Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

YUNAN DİNİ

Antik Yunan Dini ve Mitolojisi ile ilgili bulabileceğiniz en kapsamlı kitaplardan biri. Konu başlıkları: Minoa ve Miken Uygarlıklarında Din, Ayin ve İbadetler, Tanrılar, Kahramanlar ve Ahiret Anlayışı, Şehir ve Çoktanrıcılık, Gizem Tarikatları, Felsefi Din olarak ayrılmış.

Zayıf bulduğum tek yer Tanrılar başlığıydı. Başka kitaplarda daha ayrıntılı anlatımlar okumuştum. Geriye kalanından ise çok şey öğrendim. Özellikle de felsefe ve din ilişkisinin tarihi gelişiminin anlatıldığı kısım ilgi çekiciydi.

11 Beğeni

Ucube Kocakarılar - Terry Pratchett

İlk kez 1988’de yayınlanan Ucube Kocakarılar’ın, orijinal ismi Wyrd Sisters. Bu isim, aslında Macbeth’te bulunan üç cadıya yani Weird Sisters’a bir atıf. Kitaptaki bazı sahnelerde de Macbeth’e göndermeler var. Kitabın en başındaki bir olay, cadıların bir sözü, kralın tekrarlanan bir davranışı gibi… Kitap, konusunu oluşturan asıl hikayeyi de genel olarak Macbeth’ten alıyor. Tabii bu farklı bir yorum ve bu kez başrolde üç cadı bulunuyor. Onlar Terry Pratchett’in cadıları. Yan rollerde ise hayalet, kral, kraliçe, soytarı, kedi, ruhlar, Ölüm, ormanlar, hançerler, saklı varisler, cüceler, taçlar vs var.

Terry Pratchett’i okumak gerçekten keyifli, büyüleyici bir yolculuk. Onun evreninde gerçekten sihirli olan bir durum var. Bu belki de sözcüklerin, doğru yerde doğru şekilde kullanılmasının gücü…Kitaptaki absürtlükler, alaylar, iğnelemeler üzerine diyecek yok. Cadılar özellikle harikuladeydi! Onların masallardaki cadı rollerini hatırlatmalarına gülümsedim. Ancak sonunu biraz daha farklı beklemiştim.

Bu kitap, Diskdünya’nın alt serilerinden biri olan Cadı serisinin ikinci kitabı. İlk kitapla (Eşit Haklar) cadılar dışında bağlantısı yok. Kitabı okumadan önce Macbeth’i okumanızı tavsiye ederim. Atıfları anlayarak okumak hoştu. Kitapta Shakespeare’in başka eserlerinden de izler bulunuyor; Hamlet’te bulunan hayalet ve oyun içinde oyun gibi.

Puanım: 9/10

Kitaptan bazı alıntılar:

“Havamumu Nine kaybolmamıştı. O kaybolan cinsten bir insan değildi. Şu anda KENDİ yerini tam olarak biliyordu fakat başka hiçbir yerin yerini bilmiyordu.”

“Burada öyle bir şey var ki, diye düşündü, tanrılara ait sanılabilir. İnsanlar dünya içinde bir dünya yapmışlardı ve bu dünya, bir su damlasının evreni yansıtması gibi, gerçek dünyayı yansıtıyordu. Ama yine de…yine de…Bu minik dünyanın içine, kaçınmaya çalışacaklarını düşündüğünüz her şeyi koyuyorlardı - nefret, korku, zulüm.”

23 Beğeni

Kitabı az önce bitirdim. Gerçekten çok güzel bir deneyimdi bu kitabı okumak. Aksiyon ve bilimkurgunun yanında hak, işçilik, çalışma, etik gibi bir çok konuda sorgulamalar yaptıran bir eserdi.

Kısaca içeriğinden bahsetmek gerekirse 2. Dünya Savaşı’nın sonunda başlayan bir hikayemiz var. Savaşı ve getirdiklerini gören, değişik görüşlere sahip zengin bir iş adamı var: Andrew Ryan. Bu kişi kafasında bir ütopya kuruyor ve bunu gerçekleştiriyor. Ancak eksikleri olan bu ütopyada sorunlar baş gösteriyor ve işler hiç umulmadık bir noktaya varıyor.

İlk başlarda kurgusu ağır ilerlese de özellikle 2. bölümden sonra açılıyor. Aksiyon sahneleri ve bölüm sonları oldukça güzel işlenmiş. Bence tek eksiği betimlemeler. Ben şehrin görüntüsünü aklımda oluşturamadım. Bir de şehri gösteren bir harita olsaydı okuma zevkinin artacağını düşünüyorum.

Bilgisayar oyunlarının ön hikayesi olduğu için yarıda kesiliyor. Bu eserden sonra oyuna da şans vereceğim.

Özetle aksiyon ve bilimkurgu arayanlar için güzel bir kitap. Yalnız biraz fazla şiddet ve rahatsızlık verebilecek unsurlar var. Okumadan önce bunu göz önünde bulundurmanızı öneririm.

Senenin son kitabı için iyi bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Okumanızı öneriyorum.

2023 yılı ülkemiz ve tüm dünya için güzel bir yıl olsun. Güzel ve bol kitaplı bir yıl diliyorum herkese.:slightly_smiling_face:

14 Beğeni

518Z-CT7-zS.AC_SY1000

Franz Kafka - Dönüşüm

İlk kez Franz Kafka okudum ve çok çok çarpıcı bulduğumu söylemeliyim.

Betimlemeler öyle çok güçlü olmamasına rağmen insanın içine işliyor, böyle bir durumda ne yapılırdı sorusuna itiyordu okurken. Vaktim olsaydı detaylı bir inceleme yazmak isterdim ancak altından kalkabileceğimi de düşünmüyorum açıkçası.(Bu konuyu sadece okuduklarımı atmak için kullanıyorum genelde.)

Kitap Gregor’un etrafında dönse de Gregor’un ailesi, özellikle Grete karakteri de çok önemli bu noktada. Kitabın başında umursamaz, sorumsuz ailenin küçük kızıyken birden bire çok ağır bir yük biniyor sırtına.

