Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Peşpeşe iki Diskdünya kitabı okumak gibi bir hata yaptım. Aman bir şey kaçırmayayım diye didik didik etmekten kafam infilak etmek üzere. Yazan nasıl yazmış helal olsun diyorum.

İlginç Zamanlar, Rincewind serisinin 5. ve şimdiye kadarki en iyi kitabı. Hasbüyü ve Eric neredeyse birbirinin aynısı gibiydi. Rincewind bir belaya bulaşıyor korkup kaçmaya çalışıyor ekseninde sıkışmıştı. Neyse ki bu handikaptan çıkılmış. Devam eden farklı bir hikaye olması beni tatmin etti. Uzakdoğu parodisi olan Agetha İmparatorluğu daha önce ziyaret etmediğimiz bir yer ve Diskdünya’da farklı bir ulus görmek keyifliydi.

Şimdi burada aklıma takılan bir şey var. Goodreads ve Reddit’teki yorumlarda Çin ve Japon kültürlerine ait ögelerin birlikte kullanılması ırkçı bulunmuş. İkisi farklıymış, bu tektipleştirmeymiş ve Uzakdoğulu bireyler incinebilirmiş. Ancak bunu söyleyenler de hep beyaz diyebileceğimiz insanlar. Ben Japon asıllıyım ve çok kırıldım diyene denk gelmedim. Zaten bütün seri her şeyin bir parodisi değil mi neden ırkçılık olsun ki? Tadım kaçtı gerçekten. Ben mi yanlış düşünüyorum yoksa SJW kültürü işbaşında mı? Okuyan varsa fikrini merak ediyorum.

Rincewind okumaktan aman aman zevk aldığım bir karakter değil. Bir sonraki sayfayı merak ettirecek cazibeden yoksun. Terry Pratchett de farkına varmış olmalı formülü değiştirmiş. Kaleminin ne kadar güçlendiğini görebiliyoruz. Eli yüzü düzgün bir roman çıkmış ortaya. 400 sayfa dolu doluydu. Tempo hiç düşmedi. Eh Rincewind yine her zamanki gibi. Ek olarak kibar bir devrim, biraz barbarlık, bir miktar komplo ve eski dostlar. Mizah dozu fazlasıyla yeterli. Tatlı tatlı soktuğu laflar da gözden kaçmıyor. Adamsın Pterry.

Postane ise farklı bir noktada. Sanayi Devrimi serisinin 4. kitabı. Dolandırıcılar Kralı* Nemly von Lipwig beyle tanışıyoruz. (*Burada Serdar Tezcan şakası yapmak konusunda kararsız kaldım. İstediğiniz gibi kabul edebilirsiniz.) Vetinari tarafından kraliyet postanesini kalkındırmak amacıyla görevlendiriliyor. Nemly ilgi çekici bir karakter olmuş. Problemleri üçkağıtçı zihniyle çözerken taklidini yaptığı insana dönüşmesini okumak çok keyifliydi. Kötü adam Gilt ile Nemly’nin aşağı yukarı benzer insanlar olması güzel bir ayrıntı. Kitabın hiciv yönü ağır basıyor. Paragöz patronlar, liyakatsizlik, mağdur edilen insanlar, tekelleşme ve sonucunda fahiş fiyatlar o kadar tanıdık ki. Bunun yanında suç, teknoloji, bürokrasi gibi pek çok noktaya dokunulmuş.

Amazon’da ucuza denk gelince İngilizce baskısını da almıştım zamanında. Muhtemelen kelime şakası var burada dediğim yerlerde orijinalinden kontrol ettim. Birkaç tane espriyi de öyle yakaladım. Moist-Nemly çevirisini çok sevdim gerçekten. Ancak Adora Belle/adorable, prophet/profit gibi bir iki nüans kaybolmuş. Keyif kaçıracak düzeyde değil. Sadece İngilizce konuşurken komik olan bir şeyi nasıl çevirebilirsiniz ki zaten.

Böylelikle 25 kitap bitmiş oldu. Okunacak kitapların azalması inceden üzmeye başladı. Hemen olmasa da sırada Ruh Müziği var.

21 Beğeni

Şafakparesi / Dawnshard

Sınırsız Arcanum’daki tüm kısa hikayeleri bitirdiğim ve Savaş Ritmi’ne geçmeden önce biraz boşluğum olduğu bir dönemde Şafakparesi’ni de aradan çıkarmak lazım dedim. Biraz zoraki başladım aslında, bir çeşit okumasak olmaz görev bilinci ile elime aldım. Ancak çok beğendim. Sanderson’ın aklına estikçe böyle ara kısa hikayelere girişmeyi sevdiğini öğrendik artık. İşte Şafakparesi olması gereken, daha doğrusu olmasını istediğim seviyedeki kısa hikaye olmuş.

