Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Küçük Şeylerin Tanrısı / Arundhati Roy

Man Booker ödüllü Küçük Şeylerin Tanrısı çok geniş bir kurgu aslen. Kast sistemi, ayrımcılık, kadın-erkek eşitliği, eril düzen gibi birçok üzücü fakat artık alışageldiğimiz- ki keşke olmasa-birçok konuya değiniyor, eleştiriyor.

“Öteki dokunulmazlar gibi Paravanların da halka açık yollarda yürümelerine, belden yukarısını örtmelerine, şemsiye taşımalarına izin verilmezdi. Konuştukları kişiyi pis soluklarıyla kirletmemeleri için konuşurken elleriyle ağızlarını örtmeleri gerekirdi.”

Bir örnekle de yazarın güçlü bir ayrımcılıktan bahsettiğini, onun hakkında yazdığından söz etmek isterim.

Hindistan’ın küçük bir şehirine konuk oluyoruz. Kurgu genelde ikiz kız- erkek kardeşler ile devam ediyor. Genel anlamda ana karakterlerimiz denebilir. İkisi de çok sessiz, sakin; bir tanesi adeta hiç konuşmuyor. Net olmasa da bunun bariz nedeni babalarının yoğun şiddeti ve aile kavgaları sebebi ile dağılan bir aile.
Yazar o kadar güzel bir şekilde eleştiriyor ki, bazen kanınız donuyor bazen ufak bir gülümse yüzünüzde. Yazarın kalemi çok güçlü ve şiirsel. Benzetmeler, vurgular çok farklı.
Bu anlatıma bayılıyorum ben; ufacık bir sözden, söz öbeğinden çıkan dağlar kadar anlamlar.
Yazarın bilinç-akış tekniğini kullanımı da çok etkili, kurgunun sağlamlığını da destekler niteliğinde. Bazen ikiz çocukların gözünden bakıp küçülürken, bazen de yetişkin hallerinde soluk buluyoruz. Anlatılanların gücü, yazarın sert ve alaycı üslubu ile daha da artıyor. Ne kadar bahsetsem de sanırım kitabın güzelliğini tam olarak yansıtamam.

Çevirmen İlknur Hanım’a da büyük bir iş düşüyor. Çok güzeldi, emeğine sağlık.
Okunması gereken 1001 kitap arasında diye hatırlıyorum. Şiddetle tavsiye ediyorum.
Çok, çok güzeldi. Hâlâ tadı damağımda.

10/10 gibi bir puan verdim. Kendi içimde daha daha fazlasını hak ediyor diye düşünüyorum.
Teşekkürler :blush:

20 Beğeni

Uzay Gezgini Tuf kitabından sonra fazla ara vermeden Gece Kuşları kitabını okumak istedim. Tuf’daki öykülerin hemen hemen hepsi harikayken bu kitaptaki öykülerin sadece birkaçı o seviyeye yaklaşabiliyor sadece. Özellikle derlemedeki son öykü son zamanlarda okurken sıkıldığım en yorucu öykü olması sebebiyle son 40 sayfasını bitirmeden bıraktım. Ortada Martin’lik bir sorun olmadığını söyleyebilirim. Sorun genellikle o öykünün ele aldığı konu ve erkek ile kadın arasındaki duygusal bağın verdiği sıkıcılığın bana hiç mi hiç hitap etmemesi.

Kitap genel itibariyle ilk öyküden vitesi arttırsa da her oyküde bu vites düşüyor ve son öyküde araba resmen istop ediyor. Tuf’a göre daha zayıf bir derleme oldu benim için. Beklentiyi fazla yükseltmeden okunabilir.

7/10

19 Beğeni

Mezarlık Kitabı, neredeyse Neil Gaiman’ın tüm kitaplarında karşılaşabileceğiniz mistik, gizemli ve öğretici yönüyle okuma lezzeti sunuyor.

Mezarlık Kitabı, bir çocuğun süzgeçsiz ağzı kadar doğal, sahibinin iş dönüşünü bekleyen dost bir evcil hayvan (tabii bu dostlar genellikle nankör kedilerden ziyade köpekler olur) kadar hüzünlü.

Neil Gaiman sayfa kalabalığı yapmamış. Hatta eksik de yazmamış. Kararında. Başarılı.

