Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Hep Lunapark - Bahadır Cüneyt Yalçın

Mağlup varsa, galip değiliz

Afili Filintalar ekibinden Bahadır Cüneyt Yalçın’dan dinlediğim ilk kitap oldu. Filintalar ekibi ile aramızda güzel bir bağ var olmasına rağmen nedendir bilmiyorum, büyük beklentiler ile başlamadım kitaba. Fazla olmayan beklentimin çok üstünde bir kitapla karşılaştım. Açıkçası çok beğendim.

Kitap, Lunapark işleten bir ailenin hayatını anlatıyor. Bir yerlerden alıntıladığım kitap karakterleri de şöyle:

  • “Hangi lunapark bir uydu fotoğrafına doluyken yakalanmışsa oralıyım ben” cümlesinin müellifi İrfan.
  • “Burada çocukluk değil manyaklık ortaya çıkar” sözünün sahibi Zafer.
  • “Lunaparktaki sese ve ışığa savunma geliştirmeye çalışan sinir sistemi dert çekmeye vakit bulamaz” diyen, pembe ojeli parmaklarıyla hayal perdelerini parçalayan Ayşegül.
  • Ölmüş meşhur şarkıcılara mektuplar yazan safiyet ehli Mustafa
  • Bir varoluş biçimi olarak bayılan Narine, kumarbaz Savaş, fettan Alev, dövüş ustası bir dondurmacı.
  • Deniz kaplumbağası, peruklu balerin, şaşı ahtapot ve belgesel kameraları… Ne demişler: Roket yükselmeye inanır. Rüzgâr hep kazanır, tül hep kaybeder.

Bazı kitaplarda bazı karakterler olur, okur o karakterle öyle bir bağ kurar ki hayatı boyunca bu bağı kalbinde taşır. Bu kitapta da ben bu bağı Mustafa ile kurabildim. Sırf onu okumuş olmak bile çok kıymetli. O yüzden 2022’ye harika bir kitapla giriş yapmış olduğumu düşünüyorum.

Kitap aslında çok basit bir kitap gibi başlıyor. Tam “hah, yine sıkıcı bir kitap” diye düşünürken işler değişmeye başlıyor ve tekdüzelikten kurtuluyor. Sonrasında zaten hem olayların akışı hem de insanların psikolojisi ile akıp gidiyor.

Filintalar’ın kitapları herkese hitap etmiyor diye düşünüyorum. İçindeki absürd öğeler ve olaylara yaklaşım biçimleri dahilik ile delilik arasında gidip geliyor bana göre. Ben şu ana kadar henüz deli olana rastlamadım, hepsi aynı seviyede etkileyici olmasa da hepsi belirli bir seviyenin çok üstündeler.

Biz ancak kimsenin kaybetmediği bir ringte kazanabiliriz.

14 Beğeni

Müthişti. Film kitaptan uyarlama mıymış yav? Vay canına. Sen de amma ilginç adamsın, önce filmi izleyip sonra kitabını okuyorsun. The Mauritanian ve Kuzey Suları’nda da öyle yapmıştın. Anlam veremiyorum ama kıskanıyorum. :slight_smile:

4 Beğeni

Hocam bu ekipte kimler var? İnternetten edindiğim bilgiler biraz eski. Şimdi ekibin durumu nasıl? Nasıl bi’ ekip bu afili filintalar?

1 Beğeni

Yaban Kazı - Ogai Mori
“Bir süre sonra o arka sokakta devrim niteliğinde değişimler yaşandı. Bir gece Suezo oradan geçerken işporta tezgâhını duvarın dibindeki yerinde görmedi. Daima sessiz olan evin civarı da o zaman revaçta olan deyimle söylersek, medeniyet gelmişçesine değişmişti.”
Modern Japon edebiyatının temellerini atan yazarlardan biri olan ve başta Yukio Mişima olmak üzere 20. yüzyıl Japon edebiyatçılarını derinden etkileyen Ogai Mori, en ünlü eseri Yaban Kazı’nda Meici Dönemi’nin yaklaşan sonunun getirdiği sosyal değişimlerin gölgesindeki Tokyo’da dokunaklı bir yaşam öyküsünü anlatıyor.
Genç yaştaki O-Tama, yoksul ve ihtiyar babasını mutlu etmek için mutsuz bir evliliği olan zengin bir tüccarla metres hayatı yaşamayı kabul eder. Japonya’nın en prestijli üniversitelerinden birinde okuyan Okada bu genç ve güzel metresle tanışıp ona âşık olunca her ikisinin de kaderi, tıpkı ülkelerinin yaşadığı gibi, hızlı, tatlı sert ve şaşırtıcı bir değişime uğrayacaktır. (Tanıtım Bülteni) kısaca bunu anlatıyor.

