Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Kırkpare: Enis Batur’un ansiklopedik biçimde şiirsel bir dille yazdığı çeşitli kavram, yer, nesne ve kişileri konu aldığı denemelerinden oluşan bir kitap. Kimi denemeleri kısayken kimileri ise uzun. Yazarın anlatımı zaman zaman sıkabiliyor o yüzden okumayı birkaç güne yaymakta veya çapraz okuma yapmakta yarar olabilir. Anladığım kadarıyla Enis Batur, Remzi Yayınevi’nde yayımladığı özel ansiklopedilerinin 3. halkası bu kitapmış. Seri 2. ve 3. baskılarını ise Sel Yayınevi’nde yapmış. Ben genel olarak beğendim ama okunmasa da olur.

7 Beğeni

images (1)

Kitabın baskısı elimde olmadığı için pdf olarak telefondan okudum. Normalde telefondan okumak çok zor fakat kitap/öyküler iyi olunca bu hiç sorun olmuyor.

Isaac Asimov’un bu derlemesi de bu cinstendi. İlk öyküden alıp götürdü beni. Zaten ilk öykü de çok iyiydi. Özellikle son öyküde Asimov araştırmacı yönünü mukemmel derecede kanıtlıyor ve bunu da öykülerine nasıl işlediğini gösteriyor.

Derlemede bir de Arthur C. Clarke’ın öyküsü yer alıyor. Bu ve son öyküyü daha önce okumuştum ama zaman unutturuyor işte. :slight_smile:

Öykü derlemelerini seven herkese tavsiye ederim.

Puanım 8/10

25 Beğeni

indir
Ya ödüllü bir kitaptı ya da benim aklımda öyle kaldı, ama ödüllüyse niye buna ödül verdiklerini hiç anlamadım. E.A. Peo tarzında dediler, alakası yok, adamın birinin tuhaf hastalığı ve rüyalarda geçen hikayesi. mantıklı bir bağlantı beklemeyim, çok günlük basit bir uslubu olduğundan kolay okunuyor. Kitabın tek güzel yanı kapağı. elde hoş bir his bırakan kadifemsi bir baskısı var.

9 Beğeni

Her kitaba inceleme yapma gereği duymuyorum. Zaten öyle detaylı inceleyen biri de değilim.

Yeşil Bambu ve Fantastik Öyküler

Puan: 9/10
Osamu Dazai’nin dili ve üslubunu gerçekten beğendim. Dobralık, hazır cevaplık ne ararsanız vardı. Yer yer Japonların anlayamadığım bir düz bakışı var. Dazai’de de denk geldim. Düz olması biraz donukluk gibi, belki de ben nasıl ifade edeceğimi şimdilik bilmiyorum.
Her neyse…

Kitap 7 kısım öyküden oluşuyor.

  1. Yeşil Bambu.
    Yeşil Bambu dişi bir karga. Günlerden bir gün Yurong uyuyakalır ve kendini kargalar ülkesinde bulur. Uyandığında kendi bedeni de kargadır. Burada aslında farklı şeyler bulacaktır. İşte Yeşil Bambu ile karşılaştığı dünya.

  2. Aşk ve Güzellik Hakkında.
    Beş kardeş ve onların romantizm anlayışları üzerinden gidiyor.

  3. Hazakura ve Sihirli Islık.
    Bir abla ve ölümün eşiğinde olan kardeşinin hikayesi. Kardeşine gelen gizemli mektuplar ve aslında iç yüzünü anlatan kısa bir öykü.

  4. Onurlu Yoksulluk Hikayesi.
    Krizantem avcısı ve onun direttiği yoksulluk hayatı. Ta ki bir erkek ve kız kardeş onu ziyaret edene kadar.

  5. Deniz Kızı Denizi
    Konnai, körfez üzerindeki bir gemide yolculuk yapıyordur. Hava ve deniz huysuzlaşana kadar her şey yolundaydı, fakat fırtına çoktan çıkmıştır. Buna sebep olan da kimi efsanelere göre bir ejderha ve kimilerine göre bir deniz kızıdır. Konnai fırtınayı dindirmek için deniz kızını oku ile vurur. Bunun üzerine onuru ve şerefi üzerine kendince kavgası başlar.

  6. Romanesk
    Üç kısa hikaye var. Sihirbaz Tarou, savaşçı Cirobei ve yalancı Saborou’nun hikayesi.

  7. Romantizm Feneri
    Yılbaşı zamanı kardeşlerin hikaye yazması üzerinden gidiyor. Rapunzel hikayesini kardeşler kendilerince değiştirip bir son yazıyor.

Genel olarak tüm hikayeleri beğendim. İlerde yine açıp açıp okumak istiyorum. Kapak tasarımı da baya hoşuma gitti.