Genellikle Neil Gaiman’ın güzel hikayeleri elinde heba ettiğini düşünülür. Açıkçası ben de öyle düşünüyorum. Daha iyi işlenebilecek, büyük potansiyel gösteren romanları aklımda daima ‘fena değildi’ etiketiyle kalıyordu. Lakin Mezarlık Kitabı harika bir iş.

Dil başarılı. Sonunda edebi lezzetin tadına vardım (çeviri de ayrıca takdir edilmeli). Neil Gaiman’ın kuru dilinden oldukça şikayetçiydim. Neil Gaiman’ın yazım stilinden şikayetçi olanlar için Yolun Sonundaki Okyanus, kitabı önerilir. Dil konusunda zirve yaptığı iddia edilir. Tabii bu söylemleri Reddit gibi global forumlarda görüyorum. İki kitabı da okumuş ve Neil Gaiman hayranı biri olarak şunu söyleyebilirim: Mezarlık Kitabı, Okyanus’u her alanda, her anlamda ezer.

Bu kitabın en sevdiğim, hatta en takdir ettiğim yönü, Bod’un etrafındaki karakterlerin, -insan olsunlar ya da olmasınlar- kendilerince, yani kendi türlerince oldukça doğal hissettirmeleri oldu. Hikayede heba edilen tek karakter Antagonistti. Bir tipleme gibi hissettirdi. Çünkü çarpıcı bir açılış sahnesine sahipti. Kendi gizemi sökülünce tüyler ürpertici yanı da çözüldü. Biraz da Neil Gaiman’ın o kısmı işleyememesinden kaynaklı. Gizemli antagonistlerin sırrı tamamıyla açıklanmamalı. Yoksa okur üzerindeki etkilerini yitiriyorlar. Ve şunu söylemek istiyorum: Beklenen nihai karşılaşma, kelimenin tam anlamıyla Hollywood kokuyordu. Hatta abartarak söylüyorum: H o l l y w o o d .

Bod’un Yamyamlar (Bod’u kaçıran şeylerin adını unuttum, Yamyam olarak örneklendiriyorum) tarafından kaçırıldığı kısım, nihai karşılaşmadan daha heyecanlıydı. Yazar adına da bundan daha rencide edici bir durum olamaz.

Mezarlık Kitabı, protagonist ve antagonistin beklenen karşılaşması haricinde başarılı bir iş. Bir kısım, öteki kısımları gözünüzde düşürmemeli. Bir kötülük, bir iyiliği hiçe sayamaz.

Evet.

Beğendim.

Bana müsaade.

16 Beğeni

Mozart ve Deyyuslar - Anthony Burgess:

Biraz felsefi, biraz teolojik yönü olan eğlenceli bir kitap. Yazımı ilginç. Başta senaryoydu. Cennette bestecilerin konuşmalarıyla başladı. Bolca müzikal terim, eserler geldi geçti. Derken tiyatro metnine evrildi. Mozart’ın hayatından parçalar sunuldu. Ancak bunlar biyografik olarak pek doğru değilmiş, kurmacaymış. Sonra metin düz yazı oldu. En ilginç olan kısmı, yazarın kendi kendine konuşmasıydı.

1991 yılında yazılmış bu kitap, Mozart’ın 200. ölüm yıl dönümünde. Burgess’in müzikle ilgilendiğini, bu alanda kendi kendini eğitmiş olduğunu bu kitapla öğrendim. Klasik müziği sevmeyen, onunla ilgilenmeyen birine pek hitap etmeyebilir. Ben kitabı sevdim ama okumasam da olurdu. Bir şey kaybetmezdim diyorum.

Puanım: 6/10

14 Beğeni

Japon Klasikleri 7: İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai

Bir insanın yitip gidişini değil de, bir soytarının umut arayışını anlatan Japon klasiği okudum, ve ikinci kez okudum bu eseri. Geçen yıl Sel Yayıncılık’tan Hüseyin Can Erkin çevirisiyle okuma fırsatı bulmuştum. İthaki Yayınları da Japon klasikleri dizisi gibi harika bir şey oluşturunca tekrar okumak için bir neden buldum kendime. Peren Ercan çevirisini de çok beğendim, hatta ilkine göre daha çok. Burada her iki çevirinin karşılaştırmasını ve kıyaslamasını yapma gibi bir düşüncem de yok, çünkü bu konuda yetkinliğim yok denecek kadar az. Sadece öznel görüşümü belirtebilirim; belki ikinci kez okumak eseri gözümde daha farklı kıldı ve bu nedenle Peren Ercan çevirisi bana daha çok hitap etti diyebilirim. Ayrıntıları seviyorum ve bu eserde detaylara özen gösterilmiş, gözüme sevimli görünmesinin en büyük sebebi de bu sanırım.

