Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Kapağı açık şekilde çekilmiştir fotoğraf. :slight_smile: Ondan öyle görünüyor olabilir.

1 Beğeni

Elantris’in bazı yönleri zayıf bulunduğu halde çok sevmiştim. Geçen hafta Savaşkıranı alıp okumaya başladım. Çok güzel gidiyor kitap. Çok beğendim. Sissoylu 1-2 siparişi verdim. Hemen başlamak istiyorum onlara da.

12 Beğeni

Savaşkıran -muhtemelen ismi ve kapağı nedeniyle- beklentilerimi hiç karşılamamıştı. Ben daha erkeksi, savaşlı, vurdulu kırdılı bir şeyler beklerken karşıma neredeyse pembe dizi ayarında bir kitap çıkmıştı.

Kitabı okurken biraz kapağını kıvırıyorum. Fotoğrafı çektiğim zamanda kitap okumaya ara verdiğim zamandı. O yüzden yamuk çıkmış fotoğrafta.

Yüzüklerin Efendisi’ni okuyordum. Çok çabaladım… İzmir’in yağmurlu kış gecelerinde terler döktüm, boğazım kurudu, nice kahveler tükettim; uzanarak okudum, oturarak okudum, mutfakta okudum, salonda okudum ama yok ilerleyemedim. Tabi fantastik kitap ve haliyle tasvirlerle dolu. Yani sanırım o tasvirleri aşamadım. Galiba tür bana göre değil bunu anladım.

2 Beğeni

Tolkien’in dili, üslubu tür içinde oldukça ağdalı denilebilecek nitelikte. Fantastik edebiyatı sadece Lotr serisiyle değerlendirmek doğru değil, dili gayet akıcı seriler de var. Misal Kral Katili Güncesi.

3 Beğeni

Cennetin Doğusu

Habil çobandır, Kabil ise çiftçidir. Tanrı için hediye hazırlarlar, Habil kuzularından en iyisini seçer, Kabil ise hasadından bir demet. Tanrı Habil’in hediyesini beğenir, kabul eder; bunun üzerine Kabil kıskançlığa kapılarak çok sevdiği kardeşini bir baltayla öldürür. Tanrı “kardeşin Habil nerede?” diye sorar. Kabil, “bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?” der. Tanrı da Kabil’in Habil’i öldürdüğünü anlar ve alnına bir nişan koyup, onu sürgüne gönderir. Bu nişanı onu korumak için mi, yoksa işaretlemek için mi koyduğu yoruma açıktır ama genel kanı onu korumak ve iyiliği bulacağına inandığı için koyduğudur.

Neden Habil ile Kabil’in hikayesini anlattığıma gelince, kitabımız bu büyük dini hikayeyi arka plana alıyor. Kitap boyunca iyilik ve kötülüğün mücadelesini, kötülüğün sıradanlığı olduğu kadar sıra dışılığını okuyoruz. Bazı insanlar kötüdür, yani duygusal olarak ucubedir diyor Steinbeck. Yanlış anlaşılmasın hikayemiz bir Habil ile Kabil parodisi değil, sadece bu hikayeyi temel alan, harika anlatımlı bir klasik. Her zamanki gibi Steinbeck yine bütün karakterleri tek tek oturtmuş, temellendirmiş. Tabii bunda hayatından çok fazla iz taşıması, yaşadığı yerin hikayesi olması da etken durumda. Zaten kitabın önde gelen karakterlerinden birisi bizzat büyükbabası. Kendisini de bir kaç yerde görüyoruz yazarın. İnanılmaz lezzetli bir dili olduğu için de olayları biz de yaşamış gibi oluyoruz.

Steinbeck’in anlatımına zaten diyecek bir şey yok, mükemmel. Kitap 1800’lerin sonlarında başlıyor, Birinci Dünya Savaşı dönemlerinde sona eriyor. Katmanlardan birisi gelişmelerin, savaşların insan hayatına ne yönde etki ettiği. Kitap anlatım olarak o kadar başarılı ki, gerçekten akılda kalıcı. Steinbeck okuyanlar onun genelde hkayelerini Kaliforniya ve Salinas Vadisi ekseninde anlattığını bilir, bu kitapta da değişmiyor bu durum. Bu arada büyülü gerçeklik olmayıp bu kadar büyülü gerçeklik tadı bırakan bir kitap okumamıştım saha önce. Sanırım kitabın sihri burada.