Sarmaşık/ Chana Porter

Puan:5/10

Güzel konu ve kötü işlenişi

Sarmaşık adı verilen uzaylı varlıklarla birlikte artık hayal edilen her şeye çok basit bir şekilde ulaşılır olmuştur. Lezbiyen çiftimiz Deeba ve Trina üzerinden bu olaya şahit oluyoruz. Her şey güzel, hoş iken Deeba yeniden doğup, küçük bir bebek olarak hayata tekrar gelmek istiyor, bu da Trinanın onu kaybedişi demek.
Güzel bir iç savaş vardı ama yazarın ilk kitabının olması mıdır, toyluğu mudur bilemedim… her şey üstün körü yapılmıştı. Sarmaşık nedir?, saha nedir? sanki biz önceden bunların a’sını b’sini biliyoruz gibi son sürat konuyu işlemesi kötü oldu. Kurguyu batırmıştı bana göre. O kadar gereksiz ayrıntıya yer verip asıl olması gerekenler neredeydi? Kısa olması kurtarıcıydı.

Tonio Kröger / Thomas Mann

Bir çırpıda biten Thomas Mann kitabıydı.
Kitap boyunca ana karakterimizin ruhundaki gelgitleri okuyoruz. Thomas Mann’i çok severim, bu kitabıyla cinsel yönelimini de öğrendim diyebilirim. Aynı zamanda da kendisinin en sevdiği kitabıymış.

Hikayemize gelecek olursak, Tonio Kröger’ın yaşamına en başından tanıklık ediyoruz. Çocukluk aşkı Hans Hansen ve genç yaşlarına geldiğinde ise ikinci büyük aşkı İngeborg Holm odak noktamızda gibi görünüyor ama sevdiği herkes de kendini buluyor. Sanat ve Burjuva arasında kalan Tonio, sanata yöneliyor. Lisabeta adlı arkadaşıyla ‘hayat ve sanat’ üzerine sohbetler yapıyor. Kısa ve güzeldi. Daha uzun olabilirdi.

Murathan Mungan’ın bir sözüyle hikayeyi özetlemek istiyorum. “Beden dediğin aşka vesile, insan ruhlara aşık olur, sevdikçe başkasını, kendini bulur.”

Solak Kadın / Peter Handke

Puan: 5/10

Bir gün uyanıyorsun, nasıl bir aydınlanma yaşadıysan, eşine diyorsun ki, “Beni bırak”. Hani her şey de güzel gidiyor. Kısacık kitap, en azından bir sebep söyle ya da göster. Gerçekten çok garip ve absürt bir kitaptı. Beni yakalayan yerleri olduğu gibi bu ne kadar fiyasko bir senaryo da dedirtti.

Bruno ticaretle uğraşan bir adamdır. Ana karakterimizin adı yok hep kadın diye söz ediliyor.
Ve küçük bir çocukları var bu çiftimizin. Gün geliyor kadın tek başına kalmak istiyor, kalıyor. Neyse Bruno arada gelip gidiyor. Ana karakterimiz yazarlık yapıyor. Kendimi tutamayıp tüm senaryoyu anlatacağım diye duruyorum. Neyse yani en son her şey çorba oluyor. Sen bu kitabın içine farkındalık kat, varoluş sancıları kat, aşk kat, sanat kat vs. Ve hepsini bir hizaya getirmeden çorba yap. Olacak iş değil. :))

14 Beğeni

Jane Austen - Gurur ve Önyargı

Zaman zaman Aşk ve Gurur ismiyle de basılan(hatta bu haliyle daha bilinir olan) klasik edebiyatın köşe taşlarından birisi Gurur ve Önyargı. İngiliz romancı Jane Austen’ın da en meşhur eserlerinden.

Beş benzemez kız kardeşin, aşk ve aile ekseninde gelişen yaklaşık bir yılını anlatıyor kitap. Bir aşk romanı olarak düşünürsek, bu açıdan bir referans kitap olduğu bile söylenebilir. Mr Darcy, Elizabeth Bennet gibi ilgi çekici karakterlere de sahip. Ayrıca Lydia ve annesi Mrs. Bennet yine şahsına münhasır deliler gerçekten :slight_smile:

Hasan Ali Yücel klasikleri dizisinin ilk kitabı da olan bu güzel klasiği herkese tavsiye ediyorum.

21 Beğeni

Forumda yorumunu pek görmediğim için Fihrist Kitaptan çıkan, John Carter: Mars Prensesini ve birkaç kitabı de eklemek istiyorum.

John Carter: Mars Prensesi

Puan:8.5
Uyudum, uyandım ve bir baktım Mars’tayım.