Japon klasikleri dizisini okuduğum günden beri genel anlamda çoğunu sevdim; bazı kitapları anlayamayız, elimizden de anlamaya çalışmak gelir bir tek. Bu dizide yer alan kitaplara da bu gözle bakıyorum artık. Sadece anlamaya çalıştığım için sevmiş olabilirim. Okurken çıkmış olduğum yolculuk keyif veriyor, bazen belirsizlik bir hoşluk katıyor. Japon klasiklerine de yakışıyor bu belirsizlik hissi…

İlk okuduğumda Oba Yozo bana melankolik ve bunaltıcı gelmişti. Bir şey değişmedi hala melankolik kendisi. Bunun nedenini ise şimdi daha iyi görebildim gibi; bu ruh halinin sebebi, kendisini insanların içinde insan gibi görememesi, dünyanın iğrençliği ve yıpratıcılığında umudun bir yerlerde hala var olduğuna inanarak ve arayışa girerek çevresine soytarıyı oynaması. Yaramaz ve komik maskesini takarak gerçek Yozo’yu herkesten sakladı. Umudu, insanlığı, doğallığı bulsaydı soytarı maskesi de düşerdi belki, ama bu arayış bizi değişik, tuhaf çıkmazlara götürdü.

Yozo kendisini hiç insan olarak göremedi ki nasıl yitip gidebilir? Dünya kötü bir yer, insanlara baktığında ruhunun daralması ve açıklaması güç çıkmazlara girmesinin sonucu Yozo’ya soytarıyı oynattı. Ailesine ve çevresine, özellikle kadınlara göre çok başka biri oldu Yozo.

Yazar yarı otobiyografik eserinde anlattıklarıyla insanlığın ve insanlarla ilgili her şeyin bir hiç olduğunu, hatta korkutucu göründüğünü hissettiriyor. Okurken bu hislerle donatıldım, Dazai sağ olsun. Büyük ölçüde kendi hayatını yansıttığı eserin inanılmaz bir etkisi oldu üzerimde. Ölümünden çok kısa bir zaman önce yayımlanması bir intihar mektubu okuyormuşsunuz izlenimini verse de kitabın içinde umudu arayan bir Osamu Dazai görebilirsiniz.

Kitabın son sayfalarında Mark Gibeau tarafından kaleme alınan son sözü es geçmeden okumanızı tavsiye ederim. Yazarın hayatına dair dikkat çeken bilgiler bulunuyor bu bölümde. Eserin türüne ve anlatmak istediklerine de fazlasıyla değinilmiş ayrıca.

Herkese tavsiye etmeyi düşünmüyorum da… Gerçekten ilginizi çekiyorsa okumanız iyi olabilir. Özellikle Japon klasiklerini seven arkadaşlara öneririm.

Önemli not:

Kitabı okumadan önce Peren Ercan’ın şu yazısına da bakabilirsiniz; çevirme süreci ve kitap hakkında güzel noktalara değinmiş kendisi.

Osamu Dazai’nin dizide yer alan kitapları:

Japon Klasikleri 2: Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler

Japon Klasikleri 8: Öğrenci Kız

Yayımladığım diğer platformlar:
bubisanat wannart1000kitap

18 Beğeni

Hazlar ve Günler - Marcel Proust

Kayıp Zamanın İzinde serisinden sonra Proust özlemim nedeniyle elime alıp sevdiğim bu kitap hakkında birkaç şey yazmak istedim. Marcel Proust’un ünlü serisi hakkında hiçbir şey yazmadığımın da farkındayım, serinin içinde öyle kitaplar okudum ki bunları kelimelerle ifade edeceğime inanamadım, sadece onlarla yaşamak istedim bir süre. Proust hayranlığım bu kadar zor okunan bir seriyle sağlandığı için de aşırı mutluyum. Koskoca bir ay sadece Proust okumak… Bu seriyi bir gün ikinci kez okumak istiyorum ve bunu gerçekleştirirsem bu sefer birkaç şey yazacağımdan eminim.
Seriden sonra arayı açmadan yazarın bu eserine dört elle sarılmam yazarı ne kadar sevdiğimi belli ediyor galiba.

