Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Jane Austen - Gurur ve Önyargı

Zaman zaman Aşk ve Gurur ismiyle de basılan(hatta bu haliyle daha bilinir olan) klasik edebiyatın köşe taşlarından birisi Gurur ve Önyargı. İngiliz romancı Jane Austen’ın da en meşhur eserlerinden.

Beş benzemez kız kardeşin, aşk ve aile ekseninde gelişen yaklaşık bir yılını anlatıyor kitap. Bir aşk romanı olarak düşünürsek, bu açıdan bir referans kitap olduğu bile söylenebilir. Mr Darcy, Elizabeth Bennet gibi ilgi çekici karakterlere de sahip. Ayrıca Lydia ve annesi Mrs. Bennet yine şahsına münhasır deliler gerçekten :slight_smile:

Hasan Ali Yücel klasikleri dizisinin ilk kitabı da olan bu güzel klasiği herkese tavsiye ediyorum.

21 Beğeni

Forumda yorumunu pek görmediğim için Fihrist Kitaptan çıkan, John Carter: Mars Prensesini ve birkaç kitabı de eklemek istiyorum.

John Carter: Mars Prensesi

Puan:8.5
Uyudum, uyandım ve bir baktım Mars’tayım.

Evet, hikaye böyle başlıyor. Arizona’da Apaçi akımından kaçan John Carter, bir anda çok halsiz hissederek bir mağarada uyuyakalır, ama nasıl bir uyuma; Marstadır.
Bu belirsizlik kitabı ilk başta fantastik yapıyor gibi ama kitabımız bilim kurgu. Marsta üç halk var. Helium, Zodanga ve Thark. Helium ve Zoganda insanları aynı bizim gibi insan formunda. Helium insanları kırmızı insan olarak geçiyor. Tharklar ise 3/4 metre uzunluğunda olan tüysüz, yeşil renkli mars yaratıklarıdır. Zekilerdir, telapati özellikleri de vardır. Fakat bu kadar cüsseli yaratıkları John Carter’ın bir yumrukla yere serip öldürmesine anlam veremedim. Yer yer ben Conan mı okuyorum diye kendime sorup durdum. :)) Yakın zamanlarda yazıldığı için de belki böyle bir etkilenme söz konusu diye düşünüyorum. Kitabı okurken küçükken ailecek izlediğimiz uzaylı filmlerini anımsadım. Orada da böyle betimlenen yaratıklar vardı. Gerçekten kült ve baş eserlerden olduğu için belki de bir uyarlamasını izlemiş olabilirim. Evet, nerede kalmıştık… hah John Carter’ın Conan benzerliği. :slight_smile: Telapati yeteneği olan Marslıların, John Carter’ın zihnini okuyamaması ama onun okuması peki? Ya da o kadar mucizevi şekilde olaylardan sıyrılması ve her şeyin lehine ilerlemesi. Öncü eserlerden olduğu buradan belli. Conan havasını da gerçekten hissettim. Kitap boyunca hep bir oluş var. Daha yakın zamanda yazılan okuduklarıma kıyasla ise hani böyle tamam olaylar hızla döner ama düşündürücü aforizmalık sözler de yazılıp çizilir, tespit yapılır. Evet, maalesef burada yok. Bu kitabı kötü yapmıyor tabi ki. Bu sadece kendine özgü başka bir hâli.
Kitap hakkında ufak bir taslak vermek istiyorum. Burada ufak bir spoi uyarısı koyayım.

