Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Dediğim gibi, daha iyi bir çevirisi olduğunu düşünen varsa bizi aydınlatsın. Ben sadece 3 çevirisini okudum. (S. Eyüboğlu, B. Bozkurt, C. Yücel) Gerçi yanlış olmasın, Can Yücel’in sadece tirat çevirisini okumuştum. Neden çeviri olarak tercih edilmediği de belli.

Bedava çeviri derken? Eğer telif parası ödenmeyen bir çeviri varsa bunu bütün yayınevleri basmaz mı? Burayı pek anlamadım.

1 Beğeni

Şu şekilde oluyor:

İki tür sözleşme vardır. Bunlardan biri telifli sözleşmedir. Kitap satışının yüzdesi üzerinden hesaplanır ve kitap sattıkça minik minik çevirmene ödeme yapmaya devam edilir.

Diğer sözleşme türü tek teliftir. Sayfa başı birim ücretiniz vardır. Diyelim ki 5 lira. Kitap da 100 sayfa olsun. Kitabı teslim ettiğinizde 5 x 100 karşılığı 500 tl hesabınıza yatar. Ama bu 500 TL karşılığında kitabın sonsuza kadar basım, yayım haklarını heeeeeeer şeyini yayınevine satmış olursunuz. Yani o kitap isterse 2982382938 adet satsın, çevirmen olarak sizin alıp alacağınız para yine o 500 liradır.

Eskiden sözleşmeler ikinci türde yapılırdı hep. Telifli sözleşme son 10 yılda daha uygulanır oldu. Haliyle yayınevi 50 yıl önce ona bir kere ödeme yapıp geçti. 50 yıldır da aynı çeviriyi kullanıyor. Çevirinin iyi olmasından ziyade maddi külfeti olmaması mesele.

Yine Gönül Suveren’e döneceğim. O eksik ve hatalı çevirileri yeni kapaklarla önümüze sürüp duruyor Altın. Neden? Çünkü düzgün ve doğru çeviri istese tekrar telif ödeyecek. Lakin 938293 yıl önce bir kere ödemiş ve şu anda da sunduğu kitapların çevirilerinin doğru olup olmaması pek mühim değil onlar için. Mühim olan bedava olması.

4 Beğeni

Açıklama için teşekkürler. Bu arada bir şeyi düzelteyim. Sabahattin Eyüboğlu çevirileri başından beri İş Bankası’nda değildi. Cem, Remzi gibi yayınevlerindeydi. Herhalde çeviri haklarını HAY Klasikleri basılmaya başlandığı zaman, yani 2006-2010 yılları arasında falan aldılar. Tabii net bilmiyorum.

1 Beğeni

Yine de durum pek değişmiyor. Bu arada kitaplarda olduğu gibi çevirilerde de çevirmenin ölümünün 70 yıl sonrasında çevirinin telifi düşüyor. İsteyen istediği gibi basabiliyor. Bu da minicik bir not olsun.

2 Beğeni

Uzun zaman bende Shakespeare çevirileri hangi yayınevi, hangi çevirmenden okusam diye araştırdım. benim için HAY hep bir adım önde diye aklımda HAY’dan çıkan çeviriler vardı, ALFA’dan özenli çeviri ve özenli bir baskı geleceği söylenince bekledim.

Alfa basmaya başladığında tercihim Alfa’nın baskısı oldu.

Neden?

  • Çevirmen Emine Ayhan hakkında Google’da bulabildiklerimi okudum, izledim, yetkinliği, olaylara ve dünyaya bakışı, dil ve Shakespeare konusunda ikna oldum.
  • Ciltli baskıların özenli oluşu
  • Kitaplar da sunuş yazıları, oyununun önceki bazı çevirileri hakkında bilgiler, oyunun etkileri hakkında detaylı bilgiler vb verilmesi.
  • Şu an aklıma gelmiyor ama 1-2 nedenim daha vardı.:slight_smile:

Emine Ayhan Shakespeare üzerine konuşuyor

Emine Ayhan " Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası" sunuş yazısından kısa bir alıntı:

4 Beğeni

İşin garibi ben cümleyi çevirilerse hep “Var olmak ya da olmamak.” olarak okumuştum. Şimdi hangi kitaplar veya neler diyemeyeceğim çünkü kitapçılarda rastladıkça kurcalama huyum vardır. Fuarlarda da zamanında kurcaladım. Belki hepsi aynı çevirmendir bilemiyorum. “Olmak ya da olmamak.” belki de fazla popülerleşmiş olduğundan da beynimize işlemiş olabilir. Bu da onun doğru olduğunu göstermez. Zira ilk çevirinin de doğruluğu tartışılır çünkü aslından çevrilmemiş anladığım kadarıyla. Her halükarda ben dili bilmiyorum. Bilseydim belki ben de farklı bir yorumda bulunurdum. Şu an ne desem vasıfsız olacaktır.

Bahsettiğiniz bu çeviri sanırım.

1 Beğeni

Bu arada sözümü tutmaya geldim ben asıl :slight_smile: Gökyüzümüzdü Okyanus’u bitirdim. Başta yadırgadığım o fazlaca insansılaştırılmış balinalar kitabın ilerisinde bir dengeye kavuştu. Altını çizdiğim güzel repliklere sahip sahneleri de vardı. Özellikle şu:

“Şeytanı yenmek için şeytana dönüşmek gerek belki de!”
“O zaman geriye kalan tek şey Şeytan olmaz mı?”

Sonra daha önce bahsettiğim Toby Wick mesela, sonunda yüzleştiğimiz sahne beklenmedik ve bir o kadar güzeldi. Aynı şekilde Rovina Cai’in kitap boyunca bizi yalnız bırakmayan harika çizimleri de kitabın bir diğer güzelliği.

Peki sonuçta kendi adıma ne buldum? Ness’in şaheseri değil. Kendi seviyesinin altında kaldığını düşünüyorum. Zaman zaman kimi diyaloglarla beni heyecanlandırsa da, günün sonunda içime işlemedi. Unutulmazlar kulübüme katılmadı :slight_smile: Keyif aldım, ama hatasız bir eser de diyemedim. Çünkü yazarın gerçek kapasitesini biliyorum.

3 Beğeni

To be, or not to be–that is the question
Orijinali bu şekilde. :slight_smile:
Olmak ya da olmamak oluyor doğrudan çevrildiğinde, belki bu yüzden de böyle kalmış olabilir.

töbe or not töbe diye okudum en başta :sweat_smile: hayal gücümü dizginleyemiyorum

5 Beğeni

Ben herhangi bir yorum yapmayacağım ancak ne güzel tartışılıyor bir kaç done paylaşayım belki tartışmaya faydası dokunur.

Orjinal;
HAMLET.
To be, or not to be, that is the question:
Whether ’tis nobler in the mind to suffer
The slings and arrows of outrageous fortune,
Or to take arms against a sea of troubles,
And by opposing end them? To die—to sleep,
No more; and by a sleep to say we end
The heart-ache, and the thousand natural shocks
That flesh is heir to: ’tis a consummation
Devoutly to be wish’d. To die, to sleep.
To sleep, perchance to dream—ay, there’s the rub,
For in that sleep of death what dreams may come,
When we have shuffled off this mortal coil,
Must give us pause. There’s the respect
That makes calamity of so long life.
For who would bear the whips and scorns of time,
The oppressor’s wrong, the proud man’s contumely,
The pangs of dispriz’d love, the law’s delay,
The insolence of office, and the spurns
That patient merit of the unworthy takes,
When he himself might his quietus make
With a bare bodkin? Who would these fardels bear,
To grunt and sweat under a weary life,
But that the dread of something after death,
The undiscover’d country, from whose bourn
No traveller returns, puzzles the will,
And makes us rather bear those ills we have
Than fly to others that we know not of?
Thus conscience does make cowards of us all,
And thus the native hue of resolution
Is sicklied o’er with the pale cast of thought,
And enterprises of great pith and moment,
With this regard their currents turn awry
And lose the name of action. Soft you now,
The fair Ophelia! Nymph, in thy orisons
Be all my sins remember’d.