Hazlar ve Günler’e gelecek olursak, kitap Kayıp Zamanın İzinde’nin habercisiyim diye bağırıyor. Ama ben iyi ki bu haberciyi sonraya bırakmışım. İlk bu kitaptan başlasaydım Kayıp Zamanın İzinde’ye hemen bağlanamazdım diye düşünüyorum. Genel olarak çoğu okur bu kitapla çıkmış Proust seyahatine. Yedi kitaplık serimiz yazarın otobiyografik eserleri aslında, Proust’u anlamak için de bu seriyi yolculuğun ilk durağı olarak belirlemek bana daha doğru geliyor. Yine de size kalmış tabii, benim fikrim ise bu yönde :slight_smile:

Kısa anlatılar, öyküler ve şiirler bulunuyor Hazlar ve Günler’de. Yirmili yaşlarında kaleme aldığı eserler bunlar. Proust düzyazıda şiiri yaşatan nadir yazarlardan. Şiir delisi bir insan olmadığım halde, her cümlesi bir şiirsellik barındırdığı için beni alıp başka yerlere götürüyor. Olay örgüsü ve kurgu asla yazılarının değişmez unsuru değil; doğa betimlemeleri olay ve sadece doğa da değil, her şeyin gözünüzde canlanması, ama her detayın… Özellikle karakterlerin duyguları, yaşayışları ve bilinçlerindeki değişimlerin yazıyla buluştuğu yerler… Gerçekten müthiş bir izlenim yaratıyor hepsi ben de. İnsana dair ne varsa, en çok da hazları baz alan metinlerden oluşan bu kitabı hemen bitirmek istemediğimden kendimi Fransız edebiyatının tutkulu sayfalarına bırakarak yolculuğa çıktım. Ve sonuna geldim maalesef. Keşke Kayıp Zamanın İzinde’yi hiç okumamış olsam ya da başladığım ilk güne gitsem dediğim birkaç dakika geçirdim.
Her sayfasında ayrı etki uyandıran, hoş bir klasikti. Yazarın hayatı ve kitapları ilginizi çekiyorsa mutlaka tavsiye ederim.

16 Beğeni

SAHNEYE ADANMIŞ BİR ÖMÜR: METİN AKPINAR - ZEYNEP MİRAÇ

Belgesel tadında bir kitap olmuş. Sanki okumuyormuşum da izliyormuşum gibi ustanın hayatını okurken çok keyif aldım. Doğumundan şimdiki zamana kadar olan hayatını anlatıyor. Aile hayatına ve sinema hayatına fazla yer verilmemiş, daha çok tiyatro ve kabare konusu ağırlıklı işlenmiş ve bunlar işlenirken hem ustalarını, hem arkadaşlarını, hem yapılan hataları, inişli çıkışlı dönemlerini hem de o dönemlerin siyasi atmosferini ve tiyatroya etkilerini de görmüş oluyoruz. Okumanızı tavsiye ederim.

Puan 10/10

@azizhayri

14 Beğeni

Agatha Christie’den okuduğum ikinci kitap olan Cesetler Merdiven’i yine yazarın klasikleşmiş tarzıyla örülü bir gizenli cinayetler romanı olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu kez Tanrı rolünü Poriot değil Miss Marple oynuyor.

Hikaye, Bay ve Bayan Barnty’nin kütüphane odasındaki bulunan bir cesetle başlıyor. Ceset genç sarışın bir kıza aittir ve ev sahipleri bu kızı hiç tanımamaktadırlar. Böylelikle olaya polis ve dedektif müdahil olur. Fakat bunların dışında insan doğasını çok iyi bilen yaşlı bir bayan olan Miss Marple(Agatha’nin kendisi bence) da dahil olur.

Ceset, şüpheliler, polisler, kanıtlar, dedektifler ve sorulacak sorular hazır olduğunda geriye tek bir şey kalıyor; Usta yazar Agatha Christie’nin o hünerli çözümleme ve kurgulamadaki başarısını büyük bir keyifle okumak.