John Carter arkadaşı ile Arizona’da maden keşfine çıkmıştır. İkisi de orduda önceden görev yapmış yüzbaşılardır. Daha sonra yolları bir şekilde Apaçi saldırısı ile bölünür. John Carter’ın arkadaşı ölmüştür, kendisi de apaçi akımından kaçarak kendini bir mağaraya atar ve uykuya dalar. Bedeni mağarada kalır ama astral bir seyahat yaparak kendini Mars’ta bulur. Burada yeşil marslılara tutsak düşen Carter kendisiyle dalga geçen adamı bir yumrukla yere serer. Onu öldürdüğü için onun tüm unvanı ve her şeyini üstüne geçirir. Öldürdüğü kişi bir lider olduğu için bir tutsaktan çok daha iyi muamele görür. Mars halkı ile iyice haşır neşir olduktan sonra kendi gibi tutsak getirilen bir kadına aşık olur ama bu kadın dünyalı değil marslıdır. Silsile şeklinde gelişen olaylar neticesinde işin içine aşk da dahil olmuştur. Şimdi bir kaçış hikayesinin içindeyizdir. Tam her şey çok güzel oldu Carter mutlu oldu evlendi derken. (Kırmızı insanlar gezegenin atmosferini yapmışlardı bu arada, Marstaki oksijen onlar sayesinde olmuştu.) Zamazingonun bozulası gelir. Havasızlıktan herkes bir bir yere yığılır. Carter aşkını ve Marsı kurtarmak için düzeneğin yanına giderken yere yığılır ve tekrar kendini dünyadaki mağarada bulur. Aşkına ve Mars’a dönmek için yollar arar.

Zamanın Çocukları/ Adrian Tchaikovsky

Puan: 7/10
Bana göre bazı şeyler fazla uzatılmıştı. Genelde başka gezegenlerdeki canlılarla ilk temas kitaplarında bu uzatılmışlıklar var tabii ki. Tanrı’nın Gözündeki Zerre buna örnek verilebilir. Bir ara Yaratık kitabı gibi ilerleyeceğini düşündüm ama daha olumlu şekilde bitti. Olumlu derken daha az gerilimli ve geleceğe dair daha umutlu.

En sonunda başımıza geleceği muhtemel şekilde insanlık dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirip mahvetmiştir. Bundan çok uzun zaman önce ise bunun önlemini almış gibi bir gezegeni dünya haline getirmişlerdir. Gılgameş adlı uzay gemisi (ki adının böyle koyulması gayet manidar) uzay boşluğunda derin uykuda olan insanlarla beraber süzülür taa ki, Kern gezegeninin yörüngesine girene kadar. Geminin her yeri yavaştan dökülmeye başlamıştır. İnsanlığın iniş vakti gelmiştir ancak bu gezegenin sahipleri vardır. Hem de koca koca örümcekler. Kitabın sonlarına doğru örümceklerin bu gezegende bulunma nedenini de anlıyoruz. Ve tabii ki virüsler gezegende kol geziyor. Böceklerin düşüncesinden bile beni bir kaşıntı tutar yani nasıl bitirdim bilmiyorum. Bilim kurgu türüne yeni geçiş yapacak kişilere önermiyorum. Biraz daha ilerde okuyabilirsiniz.
Kitaba tekrar dönecek olursak bazı yerler gereksiz uzatılmış ben hadi sadede gel diyen biri olduğum için de olabilir. Zayıf noktaları da vardı. Kolay okunuyor gözünüzde büyütmeyin derim.

Son Kıta / Terry Pratchett

#Bana göre spoi yok ama siz varmış gibi okuyun#

Sihirbazlar serisinin harika bir kitabıydı.
Kütüphanecimiz hasta olmuştur. Dekan, rektör, Kıdemli Seyis gibi görünmez üniversite grubumuz onun gerçek adını bulabilirse iyileşeceğini düşünmektedir. Kitaplar yerlerinde cirit atarken kimse bizim orangutan kütüphanecimiz kadar kontrollü olamıyordu. Bunun için onun gerçek adını bildiğini düşündükleri 'Rincewind’e işleri düşer. Fakat bir olayla beraber onu XXXX adasına göndermişlerdir. Daha önceki kitapta geçiyordu. Okumadıysanız ilk onu okuyun. Evet bu XXXX adamız Avusturalya tabii ki.
Avustralya’nın çöl iklimini, kangurularını, timsahlarını, Aborjinlerini (ki Rincewind’in sinir krizinden dolayı aborjin dansını bulmasına bayıldım), opera binasını yani oraya özgü ne varsa onu göreceksiniz. İlk sayfada burası Avustralya değil diyor ama kanmayın :)) Diskdünyada çeşitli tanrılar var tabii ki. Burada da Evrim Tanrısı var ve bu fikri yeni yeni hayata geçiriyor. Evrim Tanrısının yolu bizim Rektör grubuyla kesişiyor. Kendisi aynı zamanda ateist bir tanrı ve cinsellik kavramını nedense hiç bilmiyor. Bizim grup buna açıklamaya çalışıyor ama nafile. Çünkü sihirbazlar genelde evlenmez ve haliyle utanıyorlar. Bu arada yanlarında gelen bir bayan tanrıyla ayrı olarak bu konuyu konuşuyor. Burada grup onların konuşmasını Yunan mitolojisindeki göndermelerle süslüyor. Mesela Zeus ve Leda hikayesi gibi. Ve tabii ki o kadar evrim teorisine gönderme var ki bunu kimsenin farketmemesi mümkün değil galiba.
İşler böyle ilerleyip dursun bizim Rincewind, konuşan kangurular, timsahlar, papağanlarla uğraşa dursun, gezip duruyor. En sonunda nasıl yapabildiyse kendini zindanda buluyor. Burada kim ne bulur ama ben Monte Kristo Kontuna gönderme gördüm. İf şatosu ve kaçışı ile benzerlik gösteriyordu ama bilemiyorum tabii. Birkaç yerde kopukluk olsa da genel olarak kitabı çok beğendim.