Ve bölümler genelde 12 15 sayfadan oluşuyor. Bu kitaba belli bir akıcılık kazandırsa ve kitabın yoğun anlatımı için uygun olasa da sanki çok hızlı kesintilere uğruyormuş gibi bir his uyandırıyor. Bu bölümlendirme işinin düzgün olmamasını diğer Japon romanlarında da görmüştüm bu yüzden bunun japon edebiyatına ilişkin yapısal bir sorun olduğunu düşünüyorum. Çevirmen notları mükemmel aynı çevirmenin “Kırmızı Oda” oda adlı çevirisini de okumuştum (Aynı kitap şimdi İthaki’den bu seriye 2 öykü eklenerek çıkacakmış.) ama bu sefer gerçekten çok bilgilendirici yerinde notlar yerleştirilmiş şunun gibi “Japonya’da yüz bin civarında böcek türü yaşar. Görüntüsü veya sesi güzel olan, ışık çıkarmak ya da diğer böceklerle güreşmek gibi ilginç özelliklere sahip böcekler küçük kafeslere konulup beslenir. -çn.” bu okuma deneyimimi oldukça olumlu bir biçimde etkiledi.

O-Tama adlı metres kadın ve romanda geçen başka kadınlar hakkında geçen karakteri yazar ne kadar kadınlar hakkında kendi ürettiği varsayımlar üzerine de bir ilişki kurma amacı olarak kullanmış ve ben bu fikirlerin bazılarından rahatsızlık duymuş olsam da bu eserin gayet iyi yazılmasında dolayı hiç göze çarpmıyor. Bu yazarın romanda bulunan hikâyeye kendi düşüncelerini ekleme stilini Japon edebiyatında bu eserden önce Natsume Söseki’de net bir şekilde gözlemlemiştim. Genel olarak Japon edebiyatında kurgunun içine de kendini ifade edebilmeleri ve bunu okuyucuya batırmadan yapabilmeleri çok hoşuma gidiyor. Bunun yanında yazar O-Tama için yapmış olduğu olgunlaşma hikâyesi ile hikâyede bulunan karakterin derinliğini oldukça güzel bir şekilde arttırıyor.

Kısaca olayların işlenişi ve kurgulanışı beni oldukça memnun etti. Oldukça akıcı ve güzel bir eserdi. Alıp rahatlıkla okuyabileceğinizi düşünüyorum.

13 Beğeni

Alper Canıgüz, Murat Menteş, Emrah Serbes, Onur Ünlü, Algan Sezgintüredi ilk aklıma gelenler.

Konuyu aslında @Erdo daha iyi biliyor, ben de ilk ondan öğrenmiştim.

Benim okuduklarım kadarıyla genelde absürt (absürdite? bunun kelime hali nedir ki?) ile hayatı harmanlayan yazarlar. Şu ana kadar okuduklarım arasında sevmediğim olmadı.

6 Beğeni

İtirazım Var filminin senarist ve yazarı Onur Ünlü’den mi bahsediyorsunuz? Tavsiye edeceğiniz film ayarında kitabı var mı hocam?

Edit: Şimdi baktım da 3 kitabı basılmış. Biri şiir kitabı, diğer ikisi roman. Hesabım Var kitabını okudunuz mu?

Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler- Osamu Dazai

İthaki Yayınları’nın Japon Klasikleri serisinin ikinci kitabı “Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler” bugün bitti ve bu yazıyı kaleme almak istedim. Şunu daha iyi anladım şimdi; Japon edebiyatıyla tanıştığınızda bu sonsuz bir dostluğa dönüşüyor. Bu nedenle de son çıkan iki kitabı okumak için sabırsızlanıyorum.

Asıl adı Şuuci Tsuşima olan Osamu Dazai, ailedeki siyasetçi olma geleneğine karşı çıkmış ve yazar olmaya karar vermiş. Aldığı bu karar ile Tokyo Üniversitesi Fransız Edebiyatı bölümüne kaydını yaptırmış. Maalesef okuldan atılmasına ve ailesi tarafından reddedilmesine neden olan bir olay yaşamış. Yaşayacağı birçok olayın ilklerindendi; bir geyşayla kaçmıştı.

