Nihayet Üç Cisim Problemi serisini bitirdim. Buraya yazdıklarım genel olarak üç kitap içindir. Son değerlendirmemi de böyle yapmak istiyorum ki seriyi okumak isteyenler için kısa ama bilgilendirici bir yazı olsun.
Serinin ilk kitabı benim için harika bir hikaye içeriyordu. Öyle ki bu zamana kadar okuduğum en iyi Bilimkurgu kitabıydı. Yazarın anlatımı, hikayenin içindeki karakterler ve bünyesinde barındırdığı o parlak fikirler beni büyüledi gerçekten de. Dünya dışı başka varlıklara çok farklı bir bakış açısı sunan Cixin Liu’yu bu konuda tebrik etmek gerekiyor.
Gelelim ikinci kitaba. İlk kitapta beklenti o kadar çok yükseliyor ki insan hemen kalan iki kitabı da okumak istiyor. Fakat bu noktada beklentilerin yükseltilmemesini tavsiye ederim. İkinci ve üçüncü kitap ilk kitaba göre daha felsefik kalıyor. Üç Cisim Filosu’nun uzun yıllar sonra Dünya’ya ulaşmaları kitapta bolca zaman sıçramasına neden oluyor. Yazar da bunu öyle güzel başarıyor ki hikayenin bütününde herhangi bir çatlaklık dahi bulamıyor okur. Karanlık Orman’da ilk kitaptan kalanları tamamlamak ve insanlığın hayata devam etmesi adına çabalarını konu alıyor. Bu nedenle de Karanlık Orman’ Üç Cisim Problemi ile karşılaştırdığınızda bir nebze hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Serinin son ve en uzun kitabı olan Ölümün Sonu’da ikinci kitaptan biraz daha sönük kaldı bana göre. Önceki iki kitapta okuduklarımdan sonra son kitaptan beklentim daha çoktu. Ama istediğimi pek alamadım. Özellikle öykünün finali çoğu okuru üzecek nitelikte. Yazar ilk kitaptaki gibi Üç Cisimliler ile ilgili biraz daha bahsetseydi seri daha güzel olabilirdi. Ama yazarın diğer yaşamlara olan mesafeli yaklaşımına da hak veriyorum. Bunca zamandır uzayda herhangi bir yaşam izine rastlamamamız Cixin Liu’nun düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak Üç Cisim Serisi içindeki parlak ve ufuk açıcı fikirleriyle okunması gereken bir başyapıttır. Yazar kendinde ne varsa harfi harfine esere aktarmış açıkçası. Genel puanım 10 üzerinden 9. Tek tek puanlarsam; Birinci kitaba 10, ikinci kitaba 8 ve üçüncü kitaba da 8 veriyorum.
Bu seriyi de sen çok övdün diye aldım. Elricler biterse başlamayı umut ediyorum. P.K.D’den beri sana güvenim tam. xd Serinin kapakları hoşuma gitmiyor ama çok kalabalık kapakları hiçbir zaman sevmedim ://
Biraz hırsından dolayı biraz da spontane birtakım olaylar sonucu görünmez olmuş bir adamımız var. Kendisi tam bir hıyar .
Adamın kendini toplumdan soyutlaması ile başlıyor kitap. Daha sonra adamımızın başına gelen olaylar eşliğinde devam ediyor.
Deneyim ve Düşüncelerim
Okuma etkinliği dolayısıyla okudum kitabı. Okuduğum diğer her Wells kitabı gibi bu da okuru tatmin ediyor.
Hikayesinden bahsedecek olursam, ilk başlarda kitaba gizem hakim olsa da kitap giderek daha da açıklıyor kendini. Oldukça tahmin edilebilir bir hikayesi de var kitabın. Sadece arka kapağını okuyarak bile tahminde bulunabilirsiniz hikaye hakkında. Ama bütün bunlar 1897 yılında yazılan bir kitap için oldukça normal şeyler.
Öte yandan hikaye oldukça sürükleyici idi. Hasta hasta okumama rağmen bölümleri arka arkaya bitirdim.