Fırtınaışığı ana kitaplarında Rysn ve Vstim’e ayrılan ara bölümleri okuduğumda biraz fazlalık gibi gelmişlerdi, pek sevdiğim kısımlar değildiler. Şafakparesi’nde ana karakterimiz Rysn olmuş, önceden okuduğumuz o ara bölümler bu kitaba güzel bir temel hazırlamış. Rysn’ın karakterinin gelişimi, kararlılığı, zekası ve liderliği takdire şayandı.

Roshar denizlerinde bir macera ile Aimia’yı keşfederken bu gemi macerasına dahil olan Rüzgarkoşucularımız Lopen ve Huio ile Kaya’nın kızı Şerit de olunca dinamik ve uyumlu bir ekip oluşmuş. Lopen’in POV lerini okumak eksikliğini bilmediğimiz bir ihtiyaçmış :slight_smile: Bol bol komik sahne çıkartıyor bize saolsun.

Bu kısa ama dolu dolu kitap hem kendini bir çırpıda okutuyor hem de Cosmere adına önemli birkaç yeni bilgiyi de bizlere sunuyor. Cosmere maceraları ilerledikçe Şafakparesi ile ilgili bakalım daha neler öğreneceğiz? Uyumayanlar’ın rolü artacak mı? Chiri-Chiri büyüyecek mi :slight_smile: gibi meraklarla kapadım kitabı. Rysn de çok daha ana bir role taşınacaktır.

Bazı terim ve çevirilerde önceki kitaplara göre biraz uyumsuzluk olmuş, yazım hataları da mevcuttu. Ancak okuma zevkini kaçıracak sıklıkta tekrarlanmadılar. Yayınevi keşke her kitapta çeviri ve çevirmen istikrarını sağlayabilse Sanderson kitaplarında.

19 Beğeni

GÜNLÜKLER - SYLVİA PLATH

Kitabı bitireli kaç gün oldu bilmiyorum ama içimde yarattığı etkiden sıyrılamadım hâlâ. Altını çizdiğim cümleleri (kitabın yarısından fazlasını çizdim, her yer notlarla dolu) düzenleyip kaydetmem gerekirken masamda öylece durması ve kendime söz verdiğim inceleme yazma sözünden haberdar olup beklentiye girmesi, onu cansız bir nesneden ayıran noktalardan birkaçıydı yalnızca. Sylvia, uzun zaman önce intihar ederek yaşamına son verip aramızdan ayrılmış olsa da, yazdığı bu günlükle ölümsüzlüğünü hatırlatıyor sürekli bana. Henüz kitaplığıma bile kaldıramadım bu yüzden. Aslında öfkeliyim, çünkü yaşamayı bu kadar çok seven, hayatın durağan akışında bile anlamlar arayan, hayalleri ve hevesleriyle bir yerde olma hissini doyasıya tatmak isteyen bir kadının intihara sürüklenmesini kabullenemiyorum. Elinden tutan kimsenin olmayışı, yalnızlığa hapsedilmesi ve sürekli içinde kaybolduğu depresyon kuyusuna atılmış olması onu bu hale getirdi. Yazdıklarıyla var olma amacıyla ve edebiyat tutkusuyla yaşamış bu kadının günlüklerini bile tam haliyle okuyamıyoruz, çünkü onu birçok kez üzen, aldatan ve kendi edebiyat çalışmaları için kullanan kocası yüzünden. Günlüklerinin bazıları yok edilmiş, zamanında sansürlenmiş, bir sürü tahribata maruz kalmış.