Orta halli bir yaşam süren ailesi de oldukça kalabalıkmış. Daha sonra zenginleşip bulundukları bölgede sözü geçen ailelerden biri haline gelmişler. Yaşamı boyunca veremli, sinirli ve alkolik bir halde nefes alıp veren Dazai, 1948 yılında metresiyle (bazı kaynaklarda eşi olarak biliniyor) birlikte suya atlayarak intihar etmiş. Daha öncede üç kez intihar etmeye çalışmış ama başaramamış. Yazdığı eserlerle Japonya’da hala ünlü ve birçok ülkede ilgiyle takip edilip okunan bir yazar. Çalkantılı bir hayat yaşamış ve başına da gelmeyen kalmamış :frowning: Hem de bu kadar gençken birçok şeyi nasıl bir anda yaşayabilmiş? İnsan inanamıyor.

Yarı otobiyografik romanıyla hafızalara kazınan Yozo karakteri ile vücut bulan İnsanlığımı Yitirirken, kendi hayatından yaşadıklarını yansıtmış olduğu karamsar bir eserdi zaten. Yazarla da bu kitabı ile tanışmıştım işte. (İnsanlığımı Yitirirken-1948 yılında yazdığı son kitap)

Şimdi iki kitabını da okumuş olduğum için temelinde "insan"ı baz alan kalemiyle birlikte karamsarlık, insanın varoluşu ve yabancılaşma, içe dönüklük ve o karmaşık çatışmalar da yoğun bir anlatımla ele alınıyor. Bu anlatıma rağmen de okuru kendisine çeken ve bağlayan bir yanı da var. Mutlu ve hayat dolu karakterlerle karşılaşmak mucize olurdu sanırım. Acı seviyesi üstün tutulan çarpıcı öykülere hazır olun, derim.

Yedi öyküden oluşan eser 176 sayfa olup, Japon mitolojisine ve bazı önemli dönemlere değinerek dolu dolu dipnotlarıyla da dikkat çekiyor. İşte o öyküler;

  • Yeşil Bambu

  • Aşk ve Güzellik Hakkında

  • Hazakura ve Sihirli Islık

  • Onurlu Yoksulluk Hikayesi

  • Denizkızı Denizi

  • Romanesk

  • Romantizm Feneri

Öykülerin ortak temaları hüzünlü ve dramatik olmalarına dayanıyor. Ama en yoğun hissettiğim şey bana sürekli ‘‘ölümü’’ hatırlatmasıydı. Neredeyse hepsinde ölüm eylemi ve işleyişi hakimdi. Sonunu kötü beklediğim ve birazcık da olsun iyi biten öyküler de vardı; şoka uğradığım ve beni şaşırtanlarda… Ayrıca insanların günahlarını ve inançlarını, inceden işleyen öykülerdi bunlar.

Kitap içinde yer alan yedi öykünün konusu birbirlerinden farklı; yazarın dil ve üslubunun kalitesi nedeniyle elinizden bırakmak istemeyeceğiniz dozda. İçerikleri ve kurguları hakkında birkaç şey yazmam bile olağanüstülüğünü bozabilir diye düşündüğüm için yorum yapmak istemiyorum.

Gerçeklikle hayalin buluştuğu, psikolojinin doruklarına çıkaran ve Japon kültürüyle beslenmiş bu öyküleri kimler sever peki? Mutsuzluğa gelemeyenlerin ve eğlenmeyi daha çok seven okurların hoşuna gitmeyebilir; yine de farklı lezzetlere açık ve her türü tanımak isteyenler için eşsiz bir öykü kitabı olduğunu düşünüyorum. Şahsen benim için unutamayacağım bir Japon klasiği oldu.

Kapak tasarımı da yine harika ve kitaplığın en güzel kitaplarından sadece biri.

18 Beğeni

Onur Ünlü okumadım hocam maalesef. Aklıma gelenleri sıraladım sadece. Ama o da “kırık kafalı” birisi, ondan eminim. :slight_smile:

1 Beğeni

0001909905001-1

Mahmut Yesari, edebiyatımızın gelişiminde önemli role sahip lakin unutulmuş yazarlarımızdan biridir. İthaki Yayınları’nın Bizim Hikaye serisi, edebiyatımızda öykücülüğün gelişimini tematik seçkilerle okura sunarak unutulmuş veya sevilen yazarları bizlere yeniden sunmayı amaçlıyor.