Evet, hikaye böyle başlıyor. Arizona’da Apaçi akımından kaçan John Carter, bir anda çok halsiz hissederek bir mağarada uyuyakalır, ama nasıl bir uyuma; Marstadır.
Bu belirsizlik kitabı ilk başta fantastik yapıyor gibi ama kitabımız bilim kurgu. Marsta üç halk var. Helium, Zodanga ve Thark. Helium ve Zoganda insanları aynı bizim gibi insan formunda. Helium insanları kırmızı insan olarak geçiyor. Tharklar ise 3/4 metre uzunluğunda olan tüysüz, yeşil renkli mars yaratıklarıdır. Zekilerdir, telapati özellikleri de vardır. Fakat bu kadar cüsseli yaratıkları John Carter’ın bir yumrukla yere serip öldürmesine anlam veremedim. Yer yer ben Conan mı okuyorum diye kendime sorup durdum. :)) Yakın zamanlarda yazıldığı için de belki böyle bir etkilenme söz konusu diye düşünüyorum. Kitabı okurken küçükken ailecek izlediğimiz uzaylı filmlerini anımsadım. Orada da böyle betimlenen yaratıklar vardı. Gerçekten kült ve baş eserlerden olduğu için belki de bir uyarlamasını izlemiş olabilirim. Evet, nerede kalmıştık… hah John Carter’ın Conan benzerliği. :slight_smile: Telapati yeteneği olan Marslıların, John Carter’ın zihnini okuyamaması ama onun okuması peki? Ya da o kadar mucizevi şekilde olaylardan sıyrılması ve her şeyin lehine ilerlemesi. Öncü eserlerden olduğu buradan belli. Conan havasını da gerçekten hissettim. Kitap boyunca hep bir oluş var. Daha yakın zamanda yazılan okuduklarıma kıyasla ise hani böyle tamam olaylar hızla döner ama düşündürücü aforizmalık sözler de yazılıp çizilir, tespit yapılır. Evet, maalesef burada yok. Bu kitabı kötü yapmıyor tabi ki. Bu sadece kendine özgü başka bir hâli.
Kitap hakkında ufak bir taslak vermek istiyorum. Burada ufak bir spoi uyarısı koyayım.

John Carter arkadaşı ile Arizona’da maden keşfine çıkmıştır. İkisi de orduda önceden görev yapmış yüzbaşılardır. Daha sonra yolları bir şekilde Apaçi saldırısı ile bölünür. John Carter’ın arkadaşı ölmüştür, kendisi de apaçi akımından kaçarak kendini bir mağaraya atar ve uykuya dalar. Bedeni mağarada kalır ama astral bir seyahat yaparak kendini Mars’ta bulur. Burada yeşil marslılara tutsak düşen Carter kendisiyle dalga geçen adamı bir yumrukla yere serer. Onu öldürdüğü için onun tüm unvanı ve her şeyini üstüne geçirir. Öldürdüğü kişi bir lider olduğu için bir tutsaktan çok daha iyi muamele görür. Mars halkı ile iyice haşır neşir olduktan sonra kendi gibi tutsak getirilen bir kadına aşık olur ama bu kadın dünyalı değil marslıdır. Silsile şeklinde gelişen olaylar neticesinde işin içine aşk da dahil olmuştur. Şimdi bir kaçış hikayesinin içindeyizdir. Tam her şey çok güzel oldu Carter mutlu oldu evlendi derken. (Kırmızı insanlar gezegenin atmosferini yapmışlardı bu arada, Marstaki oksijen onlar sayesinde olmuştu.) Zamazingonun bozulası gelir. Havasızlıktan herkes bir bir yere yığılır. Carter aşkını ve Marsı kurtarmak için düzeneğin yanına giderken yere yığılır ve tekrar kendini dünyadaki mağarada bulur. Aşkına ve Mars’a dönmek için yollar arar.

Zamanın Çocukları/ Adrian Tchaikovsky

Puan: 7/10
Bana göre bazı şeyler fazla uzatılmıştı. Genelde başka gezegenlerdeki canlılarla ilk temas kitaplarında bu uzatılmışlıklar var tabii ki. Tanrı’nın Gözündeki Zerre buna örnek verilebilir. Bir ara Yaratık kitabı gibi ilerleyeceğini düşündüm ama daha olumlu şekilde bitti. Olumlu derken daha az gerilimli ve geleceğe dair daha umutlu.

En sonunda başımıza geleceği muhtemel şekilde insanlık dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirip mahvetmiştir. Bundan çok uzun zaman önce ise bunun önlemini almış gibi bir gezegeni dünya haline getirmişlerdir. Gılgameş adlı uzay gemisi (ki adının böyle koyulması gayet manidar) uzay boşluğunda derin uykuda olan insanlarla beraber süzülür taa ki, Kern gezegeninin yörüngesine girene kadar. Geminin her yeri yavaştan dökülmeye başlamıştır. İnsanlığın iniş vakti gelmiştir ancak bu gezegenin sahipleri vardır. Hem de koca koca örümcekler. Kitabın sonlarına doğru örümceklerin bu gezegende bulunma nedenini de anlıyoruz. Ve tabii ki virüsler gezegende kol geziyor. Böceklerin düşüncesinden bile beni bir kaşıntı tutar yani nasıl bitirdim bilmiyorum. Bilim kurgu türüne yeni geçiş yapacak kişilere önermiyorum. Biraz daha ilerde okuyabilirsiniz.
Kitaba tekrar dönecek olursak bazı yerler gereksiz uzatılmış ben hadi sadede gel diyen biri olduğum için de olabilir. Zayıf noktaları da vardı. Kolay okunuyor gözünüzde büyütmeyin derim.

