Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

MAYALAR

Kitap, 20. yüzyılın en önde gelen Mayanistlerinden olan Yale Üniversitesi profesörü Michael D. Coe tarafından 1966 yılında yazılmış, ve 50 yılı aşkın süredir yeni bilgilerle güncellenmiş. Birçok üniversitede ders kitabı olarak kullanılan akademik düzeyde bir eser, bu yüzden okuyacaklar bir hikaye kitabı akıcılığı beklemesin.

Kitabın ilk yarısı Maya tarihini dönemlere ayrılmış olarak anlatıyor. Her döneme ait arkeolojik bulgular ve siyasi durum en ince detayına kadar işlenmiş. Haritalar ve resimlerle desteklenmiş olsa bile Maya isimlerine ve coğrafyasına aşina olmayanları zorlayacak nitelikte.

Kitabın diğer yarısı ise Maya kültürünü din, dil, gelenek, siyasi, askeri kısacası her açıdan inceliyor. Ek olarak Mayaların günümüzdeki durumlarından bahsedilmiş. Kitabın ilk yarısına kıyasla daha rahat okunuyor.

13 Beğeni

Türkçe çevirisi yoktur herhalde.

Varmış ama hangi edisyonu bilmiyorum.

2 Beğeni

2002 yılında basılmış. O yüzden eski edisyon galiba.

Knut Hamsun - Açlık

Hakkında hiçbir fikrim olmadan alıp okumaya başladığım bir kitap. Sadece edebiyatta yeri büyükmüş diyordum. Kitap yorumlamam eleştirmem de okuduğum kadar olacağından yetersiz ve yersiz gelebilir. Şimdiden bu ve bundan sonraki yorumlarım için açıklamam olsun. :sweat_smile:

Çok bunalttı beni. Sıkıcı bir kitap gibi değil, anlattıkları ve anlatışının rahatsız ediciliğindendi. Bu yönden oldukça etkileyici. Yazarın kendi yaşadıklarından oluşu daha etkileyici yapıyor ve kendisi hakkında da çok şey söylüyor. Bu gurur ne be kardeşim? Belki bu kadar gururlu olmasa çok daha kötüleşmeden belini doğrultabileceği bir kadeei olabilirdi. Gerçi hayatında sonradan mutlu olmuştur herhalde 91-92 yaşına kadar yaşadığına göre. Sonradan okuduğum Nazi olayları ve suçlanma ve hayranların cezalarını yok sayarsak tabi. Son bölümlerde açlığın getirdiği (ve belki de dehasının bilemiyorum) deliliği herkes görse de bence ilk sayfasından da biraz deliydi. Bilemiyorum, eski tarihler olsa da hâla korkunç hayatlar ve sefaletler yaşayanlar olduğu için kurdurduğu empatiyle daha da moralimi bozdu. Bunun üzerine ucuz gençlik romanı okuyup kendimi gerçeklikten ve üzüntüden uzaklaştırayım bari.

12 Beğeni

Marcel Proust’un Mektupları: ‘‘Kalan Son Güzel Kağıdım’’

Yaşamın anlamının kökenine inerken hiç bitmeyen bir yolculuk: Marcel Proust

Bu yıl tanıştığım bir yazara bu kadar bağlanabileceğim kimin aklına gelirdi ki? Romanı olan yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde’yi, sonra da bir öykü olan Hazlar ve Günler’i çok sevdim ve kalemine de hayran kaldım doğrusu. Swann’ların Tarafı’nı okurken anlamıştım aslında bu yaratıcılığa vurulduğumu. Ve bu kitap yedi ciltlik serinin ilk kitabıydı, siz düşünün artık hayranlığımın boyutunu.

Sabır, özen ve dikkat isteyen bu okuma yolculuğumdan (Kayıp Zamanın İzinde) inanılmaz bir zevk almıştım. Beklentilerimin tatmin edilmesini isteyen bir okur da değilimdir. Böyle olmamın yararını fazlasıyla gördüm bu eserleri okurken…