Bence yine güzel bir polisiye romanıydı. Sadece yayınevinin orjinal ismi Cesetler Merdiveni olarak değiştirmesini aşırı saçma buldum. Romanın içeriği ile hiç alakası yok. Ya da ben bir bağ kuramadım.

8/10

12 Beğeni

Miss Marple’ın başrolde olduğu en iyi kitap Cinayet Ilanı kitabı bence. Yine Ölüm Adası kitabı da en iyilerdendir.

1 Beğeni

Şansa bakın ki ikisi de bende yok sanırım. :joy:

1 Beğeni

Eugenie Grandet - Honore de Balzac

Kadın karaktere odaklanan ve insanlığın kirli çamaşırlarını bütün çıplaklığıyla ortaya seren bir Balzac klasiği okudum. Ve yazardan okuduğum üçüncü kitap oldu Eugenie Grandet. Goriot Baba ve Vadideki Zambak gibi muazzam bir etkisi olmadı üzerimde tabii, yine de okunması gereken, hoş bir klasik olduğunu düşünüyorum. Cimrilik ve aşk gibi temaların yoğun bir şekilde işlendiği bu romanda aslında insanların ne kadar tuhaf varlıklar olduğuna ve bazen de ne derece kötüleşebildiklerine tanık oluyoruz.

Cimri bir baba, dindar bir anne ve aşktan habersiz masum bir kız. Herkesin bu üç kişilik aileyi diline pelesenk ettiği bir taşra kasabasında geçen bu hikaye oldukça sürükleyici. Grandetler zengin ama yoksul gibi yaşıyor. Pinti bir babanın elinde oyuncak olan iki kadın, bazen her şeye boyun eğen kadınlarımız… Bu düzen böyle sürüp giderken hiç ummadık bir ziyaretçi olayların gidişatını değiştirmeye başlıyor. Çat kapı gelen bu misafir ise bir kuzen. Parisli bir kuzen. Genç ve yakışıklı, bakımlı ve zevkine de baya düşkün. Grandetlerin evine ışık saçan bir elmas giriyor doğrusu.

Gerisini anlatmak istemem. Yalnız mutlu sonlar, sevinç gözyaşları ve umut yolculuğu gibi şeyler beklemeyin derim. Çünkü çağımızda hala güncelliğini koruyan böyle klasikler çoğu zaman acıdır, gerçektir bir bakıma. Gerçekler de üzer. Klişe oldu biraz, ama doğru.
Beklentim büyük olmadığı için de kitaba bayıldım. Her şeyin acımasızca eleştirildiği bu kitabı ise gerçekleri okumaktan zevk alan herkese tavsiye ediyorum.

15 Beğeni

Ahmet Ümit - Çıplak Ayaklıydı Gece

Ahmet Ümit’in kitaplarını kronolojik sırayla okumaya çalışıyorum. Sis ve Gece genel olarak beğendiğim bir kitap olunca yazma serüveni başındaki kitapları okumaya karar verdim.

Çıplak Ayaklıydı Gece 1980 darbesi zamanı yaşanılanları bir solcu - devrimci bakış açısıyla anlatmış. Kitapta çok hoşuma giden öyküler de oldu, çok vasat bulduklarım da. Bu dönemde düşünen veya fikri olan insana yapılan muameleler akıl alır gibi değil. Yazar bu durumu insani bakış açısıyla çok güzel anlatmış.
Benim en çok sevdiğim 2 öykü , aslında psikolojik olarak sindirilme, korkutulma ve özgürlükle alakalıydı. Sığınak ve Pezevenk adlı öyküleri çok beğendim. Özellikle sığınak öyküsü, saklanan bir adamın saklanışını ve insan içine çıkmasını çok güzel anlatıyor. Öykü sonlarına doğru gönlüm bir hoş oldu.

İçerik bakımından darbe dönemini o siyasi düşüncelerle yaşamadığım için bana çok fazla idealist geldi öyküler. Ancak diğer taraftan bir öyküde devrimcilik ve solculuk üzerine aslında çok güzel bir farkında olma, durumu kavrama olayı vardı. Halka rağmen halkçılık meselesini, işçiler için istenenin aslında işçiler tarafından istenmemesi durumu güzel aktarılmış.
Yazarın en güzel açıklamalarından birisi yine bu kısımdaydı, aslında bu düşüncede iktidar olmak veya başka bir şey istemiyorlardı, muhalefet olma ve direnmenin onurunu yaşamak istiyorlardı.