Son Kıta / Terry Pratchett

#Bana göre spoi yok ama siz varmış gibi okuyun#

Sihirbazlar serisinin harika bir kitabıydı.
Kütüphanecimiz hasta olmuştur. Dekan, rektör, Kıdemli Seyis gibi görünmez üniversite grubumuz onun gerçek adını bulabilirse iyileşeceğini düşünmektedir. Kitaplar yerlerinde cirit atarken kimse bizim orangutan kütüphanecimiz kadar kontrollü olamıyordu. Bunun için onun gerçek adını bildiğini düşündükleri 'Rincewind’e işleri düşer. Fakat bir olayla beraber onu XXXX adasına göndermişlerdir. Daha önceki kitapta geçiyordu. Okumadıysanız ilk onu okuyun. Evet bu XXXX adamız Avusturalya tabii ki.
Avustralya’nın çöl iklimini, kangurularını, timsahlarını, Aborjinlerini (ki Rincewind’in sinir krizinden dolayı aborjin dansını bulmasına bayıldım), opera binasını yani oraya özgü ne varsa onu göreceksiniz. İlk sayfada burası Avustralya değil diyor ama kanmayın :)) Diskdünyada çeşitli tanrılar var tabii ki. Burada da Evrim Tanrısı var ve bu fikri yeni yeni hayata geçiriyor. Evrim Tanrısının yolu bizim Rektör grubuyla kesişiyor. Kendisi aynı zamanda ateist bir tanrı ve cinsellik kavramını nedense hiç bilmiyor. Bizim grup buna açıklamaya çalışıyor ama nafile. Çünkü sihirbazlar genelde evlenmez ve haliyle utanıyorlar. Bu arada yanlarında gelen bir bayan tanrıyla ayrı olarak bu konuyu konuşuyor. Burada grup onların konuşmasını Yunan mitolojisindeki göndermelerle süslüyor. Mesela Zeus ve Leda hikayesi gibi. Ve tabii ki o kadar evrim teorisine gönderme var ki bunu kimsenin farketmemesi mümkün değil galiba.
İşler böyle ilerleyip dursun bizim Rincewind, konuşan kangurular, timsahlar, papağanlarla uğraşa dursun, gezip duruyor. En sonunda nasıl yapabildiyse kendini zindanda buluyor. Burada kim ne bulur ama ben Monte Kristo Kontuna gönderme gördüm. İf şatosu ve kaçışı ile benzerlik gösteriyordu ama bilemiyorum tabii. Birkaç yerde kopukluk olsa da genel olarak kitabı çok beğendim.

Makine Yazı / John Crowley

Puan: 8.5/10
Çok ama çok garip bir kurgu okuyacağınızı baştan bilmelisiniz. Buna sadece anlatılan olaylar değil dili de dahil.

Olay ‘Fırtına’ adı verilen bir afetten bin yıl sonrasında geçiyor. İnsanlığın her şeyi enkaz olmuş. İnsanlar ise o kadar teknolojik birikimleri olmasına rağmen Afrika kabileleri gibi garip bir hayat tutturmuşlardır. Her şey o kadar ilkel ki. Hikayeyi bize aktaran ‘Konuşan Saz’ adlı karakterimizin kelime dağarcı kadar dünyayı tanıyoruz. İnanın neden böyle söylediğimi kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Saz aziz olma yolunda ilerleyen bir karakterimizdir, her şeyden önce kendi amacını bulmaya çalışıyordu. Kendisi ‘Laputa’ denen bir yere getirilmiştir. Laputa gökte kendi başına süzülen bir şehirdir… Burada ‘Melek’ sandığı eski insanlardan kalan bir topluluk yaşamaktadır. Fakat o onlarında kendi gibi insan olduğunu düşünmüyordur. Ne yazık ki hikayemiz Laputada değil bizim sıkıcı dünyamızda geçiyor. Laputayı Miyazakinin sevdiğim bir filminde tanımıştım. Ki benim en sevdiğim filmlerden biridir. Kitaba sempati duymamın nedenlerinden biri oldu diyebilirim. Kitap son derece mistik ve felsefik. Karakterlerin isimleri bile değişik. ‘Günde Bir Kez’, ‘Gözlerini Kırp’, ‘Kırmızı Boyalı’ vs.