Edebiyat gibi güzel bir şeyi bu tür klasikleşmiş yapıtlarda daha yüce bir şekilde hissediyor insan. Yazara tutkuyla bağlanmamın nedeni de büyük eseri yüzünden tabii. Ve bu tutkunun bedelini çok ağır ödedim. Kayıp Zamanın İzinde bitince anlatılmaz bir boşluğa düştüm. Sadece bir ayı bu seriye ayırmıştım; Mayıs ayının bahar mevsiminin en hoş zamanlarını olduğu konusunda hepimiz hemfikirizdir herhalde. Çok mu iddialı oldu? Ama öyle şimdi. Neyse sonuç olarak Proust’un doğa betimlemelerini hele çiçekler konusunu ne kadar derin işlediğini bilenler bilir. Böyle bir mevsimde Proust okumanın etkisi daha bir başka oldu üzerimde. Çevremde yazarın adını bile bilmeyen insanlar olduğu için acaba ben mi abartıyorum dedim ama sanmıyorum… Daha sonra bu konuda birçok araştırmanın dibine vurmuş bir insan olarak fark ettim ki benim gibi tutkulu hayranı oldukça fazla. Yalnız olmadığımı bilmek sevindirdi :slight_smile: Bahsettiğim boşluk da hala benimle bu arada. Ve bu durumu çözmek için de Proust ile ilgili ne varsa okumak, okumak ve okumak istiyorum. İlk önce eserlerini okumayı daha sonra da kendisi ve kitapları hakkında yazılmış kaynaklara yönelmeyi düşünüyorum.

Mayıs ile beraber bu dev esere veda edince araya zaman girmeden elimde mevcut olan bir öyküsüne yönelmiştim; Hazlar ve Günler… Bu kitap hakkında da birkaç şey karalamıştım. Öyküsünü de yutup sindirince yine araya zaman girmeden Proust özlemi sardı içimi. Ruhum onun edebiyatına doymak istiyor anlaşılan. Ama hiç doymayacak da. Bazen diyorum ki keşke hiç tanışmasaydım, onu hiç bilmezken rafımda duran kitaplarını zor ve aşılmaz bir engel olarak görseydim. Ah, o kitapların her gün bana el sallamalarını ve göz kırpmalarını ne kadar erteleyebilirdim ki? İşte bu yüzden tutku hem iyi hem kötü bir şey. Edebiyat hayatımın en önemli değerlerinden biri olduğu için Proust ile tanışmamak saçma olurdu. O zaman iyi ki diyoruz. İyi ki varsın Marcel Proust.

Kayıp Zamanın İzinde’nin sayfalarında bolca mektup vardır ve bir dolu da karakter… Onların da iletişimlerini mektup yoluyla sağladıklarını görürüz sık sık. Yazarın gerçek hayatında yazdığı mektupları da daha çok merak ettim bu sebeple. ‘’Kalan Son Güzel Kağıdım’’ eserinde yer alan mektupları okumamak için bir neden yoktu ve başladım. Yaklaşık bir ayda bitirdim. Bitmesini istemedim çünkü. Eser için hazırlanan mektuplar Eylül 1886 yılında başlıyor ve Ekim 1922’de son buluyor. Marcel Proust’un başkalarına yazdığı mektupları okuyoruz sadece. Aile üyelerine, bulunduğu sosyete toplantılarında tanıştığı arkadaşlarına ve dostlarına, bazı yazarlara ve yayıncılara yazılan mektuplar var burada.

Yazarın hayatına ve kişiliğine dair bir sürü güzel bilgi edindim. Proust’u tanımak için mektuplarını da okumak gerekiyormuş kesinlikle. Keşke daha fazla mektubunu okuyabilseydim. Yazılanları okurken Kayıp Zamanın İzinde’yi tekrar elime almış gibi hissettim. Büyük eserin esintilerini görebilmek mümkün gibiydi sanki.

Kalan Son Güzel Kağıdım yazardan okuyacağınız ilk eserlerden biri olmamalı. Çünkü yazdığı ve yazacağı eserler hakkında sürpriz bozan birçok unsura denk gelebilirsiniz. Kayıp Zamanın İzinde’yi okumuş olduğum için bu detayları öğrenmek müthiş keyifliydi. Kitaplarını yayınlama sürecinde çektiği çileler ve bunların üstüne yaşadığı sağlık problemleriyle boğuşması hayatını zorlu bir hale getirmiş. Sosyete takımında ne kadar garip insanlar var bu arada; kendisini Kayıp Zamanın İzinde’den bazı karakterlere benzetip sitem edenlere yazarın verdiği hoş cevaplar… Proust’un sinirlenmesinin derecesi, bu gibi insanların karşısında bile ne kadar iyi kalpli olduğunu gösterecek türden. Laf sokma sanatını hakaret etmeden, kibar bir yolla başarabilmesini alkışladım.