Wells’in diğer kitapları gibi bu da bilimkurguya giriş 101 kategorisinden bir kitap. Bu açıdan hiç bilimkurgu okumayan ama merak eden arkadaşlara tavsiye ederim. Bilimkurguya doymuş okurlarımız bu kitabı okuyup tatmin olur mu bilemem. Lakin türden bağımsız ele aldığımızda başarılı bir kitap olarak görüyorum ben. Konusunu merak eden her okura tavsiye ediyorum, pişman olmazsınız.
1 haftadır okumaya çalışıyorum. Yarıladım çok şükür. Yanında götürdüğüm kitaplar bitti Karamazov bitemedi. Neyse…
Olaylar o kadar farklı ki. Baba oğula düşman. Dünyada kız kalmamış. Ne babalar varmış meğer. Babalar ve Oğullar tadında gidiyor şimdilik. O zamanın dönemini iyi yansıtmış bence. Rusça isimlere de gittikçe aşina olmak hoşuma da gitti. Danilovdaki Lyoşa karakterini çok sevmistim. Normal adı Alekseydi ama adama neden Lyoşa diyorlar ya diyordum. Meğerse Alyoşa versiyonunun bir tık kısaltılmış haliymiş. Olayların yavaş ilerlemesi dışında iyi gidiyor. Dünya klasiklerindeki ani çıkışları özlemişim. Hey bana bak seni mendebur gibi. O dönemde neler olmuş acaba. Kim kimin kapiğini gizlice almış. İnşallah bitecek inanıyorum kendime.
Az önce 3. Kısım bitti. 4 gündür okuyorum. Aslında cilt olması nedeniyle gözümü korkutmuştu. Okuyamam sanmıştım. Ancak evrenin içine dalınca bu endişeler uçup gitti Douglas Adams’ı öncelikle Doctor Who ve Dirk Gently’den dolayı çok severdim. Şimdi daha da çok sever oldum. Bunu bitirip hemen Kuşkucu Somon kitabını da okuyup filmini izleyeceğim.
Kitabı 4-5 gün gecikmeli bitirdim Kitabı okurken çok keyif aldım. Jose Saramago, Fernando Pessoa karakterlerinden biri olan Ricardo Reis’e yeniden hayat vermiş. Fernando Pessoa’nın öldüğünü öğrenen Ricardo Reis 16 yıl sonra Portekiz’e geri dönüyor. Ricardo Reis’in hayatının çok kısa ama dolu dolu olan kısmına dahil oluyoruz. Bu süre zarfında sık sık Fernando Pessoa ziyarete geliyor ve sohbetlerini okumak çok keyifliydi. Tabii bir yandan Ricardo Reis’in hayatını okurken bir yandan Avrupa’da faşizm rüzgarları esiyor. Almanya’da Hitler, Portekiz’de Salazar, İspanya’da Franco, İtalya’da Mussolini iktidara gelmeye başlıyor ve yazar bu yaşanan olayları, karışıklıkları, kaosu kendi yorumuyla güzel bir şekilde bize aktarıyor.
Raymond E. Feist - İmparatorluk Üçlemesi - 1. Kitap İmparatorluğun Kızı
Raymond E. Feist’ın Janny Wurts ile birlikte kaleme aldığı üçlemenin birinci kitabı bitmek üzere.
Tsuranuanni İmparatorluğu’ndaki Acoma Klanı, rakiplerinin ihanetine uğrayarak ailenin reisini ve varisini kaybeder. Böylece bir manastırda eğitim görmekte olan Mara -ailenin hayata kalan yegane üyesi- yeni Acome Leydisi olarak toprakların başına geçmek zorunda kalır. Henüz toy bir genç kız olan Mara, zekasını ve danışmanlarını kullanarak acımasız Konsey Oyunu’nda Acoma’yı ayakta tutmak ve ailesinin intikamını almak zorundadır.
Kitap, Gediksavaşları serisinin ilk iki kitabı ile aynı zaman aralığında geçiyor, fakat diğer serilerin aksine sadece Tsuranuanni ile sınırlı. Janny Wurts’un kitaba katkısı entrika ve özellikle de Mara’nın karakteri üzerinde açıkça belli oluyor. Feist her zamanki gibi iyi bir öykücü ve anlatımı sıkmıyor, tempo orta karar ilerliyor.