Makine Yazı / John Crowley

Puan: 8.5/10
Çok ama çok garip bir kurgu okuyacağınızı baştan bilmelisiniz. Buna sadece anlatılan olaylar değil dili de dahil.

Olay ‘Fırtına’ adı verilen bir afetten bin yıl sonrasında geçiyor. İnsanlığın her şeyi enkaz olmuş. İnsanlar ise o kadar teknolojik birikimleri olmasına rağmen Afrika kabileleri gibi garip bir hayat tutturmuşlardır. Her şey o kadar ilkel ki. Hikayeyi bize aktaran ‘Konuşan Saz’ adlı karakterimizin kelime dağarcı kadar dünyayı tanıyoruz. İnanın neden böyle söylediğimi kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Saz aziz olma yolunda ilerleyen bir karakterimizdir, her şeyden önce kendi amacını bulmaya çalışıyordu. Kendisi ‘Laputa’ denen bir yere getirilmiştir. Laputa gökte kendi başına süzülen bir şehirdir… Burada ‘Melek’ sandığı eski insanlardan kalan bir topluluk yaşamaktadır. Fakat o onlarında kendi gibi insan olduğunu düşünmüyordur. Ne yazık ki hikayemiz Laputada değil bizim sıkıcı dünyamızda geçiyor. Laputayı Miyazakinin sevdiğim bir filminde tanımıştım. Ki benim en sevdiğim filmlerden biridir. Kitaba sempati duymamın nedenlerinden biri oldu diyebilirim. Kitap son derece mistik ve felsefik. Karakterlerin isimleri bile değişik. ‘Günde Bir Kez’, ‘Gözlerini Kırp’, ‘Kırmızı Boyalı’ vs.

Kitabın isminin ise neden Makine Yazı olduğunu bir türlü anlamadım ama kitapta bu terimin nereden geldiği açıklanıyordu. Genel olarak kitabı gerçekten çok garip buldum. İlerde belki tekrar okurum.

Arcturus’a Yolculuk/ David Lindsay

Puan: 9/10
Sezgi üzerine bir yolculuk.

Baş karakterlerimiz Maskull, Krag ve Nightscore. Ama hepsi ile kitapla birlikte her şeyin nasıl da farklı olduğunu göreceksiniz.
Evet, uzaktaki bir gezegen, bir uzay gemisi falan derken bilimkurgu kitabı gibi görülebilir ama tam tersine fantastik bir kurgu size merhaba diyor.
O kadar dolu dolu bir kitaptı ki. Ama herkes benim kadar sever mi bilmiyorum. Çünkü kitapta bolca bilinmemezlik var. Çoğu şeyin neden öyle olduğunu anlamıyorsunuz. Bir başka bölüme geçtikçe her şey yavaş yavaş toparlanıyor. Her bölüm ya bir mekanın yada bir kişinin adı oluyor. Felsefe, mistizm, dini alegoriler falan ne ararsanız var. Son sözü ise gerçekten çok beğendim. Kitap üzerine harika bir yazı olmuş. Gerçekten Ouroboros Yılanı kitabı gibi bir döngüselliği vardı. Çoğu kişinin aksine ben sevdim. Işık Tanrısı kitabı gibi zor okunduğunu da eklemek istiyorum. Ama benim için heyecan verici oldu.