Kayıp Zamanın İzinde’yi her zaman yaşatmak isteyen yazarın çabaları içinde geçen bir mektup yolculuğundaydım aslında. Öleceğini bildiğinden hep acele ediyor ve seriyi tamamlamak için de elinden geleni yapıyor… Her şeye rağmen böyle mükemmel bir eseri yazabilmeyi başardığı için sonsuz sevgiler, teşekkürler Marcel Proust.

Puanım 10/10

Yayımladığım platformlar:
wannart
bubisanat
1000kitap

10 Beğeni

Sabahattin Ali’nin Yeni Dünya adlı kitabını okudum. Sabahattin Ali’nin daha önce üç kitabını okumuştum (Kürk Mantolu Madonna, Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan) ama onlar öykü değillerdi. Bu kez ise Sabahattin Ali’nin öyküleriyle de tanışmış oldum.

Şunu söylemem gerekiyor ki bu kitabı okuduktan bu yazara olan hayranlığım daha da arttı. Hem akıcı hem de son derece şiirsel bir üslubu var. Öyküler ise yazarın ülkesini, vatandaşlarını, içinde bulunduğu kültürü ne kadar iyi tanıdığını gösteriyor.

Bu, günümüzde pek yaygın görülen bir nitelik değil ne yazık ki. Ben bu öyküleri okurken, Sabahattin Ali’de; Anadolu’yu gezip görmüş, görmekle kalmamış, insanlarını tanımış ve onları yalın bir şekilde resmetmiş bir usta gördüm. Öykülerin önemli bir kısmında da aradan geçen 80-90 yıla rağmen Türkiye’de bazı şeylerin hiç değişmediğini, Türk insanının da çok az değiştiğini gördüm.

İlk fırsatta Sabahattin Ali’nin diğer eserlerini de alıp bir solukta okuyacağım.

13 Beğeni

Okuduğum Tarih: 01-06 Tamız 2022
[Okuduğum 328.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 55.betik
[Tamız ayının 3.betiği]

Her insan parlak bir vitrine benzer bana göre… Size sadece dışını veya sizin onda görmek istediğinizi gösterir. Bu, renklerin ve duyguların işin içine karıştığı kimyasal bir illüzyondur. Çünkü insanlar, her zaman gösterdiklerinden daha fazladır. Her zaman arkalarında bıraktıkları veya halen içlerinde de onunla devam eden bir öyküleri vardır. Bu yüzden önyargı, tehlikeli bir silahtır.

Yazıyı halkı eğitmek için bir araç olarak gören Ahmet Mithat, bu eseriyle kadınlara farklı bir bakış açısı sunar. O kadınlardan birisi de kitapta bahsedildiği üzere geneleve düşmüş olan 17 yaşındaki Kalyopi’dir. Şu tek cümle, ona karşı kötü bir bakış açısı geliştirmeye yetecek bir cümle oluyor fakat ardındaki öyküyü bilmiyoruz. Onu, oraya getiren sürece şahit değiliz. İşte Ahmet Mithat; bu bakış açısını kırmayı, görünenin arkasındakini de görebilmeyi, ön yargıyı bir kenara bıraktırmayı amaçlıyor.

Belki de Ahmet Mithat’ın kadınlar konusunda tutuculaşması, Batılılaşmanın kadınları onun tahayyülü ötesinde bir noktaya taşıyacağına ilişkin korkusundan ileri gelir. Bir görevi nedeniyle Avrupa’yı gezmiş, bu konuda pek çok kitap okumuş olan yazar Batı’nın teknolojisine, düzenine ve gelişmişliğine hayran kalmıştır ama Batı’yı manevi konularda ahlaksız bulur. Romana dönecek olursak, realizm etkisiyle yazılan romanda gözlemlere yer verilmiş, sıklıkla tasvirler ve ruh çözümlemeleri yapılmıştır. Yazar pek çok romanında olduğu gibi kendisini yer yer esere dâhil etmekle birlikte sözcülük görevini çoğunlukla Ahmet Efendi’ye bırakmıştır.