Kitabın dili çok akıcı ancak imla ve harf hatalarına da baya rastladım. Daha önceki Steinbeck kitaplarında çok denk gelmemiştim, bu şaşırttı beni (Sel Yayınları bu konuda kötü değildir genelde). Kısaca harika bir kitap okudum, okuduğum en iyi kitaplar arasına tepelerden girdi. Steinbeck’e diyeceğim bir şey yok zaten, gelmiş geçmiş en iyi yazarlardan birisi. Okumam biraz uzun sürdü ama o benimle alakalı bir durumdu, baya yoğun döneme denk geldi. Yine de okumadan duramadım. Okuyun efendim.

Herkese keyifli okumalar dilerim.

25 Beğeni

Her türde farklı şekilde anlatım sunan yazarlar oluyor, Tolkien bu konuda fantastik edebiyatın en ağır yazarlarından biridir. Sayfalarca süren tasvirleri bitmiyor, haklısın. Akıcı bir dil istiyorsan Kadim Kanunlar serisini öneririm. Yazar direkt konu ve karakterler üzerinden ilerliyor. Duvardaki aşınmış parçanın içindeki pıtırcığı sayıklamıyor. Ortamla ilgili yeteri kadar tasviri bize sunuyor ve hikayesine dönüp seriyi çatır çatır ilerletiyor.

2 Beğeni

image

Sonunda bitirdim, son 100-150 sayfada hikaye baya hızlandı. Aksiyonu sevdim. Devamını çok merak etsem de seriye birkaç kitaplık ara vermeyi düşünüyorum.

Nedense Alia üzdü :pensive: bir şekilde iyileşmesini isterdim. Leto neye dönüştü öyle :scream:

9 Beğeni

#aliadidnothingwrong

Beni de çok üzmüştü Alia’nın sonu. Çok trajik bir karakter, tüm kötülüklerine rağmen asla kızamamıştım. Sanki kurban rolüne bürünmek zorunda kalmış gibi hissetmiştim. Benim serideki en sevdiğim kitap Dune Çocukları. Özellikle Leto’nun dönüşümü kitabı müthiş etkileyici hale getiriyor benim için. Frank Herbert’ın dönüşümü anlattığı bölümlerde nutkum tutulmuştu.

3 Beğeni

Kadim Kanunlar, Kralkatili Güncesi ve Sissoylu hangisini tercih edeyim? Herkes cevaplayabilir bu arada.

1 Beğeni

Hepsini. (20 karakter)

1 Beğeni

Eğer tamamlanmamış eser okumayı sevmiyorsan Kralkatili’ni elemeni tavsiye ederim; lakin benim görüşüm Kralkatili ikisinden de 1-2 gömlek üstündür. Gerek dil ve üslup olsun, gerek kitaptaki saklı ipuçları olsun Martin, Robert Jordan ve Tolkien’e en yakın yazardır gözümde Patrick Rothfuss. Brandon Sanderson serilerine yayınevine olan tepkiler yüzünden başlayamadım, forumdaki yorumlara güvendiğim için şimdilik o yayınevine ait bir kitap almayı düşünmüyorum. Kadim Kanunlar serisinin ilk kitabını neredeyse tamamladım. Kadim Kanunlar okuduğum en akıcı epik fantastik seri olabilir. Yazar okuyucusunu daima ana hikayenin içinde tutuyor ve karakterleri birbirinden kaliteli. Bana kalırsa ilk olarak Kadim Kanunlar serisinden başlamanı tavsiye ederim. Kralkatili’nin iki kitabı da kalın ve 3. kitap tamamlanana kadar hikayeyi unutup seriyi yeni baştan okumak zorunda kalabilirsin.

3 Beğeni


Namık Kemal - İntibah

İlk edebi romanımız olan İntibah’ı okudum. Kitapta neler olacağını bildiğim için okurken sıkılacağımı düşünüyordum, ama kitabın başındaki tasvir kısmı hariç hiç sıkılmadım. Romantizm akımından dolayı yazarın araya girmesi dışında yazarın üslubunu başarılı buldum.

Kitaptaki konu, günümüzde yerli dizilerimizde fazlaca işlenen bir konu olduğu için bana klişe geldi, ama yazıldığı döneme göre özgün bir konusu var. Karakterleri ise tek boyutlu buldum, karakter iyiyse iyi, kötüyse kötüler. Kitap boyunca hiçbir karakter gelişimi olmuyor.