Benim hayatımın amacı ne ve onunla ne halt edeceğim? Bilmiyorum ve korkuyorum. Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım; olmak istediğim bütün insanlar olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım. Kendimi istediğim bütün becerileri edinecek kadar eğitemeyeceğim. Bunları neden istiyorum? Hayatımda mümkün olan zihinsel ve fiziksel tecrübelerin tüm renklerini, tonlarını ve çeşitlerini tatmak ve hissetmek istiyorum. Ve korkunç derecede sınırlıyım. / s.31

Hayatının birçok döneminde depresyon batağında boğulmasının nedeni bu satırlarda gizli. Bir arayış, bir kendini bulma hali, iyi bir şeyler yapma isteği hâkim düşüncelerinde; ama elinin kolunun bağlı olduğunu çok iyi biliyor, çünkü erkek egemen bir toplumun parçası olduğunun farkında.
Mükemmeliyetçiliği ve kaygıları yüzünden bir şey başaramayacağının bilincinde olmak onun tanıdığı bir duygu ve tüm bunların farkında olabilmek, kendini tanıyabilmek en güzel şey aslında. Kendini bildiği için bazen eli ayağına dolaşıyor, stres ve heyecan onu ele geçiriyor ve her şeyi salmanın akışına bırakıyor kendini. Kimi zaman güçlü, kimi zaman bir zavallı gibi. O kadar doğal ve samimi ki, günlüğüne doldurduğu satırlar karmaşık, tıpkı hepimiz gibi, tüm insanlar gibi.
Sevmek ve sevilmeyi istemek, her şeyi tutku dolu yaşama ihtiyacı niye insanı âciz kılsın ki? Bencil olduğunu düşünüyor Sylvia; bana öyle gelmedi hiç. Bencil olan çevresiydi; annesi, flörtleri, kocası, okul ve iş arkadaşları…

‘’İki çocuğunu geride bırakıp kendini öldüren bir kadın bu’’, gözüyle okuyacaksanız, onu ve yaşamını yargılayacaksanız ve onun seçimlerini sorgulayacaksanız hiç okumamanız gereken bir kitap bu. Çünkü yazılanlar kurgu değil, bir dolap yok, bir oyun yok burada. Yalnızca gerçekler var, hatta öyle gerçekler ki bunlar; duygu ve düşünce selinin içinde, iç çatışmaların kucağında, bazen gülümseten, bazen de hüzünlendiren sayfaların akışında bir yere ait hissedememenin ve kendini bulamamanın fırtınasında dümeni tutuyormuşsunuz gibi bir anlatı bu. Yoğun, kasvetli ve karanlık… Hep mutsuz anlarına denk gelmedim tabii ki, ama sanki hep o yaşadığı mutlu anların bedelini ödemiş gibi bir şey oldu. Sonunun nasıl bittiğini bildiğiniz bir insanın yazdıklarını okumak hiç kolay değil. O kıvılcımları görmek ve engelleyemeyeceğimiz şeylere tanık olmak insanın yüreğini acıtıyor. Belki de bu kadar etkilenmemin nedeni onda kendimi görmekti, bilmiyorum. Yazarlığı sık sık düşünmem; bu hayalimi gerçekleştirebileceğimi bilememek ve bu konudaki umutsuzluğum özellikle. Sonra dil öğrenme sürecimiz, o da Fransızca çalışıyor falan. Sevdiğim bazı yazarları çok seviyor; Virginia Woolf mesela. Çok tanıdık şeyler vardı hayatımıza dair. Yaşamım ile okuduğum kitaplar arasında genellikle böyle bağlantılar kurabiliyorum ve bu çok çarpıcı bir şey. Bu tesadüfe, ayarlamadan ve bilmeden şahit olmak ilginç gerçekten.
Sylvia Plath ile bu şekilde tanışmak dokunaklı bir deneyimdi, onun en özel anlarını okumanın sunduğu atmosferden olsa gerek, hemen benimsediğim bir yazar oldu. Kapak resmindeki Sylvia ile ne zaman bakışsak boğazım düğümleniyor; yüz ifadesi, özellikle gözleri… sanki anlatmak istediği o kadar çok şey var ki. İyi ki otuz yıllık ömründe günlük tutmak aklına gelmiş. İyi ki varsın Sylvia, iyi ki günlüğünü okumuşum.

İncelememi paylaştığım platform:

https://www.instagram.com/p/DPEPYhJiNSC/?igsh=YXNvdTNyOTN3ZzFr

21 Beğeni

Bihter Saatçi - Ay Tutulması

Rian… Kızıl saçlı binici kadın. Henüz bir bebekken annesinin kucağından koparılıp bir kurtkanat binicisi olarak yetiştirilmiş. Onu yetiştirenlerin aşıladığı değerlerden hiçbir şüphesi yok. Yukarı şehrin düzenine sadakatle bağlı bir kurtkanat binicisi.

Karşısında ise köklü bir ailenin oğlu olan Keryn duruyor: dışarıdan bakıldığında eğlenceye düşkün, fakat içinde rüyaların çağrısına kulak veren bir araştırmacı ve rüyalarındaki kadına tutkun saf âşık. Boynunda taşıdığı taş bir hatırlayışın anahtarı. Keryn’in rüyaları, unutturulmuş bir geçmişe, kaybolmuş bir ilk tapınağa açılıyor.