Romanı okurken Ahmet Efendi gözümün önünde Muhammed Ubeydullah Öztabak olarak canlandı. Her ne kadar memleketime gelip haber vermese de nedense onda merhamet ve olgunluk (!) denilince akla gelen ilk addır. Tanzimat Dönemde ilk defa göz önümde canlanmadı. Kalyopi ve Agavni bana 2017 yılında İzmir’de fizik tedavi gördüğüm zamanlardaki Gürcü hastabakıcılar olan Teona ve Maria’yı anımsattı. Teona; güzel olduğu kadar saf ve kalbinde kötülük olmayan bir kadınken Maria ise uyanık, çirkin ve kendini beğenmiş biriydi. Keşke Teona bekar olsaydı belki Kutasili prensesin kalbine yolculuk ederdim. Hristiyanları anlamadığım için belki de eşinden ayrılmış olabilir. Teona’nın Türkçe’si iyi olmasa da davranışlarıyla beni sevdiğini sezdim.

İncelemeyi yazarken alıntılama yaptığım okurlara sonsuz teşekkürümü sunarak sizleri dizi köşesine davet ediyorum. Günümüze uyarlanırsa Ahmet ve Hulusi devlet memurları olur. Grek ve Ermeni hayat kadınları ülkemizde olmadığı için yerli hayat kadınları seçilir. Ahmet rolünde Fikret Kuşkan, Hulusi rolünde Mustafa Avkıran, Kalyopi (Gözde) rolünde Ferah Zeynep Abdullah ve Agavni (Nurhayat) rolünde ise Selin Genç canlandırsa çok güzel bir dizi ortaya çıkar. Bu romandan önce hayat kadınlarına bakış açımda önyargı yoktu. Onlar adına empati kuruyorum çünkü mazlumlar da var içleride. Severek okuduğum bu eseri şiddetle tavsiye ediyorum.

4 Beğeni

Jack London - Martin Eden

Martin’in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır.

Martin toplumsal önyargı ile baktığı bu sınıfsal ayrımın aslında bir perdeden ibaret olduğunu, onların bu sınıfta bulunmalarının, eğitim ve bilgi açısından mükemmeliyet getirmediğini fark eder.

Etkilendiğim nadir kitaplardan oldu.

24 Beğeni

Sevgili Orhan, zaten Peyami Safa, Türkçeyi en güzel kullanan yazarlarımızdan birisidir. Sana tavsiyem ‘Siz Bir Alçaksınız’ adlı kısa hikayelerden oluşan yeni basılmış kitabını da okumanızdır. Hikayeler basit gibi gözükse de dil ve içerikte hem özgün hem de çok güzeldir.

1 Beğeni

Huckleberry Finn’in Maceraları

Bu kitapla ilgili çok saçma bulduğum bir yorumdan sonra kısa bir şey yazmak istedim. Yazarın siyahileri fazla ezdiğini düşünen bir yorum gördüm. Günümüzden bakınca eleştirmek saçma geldi. Kitapta da beni en çok etkileyen olaylar Huck ve Jim’in dostuluğu oldu, Huck’ın Jim’e yardım ederken bir çok kez düşünmesi, ikileme düşmesi, sanki suç, günah işliyormuş gibi hissetmesi ve yine de yardım etmesi. Okuduğuma mutlu olduğum bir kitap oldu.

13 Beğeni

Japon Klasikleri 10: Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın - Cuniçiro Tanizaki

Cuniçiro Tanizaki’den bir kitap daha okudum; bu sefer deneme değil de bir romanla beraberdim. İçinde ‘’kedi’’ olan her şeyi sevdiğimden olsa gerek bu kitaptan hoşlanacağımı biliyordum, öyle de oldu.

Eserin en önemli konusu kedi sevgisiydi bence. İki kadının arasındaki savaşa baskın çıkan bir Lili sevgisi bu. Ve bu iki kadının savaşının sebebi olan Şozo ise kedisine olan bağlılığıyla samimi bir hikayenin içine alıyor okuru.