Seride her bir seçki tematik olarak hazırlanmış. Taş Bebek adı verilen bu öykü seçkisinde Yesari’nin kahramanlarını ‘‘kaybedenler’’ olarak tasarladığı üç öyküsü yer alıyor. Uzun öykü formatında değerlendirilebilecek üç öykü de benzer temaları işlediğinden daha sağlıklı karşılaştırmalar yapmak mümkün. Taş Bebek adlı ilk öykü, seçkide en beğendiğim hikaye oldu. Kurgusu ve karakterlerin derinliği diğer öykülere nazaran daha başarılı. Lakin üç öykünün de akıcı ve sade bir üslupla yazıldığını belirtmek gerek. '‘Taş Bebek’'te hal ve hareketleri itibarıyla dengesiz bir kadın karakter ile onu seven iki dost erkeğin mücadelesini okuyoruz. ‘‘Bir Rüyanın Hatırası’’ adlı öyküde ise eşi tarafından aldatıldığını öğrenen zengin ve genç bir kadının yaz aşkı anlatılıyor. ‘‘Sevda Geceleri’’ adlı son öyküde ise pek çok kadınla gönül eğlendiren bir erkeğin yaşadığı maceraları kadınların duygu ve düşüncelerini okuyarak öğreniyoruz.

Üç öykünün ortak özelliklerinden biri de mekan seçimi. Öyküler Kadıköy-Pendik hattında ve Yakacık’ta geçiyor. 1900’lü yılların ilk yarısında İstanbullular için halen sayfiye, yazlık mekanı olarak kullanılan Kadıköy-Pendik arasındaki mevkii öykülerde önemli bir yere sahip. Döneme dair pek çok veriyi bu mekanlar sayesinde elde edebiliyor, şehrin gelişimine tanıklık edebiliyoruz.

Öykülerde kullanılan dil oldukça sade ve akıcı. Yazarın seçtiği karakterler fazla derinliği olmayan, iç konuşmalarıyla psikolojilerini ve karakterlerini tanımamızda kısıtlı imkanlar veren diyaloglarla yer alıyor öykülerde. Tasvirler mekandan çok karakterler üzerinde yoğunlaşmış. Yazar daha çok kişilere odaklanmasını istiyor okurun.

Yesari’yi ilk kez bu öykü derlemesinde keşfetmiş oldum ve okumaya devam edeceğim. Yazarı ilk kez okuyacaklara hem kitabı hem de Bizim Hikaye serisine de göz atıp diğer öykü seçkilerine şans vermelerini tavsiye ederim.

0001940272001-1

Victoria döneminin oldukça üretken fakat Türkçeye birkaç eseri dışında çevrilmeyen Collins, haliyle Türk okurunun pek aşina olduğu bir yazar değil. Ancak en ünlü eserleri olarak gösterilen Aytaşı ve Beyazlı Kadın romanları dilimize kazandırılmış durumda. Bu eserlerin oldukça hacimli olması dolayısıyla Collins’le Lanetli Otel ile tanışmaya karar verdim.

1860 yılında başlayan roman, İngiltere, İrlanda ve Venedik gibi farklı mekanlarda geçen bir metin. İtalyan bir Kontes ile evlenen bir İngiliz lordunun şüpheli ölümü ile başlayan olaylar zincirini okuyoruz kitap boyunca. Akıcı kurgusu ile sade dili oldukça sürükleyici bir şekilde okuru içine çekmeye başarıyor. Korku ögelerinin yarısından sonra devreye girdiğini belirtmekte yarar var. Para, makam, ihanet vb. temalarla klasik bir çizgide ilerleyen, okurken yer yer Agatha Christie polisiyesi okuyormuş hissi veren, sonuyla şaşırtsa da pek tatmin etmeyen bir eser olmuş Lanetli Otel.

Çevirinin çok iyi olduğunu düşünmesem de okunmayacak bir Türkçe kullanılmamış. Kurguda en zayıf bulduğum nokta ise: Kontes’in karakter derinliğinin zayıf oluşu ve ara ara kurduğu garip cümlelerin altının dolmayacak şekilde bırakılması. Kitabın türünün ise ne tam bir korku ne de bir polisiye olduğunu düşünüyorum. O arafta kalmışlık kendini hissettiriyor zaten roman boyunca.

