Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

AETHER DERGİSİ 1. SAYI

Bilimkurgu ve fantastik öykülerden oluşan bu derginin ismi Yunan mitolojisinde, tanrıların soluduğu saf havadan yahut beşinci özden geliyor: ateş, su, toprak, hava ve aether. Bu sayıda on iki öykü var.

  1. Gölün Savaşçısı (Mehmet Berk Yaltırık): Yazarın kalemine dair en sevdiğim husus, üslubuyla büyülerin, perilerin ve canavarların cirit attığı âlemlere aşinaymışız gibi hissettirebilmesi. Peri Ormanı’na giden savaşçı Draugar’ın macerasının bir kısmına tanık olduğumuz bu öyküde de aynı şekilde. Upuzun bir destanın kısacık bir parçasıymış gibi hissettiren bu öyküde olup bitenler oldukça tipik fakat akıcı ve keyifliydi.

  2. Önceki Hayatında Köstebek Olan Bir Ejderha’yı Asla Yenemezsiniz (Toprak Şans Tezcan): Adı, adeta özet gibi olan bu öykünün baş kahramanı, bir hazineyi korumakla görevli olan ejderha. Prensesi ya da hazineyi ejderhalardan kurtaran şövalyelerin hikâyelerini okurduk hep. Fakat burada, ejderhanın açısından bakıyoruz. Bu, öyküyü özgün kılan bir unsur. Bir yanı Sümer mitolojisine yaslanan bu öykü hakkındaki en sevdiğim özelliklerden birisi de ejderhanın kaba kuvvete ve alevlerine değil, zekâsına dayanmasıydı. Ayrıca altının niçin değerli olduğunu Sümer mitolojisi açısından hiç düşünmemiştim, ta ki bu öyküyü okuyana dek.

  3. Bitik Dönem (Bade Saba): Son derece romantik olan bu öyküde doğa, insanlıktan zarif bir intikam alıyor. Girişi bir deneme havasındayken birkaç paragraf sonra asıl öyküye yumuşak bir geçiş yapılıyor. Öyküyü nedense çocukluktan çıkarken toplumun ve şartların dayatmasına uyum sağlayarak öz benliğimizden taviz vermemizin, hatta onu öldürmemizin bir alegorisi olarak yorumladım. Yorumlara açık. Sevdim mi? Sevdim.

  4. Dünyanın Harikaları ve Veda Bandosu (Onur Sakarya): Bilinç akışı tekniğiyle yazılmış bu hikâyenin de ismine bayıldım. Rüyalar ve bir şiirle iç içe olan bu öyküde karakterin zihnine filtresiz bir şekilde göz atıyorsunuz. O sırada dış dünyada neler döndüğünü pek anlamıyorsunuz ama bunun eksikliğini de hissetmiyorsunuz, çünkü bazı öyküler anlatmak için değil, hisleri uyandırmak için yazılır.

  5. Metal Peygamber (Nefise Doğangün): Bu bilimkurgu öyküsünde elektromanyetik dalgalar yayan, 15 dakika gökyüzünde durduktan sonra kaybolan bir bulutla başlıyor. Bu bulut sıra dışı özellikleri olan bir insanı ortaya çıkarıyor. Transhümanizmi teşvik eden ve insanın “metal tanrısını” bulması gerektiğini söyleyen bu karakter bir “metal peygamber”. İnsanın teknolojiyi tanrı edinmesini anlatan bir öyküydü.

  6. Boşluk (Uğur Demircan): Eminim ki hayatınızda bir kez de olsa uzaya bağsızca savrulan bir astronot olduğunuzu düşlemişsinizdir. Acaba nasıl bir şey? Uzayı, Güneş’i, Dünya’yı uzaktan görmek… Geri dönemeyeceğini bilmek… Galaksinin yıldızlarla ışıl ışıl kollarında ölmek… Bu öyküdeki baş kahraman tam olarak bunu yaşıyor. Yazarın güçlü tasvirleriyle o astronotun duygularını, düşüncelerini kavrıyor; geçmişi hatırladıkça ve çevresine baktıkça neler hissettiğini tam olarak yaşıyorsunuz. Adeta o astronot oluyorsunuz. Bu sayıdaki üçüncü favorim.