Bir alıntı:

Kedilerin asıl yüzünü tanımayan insanlardan, onların köpeklere nazaran duygusuz olduğunu, asosyal ve bencil olduğunu duymuştu. Ve o zaman içinden, siz bir kediyle beraber yaşanan yılları tecrübe etmemişsiniz, onların tatlılığını ne bileceksiniz ki… diye geçirmişti. Neden derseniz, her kedi az çok utangaç bir yana sahiptir; üçüncü şahısların önünde sahiplerine sırnaşmak şöyle dursun, aksine soğuk davranırlar. (sayfa 63)

Yalın bir anlatıma sahip olduğundan kitabı abartılı kılacak hiçbir şey yok desem yeridir, peki her sayfasında beni şaşırtmayı nasıl başardı? Tanizaki’nin bireysellikten uzak kalemi sayesinde oluyor aslında bunlar. Şöyle ki kişilerden daha çok merak ettiğimiz, sonu ne olacak diye düşündüğümüz bir kedinin hayatı söz konusu eserde. Kafamıza yerleşen bu gibi sorularla ilerledikçe akıp giden bir yolculuğun içine düşüyoruz. Günlük hayatımız, hatta kendimiz bile aklımıza gelmiyor belki. Yazarın amacı da bu zaten. Birey olmanın ağırlığı altında kıvranan benliğimizi olaylı bir duygu karmaşasına yönlendiriyor ve bir oturuşta okunabilecek renkli bir romanın kucağına bırakıyor.

Tuhaf bir aşk üçgeninin ortasında kaldığı için öteye beriye savrulan Lili’yi hangi kadın sahiplenecek ve savaşı kazanacak sizce? Hayatını günü gününe yaşayan ve belalardan her daim uzak kalmayı yeğleyen Şozo, eski ve yeni karısının kedi savaşı yüzünden epey bir yorgun. O yaşamında sorun istemiyor ki; kedisiyle beraber yemek sofrasında balık oyunu oynamak, uyuduğunda da ayaklarının yanına gelen Lili’nin masum guruldamalarını duymak… tatlı kedisiyle hayatını mutlu ve sorunsuz bir şekilde geçirmek istiyor.

Japon kültürüne ait birkaç detay dışında okur için zor olan bir şeye rastlamıyoruz hiç. Kedi severlerin hoşuna gidecek ve belki hayvan sahiplenmeyi düşünen arkadaşlar için de ilgi uyandıran bir eser olacak bence.

Japon edebiyatının muğlaklığını bilenler bilir, sonların pek bir yere bağlanamadığına birçok eserde tanık oldum, doğrusu beni rahatsız etmedi. Siz sadece kitaptan alacağınız keyifle ilgiliyseniz bu uyarımı dikkate almayabilirsiniz…

Çevirmen Alper Kaan Bilir’in önsözü ise mükemmeldi, kitabı bitirince geriye dönüp okumaya karar verdim. Daha güzel oldu böyle. Yazar halktan insanları olduğu gibi yansıtıyor yani konuşma şekillerini de ele alarak; çevirmenin bu ağızlara sadık kalması çok iyi olmuş. Emeğine sağlık diyelim.

Bu kitabı İthaki Yayınları’ndan önce dilimize çeviren Jaguar Kitap olmuş. Ama bu diziye dahil edilmeseydi fark etmezdim galiba. Japon klasikleri dizisi bu bağlamda okurlara ulaşılabilir kaynaklar sunuyor. Benim için daha kolay ve keyifli oldu. Diğer çeviri hakkında da bilgim yok bu sebeple. Yine de her zaman önerebileceğim renkli, sıcak bir kitap; Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın…

Puanım 9/10

Yayımladığım diğer platformlar:
wannart
bubisanat
1000kitap

15 Beğeni

Resim

Uçurtma Avcısı – Khaled Hosseini/ Halid Hüseyni

Bugün bitirdim. Kitap, Afganistan’da yaşayan Emir ile Hasan isimli iki çocuğun hikayesini anlatıyor. Aslında daha çok Emir’in hikayesi bu. Her şeyi Emir’in ağzından öğreniyoruz. Emir varlıklı ve soylu bir aileden gelme. Arkadaşı Hasan ise onun ailesinin hizmetçisinin oğlu. Hasan korkusuz, Emir için her şeyi yapmaya hazır yaratılışta…

Kitapta 1970’lerden 2000’lere kadar Afganistan’da olan olaylar aktarılıyor. Monarşinin yıkılması, SSCB’nin Afganistan’ı işgali, Taliban’ın sahneye girmesi, ülkelere sığınmalar…Olaylar heyecanlı bir şekilde aktarılıyor ama bazen son derece rahatsız edici kötü şeyler oluyor. Çocuklara tecavüz gibi.