23 Beğeni

images (21)

Kitaba dair yorumlarıma geçmeden önce kitabın çevirisinin iyi olmadığını, editörlük ve son okuma konusunda da herhangi bir işlemden geçmediğini söylemek istiyorum. Çeviri konusunda tabii ki orijinali ile karşılaştırmadım fakat öyle cümleler vardı ki Türkçe bilen birisinin bu cümlelere bakıp çevirinin kötü olduğunu söyleme hakkı var diye düşünüyorum. Haliyle bu durum okumayı zorlaştırıyor. Yine de bir şekilde okunuyor.

Kitap genel olarak Nijerya’da geçen bir ilk temas hikayesi olarak özetlenebilir. Kitapta uzaylı varlıklarla temas çeşitli yönlerden işleniyor. Uzaylı mikroorganizmaların insanlara çeşitli özellikler bahşetmesi ve şifa vermesi gibi çeşitli özelliklerini okuyoruz. Kitapta uzaylıların iyi mi kötü mü olduğu kitabın sonuna kadar açık edilmiyor. Hatta sonunda bile tam olarak bir yargıya varamıyoruz. Nijerya ordusuna bağlı özel bir birim olan S45’in bir ajanı olan başkahraman ancak kitabın sonlarına doğru sevilebilir bir yapıya bürünüyor. Başkahramanımız bir bulucu. İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor ve zihinlerini manipüle edebiliyor.Bu özelliğini nasıl kazandığınıysa okurken öğrenmeniz için buraya yazmıyorum. Ama tahmin etmek çok da güç değil. Ayrıca kitapta kuantum fiziği ile alakalı bazı meseleler de var. Ayrıca ABD’nin durumu başlı başına bir gizem. Ne yazsam sürprizbozan olacağı için konusu hakkında daha fazla bir şey yazmak istemiyorum.

Çeviri kötü demiştim, bunun yanında yazarın dili de çok iyi sayılmaz. Hikayeyi anlatırken özellikle böyle güzel bir konuyu işlerken insanları daha ilk sayfalarda yakalaması çok kolayken ancak 200’lü sayfalardan sonra okuyucuyu yakalayabilmesi bunun açık kanıtı. Kitabın yarısına gelene kadar zaman zaman kitabı okumayı bırakayım diye düşündüm. Yarısından sonra ise kitabın kalanını bir solukta okudum. Bir sürü soru cevaplandı, bazı soruların cevapları sonraki kitaplara kaldı.

Kitabı sevdim. Bundaki en büyük etken ise kitaptaki konuların ilgi çekiciliği ve gizemi. Umarım serinin diğer kitaplarında yazarın dili ve konuları işleyişi ilk kitaptan daha iyidir diyerek bitiriyorum eleştirimi.

@narpal

20 Beğeni

R.A. Salvatore - Drizzt Efsanesi 5. Kitap: Gümüş Damarları bitti.

gumus-damarlari-drizzt-efsanesi-5-kitap

Dördüncü kitabın ardından hemen beşinciye başladım ve bitirdim. Yine heyecanlı ve akıcı bir macera. Yollarda tehlikeler kol geziyor. ÖLüm kol kola geziyor. Okuyunuz. Sırada altıncı cilt var. Kaldığı yerden devam. 7/10 :slight_smile:

14 Beğeni

Birebir benim düşüncelerimi yazmışsınız kitapla ilgili, korktum vallahi! Kapağı cidden hoş, bazen elime alıp okşuyorum. :slight_smile:

1 Beğeni

Kurgu ve kurgu dışı verdiği eserlerle favori yazarlarım arasına giren Maalouf’un Doğu’nun Limanları’nda aradığım lezzeti bulamadım. Semerkant’ı büyülü bir dünyanın içerisinde kaybolmuş şekilde muazzam bir haz duyarak okuduğum için büyük bir beklentiye girmiştim belki de.