Yazarlığa başlangıcın bazı sıkıntılarını içerse ve bazı öyküler çok vasat kalsa genel ortalaması çok iyi olan okunması gereken Ahmet Ümit kitabı. Tavsiye ederim.
Puanım 7.8/10

Sevil Atasoy - Çürük Elmalar Masum Mahkumlar

Polisiyeyi, gerçek suç öyküleri okumayı, gerçek suç belgeselleri izlemeyi çok severim. Her ne kadar bu durumu yoğun yaptığım zamanlarda psikolojim olumsuz manada bozulsa da kendimi bu konulardan alamıyorum.
Sevil Atasoy’un basılan 9 kitabından okuduğum 6. kitap oldu bu. Sevil Atasoy’un kitapları neredeyse aynı kalıpta olan, normalde internetten detaylarını bulabileceğiniz bilgileri, yazarın kendi mesleki bilgi ve deneyimleriyle yorumlayarak anlattığı eserler. Her ne kadar her kitapta belirli bir türde suçlar varmış gibi gözükse de aslında karışık suç bilgileri gibi düşünebilirsiniz. Özellikle detayların uzun tutulmaması inanılmaz bir akıcılık sağlıyor. Neredeyse her sayfada farklı bir olayın detaylarını okuyorsunuz.

Benim ve birçok insanın yaşadığını düşündüğüm, dikkat eksikliği ve odaklanamama sorunlarıyla karşılaşmadan okuyabileceğiniz kitaplar. 40 sayfa betimleme olmadan , 1 sayfada olayın bütün detaylarını öğrenebileceğiniz, suçlunun kim olduğundan ne ceza aldığına kadar anlatılan bir yazım tarzı oluşturmuş yazar.

Her ne kadar Kanıt dizisini beğenmesem ve izlemesem de kitaplar çok hızlı okunup bitirilebiliyor. Gerçek suç öykülerine merakınız varsa kesinlikle okumanız gereken, ancak bu tür olaylara uzaksanız boşuna okuyup psikolojinizi bozmamanız gereken kitaplar. Genel olarak tek kitapdan değil de yazarın kitaplarından bahsetmemin sebebi genel olarak birbirine çok benzeyen kitaplar olduğu için.

Kitap akıcı ve türü sevenlere hitap ediyor dedim ancak her Sevil Atasoy kitabının sahip olduğu 2 hataya sahip. Birincisi kitaplarda ülkemizden detaylar çok az. İkincisi ise Sevil Hanım her ne kadar kıymetli bir iş yapsa da uluslararası alanda çok tanınan biri olsa da kendisini kitaplarında çok övüyor.

Puanım 7/10

19 Beğeni

Charles Dickens – İki Şehrin Hikayesi

Bu kitabın içinde gereksiz hiç bir şey yok. Yazar her şeyi birbirine güzelce bağlıyor. Karakterleri de öyle iyi işlenmiş ki. Okuduğum en iyi klasiklerden biriydi. Belki de şu ana dek okuduklarım arasında en iyisiydi. Yazardan daha önce bir kitap okumuş beğenmiştim ama bu kitap bambaşka bir yerde. İçinde ne çok şey barındırıyor, ne çok şey söylüyor…

Fransız Devrimi öncesinde ve devrim meydana gelirken İngiltere – Fransa arasında hayatları geçen insanların hikayesini aktarıyor. Hikayeler gelişmeye başladığında heyecan seviyesi yükseliyor. Karakterlere de fazlasıyla alışıyor, onları sevmeye başlıyorsunuz. Bir noktadan sonra kitabı elimden bırakamadım. Bazı kısımlar duygusal olarak yoğun ve etkileyiciydi. Kitap 462 sayfa ama sayfalar su gibi akıyordu.

Kitabın çevirisiyle ilgili dikkatimi çeken bir kaç şey oldu. Bunlar “İnşallah”, “Valla”, “Allah” gibi kelimelerin kullanılmasıydı. Eğreti duruyorlardı. Bir iki tane de yazım yanlışı gördüm.

Kitabın hikayesine diyecek yok. Okumanızı tavsiye ederim.