Amatör olarak yazmakla ilgilnen biri olarak böyle bir hikayeyi ben nasıl betimlerdim diye sormuyor değilim kendime açıkçası, çünkü Kafka yer yer haddinden fazla doğal anlatmış ve bu da durumu daha da korkutucu yapıyor. Ancak gerçekçi olduğunu yakınen biliyorum bizde de laf vardır ya ‘düşenin dostu olmaz,’ diye. Tabii buradaki çok daha ekstrem bir örnek. Aile ne yapabiilirdi? Sorusuna bir cevabım yok zaten kitapta da aile ‘villain’ olarak resmedilmiyor. Onların bakış açısından da görebiliyoruz olan biteni bir noktada.

Kitaptaki en etkilendiğim yer Gregor’un başlarım lan size deyip kız kardeşi keman çalarken onu odasına davet etmek istemesi. Sonrasında ise maruz kaldığı muameleye dayanamayıp kahrından gidiyor, yazar bu kısmı çok iyi anlatmış gerçekten.

Çok etkilendiğimi söylemeliyim.

Evet, yıl başını yatakta döneleyerek, akşam üstü binaların çöpünü atarak(türlü aksilikler) bebelerle Zombi Rock ve Franz Kafka ile geçirdim. Müthişti gerçekten.

15 Beğeni

görüntü

Leziz Kadavralar, tüm hayvanlara bulaşan ve temas halinde insanlar için ölümcül olan bir virüsün yayılması ile insanların bütün hayvanları öldürdüğü ve besi hayvanlarının yerini artık çiftliklerde yenmek için yetiştirilen insanların aldığı bir dünyayı, insan mezbahasından sorumlu Marcos Tejo adlı karekterin üzerinden okuduğumuz dram yüklü pesimist bir roman.

Hikaye okuduğum en bunalımlı, en dram yüklü, en pesimist hikayelerden biriydi. Dram öğeleri özellike ana karakterin üzerine boca edilmiş. Marcos çocuğunu yeni kaybetmiş, eşi evi terk etmiş, annesi vefat etmiş, babası huzurevinde hasta yatıyor, kardeşi ile araları kötü, yaptığı işten nefret ediyor vs. Öte yandan bu virüs nerden geldi? Nasıl yayıldı? Semptomları neler? gibi işin bilimsel kısmına hiç değinmediği için herhangi bir bilimkurgu tarafı yok. “Ya öyle bir virüs varmış, yayılmış işte” diye oldukça sığ bir şekilde başlıyor.

Kitabın adından da anlaşılacağı gibi et üretimi için günümüzde büyükbaş besi hayvanları için uygulanan prosedürler artık insanlar üzerinde uygulanmaya başlanıyor. Et çiftliklerinde insanlar yetiştiriliyor, ses çıkarmasınlar diye ses telleri alınıyor, ilişkiye zorlanıyor, etleri lezzetli, derileri kaliteli olsun diye çeşitli işlemlerden geçiyor ve sonra kesimhanede kesilip, parçalara ayrılıp yeniliyor. Kitap direkt olarak bu olayın ortasına dalıyor. Zaten kitabın ilk yarısı tamamen bu kesim işlemlerinin açık açık anlatılmasına ayrılmış. Kafeslerde tutulan kolu bacağı kesik hamile kadınların kafalarına tokmakla vurup bayıltılmasından, insan sakatatlarının tek tek paketlenmesine kadar uzun ve ayrıntılı bir biçimde anlatılıyor. Bu yüzden midesi kaldırmayacak olanlar dikkatli olsun.

Aslında marketten aldığı janjanlı paketlerdeki etler ağaçta yetişiyor sanan insanların et üretim çiftliklerinde olan bitenlerin farkındalığına sahip olup empati yapabilmesi ve bu yolla insanlığımızı ve kurduğumuz “medeniyeti” sorgulamamız için oldukça vurucu ve etkili bir konu seçimi ama bence edebi yönü başarılı değil. Çoğu yer çok havada ve anlamsız kalıyor. Örneğin ana karekterimiz Marcos geçmiş güzel günleri de hatırlayabilsin diye bu virüsün yayılıp tüm havyanların öldürülmesi ile insan çiftliklerinin kurulup insan etinin yenmesinin yasallaşması yaklaşık 20 yıllık çok kısa bir süre içinde oluyor. Ayrıca ana karakterimiz dahil olmak üzere mezbahada çalışıp insan kesen işçiler aslında özünde çok çok iyi kalpli insanlar ama “Ya napalım baba mesleği, tek bildiğimiz iş bu, parası da iyi” diyerek insanların boğazını kesiyor, derisi yüzüyor, bağırsaklarını temizleyip, beyinlerini paketliyorlar. Çok saçma… Bu besi insanları avcılar tarafından satın alındıktan sonra araziye salınıp spor olsun diye avlamak için dahi kullanılabilmelerine rağmen herhangi bir çiftlik hayvanı gibi köle olarak çalıştırılamıyorlar, yasak. yazar tahminimce “Aman Ali Rıza bey tadımız kaçmasın.” diye SJW-Woke çirkefi üstüne sıçramasın istemiş olabilir. Böyle tutarsız, absürd yanları var ve bıkkınlık verici dram öğeler ile bence gereksiz uzatılmış, yerinde kısa bir novella olabilirmiş.

Yapmaya çalıştığı şey iyi, yapma şekli hayli kötü bir kitaptı.

