Bağlılık Serisi: İmparatorluğun Çöküşü
Bilimkurgu hayranı olan herkes John Scalzi adını mutlaka bir şekilde duymuştur diye düşünüyorum. Zira kendisinin ödül almalara doyamadığı bir çok tekil kitabı ve de bir çok seri kitabı bulunuyor. Bu serilerin en önemlilerini ve dilimize çevrilmiş veya çevrilme aşamasında olanlarını da; Yaşlı Adamın Savaşı serisi, Sendrom serisi ve Bağlılık serisi oluşturuyor. Ben de serilere yapılan övgülerden etkilenen bir bilimkurgu bağımlısı olarak serilere karşı büyük bir açık hissediyor, fakat henüz bu zengin açık büfeye saldırıp açlığımı da gideremiyordum. Çünkü her keyifli yemeğin kapanışını oluşturan tatlılar yazarımız tarafından üretilmiş olsa da henüz çevirmenlerimiz tarafından damak tadımıza uygun hale getirilip servis edilmemişti. Damağımızda bıraktığı son tatla hatıralarımızı şekillendiren bir tatlıyı en az yemek yeme sürecinin kendisi kadar seven bir yemeksever olduğumdan serilere başlamak için de mecburen tatlılar servis edilene kadar beklemek zorundaydım. Nihayetinde tatlılar servis edilmeye başladı ve ben de Bağlılık serisine, menüsünün açılış yemeği olan İmparatorluğun Çöküşü kitabıyla başladım.
İmparatorluğun Çöküşü, Asimov usta Dune ve Taht Oyunları (ASOIAF) serilerini yazmış olsa nasıl olurdu? sorusunun bir cevabı gibi karşımıza çıkıyor. John Scalzi, Asimov ustanın o basit dilini kendi eğlenceli ve biraz da küfürlü diliyle birleştirerek Dune evrenin yönetim sistemine benzer hanedanlık - imparatorluk -parlamento- din sistemini kuruyor ve bu sistemin siyasetine Taht Oyunları serisinin entrikalarını serpiştiriyor. Yalnız buradaki eğlenceli kısıma özellikle değinmek istiyorum. Çünkü kitap tebessüm ettirmeden sayfaların geçmesine asla izin vermiyor. Bu tebessüm karakterlerin veya kitaptaki olayların komik olmasından da kaynaklanmıyor. Sonuçta kitap, isminden de anlaşılacağı üzere bir imparatorluğun çöküşünü anlatıyor ve tabi ki çöküş sürecinin vazgeçilmez unsurları; suikastlar ve isyanlar bol bol karşımıza çıkıyor. Taktir edersiniz ki, suikast ve isyan da pek komik kategorisi içerisine dahil olan konular olarak tanınmıyorlar. Fakat yazarın ustaca kullandığı kalemi burada devreye giriyor ve yazar yarattığı bu gergin ortamda farklı farklı yöntemlerle bizi gülümsetmeyi başarabiliyor. Örneğin; kitapta çok sevdiğim ve okurken gülümsemeden duramadığım nevi şahsına münhasır ve çok kaliteli uzay mekiği isimleri bulunuyor. Fakat her bir uzay mekiği isminin ayrı ayrı çok güzel olması ve hanedanların kişiliğine uygun olarak konulması dolayısıyla birini bile söyleyerek keşfetme zevkinizi de kaçırmak istemiyorum. O nedenle eğer bu evrende yaşamış ve bir uzay mekiğine sahip olmuş olsaydım ona koymuş olacağım adı örnek olarak kullanacağım ki bu da; “Sen de biliyorsun ki ben haklıyım.” veya "oyunlar sanattır, sanat çiçektir, çiçek babandır. " cümlelerinden biri olacaktır.