Ancak okurken hiç sıkılmadığımı ve son sayfasına kadar meraktan elimden bırakamadığımı bu kötü diyebileceğimiz çeviriye rağmen söylemeliyim. Yazara başlangıç kitabı olarak tercih edilebilir olduğunu düşünüyorum.

https://1000kitap.com/aydinfaruk

14 Beğeni

Stanislaw Lem - Aden

Bilimkurgu diyince ilk aklımıza gelen temadır uzay yolculuğu. Aden de bu temanın güzel işlendiği bir kitap. Meslekleriyle bildiğimiz altı karakter ve onların Aden gezegeninde yaşadıkları. Hoş bir okumaydı.

Alfa kitap Lem için kitaplık oluşturuyor. Saygı duyuyorum. Lehçe aslından değil İngilizceden çevirmesini de anlayabiliyorum ama o son okumadan mı, redaksiyondan mı nedir, yazım hataları yok mu, insanı delirtir. Pek çok kavramın doğrusunu unuttum yemin ediyorum. Böyle bir metin nasıl defalarca düzeltilmeden baskı görür, nasıl onaylanır, nasıl basılır? Koskoca Alfa’nın yaptığı iş inanılır gibi değil. PKD de böyle Lem de böyle. Demek ki huyları bu. Ellerine sağlık ne diyelim. Biz okurları layık gördükleri metin bu demek ki.

1000kitap

18 Beğeni

Üstat ben filmini izlemiştim ve çok beğenmiştim ama sen öyle güzel yazdın ki keşke filmi izlemeyip kitabı okusaydım.

Ayrıca Three Billboards Outside Ebbing, Missouri adlı filmi de çok beğenmiştim. O film de kitap uyarlaması galiba.

3 Beğeni

Bu film çok iyiydi. Oyuncular da sağ olsun. Kitabını okuyamazdım ama sanırım. Film bile ağır (duygu doluluk anlamında) geliyordu.

3 Beğeni

Valla böyle daha güzel oluyor sanki ya. Filmin üstüne kitabı izleyince kitap daha detaylı olduğundan daha bi hoşuma gidiyor. Önce kitabı okuyup sonra filmi izleyince insan uyarlamalarda hep bir eksik buluyor :joy: .

@Srbs üstat filmdeki Fern karakteri zaten hikayenin akışı adına kurgusal olarak eklendiğinden aslında birebir bir uyarlama diyemeyiz filme. Filmde Fern gözünden direk o yaşamı izlerken kitapta yazarın gözünden diğer yaşayanların tecrübelerini birebir okumuş oluyoruz. Kitap daha derin ve detaylı olduğundan filmin üstüne de keyifle okunur yani bence.

Three Billboards da mükemmel filmdir, kitabına dikkat etmemişim o dönem. Çevirisi yokmuş ondan herhalde, ingilizce uğraşmam ama çevirisi gelse onu da okurum muhtemelen :grinning_face_with_smiling_eyes:.

2 Beğeni

Bu kitap beklentilerimin altında kaldı diyerek başlamak istiyorum yorumuma. Daha önce Gurur ve Önyargı kitabını okuyup çok beğendiğim Austen’i bu kitapta biraz tekdüze ve sıkıcı buldum. Dili yer yer ironik olmakla beraber Austen’in o ince mizahını tam anlamıyla hissedemedim. Kitaptaki olaylar heyecan uyandırmayan cinsten olduğu için biraz ittirerek okudum açıkçası. Genç bir kızın hayalleri ve yaşadıkları diye özetleyebiliriz sanırım bu kitabı. Kitabın sonu ise alelacele bağlandığı için son konusunda da bir hayal kırıklığı yaşadım. Gerçi işlenen konulara çok büyük bir son beklemek de boş olur. Nihayetinde Austen aşığı kişiler hariç kimseye önermiyorum.

Ek bilgi olarak Austen’in ilk kitabı olduğunu belirtmek isterim. Belki de bu vasatlığı yazarın acemiliğine vermek gerek.

16 Beğeni

Shuggie Bain - Douglas Stuart (Çeviren: Duygu Akın)

Shuggie Bain’i bu kadar önemli kılan çağdaş edebiyatta bir klasik yaratmanın mümkünlüğüne ve otokurmacanın güncel kanonun nasıl başat öznesi haline geldiğine verilmiş esaslı bir cevap olması. Glasgow’un huzursuz topraklarında kanayan kendi yaralarını bir büyü(yeme)me hikâyesine dönüştüren Stuart’ın en büyük marifeti ise; mekansal, dilsel ve toplumsal olarak alabildiğine yerel unsurlarını kullanarak evrensel bir “öteki hikâyesi” inşa etmesi.