13 Beğeni

Okuduğum Tarih: 19-25 Aralık 2022
[Okuduğum 365.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 92.betik
[Aralık ayının 7.betiği]

Türk Korku-Gerilim Edebiyatı’nın taçsız kraliçesinden karabasanlarımız olacak türde öykülerden oluşan bir hafif korku-gerilim menüsünü hazırlanmış. Öyküleri okurken “Tıkabasa” doyamadım çünkü ürpertisi yüksek korku-gerilim öyküleri bekliyordum. Kalem, ilk kez bu korku-gerilimin alt türünde yazdığına tanık olduk. Gelin birlikte öykülerin bende bıraktığı izlenimlere bir bakış atalım…

Arsız Asım’ın Akıbeti; Bu öyküde uçkuruna ve paraya düşkün insanın hazin sonunu görüyoruz. Ayrıca yediğimiz kabı kirletmek yerine o kabı tertemizlemek daha önemlisi olduğunu görüyoruz. Okurken resmen nutkum tutuldu çünkü sıkıcı ve basit başlanan öykü birden sürprizlerle dolu bir sonu götürdü beni. Resmen “Nasıl yani? İsa aslında hangi yaratıktır?” diye sormaktan kendimi alıkoyamadım. Bence orada İsa (as) ölmediğine metaforik bir gönderme olduğunu görüyoruz. Hristiyan inancındaki İsa (as) çarmıha gerilerek öldürülme olayına parodi ve Müslümanca bir yanıt verilmiş. Yani siz onun öldüğünü söylüyorsanız aslında onu ispiyonlayan havarini öldüğünü biliyorsunuz. Kısacası sizin okuduğunuz martavallar bizi bozmaz. İlk öyküdeki Nettin Usta’nın kötülerin eline geçtiğini görüyoruz. Yani öyküler son kısımlarla birbirine bağlanır.

Dulavrat Çorbası; Öykünün sonlarına doğru korku-gerilim havasını iliklerine kadar yaşarken birden özünü o bataklığın önünde bulacaksın ve çığlık atmamak için özünü zor tutacaksın. Ürpeten korku-gerilim öykülerini çok seviyorum. Öyküye dönersek kadınlar bizden zayıf olsa da onlara zulmetmemiz bence etikdışı ve yanlıştır. Kısırlık sadece kadınlara özgü değildir. Çocuk istiyorsa karşılıklı muayene olacaksın. Neyine güvenerek özünü sağlıklı görüyorsun. Ayrıca erkek yada kız çocuğu olması bizim genimize bağlıdır çünkü hem X hem de Y kromozomu taşıyoruz. Kadına şiddeti kınarak sözlerime nokta koyuyorum.

Azdır Gülü; Bu öyküde uçkuruna düşkün insanı ne kadar terbiye etmeye çalışsan da o senin işgüzarlığından faydalanarak önlemini çiğner. Öncelikle kişinin kanıyla beslendiği için o kişiyi gençleştirdiğini sanarken aslında o gülün bir yaprağını yedikten sonra gençleştiğini görüyoruz. Bir de bu kadar birbirine benzeyen insan akraba değil birbirinin aynısı olur. Yani Fiko Junior, Fiko’nun gençleşmiş halidir. Ayrıca Çetin gelene kadar o apartmandakileri elden geçirmemiş mi Fiko Dede? Çetin onu mu yoldan çıkarttı yoksa onu ıslah eden mi? Ayrıca azdır gülü satan dükkan, Tepegöz Restoranı’na en iyi kötüyü seçen kasifçilerden mi? Sorular peşe peşe sıralanırken de Fiko Dede, sebepsizce kötü tarafa geçtiğini anlıyoruz.

Bir Fırt Yeter; Ters köşeleriyle enfes bir öykü okudum. Öyküde Sadi’yi masum bilirken Tepegöz Restoranı’ndaki caytganlardan günahlarını öğrenince ağzım açık kaldı. Keşke masum olarak kalsaydı belki de mutlu bir hayatı olurdu. İlk defa bir karakter için çok üzüldüm çünkü adamcağız kasıtlı olarak kimseye zarar vermedi. Saadet Hanım meğer ayartıcı cinmiş. İnsanlar hep aksilikler için debelenirken özünü hiçbir zaman bulamaz. Hep kayıptır. Işığını bulduğu zaman özünü anlamdıracak…

Saç Kavurma; Bu öyküde paragöz insanın hazin sonuna tanık olunurken kimseyi emellerimizin uğruna harcatmanın ne denli zararlı olduğunu görüyoruz. Belki de İblis Restoranı’nda herkes işlediği suçu yerken aslında öteki hayattaki panoramamıza küçük bir bakış atıldığını gördük. Saç kılları sayesinde bir kuruş ödemeden restoranda çıkarıyoruz. Öteki yaşamda kıyamete kadar saç telleri kavurması yer. Tabak bittiği gibi yeniden tabak dolunur. Ayrıca yaşlıdır diyip geçmemeliyiz. Hataları ve yanlışları olunca onlara usulen tane tane anlatmalıyız. Merhametten ve iyilikten maraz doğacağını bu öyküden bir kez daha öğrendik.

Nektar; Öykünün sonlarına doğru doğa korkusu iliklerine kadar sezerken doğa, Tanrı’nın emriyle sebepsiz yere öldürülen kişinin öcünü almak için hareket geçiyor. Bugüne kadar işlenen korku gerilim öykülerinde kötücül yaratıklar sahnedeyken bu öyküde ise doğa korkusu Tanrı’nın emridir. Doğa, yapısında kötülük barındırmaz. Doğa cömerttir. Özüne iyi bakana bereket yağdırır. Cansız doğa, canlı insandan daha iyidir. Doğa korkusu öyküler, kraliçenin kalemine çok yakışır. Taş Uyur, doğa korkusuyla yazılan kraliçenin öyküsüdür. Öykünün sonunda Caytgan, İçkici Süleyman’ı neden istemediğini soru işaretiyle bize veda ediyor.

İtadakimasu; Öykü adı bana bir yokai korku-gerilim öyküsü okuyacağımı sezdirse de aslında öykünün adı Japonca’da “bu yemek için hayatını almak zorunda kaldığım için özür dilerim.” anlamına gelse de öyküde paranormal bir restoran adıdır. Burada kibirin, karşı kültürüne saygı ve merak ettiğin şeyi aceleci olarak yememeyi öğretir. Bir işte uzman değilsen o işe girişmeyeceksin. Yumurtan yoksa gıdaklamayacaksın yani bir iş için bilgi ve tecrübe lazımdır. Yani detaylı bir araştırmada olmasını vurguluyor.