Puanım: 10/10

27 Beğeni

5392_Ruzgarin_On_Iki_Kosesi-Ursula_K_Le_Guin661

Rüzgarın On İki Köşesi - Ursula K. Le Guin

Yazardan okuduğum on ikinci kitap kendisinin derlediği ve kariyerinin ilk basamaklarının göstergesi olan bir seçki oldu. Bu seçkide yer alan öyküler aşağı yukarı yazılış tarihlerine göre dizilmiş ve hazırlanmış. Ve on sekiz hikayeden oluşuyor.

Bilim kurgu olan bu hikayeler türünden de anlaşılacağı üzerine farklı dünyaları ele alıyor. Fakat bu dünyaları anlatırken bizlerden, ideolojilerimizden, iktidarlarımızdan, ezilenlerden besleniyor ve adaletsizlikleri sorguluyor aslında. Birçok ödüle layık görülmüş ve çok okunan bir yazar olmayı başarabilmesinden önce, yazarlık kariyerinin ilk adımlarında kaleme aldığı bu öykülere bir şans vermek güzel oldu.

Öykülerin giriş bölümlerinde ise içeriklerle ilgili açıklama bulunuyor ve bazen de yazarken, editörlere gönderirken v.b gibi durumlarda neler yaşadığından da bahsediyor kısaca. Başına neler gelmiş, kadın yazar olmanın zorluğu özellikle!

Yerdeniz, Sürgün Gezegeni ve Mülksüzler’den izler gördüğüm ve bu büyük eserlerin habercisi olan öyküler de vardı eserde. Gelecekte harika bir yazar olacağını müjdeleyen güçlü bir kadının yazdıklarını okumak hoş bir serüvendi. Bu tür okumalar yapmayı seviyorsanız ve yazarın kitaplarına da ilginiz varsa mutlaka tavsiye ederim.

En sevdiğim öyküler:

Semley’in Kolyesi
Üstatlar
Halas Büyüsü
İsim Kuralları
Dokuz Can
Şeyler
İmparatorluklardan Daha Uçsuz Bucaksız
Aşağılardaki Yıldızlar
Omelas’ı Bırakıp Gidenler
Devrimden Önceki Gün

18 Beğeni

Sevil Atasoy - Acaip İşler
Sevil Atasoy tarafından yazılmış 9 kitaptan , okuduğum 7. kitap olan Acaip İşler diğer kitaplarla aynı şekil ve düzende yazılmış, gerçek suç öyküleri içeren bir kitap.
Sevil Atasoy kitaplarında olduğu gibi cinayetlerin aydınlatılmasında adlı tıp biliminin faydalanılmasından veya faili bulunan veya bulunamayan cinayetlerden bahsediliyor. Tabii ki diğer kitaplarda olduğu gibi konuların %80’i ABD kaynaklı. Ülkede suç oranları yüksek ancak cinayet ve cinayetin sebebinin araştırılmasında dünyada en ileri gelen ülke ABD. Dna’dan kimlik tayini her ne kadar İngiltere kaynaklı olsa da , adlı tıbbin çoğu tekniğinin çıkış noktası ABD. Mevzubahis ülkede bile yüzlerce haksız yere hapiste olanlar varken, ülkemizde adaletin icler acısı halini düşünemiyorum. Gerçi adlı vakalarda suçluyu içeri atmaktan ziyade salıveriyoruz.

Tekrardan kitaba dönecek olursak , gerçek suç öykülerine meraklıysanız kitap su gibi akıyor. Özet halinde yüzlerce olay mevcut. Yine her Sevil Atasoy kitabından olan 2 eksik bu kitapta da mevcut. 1. Ülkemizden anlatılan örnekler az, 2. Sevil Hanım her kitabında kendini övüyor.
Ben sebebini bilmediğim şekilde gerçek suç öykülerine olan merakımdan dolayı, bu türdeki kitapları inanılmaz kısa sürede bitirebiliyorum. Keşke bilimkurgu, fantastik kitaplarında da bu şekilde akıcı okuyabilsem. :slight_smile:

Sonuç olarak türü sevenlerin beğeneceğini ama bu tarz şeyleri hiç sevmiyorsanız hiç yanaşmamanız gereken kitap.
Puanım 6.8/10

15 Beğeni

Arayışlar – Lou Andreas - Salomé

Arayışlar, aşkıyla hayalleri arasında gidip gelen bir kadının hikayesini anlatıyor. Yani kadın, toplumun ona verdiği rollere boyun eğecek ya da bunları elinin tersiyle itecek.