Shuggie Bain, okurunun kalp atışına dönüşen "o hikâye"lerden. Stuart, klasik ve modern edebiyatta bastırılan, çağdaş edebiyatta çoğunlukla edebi bir “sos” olarak kullanılan "değersiz hayat"ların suskunluğa mahkum edilmiş varoluşlarını kalbi fazlasıyla kırık bir yeni çağ klasiğine dönüştürüyor. Büyük çoğunluğu 80’li yılların daraltıcı atmosferinde geçen hikâyede “Glasgow etkisi” olarak adlandırılan ve en basit haliyle Glasgow’da yaşayanların İngiltere ve hatta tüm Avrupa’daki insanlara göre hayat beklentisindeki belirgin düşüklük olarak tanımlayabileceğimiz bir fenomenle tanıştırıyor. Romanın kırgın destansı özü “Glasgow etkisi”; fakirlik, sosyal sınıflar arası değişimin imkansızlığı, dinsel çatışmalar ve en önemlisi ötekileştirilmeyi kapsayan bu çatı terim; Stuart’ın ustalıklı karakter portrelerinde tedirgin öksürüklüklerle kesilen nefesler alıyor âdeta.

Shuggie Bain, iki kalpli bir roman aslında. Bir kalbi, kendi olmasına asla izin verilmeyen, kendine yabancılaşan, özgürce dans etmekten alıkonulan, yürüyüşüyle bile toplumsal bir olay yaratan, büyü(yeme)menin çocuk ayağını oluşturan Shuggie. Diğeri ise, yıkıntılar altına mahkum, kanatları koparılsa da kalbi uçmak için yanıp tutuşan, önce evde sonra sokakta erk tarafından parçalara ayrılan, boğulan ve daima eşiklerde yaşayan Agnes. Tozlar ve nefretle kaplı o "küçük kasaba"nın insanın boğazını sıkan elleri arasında ne yapacağını bilemeyen Shuggie ve her şeye rağmen “ufak bir gün ışığı” peşinde cüruflar arasında parlamaya devam eden Agnes gibi edebi bir metinde sıkça rastlamadığımız “nabzını hissettiğimiz” o unutulmaz karakterlerin yanında Stuart, romana dahil olan her karakterine gösterdiği özenle de ayrı ayrı hayran bırakıyor.

Stuart bize, bugüne dek ötelenip duran "bizim hikâyemiz"i anlatıyor. Shuggie’nin hikâyesi; Pony oyuncaklarının saçlarını neşeyle tarayıp futbol mantraları ezberlemek zorunda bırakılmayacak, yağmurda özgürce dans edecek erkek çocuklarının acılı geçmişine bir ağıt ve geleceği için atılmış bir çığlık. Shuggie’nin hikâyesi, ebeveynliği alaşağı edebilme lüksü elinden alınmış, varoluşsal bir kriz bile yaşaması çok görülmüş, ahlak kumkumalığı ve "namussuz"luk ekseninde erkekliğin nesnesi olmak zorunda bırakılmış tüm kadınların yaralı mirasına bir gözyaşı ve bambaşka bir geleceğin kıyısında doğacak güneşleri için sıcacık bir dilek.

Shuggie’nin hikâyesi, umuyorum ki benim gibi birçok okurun da ruhuna ılık ılık akacak. Bu muhteşem çağdaş klasiği ruhundan asla ödün vermeden, yerel ve evrensel unsurları hem içerik hem üslup bakımından muhteşem bir şekilde dilimize kazandıran, varlığı şansımız Duygu Hanım’a ne kadar teşekkür etsek az. Kalp kıran romanın kekremsi yüreğini pürüzsüz bir lezzet ile okura ulaştırdığı için tüm okurlar adına ona sonsuz sevgimi sunuyorum. Ve bir diğer teşekkür de, Türkiyeli okuru yaratılmakta olan çağdaş dünya edebiyatına dahil eden vizyoner seçimleri ile bendenizin de son bir yıldaki okur yolculuğuna damgasını vuran kıymetli editörümüz Cem Bey’e ve onun nezdinde Shuggie’yi bizle buluşturan tüm ekibe. İyi ki varlar!