Bir Şerbet Kazası; Bu öyküde evladın dahil yabancı olsa da onun dış görünüşüyle dalga geçmenin hazin sonunu görürsün. Yada başkaları memnun etmek için güzelleşmek için ne olduğunu bilmediğin içecekler bodoslanma dalmayacaksın. Bir insan seni seviyorsa o senin kalbinin ve aklının güzelliğinden olmalıdır. Ayrıca sana ilgi duyanlara elinden geldikçe ilgileneceksin ki yarın öbür gün ondan canavar çıkıp senin veya sevdiğinin sonu getirmesin. Duryanmamak için Geçkurtul olmaya çalışacaksın bu yaşamdan.

En Leziz Günahlar; Öykü bana karmaşık gelse de öykünün verdiği ileti ortadadır. Öykü sayesinde ne edersen özüne edersin. Ayrıca burada gerilim havası içerisinde hayatlarımızdaki pişmanlıklara bakıp hatta bencil ve kibirli davranmamayı öğütlüyor. Kara Kara Kapkara öykü seçkisindeki öykülerle kıyasladığım zaman kraliçenin kısmen beğendiklerimin içinde yer aldı. Nettin Usta, bana Zebercet Bey’i anımsatsa da Zebercet, enazında ölürken yaptıklarından pişmanlık duyup hatalarını telafi etmek istedi.

Daha önce okuduğum “Kara Kara Kapkara” öykü seçkisindeki öyküleri mumla aradım çünkü okurken çığlık atacak moda giremedim. Sanki Işın Beril Tetik değil Demokan Atasoy veya Galip Dursun’un yazdığını sezdim çünkü bu iki kalemimizin inişli çıkışlı bir grafiğe sahip korku-gerilim öyküleri yazdıkları su götürmez bir gerçektir. Beğendiğim ve kısmen beğendiğim öykülerden oluşan menüyle “Tıkabasa” doymadan masadan kalkıyorum. Okuduğum için hiç pişman değilim çünkü nitelikli bir kalem okuduğum için gurur duyuyorum. Okumanızı tavsiye ediyorum.

7 Beğeni

Okuduğum Tarih: 25-26 Aralık 2022
[Okuduğum 366.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 93.betik
[Aralık ayının 8.betiği]

Dünya’nın genelinde Vampir (Biçkey) temalı öyküler ve romanlar genellikle korku-gerilim türünde yazılır. Edebiyatımızda ise korku-gerilim türünün yanı sıra düşsel kurguyla da yazılır. Yabancı adlar değil yerli adlar kullanıldığı için kalemleri gönülden tebrik ediyorum çünkü Yaşamayanlar dizisi gibi bir özentiliğin içinde sürüklenmediğini ve Türkler’in düşsel gücüyle unuttuğumuz hatta Batı kaynaklı olarak gördüğümüz kavramların aslında bizim kültürde var olduğunu kanıtladılar üç kalem.

Daha önce Aşkın Karanlık Yüzü öykü seçkisinde okuduğum Galip Dursun’un Güneş’in Talipleri adlı korku-gerilim öyküsünü yeniden okudum çünkü bu öykü seçkisi için eklentiler yapıldığını duydum. Okurken o eklentileri görmedim. Önceki seçki için yaptığım yorumu sizlerle paylaşıyorum; Bu öykü, cinsel dürtüleri tatmin etmek için yaşam kadınların koyunlarından medet umman hemcinslerime ders olur. Bu öyküyü okuduktan sonra iyi ki de böyle bir ahlaksızlığım olmamış diyorum. Bu öyküyü yazan hemcinsim olduğu için ayrı bir takdiri hak etti.

Çakma Diş (Işın Beril TETİK); Uzun aradan sonra Kraliçe’nin kalemi okuma şerefine nail olduğum için çok mutluyum. Gönül isterdi ki bu öyküyü korku-gerilim havasında okumaktı. Olsun en azında yerli biçkey öyküsü yazılır mı? sorusuna çok güzel yanıt bulduk. Rıdvan ve Mine; Ender ve Ruhi’nin ölmelerini durdurmak için onlar son soluklarını vermeden önce onları birer biçkeye dönüştürdü çünkü onların gerçek arkadaşlıklarını çok sevdiler. Ayrıca bir tarikatı uzun uzun derinlemesine incelemeden o tarikata üye olmayınız çünkü yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder derler büyüklerimiz. Çakma diş yerine bizler anca Bozukkan deriz Rodan Kula’ya.

Gök Girsin Kızıl Çıksın (Demokan ATASOY); Öykünün adına bakıldığında ulusçu duyguların ön planda olduğu bir öykü beklerken bizden bir biçkey (vampir) öyküsü okuyorsun. Yaşamayanlar dizisiyle kıyasladığımız zaman biçkeyler yerli ad taşıyor çünkü mitolojimizde biçkey (vampir) kavramı vardır. İslam diniyle tamamen mitolojimizi unutsak da bizdeki var olan kavramları yeniden hatırlatan kalemlere sonsuz teşekkür gönderiyorum. Korku-gerilim teması yok denecek kadar az olmakla birlikte olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki kimin biçkey olup olmadığı kestiremiyorsun. Öyküden anladığım kadarıyla Keskin, bir biçkey tarafında biçkeyleştirildiğini öğreniyoruz. Kısmen beğendiğim öykü oldu çünkü okurken hiç sıkılmadım.

Biçkey temalı öyküler bende hep korku-gerilim havasında olduğu algısı yarattığı için Galip Dursun’un Güneş’in Talipleri adlı korku-gerilim öyküsünü en çok beğendiğim öykü oldu bu öykü seçkisi içinde. Betiklere yaptığım yorumlarla kişisel sorunlara pek değinmesem de burada öldüğüm yiğidin hakkını yemediğimi alnımın akıyla sizlere haykırıyorum çünkü kişilik değil kurmacalık hep kazanmasını isterim. Normalde Işın Beril Tetik en iyisidir bu üç kişilik grubun ama bu öykü seçkisi sürpriziyle beni şaşırttı. Okumanızı tavsiye ediyorum.

