Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Forumda yorumunu pek görmediğim için Fihrist Kitaptan çıkan, John Carter: Mars Prensesini ve birkaç kitabı de eklemek istiyorum.

John Carter: Mars Prensesi

Puan:8.5
Uyudum, uyandım ve bir baktım Mars’tayım.

Evet, hikaye böyle başlıyor. Arizona’da Apaçi akımından kaçan John Carter, bir anda çok halsiz hissederek bir mağarada uyuyakalır, ama nasıl bir uyuma; Marstadır.
Bu belirsizlik kitabı ilk başta fantastik yapıyor gibi ama kitabımız bilim kurgu. Marsta üç halk var. Helium, Zodanga ve Thark. Helium ve Zoganda insanları aynı bizim gibi insan formunda. Helium insanları kırmızı insan olarak geçiyor. Tharklar ise 3/4 metre uzunluğunda olan tüysüz, yeşil renkli mars yaratıklarıdır. Zekilerdir, telapati özellikleri de vardır. Fakat bu kadar cüsseli yaratıkları John Carter’ın bir yumrukla yere serip öldürmesine anlam veremedim. Yer yer ben Conan mı okuyorum diye kendime sorup durdum. :)) Yakın zamanlarda yazıldığı için de belki böyle bir etkilenme söz konusu diye düşünüyorum. Kitabı okurken küçükken ailecek izlediğimiz uzaylı filmlerini anımsadım. Orada da böyle betimlenen yaratıklar vardı. Gerçekten kült ve baş eserlerden olduğu için belki de bir uyarlamasını izlemiş olabilirim. Evet, nerede kalmıştık… hah John Carter’ın Conan benzerliği. :slight_smile: Telapati yeteneği olan Marslıların, John Carter’ın zihnini okuyamaması ama onun okuması peki? Ya da o kadar mucizevi şekilde olaylardan sıyrılması ve her şeyin lehine ilerlemesi. Öncü eserlerden olduğu buradan belli. Conan havasını da gerçekten hissettim. Kitap boyunca hep bir oluş var. Daha yakın zamanda yazılan okuduklarıma kıyasla ise hani böyle tamam olaylar hızla döner ama düşündürücü aforizmalık sözler de yazılıp çizilir, tespit yapılır. Evet, maalesef burada yok. Bu kitabı kötü yapmıyor tabi ki. Bu sadece kendine özgü başka bir hâli.
Kitap hakkında ufak bir taslak vermek istiyorum. Burada ufak bir spoi uyarısı koyayım.

John Carter arkadaşı ile Arizona’da maden keşfine çıkmıştır. İkisi de orduda önceden görev yapmış yüzbaşılardır. Daha sonra yolları bir şekilde Apaçi saldırısı ile bölünür. John Carter’ın arkadaşı ölmüştür, kendisi de apaçi akımından kaçarak kendini bir mağaraya atar ve uykuya dalar. Bedeni mağarada kalır ama astral bir seyahat yaparak kendini Mars’ta bulur. Burada yeşil marslılara tutsak düşen Carter kendisiyle dalga geçen adamı bir yumrukla yere serer. Onu öldürdüğü için onun tüm unvanı ve her şeyini üstüne geçirir. Öldürdüğü kişi bir lider olduğu için bir tutsaktan çok daha iyi muamele görür. Mars halkı ile iyice haşır neşir olduktan sonra kendi gibi tutsak getirilen bir kadına aşık olur ama bu kadın dünyalı değil marslıdır. Silsile şeklinde gelişen olaylar neticesinde işin içine aşk da dahil olmuştur. Şimdi bir kaçış hikayesinin içindeyizdir. Tam her şey çok güzel oldu Carter mutlu oldu evlendi derken. (Kırmızı insanlar gezegenin atmosferini yapmışlardı bu arada, Marstaki oksijen onlar sayesinde olmuştu.) Zamazingonun bozulası gelir. Havasızlıktan herkes bir bir yere yığılır. Carter aşkını ve Marsı kurtarmak için düzeneğin yanına giderken yere yığılır ve tekrar kendini dünyadaki mağarada bulur. Aşkına ve Mars’a dönmek için yollar arar.