Sabahattin Eyüboğlu Remzi Kitabevi baskısı çeviri açıklaması

5 Beğeni

Dünyanın Hikaye Edilişi 1. Cilt - Marco Polo

SÜRPRİZBOZAN BARINDIRABİLİR

Elimdeki kitap İthaki’nin 2003’teki 1. baskısı. Okul kütüphanesinde buldum.

Henüz Keşmir’deyiz; yani kitabın yarısında. Ama bahsetmek istedim: Anadolu’daki Türklerin “hayvan gibi” yaşadığından bahsediyor, çok şaşırdım. Bizler kendimizi hep temiz bilirdik. Günümüzde Türkiye’nin orta kısmı “Turcomania”. Konya gibi belli başlı şehirlerde çoğunluk olmuşuz lakin halen Yunan ve Ermenilerin seyrek olarak Türk topraklrında bulunduğu belirtilmiş.

Küçük Ermenistan Kilikya bölgesidir ve buradaki Ermeniler “tekdoğacı” imiş. Peki tekdoğacı nedir? Hıristiyan dinbiliminde, İsadaki insani doğanın Tanrısal doğa içerisinde yok olduğunu, Onda sadece Tanrısal doğanın bulunduğunu savunan öğreti.

Büyük Ermenistan ise Erzurum dolaylarıdır. Burası ilginizi çekebilir; Arz-el-Rum, Bizanslıların toprağı demektir ve bahsettiğimiz şehrin eski adıdır.

Gürcü-Ermeni sınırlarında "yağ gibi bir sıvı"dan söz ediliyor(petrol).

Bununlu birlikte Haşhaşilerden bildiğimiz şekilde bahsediyor. Ek olarak Hristiyan kültüründe bulunduğunu düşündüğüm “anti-sarazen” hikayeler, efsaneler de anlatmış. Anadolu’dan beri bütün İslam memleketlerinde kötülükten bahsetmiş.

Hz. Muhammed’den başlarda normal söz ederken sonradan “iğrenç Muhammed” gibi kalıplar kullanmaya başladı.

Sitem değil, yanlış anlaşılmasın; dönemin dünyası kulaktan dolma bilgilerle mücadele eden 2 cahil toplum Doğu ve Batı. Ancak o dönemde dünya turuna çıkmış bir babanın oğlu ve kendisi olarak böyle bir dili yine de yanlış buldum.

2 Beğeni

Patrick Ness’in, Neil Gaiman gibi balon bir yazar olduğunu düşünüyorum. Tabi bu sadece bir kitaba dayalı bir varsayım. Zamanla göreceğim.

Marco Polo ile ilgili gitmediği, görmediği bir çok yeri başkalarının anlatıklarını dinleyerek gitmiş görmüş gibi anlattığına yönelik eleştiriler var.

"Bizlerin temiz " yaşamadığı ile ilgili çok daha yakın tarihlerin tanıklıkları da var; Cumhuriyet öncesi Anadolu köylüsünün hastalıklarının büyük kısmı kişisel temizlik, yaşanılan yerin hijyeni ve beslenmeyle alakalı. İlber hocanın (nerede okudum ya da dinledim hatırlamıyorum ama) Almanlar ile olan “ortaklığımızda” bazı Alman doktorların tedavi vb için tuttukları notlarında hijyen ve beslenme kaynaklı hastalıklar ile ilgili notlarından bahsediyor. Türk köylüsünün içi kurtçuk dolu ( mayalı ekmek bilmemekle ilgili bu ) gibi şeyler var.

Yine Marco Polo yalanları, gitmedi, görmedi en azından tanık olmadı. Haşhaşi diye anlatığı İsmaililier ( Alamut Kalesi) Mogollar tarafından yıkılalı 20-30 yıl olmuştu. ( Tarihleri hatırlamıyorum ama Polo’nun Suriye İran gezileri için yazdığı tarihlerde İsmaililer yenileli,dagılalı, Alamut yıkılalı, 20-30 sene olmuştu) Ona anlatılanları ve uydurduklarını görmüş, tanık olmuş gibi yazıyor. Avrupaya ve oradan dünyaya yayılan bu yalan haşhaşi mitinin kaynağı Marco Polo’dur. ( Detay için ünlü Tarihçi Bernard Lewis Haşhaşiler eseri okunabilir)

Bir çok araştırmacıya göre Marco Polo şarlatan. gitmediği görmediği yerleri yazma beceresi olan birine (ismini anımsayamadım ama google’da bulunabilir) yazdırdı.