5 Beğeni

1 adet gönderi şu konuya taşındı: Beğendiğiniz Kitap Alıntıları

Okuduğum Tarih: 26-27 Aralık 2022
[Okuduğum 367.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 94.betik
[Aralık ayının 9.betiği]

İlk kez TBD’in ilk bilimkurgu öykü seçkisi olan Bilimkurgu Öyküleri’nde yer alan Ziusudra’nın Gemisi (2001 2.'si) ve on yedi yıl aradan sonra ikinci kez bilimkurgu öykü seçkisi olan İstanbul Öyküleri 3 : Bilimkurgu’da Üs adlı öyküsüyle yer aldı. Her ikisi öyküsünde güçlü kalemi sayesinde bireyselde “beni oku!” diye bir sinyal aldım. Ayrıca Tüyap İstanbul’da onunla tanıştım. Ondan bir yazar ego görmediğim gibi anime furyasında yetişkin olduğu için onu bireysel olarak okumaya karar verdim.

Uzun öyküde koronavirüs salgısına benzer bir salgının Hint Eli coğrafyasından tüm Dünya’ya sıçrayan ve belirtisi unutkanlık olup ülkemizde şempazeler üzerinde araştırma yapan hastanede ilk olaylar görünüyor. Salgın döneminde ağır karantina koşulları altında mücadele eden doktorlar birbirleriyle ilişkileri ve hastalarla ilgilenmesini akıcılık, merak ve heyecan ögelerle okurlar sunuluyor. Bazı yönleriyle bana Sıcak Kafa romanını anımsattı. Aşk bile karantinayı tanımadığını görüyoruz.

Uzun öyküde kişiler ve şempazeleri kobay olarak kullanılıp belleğin doğası ve duyguların doğası üzerlerine yapılan araştırmalar da şempazelere de kişi adları verildiğini okuyunca bir kahkaha attım. Sanki onlar daha önce kişiydiler daha sonra primatlaşmış gibi bir hava veriliyordu. Ayrıca evrimin tersini düşünüyorum çünkü kişiler ve primatların ortak atası kişidir. Kişilerden bir kesim, Tanrı’nın nimetlerini kullanarak dışkıları temizledikleri için Tanrı tarafında primatlara dönüştürülerek cezalandırıldı. Bir de Tanrı’nın yasağını çiğneyenler de. Burada primatlaşan kişiler artık ne bir belleğe ne de duygulara sahiptirler.

Uzun öyküde babasının geri dönmesini isteyen balanın babası salgına yakalanıp bütün anıları ve edindiği bilgileri unutuyor daha sonra salgın şiddetine karşı bünyesi kaldırmadığı için son soluğu çok güzel bir düşü görerek veriyor. Onu büyüten kutsal varlık olan annesinin ruhu gelip onu alıyor. Anne söz konusu olunca geridekiler akılda hiç kalmıyor. Yıllardır düş görmeyen babanın ölümü çok güzel bir düşün içinde olması, hepimizin soluğunu kestiriyor. Böylece elimizdeki zamanın ne denli kiymetli olduğunu anlıyoruz.

İyi ki de bireysel olarak ona şans verdim çünkü okuduğum son basılan uzun öyküsü, yerli bilimkurgu olarak adlandırılmaya layıktır. Üç eserde de gelecekte Murat Kaya Beşiroğlu ve Tevfik Uyar’a güçlü bir karşıdaş olduğunu bizlere kanıtlandı. Ümidim diğer eserleri de yerli bilimkurgu özellikleri taşımasıdır çünkü onun gibi yetenekli bir kalemin Türk Bilimkurgu Edebiyatı’nın kalıcı adlarından biri olmalıdır. Bir de ondan ricam daima bilimkurgu ve spekülatif kurgu öykü seçkilerinde hep yer almasını istiyorum çünkü nitelikli kalem okumak isterim. Severek okuduğum uzun öyküyü okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

5 Beğeni

görüntü

Okuduğum Tarih: 27 Aralık 2022
[Okuduğum 368.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 95.betik
[Aralık ayının 10.betiği]

Yer Ertekileri serisinde bu sefer, gezegenimizin en köklü ve en güzel kültürüne yani Antik Mısır’a yolculuk ettim. Bu coğrafyada özlerini tanrı ilan eden firavunların kölelere karşı zulümü olsa da köklü bir uygarlık geride bıraktılar. Bu erteki betiğini elime alırken köklü uygarlığın düşsel yolculuğuna çıkmayı umaracak birazcık düş kırıklığı yaşadım.

Ulamış bilgilerindeki türlü tüslü yerlerine ve ölüler diyarına yolculuk etmeyi beklerken didaktik anlatımlarla ertekiden daha çok düşsel öykü ruhu ağır bastığını gördüm. Kıptiler’in türlü tüslü yerlerine yolculuk etmeyi düşledim çünkü geride bıraktıkları putperestlik inancıyla binlerce düşsel kurgu yazılabilecek zenginliklerini merak ettim. Ayrıca didaktik anlatım, bu coğrafyanın mayasına yakışmadığı apaçık ortadadır.

İsrailoğullarını etkiledikleri gibi onlardan etkilendiklerini ertekilerinde görüyoruz. Yusuf (as), Musa (as) ve Harun (as), yalvaçlıklarındaki belirgin özellikler bu uygarlığın düşsel yerlerine etkilediklerini görüyoruz. Aton denilen tek tanrı inancı, düşleri yorumlama sanatı ve kahinlik yani elçilik özellikleri paragrafta bahsettiğim üç yalvaçtan kalan miraslardır. Kıptiler aslında özlerinden olmayan kişileri köleleştirirken onlardan ister istemez etkilediklerinden yola çıkarak böbürlenmiş aciz ve değer kişiler olduğunu görüyoruz.

Roma ve Makedon Kağanlıkları döneminde bu coğrafyada Grek izleri taşıyan ve kibirli yapay kıtanın ertekileri, bu coğrafyayı etkilediği için o ertekilerin Kıpti uyarlaması olarak sözlü gelenekler ürünlerini de oluşturdu. En belirgin özellikler, ruhunu bir objenin içinde saklama motifi, bariz bir şekilde ben yapay kıtanın erteki motifiyim diye haykırıyor. Ayrıca Grek ulamış bilgisindeki üç tanrıçanın doğan bebek için diledikleri dilekler de bu coğrafyadaki ertekiler de yer aldı.