Zamanın Çocukları/ Adrian Tchaikovsky

Puan: 7/10
Bana göre bazı şeyler fazla uzatılmıştı. Genelde başka gezegenlerdeki canlılarla ilk temas kitaplarında bu uzatılmışlıklar var tabii ki. Tanrı’nın Gözündeki Zerre buna örnek verilebilir. Bir ara Yaratık kitabı gibi ilerleyeceğini düşündüm ama daha olumlu şekilde bitti. Olumlu derken daha az gerilimli ve geleceğe dair daha umutlu.

En sonunda başımıza geleceği muhtemel şekilde insanlık dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirip mahvetmiştir. Bundan çok uzun zaman önce ise bunun önlemini almış gibi bir gezegeni dünya haline getirmişlerdir. Gılgameş adlı uzay gemisi (ki adının böyle koyulması gayet manidar) uzay boşluğunda derin uykuda olan insanlarla beraber süzülür taa ki, Kern gezegeninin yörüngesine girene kadar. Geminin her yeri yavaştan dökülmeye başlamıştır. İnsanlığın iniş vakti gelmiştir ancak bu gezegenin sahipleri vardır. Hem de koca koca örümcekler. Kitabın sonlarına doğru örümceklerin bu gezegende bulunma nedenini de anlıyoruz. Ve tabii ki virüsler gezegende kol geziyor. Böceklerin düşüncesinden bile beni bir kaşıntı tutar yani nasıl bitirdim bilmiyorum. Bilim kurgu türüne yeni geçiş yapacak kişilere önermiyorum. Biraz daha ilerde okuyabilirsiniz.
Kitaba tekrar dönecek olursak bazı yerler gereksiz uzatılmış ben hadi sadede gel diyen biri olduğum için de olabilir. Zayıf noktaları da vardı. Kolay okunuyor gözünüzde büyütmeyin derim.

Son Kıta / Terry Pratchett

#Bana göre spoi yok ama siz varmış gibi okuyun#

Sihirbazlar serisinin harika bir kitabıydı.
Kütüphanecimiz hasta olmuştur. Dekan, rektör, Kıdemli Seyis gibi görünmez üniversite grubumuz onun gerçek adını bulabilirse iyileşeceğini düşünmektedir. Kitaplar yerlerinde cirit atarken kimse bizim orangutan kütüphanecimiz kadar kontrollü olamıyordu. Bunun için onun gerçek adını bildiğini düşündükleri 'Rincewind’e işleri düşer. Fakat bir olayla beraber onu XXXX adasına göndermişlerdir. Daha önceki kitapta geçiyordu. Okumadıysanız ilk onu okuyun. Evet bu XXXX adamız Avusturalya tabii ki.
Avustralya’nın çöl iklimini, kangurularını, timsahlarını, Aborjinlerini (ki Rincewind’in sinir krizinden dolayı aborjin dansını bulmasına bayıldım), opera binasını yani oraya özgü ne varsa onu göreceksiniz. İlk sayfada burası Avustralya değil diyor ama kanmayın :)) Diskdünyada çeşitli tanrılar var tabii ki. Burada da Evrim Tanrısı var ve bu fikri yeni yeni hayata geçiriyor. Evrim Tanrısının yolu bizim Rektör grubuyla kesişiyor. Kendisi aynı zamanda ateist bir tanrı ve cinsellik kavramını nedense hiç bilmiyor. Bizim grup buna açıklamaya çalışıyor ama nafile. Çünkü sihirbazlar genelde evlenmez ve haliyle utanıyorlar. Bu arada yanlarında gelen bir bayan tanrıyla ayrı olarak bu konuyu konuşuyor. Burada grup onların konuşmasını Yunan mitolojisindeki göndermelerle süslüyor. Mesela Zeus ve Leda hikayesi gibi. Ve tabii ki o kadar evrim teorisine gönderme var ki bunu kimsenin farketmemesi mümkün değil galiba.
İşler böyle ilerleyip dursun bizim Rincewind, konuşan kangurular, timsahlar, papağanlarla uğraşa dursun, gezip duruyor. En sonunda nasıl yapabildiyse kendini zindanda buluyor. Burada kim ne bulur ama ben Monte Kristo Kontuna gönderme gördüm. İf şatosu ve kaçışı ile benzerlik gösteriyordu ama bilemiyorum tabii. Birkaç yerde kopukluk olsa da genel olarak kitabı çok beğendim.