Marco Polo ciddi bilim çevrelerince şarlatan olarak kabul edilen bir adam, Bu kadar yaygınlaşmasının tek nedeni o dönem dünyayı tanımanın tek aracı gezginlerdi ve gezginlerin de çok azı ( belki Marco Polo dışında aynı dönem kimse yoktu) bunları yazmıyor olmalarıydı. Marco Polo yazdığı için okundu, yaygınlaştı.

Bu arada yanlış anlaşılmasın, okunmamalı gibi bir anlam çıkmasın bu eleştirilerimden.

3 Beğeni

Eğer bu dönem ve gezi yazıları ilginizi çekiyorsa Ibn Battuta’nın seyahatnamesini okuyun derim. Bu adam muhtemelen dünya üzerindeki en şaşaalı hayatlardan birisini yaşadı. Marco Polo’dan farklı olarak istediği yere girip çıkabiliyordu, gittiği yerlerde yönetici kadrolara dahil oldu ve el üstünde tutuldu. YKY’nin çevirisi Arapçadan yapılmış ve çok kaliteli. Eğer, kültürlerin birbirini tanımaya başladığı bu dönemde yazdıklarını (ki aşırı eğlenceliler) merak ediyorsanız Haçlı Seferleri sırasında Latinlerin ve Arapların birbirleri hakkında yazdıklarını da okumalı. Daha erken dönemde Arap seyyah ve diplomatların daha Müslüman olmamış Türkler hakkında yazdıkları da çok ilginç ve eğlencelidir.

Hijyen meselesine gelirsek. Zaten herkes pislik içerisinde yaşıyor 13. yüzyılda! Ancak İtalya’dan gelen birisinin Doğu’daki herhangi bir medeniyete (Bizans’tan Çin’e kadar, Hindistan bile dahil) böyle demesi komik bile değil. Vebanın yayılmaya başladığı dönemlerde Avrupalılar yıkanmaktan vazgeçtiler. Yıkanmanın derilerdeki gözenekleri açarak vebaya karşı kendilerini savunmasız bıraktığına inandılar. Bu da daha ciddi sorunlar yarattı.

Böyle alıntıları tarihe genellemek yanlıştır. Bir kaç şeye bakılmalı. Söyleyen kim, ne zaman ve kimler hakkında konuşuyor. Birinci dünya savaşı Avrupa’da hijyen devriminin sonrasıdır, 19. yüzyılda Avrupa daha hijyeniktir burası doğru ama 13. yüzyıl ile karşılaştırmak doğru olmaz. Ayrıca savaş sırasında erlerin mümkün olduğu kadar uzun süre savaş alanında kalmasından sorumlu olan bir doktor, elbette her yerde hijyen sıkıntısı görecek. Çünkü tifo ve tifüs yayıldıkça askerin savaşma gücü azalıyor. Tabii ki haklıydı adam, Osmanlı ordusu gıdasızlık ve temizlenememe sorunlarıyla dökülüyordu. Ama savaştaki diğer ordular da dökülüyordu. Verdun cephesinde durumlar ancak biraz daha iyiydi.

Savaş sırasında köylerinden alınıp getirilmiş köylüler ile barış döneminde şehirde yaşayanlar arasında devasa farklar var. Avrupalı seyyahların ve diplomatların İstanbul tartışmaları çok eğlencelidir bu bakımdan. Neden bunlar Avrupa şehirlerine uzun dönem kalmak üzere gelmiyor sorusuna verilen cevaplardan biri: “Mazallah şehir içinde bir sıkışsalar tuvalete gidecek yer bulamazlar, burada her köşe başında cami tuvaleti var!” Bugün bile bazı Avrupa şehirleri insanların sokağa işemesini çözebilmiş değil, Fransa daha bu yaz Sen nehri manzaralı açık alan pisuarlarını denemeye almıştı.