Kıptiler’in bedenleri mumyalaması da yaratılıştaki tansığı unuttuklarının apaçık delilidir çünkü yaratılışımızdaki tansık, kuyruk sokumu kemiğinin ucundaki buğday tanesi gibi çekirdekten bedenler tekrar yeşerecek kalgançı çakta. Onlara göre ise ölüler yerinde yeniden dirilirken bedenlerini kullanacaklar. Oysa inancımızda kabir azabında tin ya ödüllendirilecek yada azap görecektir. Bedenimiz ise parçalanıp toprağa karışacaktır. Okumanızı tavsiye ediyorum. Türlü tüslü Mısır Ertekileri’ni izerlemeye devam edeceğim.

4 Beğeni

Kane Günceleri (1) Kırmızı Piramit - Rick Riordan: Antik Mısır’a Bir Yolculuk

Kırmızı Piramit

Rick Riordan’ın hayal gücünde bir gezinti daha! Evet, geçtiğimiz senelerde Percy Jackson ve Olimposlular serisiyle tanıştığım ve sevdiğim yazardan başka bir evrene doğru yolculuğa çıktım: Kane Günceleri.

Antik Mısır’ın derinliklerinde kayboldum diyebilirim. Daha ilk kitaptan böyle hissettirdi. Kırmızı Piramit ise bu yolculuğun ilk durağıydı. Mısır mitolojisine karşı bir ilgim olmadığı halde Antik Mısır’ın tanrıları ve tarihi epey hoşuma gitti. Yunan mitolojisini de Rick Riordan sayesinde öğrenmiş ve sevmiştim. Bu da öyle olacak gibi.

Nitelikli ve ağır okumaların yanında ya da araya alabileceğiniz en iyi eserler bence fantastik kurgulardır. Çocuk edebiyatı diyerek bir kenara fırlatmadan önce bir bakıp değerlendirmekte fayda var. Kitabın dili ve anlatımı oldukça yüzeysel tabii, fakat yazarın olayların içine serpiştirdiği mitoslar, tarihi bilgiler, müzeler ve mekânlar hayran olunacak derecede başarılı. Hayal gücünü ve yaratıcılığının yansımalarını görebilirsiniz burada. Fantastik bir kurguda olması gereken her şeyi bu eserde bulabileceğinize inanıyorum: Heyecan, aksiyon, duygusallık, düşünmenin verdiği ağırlık, rüyalar, aile ve çocuk ilişkileri gibi. Bu kurguyu Yüzüklerin Efendisi, Farseer gibi kült serilerle asla yan yana getiremeyiz ve karşılaştıramayız; çok farklı kulvarlarda yüzüyorlar edebiyat dünyamızda.

Dediğim gibi okumalarınız arasına bazen böyle maceralar almak nokta atışı oluyor… Mesela şimdi araştırma konularım Antik Mısır’a uzanacak, bu konuyla ilgili elimde bulunan kaynakları inceleyeceğim ve belki de daha kült kitapları okuma listeme ekleyeceğim. Görüyorsunuz değil mi, bir fantastik kurgu nelere yol açıyor? Doğrusu Yunan mitolojisine de böyle başladım, bu nedenlerle olsa gerek, rahatlıkla bunları yapabileceğimi anlatabiliyorum sizlere. İlyada ve Odysseia ile tanışmamı yazara borçluyum. Detaylar için uğramayı unutmayın: Yunan Mitolojisine Nasıl Başladım?-Kitap Önerileri

Zaman zaman kestirmelerde attığımız ufak adımlar insanı otobanlara götürebiliyor. Zor ya da sevimsiz gelirse herhangi bir çıkıştan kaçışınız da mümkündür tabii :slight_smile:

Carter ve Sadie kardeşlerin bakış açısıyla okuduğumuz bir kitap bu. Evet, iki kahramanımız var. Kalemi Carter alıyor sonra bir bakıyorsunuz tekrar Sadie’deyiz. Aynı olaylara farklı anlamlar yüklemenize neden olan ya da yeni bir şey öğrendiğiniz renkli bir maceraya çıkıyorsunuz böylece. Gerçekten de çok hoş. Altı yıldır ara ara görüşen iki kardeş, bazı nedenlerden dolayı seneler sonra dip dibe olmak zorunda. Çünkü tek amaçları var: babalarını kurtarmak. Ünlü bir arkeolog olan Dr. Julius Kane çocuklarıyla birlikte British Museum’a gider, fakat orada büyük bir patlama olur ve Carter ile Sadie canını zor kurtarır. Ama açıklanması güç bir durum vardır, babaları nereye kaybolmuştur?

Carter ile Sadie’nin benim gibi gerçek dünyadan koparılmasına şahit olduğumuz eserde, gerilimle mizah birleşiyor ve heyecanlı bir Mısır mitolojisi efsanesi doğuyor. Üç kitaptan oluşan “Kane Günceleri”nin ilk basamağını tamamladım, bakalım diğer kitapta neler bekliyor beni? Şiddetle tavsiye edilir baylar ve bayanlar.

Puanım: 9/10

İncelememi yayımladığım diğer platformlar: Wannart
Bubisanat
1000kitap

16 Beğeni
  1. sınıfa giden yeğenim Harry Potter okuduktan sonra bu seriyi okuyabilir mi sizce? Sanki d&r’de gördüm bu seriyi ama hangi kategoride olduğunu hatırlayamadım.
2 Beğeni

Harry Potter’ı okuyan bunu da okur. 12 yaşlarında olan kuzenim ilk bu seriyi okudu daha sonra Harry Potter’ı okudu. İkisinde de zorlanmadı. Pek kitap okumayı seven biri de değildi, artık seviyor :slight_smile: Kesinlikle tavsiye ederim. Percy Jackson hem mitoloji hem de fantastik türde isim yapmış bir seri.

1 Beğeni

Teşekkürler. Sıradaki kitabımız belli o zaman. Biraz gaz vereyim yeğenime.

1 Beğeni

Rica ederim, umarım beğenir ve keyifle okur.