Kitaptan sevdiğim bazı satırlar:





8 Beğeni

Bu kitap için karmaşık duygular içindeyim. Okuması oldukça keyifli, sürükleyici, akıcı ve gizem dolu bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Çevirisi de can sıkmıyor. Kitap aslında lanetli bir kadın değil lanetli bir ev hakkında. Bu yazdığım sürpriz sürprizbozan olarak algılanmasın. Kitap adında Lanetli geçince kitap korku türünde olarak düşünülebilir lakin yer yer ürküten anlar olsa da kitap daha çok karanlık fantezi türünde diyebilirim. Kitapta bir bölüm var ki insana dehşetli bir huzur veriyor. O bahçenin tasviri beni mest etti. Kitabı okuyanlar veya okuyacak olanlar dediğim yere gelince bana hak vereceklerdir.

Kitapta benim kusur olarak gördüğüm tek şey sonunun çabucak bağlanması ve bazı soruların cevapsız kalmasıydı. Böyle söyleyince kitabın sonu havada kalıyor gibi düşünmeyin. Kitap bir sonuca ulaşıyor lakin bazı sorular havada kalıyor.

21 Beğeni

Kırkpare: Enis Batur’un ansiklopedik biçimde şiirsel bir dille yazdığı çeşitli kavram, yer, nesne ve kişileri konu aldığı denemelerinden oluşan bir kitap. Kimi denemeleri kısayken kimileri ise uzun. Yazarın anlatımı zaman zaman sıkabiliyor o yüzden okumayı birkaç güne yaymakta veya çapraz okuma yapmakta yarar olabilir. Anladığım kadarıyla Enis Batur, Remzi Yayınevi’nde yayımladığı özel ansiklopedilerinin 3. halkası bu kitapmış. Seri 2. ve 3. baskılarını ise Sel Yayınevi’nde yapmış. Ben genel olarak beğendim ama okunmasa da olur.

7 Beğeni

images (1)

Kitabın baskısı elimde olmadığı için pdf olarak telefondan okudum. Normalde telefondan okumak çok zor fakat kitap/öyküler iyi olunca bu hiç sorun olmuyor.

Isaac Asimov’un bu derlemesi de bu cinstendi. İlk öyküden alıp götürdü beni. Zaten ilk öykü de çok iyiydi. Özellikle son öyküde Asimov araştırmacı yönünü mukemmel derecede kanıtlıyor ve bunu da öykülerine nasıl işlediğini gösteriyor.

Derlemede bir de Arthur C. Clarke’ın öyküsü yer alıyor. Bu ve son öyküyü daha önce okumuştum ama zaman unutturuyor işte. :slight_smile:

Öykü derlemelerini seven herkese tavsiye ederim.

Puanım 8/10

25 Beğeni

indir
Ya ödüllü bir kitaptı ya da benim aklımda öyle kaldı, ama ödüllüyse niye buna ödül verdiklerini hiç anlamadım. E.A. Peo tarzında dediler, alakası yok, adamın birinin tuhaf hastalığı ve rüyalarda geçen hikayesi. mantıklı bir bağlantı beklemeyim, çok günlük basit bir uslubu olduğundan kolay okunuyor. Kitabın tek güzel yanı kapağı. elde hoş bir his bırakan kadifemsi bir baskısı var.

9 Beğeni

Her kitaba inceleme yapma gereği duymuyorum. Zaten öyle detaylı inceleyen biri de değilim.

Yeşil Bambu ve Fantastik Öyküler

Puan: 9/10
Osamu Dazai’nin dili ve üslubunu gerçekten beğendim. Dobralık, hazır cevaplık ne ararsanız vardı. Yer yer Japonların anlayamadığım bir düz bakışı var. Dazai’de de denk geldim. Düz olması biraz donukluk gibi, belki de ben nasıl ifade edeceğimi şimdilik bilmiyorum.
Her neyse…

Kitap 7 kısım öyküden oluşuyor.

  1. Yeşil Bambu.
    Yeşil Bambu dişi bir karga. Günlerden bir gün Yurong uyuyakalır ve kendini kargalar ülkesinde bulur. Uyandığında kendi bedeni de kargadır. Burada aslında farklı şeyler bulacaktır. İşte Yeşil Bambu ile karşılaştığı dünya.

  2. Aşk ve Güzellik Hakkında.
    Beş kardeş ve onların romantizm anlayışları üzerinden gidiyor.

  3. Hazakura ve Sihirli Islık.
    Bir abla ve ölümün eşiğinde olan kardeşinin hikayesi. Kardeşine gelen gizemli mektuplar ve aslında iç yüzünü anlatan kısa bir öykü.

  4. Onurlu Yoksulluk Hikayesi.
    Krizantem avcısı ve onun direttiği yoksulluk hayatı. Ta ki bir erkek ve kız kardeş onu ziyaret edene kadar.