Makine Yazı / John Crowley

Puan: 8.5/10
Çok ama çok garip bir kurgu okuyacağınızı baştan bilmelisiniz. Buna sadece anlatılan olaylar değil dili de dahil.

Olay ‘Fırtına’ adı verilen bir afetten bin yıl sonrasında geçiyor. İnsanlığın her şeyi enkaz olmuş. İnsanlar ise o kadar teknolojik birikimleri olmasına rağmen Afrika kabileleri gibi garip bir hayat tutturmuşlardır. Her şey o kadar ilkel ki. Hikayeyi bize aktaran ‘Konuşan Saz’ adlı karakterimizin kelime dağarcı kadar dünyayı tanıyoruz. İnanın neden böyle söylediğimi kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Saz aziz olma yolunda ilerleyen bir karakterimizdir, her şeyden önce kendi amacını bulmaya çalışıyordu. Kendisi ‘Laputa’ denen bir yere getirilmiştir. Laputa gökte kendi başına süzülen bir şehirdir… Burada ‘Melek’ sandığı eski insanlardan kalan bir topluluk yaşamaktadır. Fakat o onlarında kendi gibi insan olduğunu düşünmüyordur. Ne yazık ki hikayemiz Laputada değil bizim sıkıcı dünyamızda geçiyor. Laputayı Miyazakinin sevdiğim bir filminde tanımıştım. Ki benim en sevdiğim filmlerden biridir. Kitaba sempati duymamın nedenlerinden biri oldu diyebilirim. Kitap son derece mistik ve felsefik. Karakterlerin isimleri bile değişik. ‘Günde Bir Kez’, ‘Gözlerini Kırp’, ‘Kırmızı Boyalı’ vs.

Kitabın isminin ise neden Makine Yazı olduğunu bir türlü anlamadım ama kitapta bu terimin nereden geldiği açıklanıyordu. Genel olarak kitabı gerçekten çok garip buldum. İlerde belki tekrar okurum.

Arcturus’a Yolculuk/ David Lindsay

Puan: 9/10
Sezgi üzerine bir yolculuk.

Baş karakterlerimiz Maskull, Krag ve Nightscore. Ama hepsi ile kitapla birlikte her şeyin nasıl da farklı olduğunu göreceksiniz.
Evet, uzaktaki bir gezegen, bir uzay gemisi falan derken bilimkurgu kitabı gibi görülebilir ama tam tersine fantastik bir kurgu size merhaba diyor.
O kadar dolu dolu bir kitaptı ki. Ama herkes benim kadar sever mi bilmiyorum. Çünkü kitapta bolca bilinmemezlik var. Çoğu şeyin neden öyle olduğunu anlamıyorsunuz. Bir başka bölüme geçtikçe her şey yavaş yavaş toparlanıyor. Her bölüm ya bir mekanın yada bir kişinin adı oluyor. Felsefe, mistizm, dini alegoriler falan ne ararsanız var. Son sözü ise gerçekten çok beğendim. Kitap üzerine harika bir yazı olmuş. Gerçekten Ouroboros Yılanı kitabı gibi bir döngüselliği vardı. Çoğu kişinin aksine ben sevdim. Işık Tanrısı kitabı gibi zor okunduğunu da eklemek istiyorum. Ama benim için heyecan verici oldu.

23 Beğeni