Genel olarak ortalama bulduğum bir kitap oldu. Sonunu beğenmedim. Bir şeyler havada kaldı. Daha fazla şey söylenmeliydi. Ana karakter insanlardan kolayca etkilenen biriydi. Hayalleri bile böyle aklına geldi. Ayrıca kitapta Klinger’in Zaman ve Ün isimli gravüründen yanlış isimle bahsedilmiş. “Zaman Ünü Yok Ederken” denilmiş.

Kitaba puanım: 5/10

16 Beğeni

images (1)

Dune serisiyle tanıdığımız usta yazar Frank Herbert’in tekil bir romanını okumak güzel bir deneyimdi. Görevimiz: Uzay Boşluğu kitabının genel anlatısı; insanların arasından seçilen bir grubun klonları ve klonlarla beraber insan embriyoları, ve hayvanlar Tau Ceti sisteminde olası yaşanabilir bir gezegen araştırmasına gönderilir. Fakat bu klon mürettebat kendilerinden önce gönderilen 6 geminin yok edilmesi sonucu kendilerinin görevi başarıp başaramayacakları konusunda müthiş bir çıkmaza girerler. Çünkü diğer gemileri yöneten OAM yani Organik Akıl Merkezi kendi gemilerinde de ölmüstür. Geriye tek çözüm Dünya’daki heyetin de dediği gibi bilinçli bir yapay zeka yaratmak. Peki başarabilecekler mi?

Hikayenin ana konusu benim okuyup anladıklarımla böyle diyebilirim. Fakat konuya bakarak kitaba büyük beklentilerle başlamamak gerek. Öyle heyecanlı, ters köşeli ve renkli bir bilimkurgu romanı yok karşınızda. Aksine oldukça sıkıcı, anlamadığımız terimlerle ve felsefi fikirlerle dolu bir kitap Görevimiz: Uzay Boşluğu.

Bazı yerlerde Herbert beyin fırtınası yapmanıza imkan tanısa da olayların hep bir noktada sıkışıp kalması kitaptan alacağınız zevki düşürebilir. Finali öyle çook iyi olmasa da iyiydi ve insana acaba dedirtiyor. Sonu da iyi olmasaydı 5 puan verebilirdim.

7/10

22 Beğeni

Ben genellikle öykü derlemesi olan kitapları çok severim. Tabii tamamı bilimkurgu olacak. Gelelim soruma; bu kitaptaki öyküler hep bir cinsiyet savaşına mı odaklanıyor? Hepsi de daha çok ağır işleyen sosyal konuları mı anlatıyor? Mesela Ursula özgün ve şaşırtıcı bir zaman yolculuğunu anlatan bir öykü yazmış mı? Yani demek istediğim bu kitaptaki öyküler sosyal konulara mı yoksa o bilimkurgunun zaman yolculuğu, robotlarla savaş, gerçekligin başka bir yerde filizlenmesi gibi konuları mı işliyor?

2 Beğeni

Yazar önsözde sadece fantezi ve bilim kurgu olan öykülerini bu seçkiye eklediğini belirttiği için hepsi bilim kurgu odaklıydı daha çok. Büyük bir kısmında ise cinsiyet savaşları ve sosyal ilişkilerden daha fazlası yani bilim başlığı altında v.b konulu öyküler vardı. Klonlamayla olan öyküsünde (Dokuz Canlar) bilimle insanlığı harmanlamış ortaya harika bir hikâye çıkmış mesela. Yazarın tarzı belli zaten illa adaletsizliklerden, ideolojilerden besleniyor öyküleri, ama burada bilim kurgu daha ağır basmış bence. Bir de şöyle bir durum var ben çok bilim kurgu okuyan bir insan değilim bana o yönü daha fazla gelmiş olabilir. Yine de tavsiye ederim. Biraz karmaşık oldu :grimacing: :slight_smile:

3 Beğeni

Anladım çok teşekkür ederim. PDF bulabilirsem önden bir bakmak istiyorum. Olur da korktuğum gibi değilse kitabı kitaplığıma eklemek isterim. :slight_smile:

1 Beğeni