Yukarı şehrin tek tanrı Ivae inancı, güç ve sadakat kuruluyken, geçmişin tanrıçaları Ellariana ve Valeriana, bu düzenin dışında unutulmuş bir hikâyenin parçaları… Güneş ve ay tanrıçaları…

Keryn, Rian’a hizmet ettiği düzenin yozlaşmışlığını göstermeye çalıştıkça “inanç” ve “itaat” arasındaki çizgi, kızıl saçlı yüreğinde giderek inceliyor.

Roman, adının da söylediği gibi, bir ay tutulması etrafında şekilleniyor. Bu tutulma karakterlerin ruhunda da gerçekleşiyor. Rian’ın içindeki ışık, karanlığı yararak geçmişini aydınlatmaya çalışırken Keryn’in rüyaları ise birer pusula gibi onları hakikate yaklaştırıyor.

Bir kadının, Rian’ın; düzenle vicdan arasına sıkışmış kalbinin hikâyesi bu. Ve bir adamın, Keryn’in; rüyaların pusulasında kaybolmuş geçmişi arayışının…

Son sayfaya gelindiğinde, hikâyenin tüm parçaları birleşiyor. Hem epik bir mit hem de bir ruhsal dönüşüm okumanın verdiği tatmin ve yolculuk yapmış hissiyle kitabın son sayfasını çeviriyorsunuz. Fantastik severlere önerebileceğim bir kitap.

12 Beğeni

Thomas Berhard - Don detaylı incelemesi. İyi seyirler :blush:

13 Beğeni

Son Kıta - Diskdünya 22

Rincewind ve sihirbazlarımızın yeri her zaman ayrı, hiçbir maceraları hayal kırıklığına uğratmıyor. Son Kıta belki en iyi, en derin ve en manalı Diskdünya kitaplarından biri olmamış. Ama kesinlikle en eğlencelilerden biriydi :slight_smile:

Bu kitapla keşfettiğimiz XXXX kıtası bir Avusturalya parodisi, kültürel olarak bize biraz uzak kalsa da bazı genel bilgilerimiz mevcut ise çoğu eğlenceli göndermeyi yakalayabiliyoruz. Yan malzeme olarak Evrim, Mad Max, Zaman Yolculuğu gibi temalarda çok keyifliydi.

Görünmez Üniversitenin akademik kadrosu bu kitapta acayip eğlenceliydi. Kitap sadece Rincewind’in üstünde kalmamış, iki ana kola bölünmüş. Rektör Ridcully ve yancıları da kaptıkları bu payın hakkını beni kahkahalarla güldürerek verdiler.

29 Beğeni

Anadolu Korku Öyküleri 1

Kitap 2006 yılında Laika yayıncılıktan çıkıp sonrasında yayın hayatına Bilgi Yayınevi ile devam etmiş.

Tarihi belirtmemin sebebi, bu türde pek çok kitap yok. Bu çalışma da neredeyse 20 yıl önce yapılmış kolektif bir kitap.

Korku türünü seven, ayrıca Anadolu Korku kültürüne meraklı bir insan olarak bana, kitap aslında ilk başta çok şey vadediyor.

Bu işlere meraklı herkes gibi ben de Anadolu Türk kültürünün korku öğelerini edebiyatta kullanabildiğimizi pek düşünmüyorum. Bu işin ağababası olan Amerikan Edebiyatına bakınca, adamların aslında bize göre çok daha yavan olan kültüründen inanılmaz eserler çıkıyor. Burada korku edebiyatına üvey evlat muamelesi yapılması da ayrı bir etken. Maalesef edebiyatımızda bir şeyin kıymet görmesi için böyle sürekli bir kahır olması gerekiyor gibi.

Kitabın içeriğine gelecek olursak bana göre kitabın en güzel öyküsü Demokan Atasoy’un Kuyu adlı öyküsü.

Anadolu kültürünü çok iyi çözmüş, kültürün iyi tarafları olduğu kadar kötü tarafları olduğunun da farkında, bir köyün yaşantısının temel sosyal dinamiklerini çözmüş, evlilik, hamilelik gibi köylerde çok daha önem atfedilen olaylar üzerinden, biraz da büyüye dokunan çok güzel bir öykü. Kitabı okumasanız bile bu öyküyü okuyun.