En temel ihtiyaçlarımızı gidermede hala genel geçer çözümler bulamamış olmamız çok ilginç geliyor bana :slight_smile:

5 Beğeni

Bu güzel yorum üzerine Monte Cristo Kontu’nu almıştım. Birinci cildin sonundayım ve söylemek istediğim bir şeyler var. Başlıktan sapıyor olabilirim, ama en uygun yer burası gibi geldi bana.

Kitap aşağı yukarı iki yüzyıl öncesini anlatıyor ve 2019’dan baktığımda, bu süreçte kadınların hayatında meydana gelen değişim gerçekten çok çarpıcı görünüyor.

Markilerin eşine markiz, baronların eşine barones, kontların eşine kontes deniyor; yani bu kadınların bu ünvanlara sahip olmalarının tek sebebi, kocaları. Hayattaki tek başarıları bir adamla; zengin ve güçlü, ünvan sahibi bir adamla evlenmiş olmak.

Kitapta on beş-on altı yaşlarındayken, yirmi bir yaşında bir adamla evlenen bir kadın var. O zaman için çok normal olan şey, bugün çoğunlukla modern yaşama ters düşüyor. Bugün bu adam efebofil (15-19 yaş arası çocukları çekici bulan) olarak adlandırılırdı. O dönemi kendi koşullarıyla değerlendirmek gerektiğini unutmadan şunu söyleyebilirim ki on beş yaşında bir çocuğun evlenmek istemeye itilmesi beni çok rahatsız ediyor; çünkü günümüzde hala bu durum var.

Bir de şöyle bir cümle var: “Otuz altı yaşına rağmen hâlâ güzel görünen Madam…”

Otuz altı yaş aslında o kadar genç ki. Ama on beş yaşında evlenen, bilmem kaç tane çocuk doğuran bir kadın haliyle o yaşa fiziksel ve ruhsal olarak yıpranmış olarak erişiyor ve hayattaki bir diğer başarısı da bu yaşta güzel görünebilmek oluyor.

İki yüzyılda toplumdaki değişim, kadınların iş hayatına ve sosyal hayata bu derece katılması mutluluk verici, ama eski anlayış yok olmuş değil. Hâlâ üç yaşındaki kız çocuklarına düğünlerde gelinlik giydiriyoruz ve bu kızlar ergenliğe geldiğinde nasıl bir gelinlik giymek istediklerine çoktan karar vermiş oluyor. Genç kızlar aile baskısından kurtulabilmek için tanımadıkları, sevmedikleri adamlarla; tıpkı bu kitaptaki küçük kız gibi (ki o aslında severek evlenmişti) evleniyorlar. Hâlâ çoğu kadının hayattaki tek başarısı evlenmek, yemek yapmak ve çocuk doğurmak. Bu yüzden sosyal medyada her anlarını, pembe tavalarla süslü mutfaklarını ve yaptıkları enfes sunumlu, kurdeleli yemeklerini paylaşıyorlar. Hesaplarındaki özyaşamöykülerinde “X’in ve Y’nin annesi, Z’nin biricik eşi” gibi şeyler yazıyor. Yani kendilerini, başkalarına göre tanımlayan ve konumlandıran küçük çaplı baronesler, kontesler bugün de aramızda. Bu kitaba bakınca, gelecekte bunların da azalarak biteceğine ve anne ya da eş sıfatını taşımadan da başarılı, hatta yalnızca bir “birey” olunabileceğini kanıtlayan kadınların artacağına inanıyorum.

Son olarak, yalnızca güzel bir dille ilgi çekici bir kurguyu değil; tarihi, siyaseti, dönemin insanlarını çok başarılı bir şekilde anlatan bu kitap, klasik seven herkes tarafından okunmalı diyorum.

15 Beğeni

Ernest Hemingway - Yaşlı Adam Ve Deniz

Yaşlı bir Kübalı balıkçının açık denizde Gulf Stream’e kapılmış olarak dev bir kılıçbalığıyla olan can yakıcı mücadelesi son derece sade ve kuvvetli kelimelerle anlatılıyor. Bu hikâyesiyle Hemingway, yenilgiye karşı cesaret, kayba karşı şahsi başarı temasını kendine has modern üslubuyla yeni baştan heykelleştirmiştir.