Roman, baba tarafından haneden soyundan bir Türk; anne tarafından ise Ermeni olan İsyan’ın on yıllara uzanan öyküsünü anlatıyor. Etkileyici bir girişle Adana’da başlayan hikâye, bir devrin kapanışına tanıklık ederek Beyrut’ta ve Paris’te iki dünya savaşını ana eksenine alarak ilerliyor. Olaylar kurgunun etkisiyle hızlı bir şekilde akıp gittiğinden karakterleri detaylıca analiz edebilmek pek mümkün olmuyor. İsyan’ın kendisi dışında hayatına etki eden hiçbir karakteri yeterince tanıma fırsatımız olmuyor. Tabii burada hakim anlatıcının İsyan olmasının etkisi büyük. Roman başka bir şekilde kurgulanıp Tanrısal bakış açısı metinin tamamına hakim olsaydı diye sıkça düşündüm.

Olaylar hızla akıp gitmesine karşın yazarın dünya görüşünü karakterler aracılığıyla oldukça net bir şekilde yansıtıp bana göre pek de doğru olmadığını düşündüğüm sosyolojik tespitleri romana yine de farklı bir hava katmış.

Oldukça sade bir dil ve akıcı bir üslupla yazılan bu roman, belki de yazarın en zayıf metinlerinden biri. Romanın en beğendiğim yönü ise, tarihi roman niteliğinde olması. Arap-Yahudi çatışmasının yani kısaca savaşın, bir insanın ve ailesinin psikolojisinde ne derin izler yaratabileceğini, hayatını ne derece değiştirebileceğini İsyan karakteri üzerinden anlatılmak istenmesini de çok beğendiğimi söylemeliyim.

https://1000kitap.com/aydinfaruk

14 Beğeni

Bak şimdi sen böyle deyince ben de biraz korktum. :roll_eyes: Kapağı için ben de fazla el altından uzaklaştırmak istemiyorum. Arada bir dokunasım geliyor.

1 Beğeni

Agatha Christie - Doğu Ekspresinde Cinayet

Agatha Christie’den okuduğum ilk kitap. Kitabı trenleri sevdiğim için almıştım. Kış ayını da çok severim. Mekân olarak kitap bana tam istediğim o atmosferi verdi.

17 Beğeni

image

The Witcher, Cilt 1: Camlar Konağı

Öykülerden oluşan ilk iki Witcher kitabından bir chapter okuyor gibi hissettirdi, ancak o seviyenin de biraz altında kalmış. Çizgi roman okuru olmayan biri olarak Witcher evreninden bir parça okuma niyetiyle edinmiştim. Evrene katkısı ya da yeniliği olmadığından çıtır çerez bir okumalık olarak değerlendirilebilir.

Geralt’ın çizgi romandaki karakterizasyonunu pek beğenmedim. Çizimler de pek hoşuma gitmedi, mekan ve çevre tasarımları fena değildi ama karakter çizimlerinde çizerin tarzı ile pek hoşlaşmadım. Oyunları oynamadığımdan tam emin olamasam da sanki bu çizgi roman serisinin ana esin kaynağı oyunlar gibi hissettim. Geralt’ın bol bol büyü atması ve boş boş her aksiyona dalması bu duyguyu oluşturdu sanırım bende. Sonraki çizgi romanları da okuduktan sonra biraz daha net bir kanaat getireceğim.

image

The Witcher, Cilt 2: Tilki Çocuklar

Kitaplardaki bir öykü tadında ufak bir macera şeklinde olmasıyla sıcak başladım yine çizgi romana. Hikayenin başlangıcı da gelişimi de zayıf kalmış. Geralt ve Addario gemiye katılım gerçekleştikten sonraki karşılaştığımız hemen hemen her yan karakter zayıf ve derinliksiz. Hele ki amele tayfanın üst üste yaptığı mallıklara sürekli göz devirdim maalesef.

Çizeri ilk çizgi roman ile aynı ve pek de bir fark yok, Querio’nun tarzının kesinlikle bana hitap etmediğine ikna etmiş oldu sadece.

image

The Witcher, Cilt 3: Kargaların Laneti

Hem hikaye hem de çizimler bakımından önceki iki çizgi romana göre daha çok beğendim. Çizeri farklıymış zaten, benim göz zevkime biraz daha yakın çiziyormuş demek ki.