Işın Beril Tetik’in Gelin Otu öyküsü yine çok sağlam bir öykü.

Ayşegül Nergis’in “Gerçekte Onlar Hayvan Gibidir” öyküsü güzel ancak çok fazla Stephen King kokuyor.

Cevizin Gölgesi Hain Olur adlı öykünün yazarını söylemeden kendisine çatayım. Efendim hiç mi bir Anadolu köylüsüyle karşılaşmadınız :slight_smile: Çobanın kavalından melodi değil çıksa çıksa ezgi çıkar, onu bulamadık nağme çıkar, türkü çıkar. Yozgat’ın köyünde çoban kavalımdan melodi çıkıyor derse arkadasından LGBT şakaları başlar.

Karatepe öyküsü ise kitabın en klişe öyküsü. Yani Anadolu Korku Öyküsü yazıcam diyen birine git en klişe öyküyü yaz deseler bunu yazar. Arkadaşım öykünün sonu ne kötüydü öyle.

En arada kaldığım öykü ise Galip Dursun’un Güzay’ın Bin Dilek Ağacı. Öykü aslında inanılmaz yüksek potansiyele sahip, hikaye, mantık, kurgu çok iyi ama yazım size o akışı ve tadı vermiyor. Aslında üzerinde biraz daha çalışılsa kitabın magnum opusu olabilecek öykü biraz geride kalmış gibi.

Kitabı genel olarak sevdim. O sebeple puanım 7.5/10

Sonradan ekleme : o ne rezil bir kapaktır arkadaşlar.

18 Beğeni

Sonradan 2 ve 3 ü de gelmişti diye hatırlıyorum üstat, ilgini çekti ise onlara da bakabilirsin bir boşlukta.

Ben bu kitabın Laika baskısını çıktığı zamanlarda okumuştum, sanırım lisedeydim. Çok öykü seven biri olmadığım için hiç sarmamıştı, sonra başka bir arkadaşa vermiştim o ceplemişti kitabı :joy: .

1 Beğeni

Üstat 3 kitabı birden almıştım. Zaten goodreads’te 2. ve 3. kitabın puanları daha yüksek.

Kitaplar kısa olduğu için çok zaman geçmeden diğer kitabı da okumak istiyorum.

1 Beğeni

Petro-Kıyamet – Küresel Enerji Krizi Nasıl Çözüle(meye)cek? - Antonio Turiel

Enerji kaynaklarımızın günden güne azaldığı, ancak ihtiyacımızın daha da arttığı dünya düzenimizde Petro-Kıyamet harika noktalara parmak basan bir kitap olmuş. Petrol ve fosil yakıtlara neden bu kadar bağımlı olduğumuzu, alternatiflerinin neden çözüm olamadığını tek tek başlıklarla detaylandırırken Turiel bir bilim adamı olmasına rağmen akademik bir dil kullanmamış. Her okurun anlayabileceği bir sadelik tercih etmiş.

Turiel bey ile görüşlerimiz çok paralel :slight_smile: , bende uzun yıllardır bu tüketim odaklı döngünün bir çözümü olmadığını düşünüyorum. Turiel de özellikle çözümsüzlüğe parmak basarak ilerliyor ve konuyu aslında yanlış soruna çözüm aradığımıza getiriyor. Asıl sorunu kapitalizmin sonsuz büyüme açlığında buluyor. Sınırlı kaynaklara sahip gezegenimizde sınırsız büyüme ülküsü ile devam edemeyeceğimizi vurgulamak için elinden geleni yapıyor ki aslında buralarda da görüşlerimiz paralel. Beni bir tık kaybettiği yer kitabın sonlarına doğru birkaç sayfa ile olumlu bir tablo çizmeye ve bazı mini çözümler önermeye çalıştığı kısımlar oldu sanırım. Artık satış kaygısına mı düşmüştür, yayıncı kabul etmez diye mi düşünmüştür bilemedim ama bu kitabın sert bir uyarıcı tadında sonlanması çok daha güzel olurmuş bence.

Bu kadar çözümsüzlüğü işlerken, kapitalizmin sonsuz büyümesini eleştirirken nüfus artışı ve kontrolü gibi konulara ucundan bile hiç değinmemesi ise hayal kırıklığı oldu. Sisteme büyümeyi getiren tüketicinin büyümesi, Turiel abi bu konulara girmeye pek cesaret edememiş gibi :slight_smile: Yine de çok hoşuma giden, 2 günde hızlıca ve keyifle okuduğum bir kitap. Özellikle yazarın fizik temelli bilimsel bakış açısı ile enerji kaynak ve yöntemlerini sunuş ve aktarışı çok başarılıydı.