Kitabı genel olarak beğendim, ama kitabın önsözünü kitaptan daha çok beğendim. Önsözde Namık Kemal, edebiyatta neden yenileşmelere gidildiğini ve neden bir milli edebiyat tesis etmeye ihtiyacımız olduğunu çok güzel bir şekilde yazmış. Sadece önsöz için bile bu kitabın okunması gerekiyor.

17 Beğeni

Kadim Kanunlar’ı henüz okumadım. Kralkatili Güncesi çok güzel ama henüz okumayın bence.

Sissoylu’yu öneririm beğenerek okursunuz bence dili akıcı, olaylar heyecanlı ve konu hızlı ilerliyor, seveceğinizi ve rahat okuyacağınızı düşünüyorum.

2 Beğeni

Bu serinin ilk kitabında hiç sıkılmadım ama sonra sonra sıkmaya başlamıştı, üstelik harika bir konusu olmasına rağmen, ya da benimle alakalı bir sorundan dolayı.

Cranford - Elizabeth Gaskell (Çeviri: Taciser Belge, Fatih Özgüven)

Gaskell’ı yakmalı mı? Belki de Beauvoir’nın meşhur kitabının adına öykünüp böyle bir soruyla başlamak en iyisi Cranford’u konuşmak için. Cranford’u yalnızca domestik-etnografik bir roman olarak bağlamından bihaber okumamakla başlamalı işe. Sanayi Devrimi’ne ilk tepkiyi romantizmle veren İngiliz edebiyatı, Urgan’ın da “Hungry Forties” adıyla andığı 1840’lı yıllarda ilk tepkinin yetersizliğinden doğan “endüstriyel roman” çağına ev sahipliği yapacaktı. En bilinen eserleri ile Dickens’ın Zor Zamanlar’ı ve Charlotte Brontë’nin Shirley’sinin dahil olduğu bu toplumsal sorun romanları, sınıf bilincinin ve işçi sorunlarının farkındaydılar artık. Ancak bu edebiyat topluluğu, sınıfsal bir üstten bakışla, sendikal hareketi ve işçi sınıfını karikatürize ediyor ve ancak kendi “empati nesneleri” oldukları bir konumda dünyalarına kabul ediyordu. Bu "orta-üst sınıf ayrıcalıklı bakış"ı bilhassa Gaskell’ın ilk büyük başyapıtı olan Mary Barton’da kendini gösterirken aslında Cranford romanı çok daha farklı bir okumayı gerektiriyor.

Gaskell, Cranford’la endüstriyel bir roman değil kendi sınırları içinde protofeminist bir anlatı yaratıyor. Konu ise bu sefer işçi sınıfı değil, kadınların statüsü ve toplumdaki yeri. Gaskell, taşra kadının günlük yaşantısını “erkeklerin burunlarını sokamadıkları” bir ütopyada, kendi deyimiyle "Amazon"ların iktidarında anlatırken ilk bakışta alabildiğine domestik bir fanteziye imza atıyor. Bir romandan çok dağınık epizodik hikâyelerden oluştuğunu söyleyebileceğimiz Cranford’u okurken başta sorduğumuz soru çınlıyor kulaklarımızda. Muhafazakar ve gelenekçi bir bakış açısı ile kadını “makbul” sınırlarda egemen kılan Gaskell’ı yakmalı mı?

Gaskell aslında Cranford’da yarattığı bu domestik ütopya ile birinci dalga feminizmin önemli tartışma konularından olan “ayrı alanlar (kadının eve, erkeğin dışarıya ait olması)” teorisine şaşırtıcı bir cevap veriyor. Kendisinin Langham Place Hanımları adıyla anılan İngiltere’nin ilk feminist aktivist grubunda yer aldığı göz önüne alınırsa bu cevap beklenmedik değil elbette. Cranford kasabası, erkeklerin "vülger"liğinden uzak bir Viktoryen mikrokozmos yaratarak şu soruyu soruyor bize: Cinsiyetlere ait alanları ayırmak çatışmanın kökten çözümü olabilir mi? Bu noktada bu sakin taşra romanı kendinden beklenmedik cevapları her bölümde “iğneleyici bir asaletle” veriyor. Kadınların kendilerini hâkim zannettikleri, ancak sistematik olarak bebekleştirilip hayal dünyalarına hapsedildikleri, en ufak bir sarsıntının bu hastalıklı eksikliği açığa vurduğunu romanın kırılma noktalarında yaşanan olaylarla anlıyoruz. Cranfordlu kadınlar dış dünyadan gelecek en ufak darbede yörüngeden çıkan, erkekler dahil olmasa tekrara düşecek kasaba rutinlerine mahkûm edilen ve bu izolasyon sebebiyle erkekleri ve “getirilerini” ancak mistisizm ile açıklayabilen bir ilkelliğin kucağında bize şu cevabı haykırıyor aslında: Ayrı alanlar eril tahakkümü güçlendirmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır. Gaskell bize Cranford’un kurmaca dünyası karşısında erkeklerin gerçek dünyasını koyduğu bir anlatı sunarak erkeklerin dünyasında nasıl hayatta kalınabileceği soruyor aslında, cevabı da usulca veriyor: Cranford’ların yumuşak karnı patriyarka tarafından delinmeye mahkûmdur.