2 Beğeni

Okuduğum Tarih: 27-28 Aralık 2022
[Okuduğum 369.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 96.betik
[Aralık ayının 11.betiği]

Serinin ilk iki romanıyla bizleri tarihöncesi Anadolu’ya götüren reklamcı kalem, Gordiyon ile okurlarında tiryaki yarattı çünkü o romanı okuduktan sonra hep Ales’i düşündüm. Keşke geçmişte kalmasaydı. Bir kalem bu etkiyi yaratıyorsa gerçekten de gelecek vaat ediyor. Bu sefer Sardes’e yolculuk ettim. Yeni mesleki yerime çok yakın olan Sardes, Salihli ilçesinin sınırlarında kalan antik kenttir.

Karakterlerin adlarında tam Lidce olmayanlar olmasına rağmen kurgu o kadar güçlü işlenmiş ki o ayrıntıyı hemen unutuyorsun. Ayrıca okurken güldüren sahneleri izlemişim gibi seziyorum. Türk kadınlarının kaş gözle hatta el hareketleriyle birbirleriyle iletişim kurması, tarihöncesinde de özünü gösteriyor çünkü Türk her yerde her zaman Türk’tür. Bizlerin mizah anlayışına bayılıyorum. Laf sokarken de güldürüyoruz.

Bakkaras ve Mitrades’in hem arkadaşlıkları hem de bitmek bilmeyen karşıdaşlığını okurken yüzümü güldürüyor. Hele de Bakkaras kadın kılığına girip Mitrades’in kepitine girmesi ve orada Mitrades’i küçük düşüren işveleri ve sempatik köstebekliği okurken bir anda orada olup Bakkaras’ın tombiş yanaklarından makas almak isterdim. O da işveleri bir şekilde kahkaha atsaydı çok güzel olurdu. Bakkaras gibi türlü tüslü arkadaşlarım olmasını isterdim çünkü sıkıcı yaşamı sevmiyorum. Keşke Leydi, Bakkaras’ı seçseydi. Oradan ayrılmadan onların o leydi konusunda mücadelesini sonucunu görmek isterdim.

Bizler uyarlama konusunda elit bir ulus olduğumuzu Alp’ın Lid gençlerine düşler olarak ertekileri karıştırarak yepyeni farklı bir erteki sunmasında anladım. Acaba gerçekte böyle bir şey yaparsak nasıl bir erteki ortaya çıkardı. Keşke kalem, Alp’ın ertekileri karıştırarak oluşturduğu ertekiyi bağımsız betik olarak okusaydık. O kadar gerçekçi anlattı ki öyle bir erteki var mı diye özüme sormaktan özümü alıkoyamadım. Efsanesin Alp! Bir gün o anlattığın düşlerde görüşürüz.

Bu romanda Yıldız ile İnci’nin kaş göz hatta el hareketleriyle sağladıkları iletişimi ve Bakkaras’ın kadın kılığındayken sergilediği davranışları asla unutmayacağım. Gelecek sefer ölmesek Tuşpa’da görüşürüz. Urartu kültürünü ve adlarını çok merak ediyorum. Hatta Ermeniler, onları ataları olarak kabul gördükleri için o romanda Ermeniler’i anımsatan Urartu davranışları görecek miyiz? Bu sorunun yanıtını çok yakın zamanda öğreneceğiz. Severek okuduğum bu romanı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

4 Beğeni

Natascha Kampusch - 3096 Gün

Yıl 1998… Bir mart sabahı… Avusturya’da 10 yaşında bir çocuk ilk kez okula tek başına gidecek ve büyüdüğünü kanıtlayacaktır. Önceki akşam tartıştıkları için annesine öfkelidir. Annesinin her zaman söylediği “Asla evden öfkeli çıkmamalısın. Birbirimizi bir daha görecek miyiz bakalım, belli olmaz!” sözünü o gün için yok sayar. Öfkeli çıkar evden. “Hem zaten ne olabilir ki?” der içinden.

Natascha Kampusch o gün eski hayatının son günü olduğunu bilmiyordur. Wolfgang Prikopil adında birisinin onu kaçıracağından; bodruma yapılmış betondan, ses geçirmez, rutubetli ufacık bir zindana kapatılacağından ve 3096 gün sürecek bir esarete düşeceğinden habersizdir.

Kitapta Kampusch, çocukluğundan başlayarak kaçırılmasını ve sekiz yıl süren esaret hayatını anlatır. O evdeki hayatını, maruz kaldığı eziyeti ve şiddeti, o dönemki deneyimlerini sanki dışarıdan bakıyormuşçasına analiz eder. Bir hayatta kalma içgüdüsüdür bu; her ne zaman kaçıran adam onu dövmeye başlasa, Natascha bilinç olarak vücudunu terk edip kendine dışarıdan bakar.

Prikopil bir paranoyak ve manyaktır. Bir çocuk kaçırmayı çok önceden tasarlamış gibi bodrumdaki zindanı hazırlamış, çocuğa söyleyeceği yalanları bile belirlemiştir. Natascha’nın beynini sürekli yıkamaya çalışır. Annesiyle babasının onu sevmediğini, dış dünyanın onu unuttuğunu, onun kendisine muhtaç olduğunu söyler. Çocuğun istediği yiyecekleri ya da eşyaları zindana getirir. Kitap okumasına, müzik dinlemesine izin verir. Ancak bunları itaat ettirme aracı olarak kullanır. Çocuk “uslu durmadığında” elinden alır.

Natascha ergenliğe girdikten sonra düzenli fiziksel şiddetle birlikte psikolojik şiddetin yeni boyutları eklenir. Şişman olduğunu, çirkin olduğunu söyler, yediği yemeği kısıtlar, sürekli aç bırakır ki gücü kalmasın, itaat etsin. Saçlarını keser. Eski ismini kullanmasını yasaklar. Yarı çıplak bir şekilde ev işlerini yaptırır. Kendisine “Lordum, efendim” dedirtmeye çalışır.

Natascha, Prikopil’in bütün işkencelerine rağmen kimliğini korumayı başarmıştır. Beynine işlenen çarpık fikirlere tamamen teslim olmamıştır. Bazı direniş noktaları geliştirir. Örneğin, diz çökmeyi ya da “lordum” diye seslenmeyi reddeder. 18 yaşındaki haliyle bir anlaşma yapar. O yaşa geldiğinde kaçacak, hayatının iplerini eline alacaktır.