84 gündür kasabaya eli boş dönen İhtiyar Adamın, 85. gündeki kılıçbalığını avlama mücadelesini okumak, Hemingway’in muhteşem betimlemeleriyle denizdeki yalnızlığı buram buram hissetmek, 1.5 saatlik güzel bir deneyimdi. Dil oldukça sade, çeviri oldukça akıcı, bolca balıkçılık terimi var ama terimleri bilmeyenler için açıklamaları sayfanın alt kısmında mevcut.

Çizgi romanı da oldukça kaliteliydi, hem baskı kalitesi hem de çizim kalitesi olarak. Tabii çizgi romanın daha iyi anlaşılması için ilk önce kitabın okunması gerek, yoksa aralarda boşluklar oluşabilir.

Yani kısaca hem kitabı hem de çizgi romanı okumanızı tavsiye ederim. Aşağıya da çizgi romandan birkaç fotoğraf bırakıyorum.


Artık Zaman Çarkı’nı okumanın vakti geldi. Bakalım övüldüğü kadar var mıymış.

8 Beğeni

Günümüzde de öyle değil mi? Özellikle ülkemizde… :face_with_raised_eyebrow:

2 Beğeni

Martha Wells - Tüm Sistemler Çöktü bitti. Katilbot’u çok sevdim. Bilimkurgu konusunda tereddüdü olanlar için bile çok güzel, akıcı, basit bir kitaptı. Devamı çabucak gelir umarım.
:heavy_check_mark:
Sebastian Fitzek - Göz Koleksiyoncusu okuyorum. Bir adamın tüm kurguları böylesi güzel ve özgün olabilir mi? Çok severek okuyorum yine. Tavsiyemdir.

6 Beğeni

Yine Instagram yorumumu oldugu gibi size getirdim.

Demir Druid Gunlukleri serisinin ikinci kitabi Buyucu de az once bitti. Dokuz kitaplik serinin ilk iki kitabina dayanarak anlatim sekline ve kurguya epey bayildigimi bir kez daha soylemeliyim. Bu kitapta daha ziyade cadilarla ic iceyiz. Ayrica Asgard’a uzanan bir yolun da taslari doseniyor. Lakin ilk kitabin yorumunda kitabi epeyce ovdugumden simdi sira yergi kismina gelmis gibi hissediyorum:) Oncelikle okudugum kitaplarina dayanarak Artemis Yayinlari’nin terminoloji standardizasyonu konusunda hic iyi olmadigini dusunuyorum. Birinci kitaptaki “asalar” nasil oluyor da ikinci kitapta “degnekler” olabiliyor hic aklim ermiyor. Cevirmen ya da editor bir terim listesi tutmuyor mu? Hadi tutmuyor diyelim, “Ya bundan ilk kitapta da bahsedilmisti, bir CTRL+F aramasi yapayim da ilk kitapta ne dediysek aynisini diyelim,” de mi demiyor? Bu tutarsizliklar disinda kitabin cevirisinde bir sorun yok. Lakin buyuk bir eksik var. Cevirmen kitaptaki ses ve soz oyunlarini sanki duz birer cumleymis gibi cevirmis. Bazilarinin ingilizcesini tahmin edebildigimden kendi kendime o oyunlara gulebiliyorum. Lakin bazilari hic ama hic anlasilmiyor. Haliyle ben bu kitapta iki tane degil yirmi tane filan cevirmen notu gormeyi beklerdim. Hani ceviri yoluyla kotaramadiklarini “Yazar burada x ile y arasinda ses oyunu yapmistir,” minvalinde aciklamasini. Bilhassa ses oyunlari cevirmenlerin basinin belasidir; lakin onlar yokmus gibi cevirip kitaptaki en az on paragrafi anlamsiz kilmak da bu oyunlarin akilci cozumlerinden biri sayilmaz.

Duzenleme: Yanlislikla yeni basladigim Tum Sistemler Coktu’nun fotografimi yuklemem de on puanlik hareket oldu.

10 Beğeni