Serinin ilk kitabı maalesef artık uçuk fiyatlar dışında bulunmuyor. Ben de internet üzerinde bulunabilen bir kaynak üzerinden çok göze batan çeviri hatalarını düzeltmeye çalışarak daha okunaklı bir versiyon oluşturdum. Dileyenler özel mesaj atarsa pdfini yollayabilirim.
Sadece Tsuranni içindeki entrikalara mı odaklanmış yoksa Midkemia ile olan gedik savaşları anlatılıyor mu?
Fantastiklik dozu diğer kitaplara kıyasla ne durumda?
İlk kitap sadece Acoma etrafında dönen entrikaları anlatıyor. Diğer iki kitapta da Tsurani etrafında dönecek tüm olay diye biliyorum, yalnız Pug bir noktada dahil olabilir çünkü hangi kitapta olduğunu anımsayamasam da Mara’dan bahsediyor kısacık da olsa.
Kitapta fantastik öğe olarak sadece bir yüce -seriye aşina olanlara tanıdık bir isim- tarafından yapılan tek bir büyü var sadece.
Arka kapak yazısıyla sıradan bir ihanet kitabı olduğunu düşünerek ertelediğim bir kitaptı. Netflix dizisinin geleceğini ve fragmanını gördüm. Doğrusu, fragmandan konu ile ilgili hiçbir şey anlayamadım. Fakat eli bıçaklı bir kadının psikopatça hareketlerini görünce, benim tarzım diyerek aldım kitabı raftan.
Patronuyla ilişki yaşayan bir kadının, aynı zamanda patronunun eşiyle de arkadaş olması ile başlıyor ve evli çiftteki tuhaflıklar ile ilerliyor. Bazı paranormal olaylar ile birlikte bir gizem çözülmeye çalışılıyor.
Konu ile ilgili daha fazla araştırmaya girmemenizi öneririm. Çünkü öğreneceğiniz her yeni bilgi heyecanı kaçırabilir.
Kitabın ortalarına doğru biraz tekdüzelik hakimdi. Fakat olayların açığa çıkmasını merak ettiğim için okumayı sürdürdüm. İyi ki de sürdürdüm, çünkü kitabın sonu inanılmaz şok ediciydi. Hem de üst üste birkaç kez şok yaşadım. Son 10 sayfa gerçekten güzeldi.
Bu sona gelene kadar olan sıkıcılığa da son sayfalarda hak verdim. Çünkü puzzle parçaları başka nasıl birleştirilebilirdi, daha heyecanlı nasıl yazılabilirdi, bilemiyorum.
Genel olarak beğendim. Beklentimi karşıladığını söyleyebilirim.
Dizinin nasıl olacağını tahmin edemiyorum. İzlediğimde onun da karşılaştırmalı yorumunu yapmak isterim.
Fragmanı izlemek isteyenler için de buraya ekliyorum:
THE DARKNESS THAT COMES BEFORE (THE PRINCE OF NOTHING #1)
KONUSU
İlk Kıyamet’in üzerinden 2000 yıl geçti ve insanların düşünceleri kaçınılmaz olarak daha dünyevi meselelere yöneldi…
Deneyimli bir büyücü tarihi düşmanını arıyor. Askeri bir deha İmparatoru için dünyayı fethetmeyi planlıyor, ama kendi taht hayallerinden ödün vermeden. Bin Tapınak’ın ruhani lideri toprağı kafirlerden arındırmak için yeni bir kutsal savaş başlatıyor. Sürülmüş bir barbar şefi onu rezil eden adama karşı intikam arıyor. Ve bu dünyaya eşi benzeri görülmemiş bir adam adım atıyor; kadın erkek, imparator köle demeden herkesi kendi gizemli amaçları için kullanacak.
Fakat dünya felaketle yüzleştiğinde insanların, hatta büyük insanların, kaderinin önemi olmayabilir. Taht oyunlarının ve din savaşlarının gölgesinde antik bir kötülük yeniden uyanıyor. 2000 yıl sonra Na-Tanrı dönüyor. İkinci Kıyamet yaklaşıyor, ama unutulmuş düşmanlara karşı duvar öremezsiniz…
DÜŞÜNCELERİM
Seri hakkında önceden bildiklerim grimdark türünün hem çok beğenilen hem de çok tartışılan bir eseri olduğu yönündeydi. Savaşlar, taht oyunları, casuslar ve barbarlar derken Buz ve Ateşin Şarkısı, Kadim Kanunlar, Traitor Son Cycle gibi eserlerin denginde bir kitapla karşılaştım.