Kitabın isminin ise neden Makine Yazı olduğunu bir türlü anlamadım ama kitapta bu terimin nereden geldiği açıklanıyordu. Genel olarak kitabı gerçekten çok garip buldum. İlerde belki tekrar okurum.

Arcturus’a Yolculuk/ David Lindsay

Puan: 9/10
Sezgi üzerine bir yolculuk.

Baş karakterlerimiz Maskull, Krag ve Nightscore. Ama hepsi ile kitapla birlikte her şeyin nasıl da farklı olduğunu göreceksiniz.
Evet, uzaktaki bir gezegen, bir uzay gemisi falan derken bilimkurgu kitabı gibi görülebilir ama tam tersine fantastik bir kurgu size merhaba diyor.
O kadar dolu dolu bir kitaptı ki. Ama herkes benim kadar sever mi bilmiyorum. Çünkü kitapta bolca bilinmemezlik var. Çoğu şeyin neden öyle olduğunu anlamıyorsunuz. Bir başka bölüme geçtikçe her şey yavaş yavaş toparlanıyor. Her bölüm ya bir mekanın yada bir kişinin adı oluyor. Felsefe, mistizm, dini alegoriler falan ne ararsanız var. Son sözü ise gerçekten çok beğendim. Kitap üzerine harika bir yazı olmuş. Gerçekten Ouroboros Yılanı kitabı gibi bir döngüselliği vardı. Çoğu kişinin aksine ben sevdim. Işık Tanrısı kitabı gibi zor okunduğunu da eklemek istiyorum. Ama benim için heyecan verici oldu.

23 Beğeni

images (21)

Kitaba dair yorumlarıma geçmeden önce kitabın çevirisinin iyi olmadığını, editörlük ve son okuma konusunda da herhangi bir işlemden geçmediğini söylemek istiyorum. Çeviri konusunda tabii ki orijinali ile karşılaştırmadım fakat öyle cümleler vardı ki Türkçe bilen birisinin bu cümlelere bakıp çevirinin kötü olduğunu söyleme hakkı var diye düşünüyorum. Haliyle bu durum okumayı zorlaştırıyor. Yine de bir şekilde okunuyor.

Kitap genel olarak Nijerya’da geçen bir ilk temas hikayesi olarak özetlenebilir. Kitapta uzaylı varlıklarla temas çeşitli yönlerden işleniyor. Uzaylı mikroorganizmaların insanlara çeşitli özellikler bahşetmesi ve şifa vermesi gibi çeşitli özelliklerini okuyoruz. Kitapta uzaylıların iyi mi kötü mü olduğu kitabın sonuna kadar açık edilmiyor. Hatta sonunda bile tam olarak bir yargıya varamıyoruz. Nijerya ordusuna bağlı özel bir birim olan S45’in bir ajanı olan başkahraman ancak kitabın sonlarına doğru sevilebilir bir yapıya bürünüyor. Başkahramanımız bir bulucu. İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor ve zihinlerini manipüle edebiliyor.Bu özelliğini nasıl kazandığınıysa okurken öğrenmeniz için buraya yazmıyorum. Ama tahmin etmek çok da güç değil. Ayrıca kitapta kuantum fiziği ile alakalı bazı meseleler de var. Ayrıca ABD’nin durumu başlı başına bir gizem. Ne yazsam sürprizbozan olacağı için konusu hakkında daha fazla bir şey yazmak istemiyorum.

Çeviri kötü demiştim, bunun yanında yazarın dili de çok iyi sayılmaz. Hikayeyi anlatırken özellikle böyle güzel bir konuyu işlerken insanları daha ilk sayfalarda yakalaması çok kolayken ancak 200’lü sayfalardan sonra okuyucuyu yakalayabilmesi bunun açık kanıtı. Kitabın yarısına gelene kadar zaman zaman kitabı okumayı bırakayım diye düşündüm. Yarısından sonra ise kitabın kalanını bir solukta okudum. Bir sürü soru cevaplandı, bazı soruların cevapları sonraki kitaplara kaldı.

Kitabı sevdim. Bundaki en büyük etken ise kitaptaki konuların ilgi çekiciliği ve gizemi. Umarım serinin diğer kitaplarında yazarın dili ve konuları işleyişi ilk kitaptan daha iyidir diyerek bitiriyorum eleştirimi.