Anlatım akıcı. Hikaye su gibi akıp gidiyor ama ben kullanılan kahraman bakış açısını sevemedim. Daha doğrusu ana karakteri ve onun düşüncelerini okurken sinir oldum desem yalan olmayacak. Ayrıca bir insanın kurbanlık koyun gibi kaderine boğun eğmesine de pek anlam veremedim. Bunun dışında bazı şeyler tahmin edilebilir türdendi. Biraz da film tadındaydı.

Kitaba puanım: 6/10

20 Beğeni


Köpek Kalbi - Mihail Bulgakov

Yazarın okuduğum ilk kitabı, bundan sonra kesinlikle Usta ve Margarita’ya da bakacağım. Kitap kısaca “aklımı aldı” ve olay örgüsü cidden hiç beklemediğim bir yönde ilerledi

Kitabın başında bir köpeğin perspektifinden görüyoruz dünyayı. İlk başta bu ilgimi çekmişti okurken ve yazar da çok boğmadan akıcı üslupla yazdığı için ameliyat sahnesine kadar keyifli bir şekilde akmıştı kitap. Sonrası zaten baya bi absürt şekilde ilerledi ki resmen şok oldum ve yazarın yaratıcılığına da hayranlık duydum.

Açıkçası insanlaşma sonrasında kitap daha farklı bir şekilde ilerleyebilirmiş, final baya güzel ama finale giderkenki süreç daha iyi kurgulanabilirmiş. Bence yazar istese çok daha iyi bir şekilde yazabilirmiş bu kısımları. Ama gene de kötü olduğunu düşünmüyorum sadece kitabın geneline göre zayıf kalmış biraz

Kitap boyunca yazarın sovyetler eleştirisini görüyoruz hem bir burjuvanın gözünden hem de bir sokak köpeğinin gözünden görüyoruz bunu. Yazar bunu hiç çekinmeden göze sokarcasına yapıyor.

21 Beğeni

İthaki’nin Karanlık Kitaplık serisinden - Yabancılarla Bir Yaz / Taiçi Yamada

Karanlık Kitaplık serisi farklı zamanlarda yazılmış ve farklı türdeki korku/gerilim romanları ile şaşırtmaya devam ediyor. Yabancılarla Bir Yaz, 1987 senesinde yayınlanması nedeniyle, serinin nispeten daha günümüze yakın eserlerinden.

Konusu; boşanma nedeniyle, aynı zamanda ofis olarak kullandığı ufak apartman dairesinde (daha çok işhanı gibi), akşamları kendisinden başka kimse olmadığını zannetmesi ile en az kendisi kadar kendisi kadar yalnız olan 3. kat komşusu kadın ile karşılaşması ile tüm dengesi altüst olmaya başlayan bir senaristin hikayesi ile başlıyor… Ardından doğum gününde eski mahallesinde (Şintoya inanların için bir nevi ölüler gününe denk geliyor) , tiyatroda küçükken kaybettiği babasına rastlaması, babasının kendi evine götürerek, aynı kazada kaybettiği annesi ile karşılaşması, işleri iyice çığırından çıkarır. Annesi ve babası , 48 yaşında olan kahramanımızdan da gençtir. Senarist giderek ailesi ile daha çok zaman geçirirken, komşusu ile de yeni bir ilişki yaşamaya başlar. Etrafındaki insanların az sayıda insanın yaşlanma, zayıflama gibi emareler gösterdiğini söylemesine rağmen kendisinde bir değişiklik farketmez.

Hikaye (novella) bize güvenilmez anlatıcı özellikleri vererek, olayların kahramanın bozulan psikolojisi nedeniyle mi? Yoksa hayalet/vampir hadisesine mi?

Şahit olduğumuz konusunda bizi sürekli düşündürüyor. Yalnızlık, ayrılık anksiyetesi gibi daha çok şehir yaşamının getirdiği stres kaynakları ile, klasik japon hayalet/şeytan hikayesini şehire taşımayı başarıyor. Şehir korkusu ya da orijinal adıyla urban horror’u başarı ile temsil eden bir kurgu yaratılmış. Dramatik anlatılarda ise Murakami tarzına yakın bir çizgi izliyor.

Kitabı başarılı buldum, umarım seride benzer hikayelere daha çok yer verirler.