12 Beğeni

1Q84’ün ikinci kitabını az önce bitirdim.

İkinci kitapta genel hikayede neler olup bittiğine dair daha fazla bilgi ediniyoruz. Haliyle hikaye tam olmasa da belli ölçüde anlam kazanmaya başlıyor.

Yine oldukça yavaş bir tempoda ilerledi. Bol bol detay arasında gidip geldik. İlk kitap ile çoğu tema parelel olarak işlense de bana daha çok etik değerlerin sorgulandığı bir kitap izlenimi bıraktı ve ilk kitaptan çok çok daha depresif bir atmosferi vardı.

Cinsellik ve seks dozu ilk kitaptan da fazlaydı. İlk kitapta olduğu gibi Tengo isimli ana karakterimizin geçirdiği bir çocukluk travmasına bağlı olarak hikayenin her yerine nüfus etmiş bir kadın göğüsü fetişi durumu söz konusu.

Son kitaba geçtim. Önümüzdeki hafta ortalarında biter :slight_smile:

18 Beğeni

Forum ahalisinin oyları neticesinde Kaplan! Kaplan! ’ a başlamış bulunmaktayım. Monte Cristo Kontu’ dan sonra neden bu kitabın önerildiğini Neil Gaiman’ ın önsözünden anladım :grinning:

İntikam tekrar başlıyor. :upside_down_face:

8 Beğeni

Tek paragraf ile Elric Destanın özeti;

Elric’in rüyası buydu ve artık hiç olmadığı kadar sağlamdı. Rüyası buydu ve bu yüzden dünyayı geziyor, kendisinin olan gücü reddediyor, hayatını ve aklını, aşkını ve değer verdiği her șeyi tehlikeye atıyordu. Bilgi ve adalet için riske atılmayan bir yaşamın yașamaya değer olmadığını düşünüyordu. Bu yüzden hemşerileri ondan korkuyordu. Elric adaletin yönetim değil, deneyim ile elde edildiğine inanıyordu. İnsanın aşağılanma ve güçsüzlüğün ne demek olduğunu bilmesi gerekiyordu; en azından biraz böylece etkisini tamamen anlayabilirdi. İnsan, gerçek adalet elde etmek için gücünden vazgeçmeliydi. Bu İmparatorluğun değil, dünyayı gerçekten seven ve herkesin saygın bir şekilde kendi istediklerinin peşinden gidebileceği bir çağın geldiğini görmek isteyen birinin mantığıydı.

Elric’in çoklu evreninde olanları kronolojik olarak okumak isterseniz bu kronolojiye paralel gitmeyen baskı yüzünden altı kitabı da yanınızda sürüklemeniz lazım. Toplamda 28 ana hikaye ve 8 diğer hikâye mevcut. Ve Moorcock, onun görüşleri, fantazi hakkındaki fikirleri, ve Elric ile ilgili başka yazarların düşüncelerini içeren 15 makale tarzı yazı mevcut bu altı kitap içinde. Kitaplar arasında şamar oğlanı gibi bir ona bir ona gitmek okumayı zorlasa da, yer yer çizgi roman hazırlık texti gibi bir anlatım söz konusu olsa da Elric’in Kaos Lordları elinde piyon olmamak için çabalaması, bu çabaya pek olumlu cevap vermeyen zayıf yapısı, tüm bıkkınlığı ve yorgunluğuna rağmen hayatı keşfe olan arzusu insanda da okuma isteğini canlı tutuyor. Ama yine de roman değil çizgi roman olarak okumak daha kolay ve daha zevkli bir okuma olurdu. Keşke her hikâye çizgi roman olarak mevcut olaymış elimizde. ://

20 Beğeni