Yazarın eğlendirmek için kullandığı tek yöntem de tabi ki uzay mekiği isimleri değil. Yazının başlarında karakterlerin komik olmadığından bahsetmiştik zaten ama komik karakterlerin olmaması veya karakterlerin espri yapmıyor olması yazılan diyalogların eğlenceli olmadığı anlamına gelmiyor. Yazar; iğnelemeyi, küfrü ve hakareti tam yerinde, abartmadan, dozunda ve zekice kullanarak aslında okuru rahatsız edebilecek bu olgulardan eğlence çıkartmayı başarabiliyor. Ayrıca bu durum kitaba bir samimiyet de katıyor. Kitap boyunca sanki 40 yıllık arkadaşımız olan karakterlerin hikayesini başka bir dostumuzdan dinliyormuşuz gibi hissediyoruz. Aklıma en iyi örnek olarak, Gibi dizisindeki İlkkan’nın kişiliğini oluşturan “pattern” teyzenin doktor ile olan diyaloğu geliyor. (Bu sıralar Gibi’nin yeni sezonunu izliyorum da örnekler hep oraya kayıyor.)Teyzenin gergin gergin doktoru dinlemesi, sonra İlkkan’a dönüp tatlı tatlı senin bir sorunun yok demesi ve doktorun ısrarı üzerine patlayarak doktora küfrü yapıştırmasındaki doğallık hissinin aynısı kitap boyunca bizi sarıp sarmalıyor. Yalnız buradaki Gibi ile olan benzerlik sadece samimiyet ve doğallık üzerine, absürtlük üzerine değil. Dizideki absürtlük kesinlikle kitaplarda bulunmuyor.
İmparatorluğun Çöküşü kitabının dilinden ve hissettirdiklerinden bahsettiğimize göre birazda konusuna değinelim. Kitap, yaşadığımız evreninin ve dolayısıyla tüm bilimkurgu kitaplarının muzdarip olduğu; evrenin sonsuzluğuyla ışık hızı sınırının yarattığı genişleyememe sorununa çözüm bulunmuş bir evrende geçiyor. Bu çözümün adı da Akım Nehirleri. Evrenin kurallarının işlemediği akım nehirleri sayesinde ışık hızıyla bile onlarca yıl sürecek mesafeler; aylar, günler ve hatta saatler mertebesinde bir sürede aşılıyor. Fakat akım nehirleri bu evrenin temel yapısı içerisinde bulunan bir olgu olduğundan değiştirilemiyor, yönlendirilemiyor veya yeniden üretilemiyor. Dolasıyla insanlık evrensel imparatorluğunu tıpkı dünyadaki insanların şehirlerini su kaynaklarının etrafına kurması gibi akım nehirlerinin girişleri ve çıkışları etrafına kuruyor. Akım nehirlerinin konumundan dolayı da kurulan medeniyetler kendi kendilerine yeterli olamıyorlar ve diğer medeniyetlerle ticari ilişkiler kurmak zorunda kalıyorlar. Zorunlu ticaret sistemi hanedanlık kast sisteminin güçlenmesine neden oluyorken nehir akımlarının giriş/çıkışlarını kontrol eden hanedanlık da imparatorluk tahtına oturuyor. Tüm bu sistemin de halka yedirilmesi için de hem parlamento sistemi kuruluyor hem de dini bir takım olaylar yaratılıyor. (Din kısımı özellikle ikinci kitapta detaylı olarak anlatılıyor.) Böylece Dune benzeri ilişki içerisinde birbirlerine bağlanan hanedanlık-imparatorluk- parlamento-din sistemi ve akım nehirleri ile bağlanan insanlık seriye de adını vermiş oluyor. İmparatorluğun Çöküşü ise; bir akım nehri fizikçisinin Vakif serisinin Hari Seldon’u gibi ortaya çıkarak akım nehirlerinin çöktüğünü iddia etmesiyle başlıyor. Biz de hikayeye; bu akım fizikçisinin, “imparatoks” olmak istemeyen imparatorun ve bebekken söylediği ilk kelime “siktir” olan bir hanedan üyesinin gözünden şahit oluyoruz.
Yazar, evrene “bağlı” yayılmış insanlığın sonunun geldiği bir bilimkurgu hikayesini çok eğlenceli, çok akıcı ve biraz da küfürlü bir dille anlatıyor. Kitap, suikastlar ve uzay aksiyonları ile heyecanlandırmasına ve kimin ne çıkarı olduğunu bilmediğimiz bir isyan ile de merak uyandırmasına rağmen kitaba ara verdiğimizde geri dönmemizi sağlayan ve kitap bittikten sonra da üzerimizde kalan his; eğlencenin yarattığı mutluluk oluyor.
Herkese iyi okumalar dilerim.