@narpal

20 Beğeni

R.A. Salvatore - Drizzt Efsanesi 5. Kitap: Gümüş Damarları bitti.

gumus-damarlari-drizzt-efsanesi-5-kitap

Dördüncü kitabın ardından hemen beşinciye başladım ve bitirdim. Yine heyecanlı ve akıcı bir macera. Yollarda tehlikeler kol geziyor. ÖLüm kol kola geziyor. Okuyunuz. Sırada altıncı cilt var. Kaldığı yerden devam. 7/10 :slight_smile:

14 Beğeni

Birebir benim düşüncelerimi yazmışsınız kitapla ilgili, korktum vallahi! Kapağı cidden hoş, bazen elime alıp okşuyorum. :slight_smile:

1 Beğeni

Kurgu ve kurgu dışı verdiği eserlerle favori yazarlarım arasına giren Maalouf’un Doğu’nun Limanları’nda aradığım lezzeti bulamadım. Semerkant’ı büyülü bir dünyanın içerisinde kaybolmuş şekilde muazzam bir haz duyarak okuduğum için büyük bir beklentiye girmiştim belki de.

Roman, baba tarafından haneden soyundan bir Türk; anne tarafından ise Ermeni olan İsyan’ın on yıllara uzanan öyküsünü anlatıyor. Etkileyici bir girişle Adana’da başlayan hikâye, bir devrin kapanışına tanıklık ederek Beyrut’ta ve Paris’te iki dünya savaşını ana eksenine alarak ilerliyor. Olaylar kurgunun etkisiyle hızlı bir şekilde akıp gittiğinden karakterleri detaylıca analiz edebilmek pek mümkün olmuyor. İsyan’ın kendisi dışında hayatına etki eden hiçbir karakteri yeterince tanıma fırsatımız olmuyor. Tabii burada hakim anlatıcının İsyan olmasının etkisi büyük. Roman başka bir şekilde kurgulanıp Tanrısal bakış açısı metinin tamamına hakim olsaydı diye sıkça düşündüm.

Olaylar hızla akıp gitmesine karşın yazarın dünya görüşünü karakterler aracılığıyla oldukça net bir şekilde yansıtıp bana göre pek de doğru olmadığını düşündüğüm sosyolojik tespitleri romana yine de farklı bir hava katmış.

Oldukça sade bir dil ve akıcı bir üslupla yazılan bu roman, belki de yazarın en zayıf metinlerinden biri. Romanın en beğendiğim yönü ise, tarihi roman niteliğinde olması. Arap-Yahudi çatışmasının yani kısaca savaşın, bir insanın ve ailesinin psikolojisinde ne derin izler yaratabileceğini, hayatını ne derece değiştirebileceğini İsyan karakteri üzerinden anlatılmak istenmesini de çok beğendiğimi söylemeliyim.

https://1000kitap.com/aydinfaruk

14 Beğeni

Bak şimdi sen böyle deyince ben de biraz korktum. :roll_eyes: Kapağı için ben de fazla el altından uzaklaştırmak istemiyorum. Arada bir dokunasım geliyor.

1 Beğeni

Agatha Christie - Doğu Ekspresinde Cinayet

Agatha Christie’den okuduğum ilk kitap. Kitabı trenleri sevdiğim için almıştım. Kış ayını da çok severim. Mekân olarak kitap bana tam istediğim o atmosferi verdi.

17 Beğeni

image

The Witcher, Cilt 1: Camlar Konağı

Öykülerden oluşan ilk iki Witcher kitabından bir chapter okuyor gibi hissettirdi, ancak o seviyenin de biraz altında kalmış. Çizgi roman okuru olmayan biri olarak Witcher evreninden bir parça okuma niyetiyle edinmiştim. Evrene katkısı ya da yeniliği olmadığından çıtır çerez bir okumalık olarak değerlendirilebilir.

Geralt’ın çizgi romandaki karakterizasyonunu pek beğenmedim. Çizimler de pek hoşuma gitmedi, mekan ve çevre tasarımları fena değildi ama karakter çizimlerinde çizerin tarzı ile pek hoşlaşmadım. Oyunları oynamadığımdan tam emin olamasam da sanki bu çizgi roman serisinin ana esin kaynağı oyunlar gibi hissettim. Geralt’ın bol bol büyü atması ve boş boş her aksiyona dalması bu duyguyu oluşturdu sanırım bende. Sonraki çizgi romanları da okuduktan sonra biraz daha net bir kanaat getireceğim.

image

The Witcher, Cilt 2: Tilki Çocuklar

Kitaplardaki bir öykü tadında ufak bir macera şeklinde olmasıyla sıcak başladım yine çizgi romana. Hikayenin başlangıcı da gelişimi de zayıf kalmış. Geralt ve Addario gemiye katılım gerçekleştikten sonraki karşılaştığımız hemen hemen her yan karakter zayıf ve derinliksiz. Hele ki amele tayfanın üst üste yaptığı mallıklara sürekli göz devirdim maalesef.

Çizeri ilk çizgi roman ile aynı ve pek de bir fark yok, Querio’nun tarzının kesinlikle bana hitap etmediğine ikna etmiş oldu sadece.

image

The Witcher, Cilt 3: Kargaların Laneti

Hem hikaye hem de çizimler bakımından önceki iki çizgi romana göre daha çok beğendim. Çizeri farklıymış zaten, benim göz zevkime biraz daha yakın çiziyormuş demek ki.