Kargaların Laneti kitaplardan aşina olduğumuz Striga hikayesine dokunurken kendi hikayesini de oluşturmayı başarmış. Ciri ve Yenneferi de görmemiz ile beraber hoş bir anlatı ortaya sunmuş denilebilir.

Çok tatmin edici olmasa da önceki iki çizgi romandan daha iyi olmuş. Birbirleri ile herhangi bir bağlantıları da olmadığından Witcher çizgi romanları varmış, nasılmış diye düşünenler ilk olarak Kargaların Lanetini okumayı da deneyebilir.

image

The Witcher, Cilt 4: Et ve Alev

Hikayesi biraz kısa ve fazla yüzeysel kalmış olsa da çizimlerini önceki çizgi romanlardan daha fazla beğendim diyebilirim. Çerezlik bir okuma oldu yine. Dandelion da güzel bir artı oldu bu macerada.

Et ve Alev ile beraber şu ana kadar Türkçeye kazandırılan 4 Witcher çizgi romanını da okumuş oldum. Pek beklediğimi bulamamış olsam da beklentiyi kısa, eğlenceli ve çerezlik okuma şeklinde tutarak keyif alınabilir gibiler. Sonraki çizgi romanlar da Türkçeye kazandırılır ise okuyup okumamayı o anki yoğunluğuma göre değerlendiririm diye düşünüyorum.

11 Beğeni

Okuyorum konusuna attığınız kitap dikkatimi çekti. Serinin 1. kitabı olan Rosewater İstila kitabını değerlendir misiniz?

@annihilator

2 Beğeni

Konuyu takip etmediğim için görmemişim. Teşekkür ederim. Konuyu takibe alsam iyi olacak. :slight_smile:

2 Beğeni

Bu seriyi ben de merak ediyordum, okuma yaptıktan sonra inceleme yapmasını rica etmiştim. Sağ olsun yazının sonunda eklemiş beni yoksa ben de kaçırabilirdim.

2 Beğeni

Şeytanın Çırağı- Şiro Hamao

Japon klasikleri okumalarım bütün hızıyla devam ediyor. Dizi ile ilgili haberleri de bu aralar sık sık takip etmekteyim. Yeni kitaplar eklendikçe de okuyup yorumlamaya devam edeceğim. Japon edebiyatına ve tarzına ne kadar yabancı olsam da yorumlarımı yazarken hiç zorlanmıyorum diyebilirim. Gelenekselliğe boğulmuş ve oldukça farklı bir kültür olmasına rağmen ilgimi çekti ve çekmeye de devam ediyor. Değişik kapılardan geçmek isteyen ve sıradanlıktan kaçanlar bu diziyi okurken muvaffak olabilir.

Şiro Hamao, Japonya’da polisiye türünün oluşturulmasında temelleri atan yazarlardan sadece biri ve birçok yazara da ilham kaynağı olmuş kendisi. Ayrıca kariyerinde dedektif öyküleri yazarı olmaktan başka şeyler de var. Bir savcı hem de vikontmuş. Vikont olma öyküsüne şaşırdım; Tokyo Üniversitesi başkanı ve Tokyo Güzel Sanatlar Okulu’nun kurucusu Vikont Arata Hamao’nun kızıyla evlenmiş ve Hamao soyadını almış. Daha sonra Arata ölünce onun yerine vikont olmuş. Bu sırada da Tokyo Bölge Mahkemesi’nde savcılık görevinde bulunmuş. Burada üç yıl geçirdikten sonra istifa edip kendi hukuk bürosunu açarak dedektif öyküleri yazmaya başlamış. Yakınları tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuş; hem prestijli bir görevi bırakması hem de edebi değeri olmayan öyküler yazdığı içinmiş bu eleştiriler. Fakat bu eleştiriler amacına ulaşmadığı için Hamao şanslıymış. Çünkü yazdığı eserlerde Doyle ve Poe etkileri görülüyormuş; gerçeğe dayalı bu öyküler yazarın hukuk deneyimlerinden beslendiği için okunmaya değer bir hale gelmiş.