POV sayısı bazı serilerde gördüğüm kadar aşırı değil, ve karakterlerin iç sesleri de oldukça farklı olduğu için isimler birbirine karışmadı. Çoğu karakteri beğendim, ana karakter özellikle gizemli ve merak uyandırıcıydı. Kitapla ilgili en büyük şikayetim kadın karakterlerin POVlarının pek de hoş olmayan türlerden cinsellikle dolu olması. Genelde erkek karakterler arasında çatışma çıkarmak için kullanılmışlar. Beni ana hikayeden koparan bu dramların devam kitaplarında ilginç bir yere bağlanmasını umuyorum.
Dünyası ise oldukça büyük, ama yazar ufak dozlarda tanıttığı için takip etmesi kolaydı. Çoğu grimdark eserin aksine low fantasy değil, büyücüler ve insandışı varlıklar büyük bir rol oynuyor. Bir kutsal savaşı konu alması nedeniyle bazı noktalarda Haçlı Seferleri ile bağlantı kurmak mümkün, ama gözünüze batacak kadar değil.
Sonuç olarak ilk paragrafta bahsettiğim serileri sevdiyseniz The Prince of Nothing’e de şans vermelisiniz. Umarım bir gün çevirisini görürüz.
Jaguar Kitap’tan okuduğum 3. kitap olan Felaketzedeler Evi’ni de çok beğendim. Jaguar nasıl yapıyorsa yapıyor nerede güzel bir kitap var buluyor, çok güzel bir şekilde çevirip titiz bir editöryal süreç ve nefis kapaklarla yayımlıyor. Ayakta alkışlıyorum Jaguar’ı. Kitaba gelirsem, konusundan bahsetmeden şunu demek istiyorum: Karamsarlık, sefalet ve yıkımla dolu bu kitap.Okuyanın içinde bir anlamsızlık hissi, yenilmişlik duygusu bırakıyor. Buna rağmen okunmalı. Sağlam bir metin. Oldukça akıcı ve ilgiyi sürekli ayakta tutan da bir yapısı var.
Laputa Kitap yavaş yavaş, küçük küçük ama çok önemli kitaplar yayımlıyor. Bugüne kadar çeşitli öykü derlemelerinde öykülerini okuduğum E.F. Benson’un 5 öyküsünü içeren bu kitabı da merakla okudum. İçindeki öyküler korkuseverler için çok çekici olmasına rağmen çeviri ve redaksiyon da epey bir sıkıntı olmasından dolayı kitaptan alınan zevk baltalanıyor maalesef.
Etkinlik kitaplarından birisi ve askeri bilim kurgu türünde olan Ender’in Oyunu’nu bu kadar seveceğimi düşünmüyordum. Başından sonuna bir çırpıda okunan, harika bir kitap.
Konusu aslında görece basit. Böcek denilen Dünya dışı varlıklar saldırıda bulunmuş, bu saldırı büyük kayıplar verilse de atlatılmış ve yeni bir saldırıda komuta etmesi için genç beyinler aranmakta. Bu süreçte de gerek fiziksel gerek de psikolojik olarak bireyler sınırlarının ötesinde zorlanıyor. Zaten kitabın güçlü yanı da bu psikolojik savaş.
Kitabın adını başta yadırgadım ama kitabı okuyunca anladım ki çok isabetli bir seçim olmuş. Bunun haricinde kitap içerisindeki oyunları başta zihnimde canlandırmada sorun yaşadım ama filmi olduğu için açıp bir iki sahne izledim. Sonrasında çok daha güzel oturdu kafamda. Şimdi de tüm filmi izlemeyi düşünüyorum.
Ender’in psikolojisini birebir hissettiren, onla empati kurulmasını sağlayan, baştan sona heyecan seviyesi bir an olsun düşmeyen ve sonu mükemmel olan çok güzel bir kitap. Uzun zamandır sonu bu kadar güzel bir kitap okumamıştım. Notum 9 hatta 9.5/10. Bilim kurgu severlere kesinlikle tavsiye ediyorum.