  7. Erkek Reyonu (Melisa Parlak): Reyonlarda insansı robotların/mankenlerin satıldığı bu bilimkurgu öyküsünde eleştirel bir ton hâkim. Cinsiyet rollerine, ilişkilere, iş dünyasının ve mevcut ekonomik sistemin insanı metalaştırdığına, köleleştirdiğine… Öykü, bir dükkâna annesiyle gelen, annesinin ona erkek reyonundan bir “erkek” seçmek istediği Nefes adında bir kızı konu alıyor. Kızın gözü hep kadın reyonunda fakat bir şey söyleyemiyor. Hatta bunun farkında bile değil. Burada yorum okuyucuya bırakılmış. Acaba Nefes, kadınlara mı ilgi duymaktadır (ve bunu ona ideal bir erkek bulmak isteyen annesine söyleyemez)? Yoksa insanın meta olduğu bir çağda kendisini kadın mankenlerle özdeşleştirmekte, cansız bir mankenle kendi arasında ne fark olduğunu mu sorgulamakta? Düşündürücü bir öyküydü.

  8. Geçmişin Yansımaları (Bünyamin Tan): Bu sayıdaki favorim. Arttırılmış gerçeklik, deepfake teknolojisi ve sahte anı kavramları bir araya getirilerek özgün bir fikirle zevkli bir bilimkurgu öyküsü ortaya çıkmış. Öyküde günlükler bir deftere “Sevgili günlük,” diye yazarak değil arttırılmış gerçeklikle holografik olarak tutulmaktadır. Sevdiğiniz bir insanın anısını dinlemekle yetinmeyip direkt yaşayabilirsiniz de… Peki artık gerçek olan hangisidir? Bir de işin içine yapay zekânın da girdiğini düşünün. Bu sayede geçmiş-şimdi-gelecek karışmaya başlar. Oldukça sağlam bir bilimkurgu öyküsü.

  9. Göğe Bakma Evi (Emrecan Doğan): Bir parça gerçeklik payı için oldukça içimi sıkan -fakat okumaktan keyif aldığım- bir karanlık kehanet öyküsü. Hollywood filmlerinde dünyanın başına belayı Amerika sarar. Bu sefer Türkiye sarıyor. Nükleer kazalarla zehirli gazları gökyüzüne salıp alıştığımız mavi gökyüzünü insanlığın elinden alıyor. (Nükleer kazadan dolayı değil de büyük devletlerin birbirine girip nükleer savaşlardan dolayı dünyayı yaşanmaz hale getireceğini düşünüyorum şahsen. Olmasın böyle bir şey inşallah.)

  10. Mühür (Mehmet Günay Ercan): Bu fantastik öyküde usta-çırak sistemiyle korunan bir mühür vardır. Farklı boyutlardaki yaratıkların da olduğu bu öyküdeki en karanlık tür, cahil insandır. Cahilliğin bilmemekten farklı olarak öğrenmeye karşı geliştirilen bir tavır olduğunu, bilmediğine düşman olduğunu ve uydurmakta ne kadar mahir olduğunu tekrar hatırladım okurken. Merak hissimi sonuna kadar koruduğum bir öyküydü.

  11. Pır Mır Cumhuriyeti (Ataberk Dinçarslan): Kedim olduktan sonra bu öyküyü daha iyi anladım. Kedilerin dayanılmaz tatlılığıyla insanları köleleştirdiği bir gerçek! Bilimkurgusal ögeler ve hikâyenin mizahi üslubu, pastanın çileği ve kreması gibi birbirlerine yakışmış. Gönül rahatlığıyla söylüyorum ki eğer baş kahramanın yerinde olsaydım ben de aynısını yapardım. Bu sayıdaki ikinci favorim.

  12. Yin ve Ölüm (Mümin Can): “Tekinsiz vadi” kuramının öykünün merkezinde yer alması güzel bir fikir olsa da tam olarak içeri giremediğimi söyleyebilirim. Atmosfer olarak başarılı: Kısa, öz ve gerilimli. Fakat öykünün kurgusuna ve evrenine dair biraz daha bilgi yahut ipucu verilmesi gerekiyordu, diye düşünüyorum. Örneğin zaman yolculuğu vurgusu var fakat ne işe yarıyor? Kurucular kim? Neler oluyor? Personeli neden bayıltıyorlar? (Umarım bu bir spoiler değildir.) Bunun gibi birçok soru cevapsız kaldı. Bu yüzden başkahramanla empati kuramadım. Yine de yazarın emeğine sağlık.

16 Beğeni