal yapar.”

Elbette Dune’da ve üçlemenin tamamında başka temalar ve fügal etkileşimler de var. Dune Mesihi, temayı klasik bir şekilde tersine çevirir. Dune Çocukları, birbiriyle etkileşim içinde olan temaların sayısını artırır. Bununla birlikte, bu komplike karışıma daha fazla yanıt vermeyi reddediyorum. Çünkü bu fügün modeline uyuyor. Kendi çözümlerinizi kendiniz bulun, sakın bana lideriniz olarak bakmayın!

Ve birisi sana yeni bir tarikata girip girmediğini sorarsa, benim yaptığımı yapın: Arkanıza bakmadan kaçın.

1590085575415_250956459
Frank Herbert, 1980.

Kaynak:

17 Beğeni