Kargaların Laneti kitaplardan aşina olduğumuz Striga hikayesine dokunurken kendi hikayesini de oluşturmayı başarmış. Ciri ve Yenneferi de görmemiz ile beraber hoş bir anlatı ortaya sunmuş denilebilir.

Çok tatmin edici olmasa da önceki iki çizgi romandan daha iyi olmuş. Birbirleri ile herhangi bir bağlantıları da olmadığından Witcher çizgi romanları varmış, nasılmış diye düşünenler ilk olarak Kargaların Lanetini okumayı da deneyebilir.

image

The Witcher, Cilt 4: Et ve Alev

Hikayesi biraz kısa ve fazla yüzeysel kalmış olsa da çizimlerini önceki çizgi romanlardan daha fazla beğendim diyebilirim. Çerezlik bir okuma oldu yine. Dandelion da güzel bir artı oldu bu macerada.

Et ve Alev ile beraber şu ana kadar Türkçeye kazandırılan 4 Witcher çizgi romanını da okumuş oldum. Pek beklediğimi bulamamış olsam da beklentiyi kısa, eğlenceli ve çerezlik okuma şeklinde tutarak keyif alınabilir gibiler. Sonraki çizgi romanlar da Türkçeye kazandırılır ise okuyup okumamayı o anki yoğunluğuma göre değerlendiririm diye düşünüyorum.

11 Beğeni

Okuyorum konusuna attığınız kitap dikkatimi çekti. Serinin 1. kitabı olan Rosewater İstila kitabını değerlendir misiniz?

@annihilator

2 Beğeni

Konuyu takip etmediğim için görmemişim. Teşekkür ederim. Konuyu takibe alsam iyi olacak. :slight_smile:

2 Beğeni

Bu seriyi ben de merak ediyordum, okuma yaptıktan sonra inceleme yapmasını rica etmiştim. Sağ olsun yazının sonunda eklemiş beni yoksa ben de kaçırabilirdim.

2 Beğeni

Şeytanın Çırağı- Şiro Hamao

Japon klasikleri okumalarım bütün hızıyla devam ediyor. Dizi ile ilgili haberleri de bu aralar sık sık takip etmekteyim. Yeni kitaplar eklendikçe de okuyup yorumlamaya devam edeceğim. Japon edebiyatına ve tarzına ne kadar yabancı olsam da yorumlarımı yazarken hiç zorlanmıyorum diyebilirim. Gelenekselliğe boğulmuş ve oldukça farklı bir kültür olmasına rağmen ilgimi çekti ve çekmeye de devam ediyor. Değişik kapılardan geçmek isteyen ve sıradanlıktan kaçanlar bu diziyi okurken muvaffak olabilir.

Şiro Hamao, Japonya’da polisiye türünün oluşturulmasında temelleri atan yazarlardan sadece biri ve birçok yazara da ilham kaynağı olmuş kendisi. Ayrıca kariyerinde dedektif öyküleri yazarı olmaktan başka şeyler de var. Bir savcı hem de vikontmuş. Vikont olma öyküsüne şaşırdım; Tokyo Üniversitesi başkanı ve Tokyo Güzel Sanatlar Okulu’nun kurucusu Vikont Arata Hamao’nun kızıyla evlenmiş ve Hamao soyadını almış. Daha sonra Arata ölünce onun yerine vikont olmuş. Bu sırada da Tokyo Bölge Mahkemesi’nde savcılık görevinde bulunmuş. Burada üç yıl geçirdikten sonra istifa edip kendi hukuk bürosunu açarak dedektif öyküleri yazmaya başlamış. Yakınları tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuş; hem prestijli bir görevi bırakması hem de edebi değeri olmayan öyküler yazdığı içinmiş bu eleştiriler. Fakat bu eleştiriler amacına ulaşmadığı için Hamao şanslıymış. Çünkü yazdığı eserlerde Doyle ve Poe etkileri görülüyormuş; gerçeğe dayalı bu öyküler yazarın hukuk deneyimlerinden beslendiği için okunmaya değer bir hale gelmiş.

Hamao eşcinsellik haklarını savunup eserlerine de yansıtmış bu durumu. Hatta eşcinsellik eserlerinde önemli bir yer tutmuş. Japonya’nın en ünlü polisiye yazarı Edogava Ranpo, ‘‘Homoseksüellik konusunda her şeyi ondan öğrendim.’’ diye belirtmiş zamanında.

‘‘Şeytanın Çırağı’’ ve ‘‘Onları Öldürdü mü?’’ kitap içinde yer alan başlıklar.