  5. Deniz Kızı Denizi
    Konnai, körfez üzerindeki bir gemide yolculuk yapıyordur. Hava ve deniz huysuzlaşana kadar her şey yolundaydı, fakat fırtına çoktan çıkmıştır. Buna sebep olan da kimi efsanelere göre bir ejderha ve kimilerine göre bir deniz kızıdır. Konnai fırtınayı dindirmek için deniz kızını oku ile vurur. Bunun üzerine onuru ve şerefi üzerine kendince kavgası başlar.

  6. Romanesk
    Üç kısa hikaye var. Sihirbaz Tarou, savaşçı Cirobei ve yalancı Saborou’nun hikayesi.

  7. Romantizm Feneri
    Yılbaşı zamanı kardeşlerin hikaye yazması üzerinden gidiyor. Rapunzel hikayesini kardeşler kendilerince değiştirip bir son yazıyor.

Genel olarak tüm hikayeleri beğendim. İlerde yine açıp açıp okumak istiyorum. Kapak tasarımı da baya hoşuma gitti.

Sarmaşık/ Chana Porter

Puan:5/10

Güzel konu ve kötü işlenişi

Sarmaşık adı verilen uzaylı varlıklarla birlikte artık hayal edilen her şeye çok basit bir şekilde ulaşılır olmuştur. Lezbiyen çiftimiz Deeba ve Trina üzerinden bu olaya şahit oluyoruz. Her şey güzel, hoş iken Deeba yeniden doğup, küçük bir bebek olarak hayata tekrar gelmek istiyor, bu da Trinanın onu kaybedişi demek.
Güzel bir iç savaş vardı ama yazarın ilk kitabının olması mıdır, toyluğu mudur bilemedim… her şey üstün körü yapılmıştı. Sarmaşık nedir?, saha nedir? sanki biz önceden bunların a’sını b’sini biliyoruz gibi son sürat konuyu işlemesi kötü oldu. Kurguyu batırmıştı bana göre. O kadar gereksiz ayrıntıya yer verip asıl olması gerekenler neredeydi? Kısa olması kurtarıcıydı.

Tonio Kröger / Thomas Mann

Bir çırpıda biten Thomas Mann kitabıydı.
Kitap boyunca ana karakterimizin ruhundaki gelgitleri okuyoruz. Thomas Mann’i çok severim, bu kitabıyla cinsel yönelimini de öğrendim diyebilirim. Aynı zamanda da kendisinin en sevdiği kitabıymış.

Hikayemize gelecek olursak, Tonio Kröger’ın yaşamına en başından tanıklık ediyoruz. Çocukluk aşkı Hans Hansen ve genç yaşlarına geldiğinde ise ikinci büyük aşkı İngeborg Holm odak noktamızda gibi görünüyor ama sevdiği herkes de kendini buluyor. Sanat ve Burjuva arasında kalan Tonio, sanata yöneliyor. Lisabeta adlı arkadaşıyla ‘hayat ve sanat’ üzerine sohbetler yapıyor. Kısa ve güzeldi. Daha uzun olabilirdi.

Murathan Mungan’ın bir sözüyle hikayeyi özetlemek istiyorum. “Beden dediğin aşka vesile, insan ruhlara aşık olur, sevdikçe başkasını, kendini bulur.”

Solak Kadın / Peter Handke

Puan: 5/10

Bir gün uyanıyorsun, nasıl bir aydınlanma yaşadıysan, eşine diyorsun ki, “Beni bırak”. Hani her şey de güzel gidiyor. Kısacık kitap, en azından bir sebep söyle ya da göster. Gerçekten çok garip ve absürt bir kitaptı. Beni yakalayan yerleri olduğu gibi bu ne kadar fiyasko bir senaryo da dedirtti.

Bruno ticaretle uğraşan bir adamdır. Ana karakterimizin adı yok hep kadın diye söz ediliyor.
Ve küçük bir çocukları var bu çiftimizin. Gün geliyor kadın tek başına kalmak istiyor, kalıyor. Neyse Bruno arada gelip gidiyor. Ana karakterimiz yazarlık yapıyor. Kendimi tutamayıp tüm senaryoyu anlatacağım diye duruyorum. Neyse yani en son her şey çorba oluyor. Sen bu kitabın içine farkındalık kat, varoluş sancıları kat, aşk kat, sanat kat vs. Ve hepsini bir hizaya getirmeden çorba yap. Olacak iş değil. :))

14 Beğeni