21 Beğeni

Polisiye Edebiyatın Yeni Özgün Kitabı: Sekiz Dedektif - Alex Pavesi

Özgün bir çalışma, müthiş bir kurgu ve polisiye öykülerin doğurduğu bir gerilim romanı olan Sekiz Dedektif, bu aralar okuyup da bayıldığım kitaplar arasında yerini aldı. Genel anlamda kitaplarla bağı olan tüm okurları her yönden tatmin edecek bir eser. Tabii polisiye-gerilim sevenlerin daha çok hoşuna gidecek…

Öykülerin birleşimiyle bir roman doğuyor demiştim; yedi cinai öykü var, ama kitabın adı Sekiz Dedektif… Çünkü öyküler bu romanın elinde bir malzeme diyebiliriz.

Hırslı bir editör olan Julia Hart, inzivaya çekilmiş Grant McAllister adlı yazarın kapısını çalıyor. Aslında yazarımız aynı zamanda bir matematik profesörü… Birlikte Grant’in yazdığı Beyaz Cinayetler’i inceliyorlar; yedi öyküden oluşan bir eser bu. Yazar hikayelerini uzun zaman önce yazdığı için de üzerinden geçmeleri gereken birçok yer var. Her öyküden sonra aralarındaki konuşmaya tanık oluyoruz. Yaptıkları bu sohbetlerde cinayet hikayelerinin kurallarından bahsediyorlar. Grant bir matematik uzmanı olduğundan ona göre kurallar en önemli unsur. Fakat Julia’nın kurallardan daha fazla merak ettiği şeyler var; öykülerin tutarsızlığının amacı, Akdeniz’de bir adada niye yalnız bir yaşam sürdüğü gibi…

Sekiz Dedektif’in yazarı Alex Pavesi matematik doktorası yapmış, bundan önce de yazılım mühendisi olarak çalışmış ve Londra’da yaşıyor. Doktora eğitimini ise bu eseri üzerinde başarılı bir şekilde yansıtabilmesi harika olmuş, özgün bir gerilim romanı yaratmış. Matematiği sevmeyen ben bile hayran kaldım :slight_smile:

Bir cinayeti, katilin hayatını v.b şeyleri gizem hikayesi yapan faktörler nelerdir acaba? Polisiye kurguları okurken kafamızın içine yerleşen, bunlar gibi birçok soruyla baş ederiz aynı zamanda. Yazarın matematik geçmişi de bunlara eklenince ilk ve tek romanı Sekiz Dedektif ile baş döndüren bir maceraya atılıyoruz. Bu kitabın türünü belirlemek bana düşmez ama bilindik olan her şeyden farklı olduğu kesin. Edebiyatta yeni bir şey yaratmış Pavesi.

Agatha Christie esintileri de gördüm, çok hoşuma gitti. Polisiye türüne aşina bir okurum; dünyadan kaçış için muhteşem bir seçenek olduğunu düşünüyorum. Özellikle stresli olduğum ve bunaldığım günlerde tercih ederim bu gibi eserleri.

Sürprizli sonlar (birden fazla şok durumları) ve şaşırtıcı öykü finalleriyle oldukça beğendiğim bir eser oldu. Herkese tavsiye ederim.

Puanım 10/10

Yayımladığım diğer platformlar:
wannart
bubisanat
1000kitap

20 Beğeni

Şu yoruma çok şaşırdım. Acı çekerek bitirmiş… Dört puan? Saygı duyasım gelmedi, kusura bakmasın ama abartmış bence. Okuduğu kitaplar üç beş tane ve İthaki’den hepsi. Sanki bu yayınevinin kitaplarını gömmek için açtığı bir hesap gibi geldi bana.

3 Beğeni

Ben de bir bakayım dedim. Aynı şeyi görünce çok da ciddiye almadım. Hani okuduklarının çoğu polisiye olsa derim ki bu arkadaş demek ki iyi bir polisiye okuru. Ama onu da göremedim.

3 Beğeni

Katılıyorum. Trol bence. Edebiyatta bile troller var :slight_smile:

Ben bir kere insanlar gerçekten okuyor mu diye vikipediden elmas nedir diye iki sayfa yazı atmıştım incelemeye. Biri bu ne diyene kadar 20 beğeni gelmişti xd

11 Beğeni