2006’da, kaçıran adamın bir anlık dikkatsizliğinden faydalanarak kaçar ve nihayet sekiz yıldan sonra özgürlüğüne kavuşur.

Prikopil ise Natascha kaçtıktan sonra trenin altına atlayarak intihar eder.

Kitabı okurken bir insanın ömründen yıllar çalmanın gerektirdiği kötülük seviyesinin büyüklüğü nedeniyle gerildim. Polislerin ihmali yüzünden, kızın çok daha erken kurtulabilecekken yıllarca bu eziyete maruz kalması nedeniyle sinir oldum. Natascha’nın zihinsel dayanıklılığına ve cesaretine hayran kaldım. Her yönüyle sarsıcı bir gerçek hayat öyküsü.

Natascha Kampusch’un tutulduğu zindan
2017 yılında verdiği röpörtaj

15 Beğeni


Yaşar Kemal - Kuşlar da Gitti

Kitapta İstanbul’un eski bir adeti olan kuş azat etme anlatılıyor. İnsanlar bu adeti neredeyse tamamen terk etmişler. Yaşar Kemal insanların bu adeti terk etmesini doğaya yabancılaşmalarına ve insanlıklarının azalmasına bağlamış ama ben yazara bu konuda katılmıyorum. Günümüzde kuş azat etme tamamen ortadan kalkmasına rağmen kuşları parkta, bahçede hatta vapurda beslemek gibi daha güzel bir adetimiz var.

Genel olarak güzel bir kitaptı ama ilk defa bir Yaşar Kemal kitabında karakterlerle bağ kuramadım.

15 Beğeni

Goruntu

Karpatlar Şatosu - Jules Verne

Karpatlar Şatosu 1892 yılında yayımlanmış. Hikaye Transilvanya’nın, Werst Köyü yakınlarında terk edilmiş bir şatonun etrafında geçer. Buradaki köylülerin çoğu batıl inançlıdır. Terk edilmiş Karpatlar Şatosu’nun hayaletli, iblisli olduğuna inanmakta ve başlarına kötü bir olay gelmemesi için oradan uzak durmaktadırlar. Bir gün köyden iki kişi şatoyu incelemek istediklerinde başlarına olaylar gelir. Şatoya olan korku böylece daha da büyür. Ardından hikayeye batıl inançlara sahip olmayan genç bir kont dahil olur.

Jules Verne’den hurafelere dair yazılmış ilgi çekici bir kitaptı. Yazar her şeyi ayrıntılarıyla güzelce anlatıyor, olaylar ilerledikçe ve derinleştikçe kendini merak ettiriyor. Okurken bir noktada sonunu tahmin edebilirsiniz ama bu kitabın kurgusunun güzelliğini ve sağlamlığını azaltmıyor.

Eserin 1897 yılında yayımlanan Kont Dracula’ya ilham kaynağı olduğu da söylenmekte.

Puanım: 9/10

18 Beğeni

Okuduğum Tarih: 28-29 Aralık 2022
[Okuduğum 370.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 97.betik
[Aralık ayının 12.betiği]

18. yüzyıl Japon Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden Akinari Ueda’nın en tanınmış eserini okudum. Bu betik birbirinden farklı şekilde gelişen ve dokuz düşsel anlatıdan oluşan bir öykü seçkisi. Seçkiye adını veren öykü gibi bir şey de söz konusu değil, aslında kurguların temaları “yağmur”, “ay” ve doğanın eşsiz güzelliklerinin betimlemeleriyle süslendiğinden olsa gerek, betiğin adına bu başlık uygun görülmüş sanırım.

Doğaüstü varlıkların eşliğinde, bazen gerçek bazen de gerçeküstü olayların içinde buldum kendimi. Öykülerin kökleri ve kaynağı da Çin ile Japon halk hikayelerine dayanıyormuş. Yazar “Çin” kaynaklı olanları tekrar düzenleyip birkaç ufak değişiklikle öz ülkesine özgü kurgular yaratmış. Kişi ve doğanın sonsuz etkileşimini yansıtan bu öykülerde, yazarın üzerine parmak bastığı şeyin “ahlaki değerler” olduğunu anlamak mümkün.

Özellikle “kadın” karakterlerin şeytanlık ve kötülükle bağdaştırılması Japon toplumunun o dönemlerde ne kadar tuhaf ve geleneksel olduğunun da bir göstergesi. Çoğu öykü öz dönemini değil de daha eskileri ele aldığı için bu gibi manzaralara denk gelmem normal tabii. Tinlerin ve caytganların olması ve ürkütücü yanlarıyla dikkat çekmesiyle birlikte Japon kültürüne dair önemli bilgiler veriyor adeta. Sırf bu nedenle bile okunabilir bir betik bence.

En son beni etkileyen “Harap Ev” oldu. Okurken Japon İmparatorluğu dönemindeki savaşlardan birine denk geldiğini sezerken diğer yanda bizi kayıtsız şartsız seven kişinin kiymetini anca kaybettikten sonra anlarız. Okurken Katsuşiro, harap evine gelirken eşi Miyagi’nin hayalet olduğunu anlamıyorum. O satırları okurken boğazım düğümlendi. Keşke öyküdeki gibi ölen kişinin tini gelip bizimle vedalaşsa. Geçen yıl Ağustos’ta metro raylarına düşüp ölen arkadaşımın tini bir defalığına gelip benimle vedalaşsaydı. Onun omzunda hıçkıra hıçkıra ağlayıp “Sana kırgın değilim. Kabir azabında kırgınlığım senden sorulmasın.” diyebilseydim…

Krizantem Vaadi, Kibitsu Kazanı ve Yılanın Büyük Aşkı beğendiğim öyküler arasında. Yılanın Büyük Aşkı çok uzundu ve beni çok etkileyen öyküden bahsetmeyi yeğledim. Betiğin önsözü ile yazarın ilginç hayatını okumadan öykülere başlamayın bu arada. Gerçekten Japon yazarların hayatları hep tuhaf olaylarla dolu. Sadece ilgilisine ve Japon kültürüne ait ne varsa okumayı seven okurlara okumanızı tavsiye ediyorum.

7 Beğeni