Dünyanın ne kadar hızlı bir şekilde enerji krizine yuvarlandığını, bunların çevresel etkisini ve önleyebilmek için bize pazarlanan alternatiflerin aslında ne kadar yetersiz kaldığını birazcık bile merak edenlerin bir hafta sonu boşluğunu ayırmasına değecek 130 sayfalık bir kitap.

20 Beğeni

:open_book: Hayalet Müzik

On öyküden oluşan Hayalet Müzik, müziği yalnızca bir arka plan sesi değil, doğrudan tekinsizliğin kaynağı olarak kullanan bir korku-gerilim seçkisi. Her hikâye, bir enstrümanın yahut melodinin içinde uyuyan o karanlık güce dokunuyor. Kimi zaman bir kemençenin yayından, kimi zaman bir piyanonun tuşlarından sızan ürpertiyle.

Benim en çok etkilendiğim öyküler Kemençe ve ardından Sandima oldu. Kemençe’de, Karadeniz iklimine giriyor, kıraathanede bir sandalyede oturuyor ve ürpertici bir peri masalını dinliyorsunuz. Öykü, sanki oralara bizzat gitmişçesine tanıdık hissettiyor. Mehmet Berk Yaltırık zaten bu konuda, yani Türk kültürü ile fantastiği harmanlama konusunda çok başarılı bir yazar.

Sandima ise kitabın en uzun öyküsü. Bir trafik kazası geçiren Serkan, gözlerini Bodrum’da Sandima köyünde açar. Serenat adında yeşil gözlü çok güzel bir kadın ve iki kuzeniyle karşılaşır. Bu kişileri tanımamakta ve nerede olduğunu bilmemektedir ama orayı çok sevmiştir.

Evde ıslık çalan bir kuş, bir piyano ve o piyanonun lanetli olduğunu söyleyen komşuları, şaman bir yaşlı kadın vardır. Gizemi son anına kadar koruyan öykü hiç tahmin edemediğim bir şekilde çözümlenerek en sevdiğim ikinci öykü oldu.

Kitapta ilk sırada olan Son Ses’ten de bahsetmek isterim. Kitabın en vahşi öyküsüydü. Kana susamış bir ilham perisiyle anlaşma yapan ve kurbanlarının can çekişme sesinden besteler yapan bir katilin öyküsünü anlatıyor. Ne var ki sonu beni pek tatmin etmedi, karakterin korku ve şaşkınlığını okumak isterdim.

Gece Gelen de aklımda kalan öykülerden. Eşi ölen ve bebeğiyle tek başına yaşayan bir kadın, tarih öncesinden gelen bir tanrıçayla karşılaşır. Tanrıça, anneden bebeğini almak istemektedir, ama neden? Beklenmedik sonuyla bu öykü de kendini sevdirdi. Yazar Özlem Ertan, Hitit mitolojini başarılı bir şekilde kullanmış.

Her öyküyü sevdiğimi söyleyemem. Örneğin, İstanbul’un Cadıları, ruhunu iblise satarak cadı olan bir konservatuar öğrencisinin işlediği cinayetleri ve yaptığı kanlı ayini anlatıyor. Pek beğenmedim, çünkü cadı avı ile Osmanlı temasının bağlanışını zorlama buldum. Hikâyede sakil kalan bir şeyler vardı.

Hayalet Peşimde, her yerde aynı insanla karşılaşan ve delirmesine ramak kalan bir karakteri anlatıyor. Öyküyü karakterin ağzından dinliyoruz ve ruh haline istinaden kafası karışık bir şekilde anlattığı için öyküde neler olup bittiğine pek hakim olamıyorsunuz.

Beyhude Melodiler de eski sevgilisini yeni nişanlısıyla gören bir piyano virtüözünün duygularını anlatıyor. Kötü diyemem ama beklentimi karşılamadı; hayaletlerin, cinlerin, katillerin havada uçuştuğu bir kitap için biraz fazla duygusal ve romantik kaçmış.

Kitaptaki dipnotları da çok sevdim. Öykülerin altına düşülen o kısa müzik referansları, adeta “plak kapağı yazısı” gibi. Hem bilgi veriyor hem de okura bir “eşzamanlı dinleme deneyimi” hayal ettiriyor. Böylece öykülere ilham veren bestecileri tanımış oluyorsunuz ve müziğe dair genel kültürünüz de artıyor.