İlk kısa roman Şeytanın Çırağı olup ismi bile beni ürkütmeye yetti. Şeytanlıklarla dolu ve gerilim kaynayan bir hikaye okuyacağım beklentisiyle başlamıştım; doğru bir tahmin olmuş bu. Şeytan bile böylesini yapmaz dedirten bir kurguya hazır olun!

Genç ve güzel bir kadının ölümünden sorumlu tutulan anlatıcı tarafından okuduğumuz bir hikaye. Bu cinayetten sorumlu tutulan anlatıcı ise eski bir arkadaşına mektup yazıp yardım istiyor; bu öyle basit bir arkadaş da değil. Bir savcı çünkü. Ama hukukla ilgili biri olmasından ziyade değişik ve garip mevzuların döndüğüne şahit olacağınız bir savcı bu. Çünkü kurgu, anlatıcının savcı arkadaşına yazdığı mektupla başlayıp onunla son buluyor. Ortaya dökülen kirli çamaşırlar için şimdiden burnunuzu kapatın.

İkinci kısa roman ise diğerine göre daha uzun ve kasvetliydi. Onları Öldürdü mü? sorusunu benim de yüzlerce kez sormama neden olduğundan bu soru hikayenin başlığına kesinlikle uymuş.

Herkesin kimin tarafından işlendiğini bildiği bir cinayetin perde arkasını araştıran avukatımız katil olduğu düşünülen genç adamın bir türlü katil olduğuna ikna olmaz, olmak istemez.

Zengin bir çiftin evlerinde öldürülmesi ülke gündemini etkiler ve herkes gelişmeleri takip etmeye çalışır. Sizce şüphelenilen ya da emin olunan genç adam katil mi değil mi?

Bizden çok farklı bir kültüre ait bir şey okuyoruz ve arada sırada dipnotlarla aydınlatılıyoruz. Bilindik polisiye kurgularını unutup öyle ele alırsanız hoşunuza gidecek bir kitap bu. Sadeliğin ve akıcılığın ön planda olması da okumanıza hız katıyor. Burada katiller kovalanmıyor, maktule bakıp derin ve kafa patlatan analizler yapılmıyor, yakınlarının ve başka insanların bitmek bilmeyen sorgulama süreçleri de yok. Söz konusu olan anlatıcı ya da anılarda, işlediği ya da işlendiğini düşünülen suçun hikayesini ve geçmişini anlatıyor. Tüm olay bu olduğu için, size düşen de arkanıza yaslanıp sayfaların arasında kaybolmak. Şeytanın Çırağı mektup yoluyla, Onları Öldürdü mü? de anılar ve mektuplarla bize bu süreci yaşatıyor.

Kısa romanların birinde “eşcinsellik” esintilerini görebiliyorsunuz. Hangisi olduğunu belirtmeden geçiyorum sürprizi kaçmasın diye. İkisinde de bir kadın düşmanlığı hissettim desem yalan olmaz. Cinayetler ve olayların gidişatı bunu düşünmeye sevk etti beni.

Kurgu içinde yer alan karakterler bir şekilde kadınlara uzak ve temkinli. Sanki kadınlar çok tehlikeli ve vahşi bir yaratıkmış gibi.

Okuduğumuz ve bilindik polisiyelerde katile üzülmezsiniz, o işlenen suçun ağırlığı altında kaybolursunuz. Burada ise katilin hikayesi ve geçmişi sizi ele geçiriyor. Kitabı da ilginç kılan bu.

18 Beğeni

Stig Dagerman - Alman Sonbaharı

İkinci Dünya savaşı sonrası Almanya hakkında tanıklık üzerinden güzel bir metin. Stig Dagerman bir İsveçli olmasına rağmen Alman iç durumuna oldukça hakim. Zaten çok uzak kültürler denilemez bu ülkelere.

Hitler rejiminden yedikleri baskı yetmezmiş gibi bir de savaş sonrası kaybeden tarafta kalan Alman halkının yaşadığı sefalet tüyler ürpertici. İnsanlar batan bir gemiyi terk eder gibi kendilerini Nazizm den sıyırmaya çalışıyor. Dışarıdan müdehaleler yapılması(müttefikler) ise o ülkenin hayrına falan değil bu çok net izlenebiliyor.

Tavsiye ediyorum.

20 Beğeni

Kelt Masalları

Bugün bitirdim. İçinde 24 adet masal bulunuyor. Tabi bazı masallarda birbirine yakın durumlar var. Çoğunlukla üst üste okumadım. O yüzden bana çok tekrar ediyormuş gibi gelmedi. Ayrıca içinde Cinderella’nın Kelt versiyonu da var. :smiley:

Kısacası ben kitabı severek ve zevkle okudum. İrlanda Mitolojisini de haliyle epey merak ettim, okurken biraz araştırdım.

Kitaba puanım: 10

20 Beğeni