Yeni bitirdim. Açıkçası 7 kitaplık serüvende en az beğendiğim kitap olmuş olabilir. Hatta benim bilmediğim bir tür ara kitap mı diye düşündüm. Hikaye ilerliyor elbette ama zorlama şekilde ilerlediğini düşünüyorum. Karakterlerimizin anlamsız hareketler yapması, faydasız kızgınlıkları serinin genel akışında ki karakter gelişimine ters düşüyor. Kaos Lordu’ndan sonra bu biraz heyecanımı düşürdü.
Gözüne, hile içine hile içine hile kaçmış bir çöl gezegeni Arrakis’ten Fremen fanatiği olarak çıktım. Kum yürüyüşlerinin ustası olmak hiç kolay olmadı. Vahşi Yaradanların dikkâtini çekmemek için adımlarımı Usûl’ünce ayarlamak gayet zordu. Kumların titreşmesi, uzaklardan gelen fısıltının artması bilinçaltımdan gelen “korku katilidir aklın” telkinleri ile karşılık buldu. Baharatın kokusuna alıştıkça söylediğim
When the night has come
and the land is dark
And the moon is the only light well see
When I want be affraid
No I wont be affraid
Staaanndd byy meee… sözler yeterli oldu, o başka.
Karakterlerin hepsini adeta Bene Gesserit eğitimi almışcasına incelerken Hawatçı olduğumu inkâr edemem. En çok onu sevdim.
Şimdi on gümleyicilik yoldan gelse ikinci Ay’ın mavi ışığında ufukta kaybolan iki kumsüvarisi olsak misal… ah.
Hayat insanı gerçekten garip yerlere sürükleyebiliyor. Hikâyeler de öyle. Saunders’ın Pastoralya’sının ev sahipliği yaptığı hikâyeler, kurmacanın çarpık doğasının sınırlarında at koştururken bu garip, kaleydoskopik sürüklenme hissi zihninizi ele geçiriyor. Saunders, kitaba ismini veren Pastoralya’sında edebi türlerin ve zaman-mekanın ayarlarıyla oynayarak bize gerçekliğin doğasını, gösteri toplumunu ve distopik olasılıkları sorgulatan bir melez-kurgu sunarken çikolatalı gazozlarımızı yudumluyor ve devlet babanın kirli çamaşırlarını karıştırıyoruz. Winky hikâyesinde eski Roma klasiklerine meraklı bir "kişisel gelişim uzmanı"ndan hayatlarımızın içlerine sıçılan birer yulaf kasesi olduğu metaforu olduğunu öğrenip büyük çaresizliklerimizle yüzleşirken; Deniz Meşesi’ni okurken prototipleri altüst edip, Amerikan rüyasını mezardan kalkan fakir cesetlerle yerle bir ediyor, Joysticks striptiz kulübünde erkek bedenlerini metalaştıran bir "yeni normal"in prizmasından süzülüp kendimizi bir kurgusal çarpıntı içinde kaybediyoruz. Firpo’nun Bu Dünyadan Göçüşü’nde çocukluk travmaları mantraya dönüşürken, Berberin Mutsuzluğu’nda sıradanlığın çarkında sıkışıp kaldığından bihaber anti kahramanımızın trajik hayatından bir güldürü bildirgesi çıkarıyor; Şelale hikâyesinde gündelik kahramanlıklar izinde dünyanın ya da kasabanın ya da kasaba-dünyanın sonundaki uçuruma kulaç atıyoruz. Saunders tüm bu hikâyelerde bizi Amerikan gotiğinden doğup preapokaloptik dünyamızda emekleyen çarpık gerçeküstü sıradanlıklarımızla yüzleştirirken ritmi yitirmiyor, tekrara düşmüyor ve o kendine özgü mesafeli tavrı sayesinde didaktikliğe kurban gitmeyen bir objektifliğin kollarında göğe yükseliyor. Saunders, ağzınızdaki naneli şekerin iğrençliği ile sizi yüzleştirirken radyodan cızırtılı bir Patti Smith şarkısı yükseliyor. Günahlar işleniyor. İsa’lar öldüğüyle kalıyor.