10 Beğeni

Son Ses öyküsüne benzer bir yabancı öykü okudum. Bir yaratık ölüm öncesi son anlarını yaşamak için insanları intihara sürüklüyordu. Öyküyü hatırlarsam iletirim.

2 Beğeni

Carpe Jugulum - Terry Pratchett / Diskdünya 23

Küçük Lancre krallığını modernleştirme ve diğer ülkelerle ilişkilerini geliştirme arzusundaki kral Verence’ın komşuları Uberwald’e resmi bir davetiye göndermesi ile vampirlerin Lancre’a gelişinin önü açılıyor. Vampir Kont ve ailesi üzerinden sanırım tüm klasik vampir janrına hicvini yapmış Pratchett, keyif aldığım kısımlar da genelde bunlar oldu.

Ancak Cadılar alt serisinin son kısmına gelmişken, sanırım ben de cadılara iyice doymuşum. Bunda biraz Havamumu Nine’nin ağırlığının azalmasının etkisi de var, cadıların biraz kendini tekrar edişi de. Kitabın özellikle ilk yarısı Ogg Ana ve Agnes ağırlıklı geçiyor ve yeni cadı üçlüsü vs derken hem biraz odak kaydırıyor hem de uzatılmış hissettiriyor. Lancre’ın kısıtlı ortamı ve karakterlerinde, dört cadımızın çoğunlukla kendilerinden daha önce gördüğümüz karakteristik özelliklerini sergilemeleri ve vampirlerle gelen yeni karakterlerin bu ortamı pek de zenginleştirememesi sanırım en büyük problemim oldu. Sanırım İskoçlardan esinlenmiş küçük gnom grubu da kendince bir komedi getirmiş ama onların göndermelerinin çoğunu yakalayamayınca bana pek tat vermediler.

Carpe Jugulum beni yer yer güldürse de çoğunlukla ufak tebessümlerde kaldım bu sefer, 3/5 puan. Belki de sonradan Pratchett de bu alt serinin doygunluğa eriştiğini düşünmüştür ki Cadıların son kitabı olmuş. Umarım Diskdünya’nın devamında karakterlerimizi ara ara görmeye devam ederiz.

15 Beğeni

Aradaki fark açılmasın ben de Küçük Tanrılar’a başlayayım bu ay. 10 kitap arayla iyi gidiyorum.

3 Beğeni

Oo Küçük Tanrılar, beğendiklerimdendir :grinning_face_with_smiling_eyes: .

Bende en son Diskdünya kitabını Ocakta okuduğumu fark edince hız verdim biraz. 15 Gün önce Son Kıta’yı okudum, dün akşam da Carpe Jugulum bitti. Bir aksilik olmazsa ayda bir Diskdünya temposuna geri döneceğim.

2 Beğeni

Zülfü Livaneli - Bekle Beni

Livaneli yeni kitabını Can Yayınların’dan çıkardı. Ben beğendim. İyi seyirler.

11 Beğeni

Mara İle Dann - Doris Lessing

Sayıca az okur tarafından okunan ama sevilen bu kitabı listeme eklediğim ve sonunda okuyabildiğim için mutluyum, çünkü yazıldığı dönemi geri planda bırakıp dünyamızın geleceğine bir bakış sunuyor ve insanlığın önemli sorunlarını bütün çıplaklığıyla ele alıyor.

Dünyanın kuzeyinde buzul çağı hüküm sürerken güneyde yaşayan insanlar bir yaşam mücadelesinin kucağına düşmüştür: Kuraklık. Yalnızca tek bir kelimedir “kuraklık,” ama etkileri ve yarattığı yıkımla insanı her anlamda yok eden sancılı bir süreçtir. Her anlamda bir yokoluştur. Çünkü açlık ve susuzluktan ibaret değildir yalnızca kuraklık, insan yaşama tutkusuyla hareket eden bir varlıktır ve hayvani yüzü de eninde sonunda ortaya çıkar. Sadece topluluklar açısından değil üstelik, insanın bir birey olarak kendini sorguladığı, iç çatışmalara sürüklediği ve ortaya çıkan bu vahşi yönü bastırma çabasıyla yaşadığı bir yolculuk bu, çok tehlikeli bir yolculuk. Çünkü her insan, en iyi koşullarda bile, ahlaklı ve iyi olmayı aklına getirmez. Tüm bunların üzerine, böyle bir ortamda erdemlerin de, bir türlü yağmayan yağmur gibi yavaş yavaş yitip gittiğini hissedebiliyor insan.

İnsanlar bu mücadelenin bir parçası haline gelip daha iyi şartlara doğru göç ederken roman iki kardeşin hayatını ve yolculuğunu baz alarak iklim krizini, zorunlu göçü ve ırkçılık konularını işliyor.
Mara ile Dann. Gerçek adlarını bilmeyen iki kardeşler. Çünkü ailelerine ne oldu, niye öksüz kaldılar, niye apar topar başka bir kadının yanına getirildiler, bilmiyorlar. Tıpkı benim gibi, akıllarındaki cevapsız sorularla ilerliyor kitap.

Medeniyet denen şeyin yalnızca kavram olarak kaldığı bu zamanlarda evrimleşip canavarlaşan hayvanlar var, kabile savaşları yaşanıyor, kıtlıklar ve hastalıklar insanların peşini bırakmıyor ve her şeye rağmen kadınlara olan bakışın hep aynı kalması da beni şaşırtmadı. İnsanların sayısı gittikçe azaldığı için üremek ve neslin devam ettirilmesi bazen her şeyden daha önemliymiş gibiydi. Uygarlığın sonunu yaşadım resmen, eski insanların tarihine dair izler aradım aralarında, onlar da aradı. Ve bu arayış onları nereye götürecek bilemiyordum. Sürekli merak duygumun ön planda olduğu, heyecanlı bir okumaydı. Tek bir eleştirim var; ele aldığı konular bu derece mühim olmasına rağmen olayların akışını yüzeysel bir tarzda sunması hoşuma gitmedi. Uygarlığa ve insanlığa ait tüm sorgulamaları okurlara bırakmış gibi bir izlenim yarattı ben de. Yani karakterlerde ve kurguda her şeyi daha çok derinleştirebilirdi. Böylece etkisi uzun bir süre daha devam eden, içselleştirebileceğimiz bir roman okumuş olurduk.

Doris Lessing ile tanışma kitabımdı, bu yazarla yolculuğumun devam edeceğini umuyorum. Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış bir yazar üstelik. Giriş kısmındaki yazarın notunu esere başlamadan önce okudum, çok güzel ve samimi bir yazıydı. Ayrıca bu romanı dilimize kazandıran Dilek Şendil’e çok teşekkür etmek istiyorum, emeklerinize sağlık. Kitabı bitirdikten sonra eser için yazdığı önsözü de okudum, harika bir yazıydı. Kitapla ilgili detaylara ve önemli noktalara değinen bir inceleme yazmış, çok güzeldi. Yıllar önce Dilek Hanım’ın çevirdiği bir kitap okumuştum: Winterson kaleminden çıkan Atlas’ın Yükü. Müthiş bir eserdi o da. Kendisiyle Mara ile Dann sayesinde ikinci kez karşılaştık. Umarım yine yollarımız kesişir.

İncelememi paylaştığım platform:
https://www.instagram.com/p/DPvqsV3CCYS/?igsh=aXYxb3RtOHYzeDNj

17 Beğeni

Mara ile Dann çok iyi kitap. Ben de çok beğenmiştim.

Bir devam kitabı var, umarım İş Kültür o kitabı da çevirir.

The Story of General Dann and Mara’s Daughter, Griot and the Snow Dog

"Mara İle Dann " kadar etkilenmemiş olsam da “Türkü Söylüyor Otlar” ve özellile bence “İyi Terörist” de çok iyi kitaplar.

5 Beğeni

Devamı olduğunu bilmiyordum, umarım yayınlanır. Dediğiniz kitapları da listeme ekledim, teşekkür ederim.

2 Beğeni

Algernon Blackwood - Wendigo

1910 senesinde yazılmış bu novellada, Kanada’nın ıssız bölgelerinden birinde sığın avına çıkan dört kişilik bir grubun başına gelen gizemli bir olay anlatılıyor.

Kitapta doğa ve doğaüstünün iç içe geçmesini, tekinsizlik ve tedirginlik hissini sevdim. Yine de kitabın ilk sayfalarını okurken takıldım. Anlatım uzun ve dolambaçlı cümlelerle başlıyordu. İlerleyebilmek için birkaç sayfa okuyarak heyecan içine girmem gerekti.

Wendigo’yu daha evvel duymamıştım sanırım. Wendigo, Kuzey Amerika’nın yerli halklarının mitlerinde yer alan kötücül bir ruh veya bir devmiş.

Puanım: 7/10

13 Beğeni