Hamao eşcinsellik haklarını savunup eserlerine de yansıtmış bu durumu. Hatta eşcinsellik eserlerinde önemli bir yer tutmuş. Japonya’nın en ünlü polisiye yazarı Edogava Ranpo, ‘‘Homoseksüellik konusunda her şeyi ondan öğrendim.’’ diye belirtmiş zamanında.

‘‘Şeytanın Çırağı’’ ve ‘‘Onları Öldürdü mü?’’ kitap içinde yer alan başlıklar.

İlk kısa roman Şeytanın Çırağı olup ismi bile beni ürkütmeye yetti. Şeytanlıklarla dolu ve gerilim kaynayan bir hikaye okuyacağım beklentisiyle başlamıştım; doğru bir tahmin olmuş bu. Şeytan bile böylesini yapmaz dedirten bir kurguya hazır olun!

Genç ve güzel bir kadının ölümünden sorumlu tutulan anlatıcı tarafından okuduğumuz bir hikaye. Bu cinayetten sorumlu tutulan anlatıcı ise eski bir arkadaşına mektup yazıp yardım istiyor; bu öyle basit bir arkadaş da değil. Bir savcı çünkü. Ama hukukla ilgili biri olmasından ziyade değişik ve garip mevzuların döndüğüne şahit olacağınız bir savcı bu. Çünkü kurgu, anlatıcının savcı arkadaşına yazdığı mektupla başlayıp onunla son buluyor. Ortaya dökülen kirli çamaşırlar için şimdiden burnunuzu kapatın.

İkinci kısa roman ise diğerine göre daha uzun ve kasvetliydi. Onları Öldürdü mü? sorusunu benim de yüzlerce kez sormama neden olduğundan bu soru hikayenin başlığına kesinlikle uymuş.

Herkesin kimin tarafından işlendiğini bildiği bir cinayetin perde arkasını araştıran avukatımız katil olduğu düşünülen genç adamın bir türlü katil olduğuna ikna olmaz, olmak istemez.

Zengin bir çiftin evlerinde öldürülmesi ülke gündemini etkiler ve herkes gelişmeleri takip etmeye çalışır. Sizce şüphelenilen ya da emin olunan genç adam katil mi değil mi?

Bizden çok farklı bir kültüre ait bir şey okuyoruz ve arada sırada dipnotlarla aydınlatılıyoruz. Bilindik polisiye kurgularını unutup öyle ele alırsanız hoşunuza gidecek bir kitap bu. Sadeliğin ve akıcılığın ön planda olması da okumanıza hız katıyor. Burada katiller kovalanmıyor, maktule bakıp derin ve kafa patlatan analizler yapılmıyor, yakınlarının ve başka insanların bitmek bilmeyen sorgulama süreçleri de yok. Söz konusu olan anlatıcı ya da anılarda, işlediği ya da işlendiğini düşünülen suçun hikayesini ve geçmişini anlatıyor. Tüm olay bu olduğu için, size düşen de arkanıza yaslanıp sayfaların arasında kaybolmak. Şeytanın Çırağı mektup yoluyla, Onları Öldürdü mü? de anılar ve mektuplarla bize bu süreci yaşatıyor.

Kısa romanların birinde “eşcinsellik” esintilerini görebiliyorsunuz. Hangisi olduğunu belirtmeden geçiyorum sürprizi kaçmasın diye. İkisinde de bir kadın düşmanlığı hissettim desem yalan olmaz. Cinayetler ve olayların gidişatı bunu düşünmeye sevk etti beni.

Kurgu içinde yer alan karakterler bir şekilde kadınlara uzak ve temkinli. Sanki kadınlar çok tehlikeli ve vahşi bir yaratıkmış gibi.

Okuduğumuz ve bilindik polisiyelerde katile üzülmezsiniz, o işlenen suçun ağırlığı altında kaybolursunuz. Burada ise katilin hikayesi ve geçmişi sizi ele geçiriyor. Kitabı da ilginç kılan bu.

18 Beğeni

Stig Dagerman - Alman Sonbaharı

İkinci Dünya savaşı sonrası Almanya hakkında tanıklık üzerinden güzel bir metin. Stig Dagerman bir İsveçli olmasına rağmen Alman iç durumuna oldukça hakim. Zaten çok uzak kültürler denilemez bu ülkelere.

Hitler rejiminden yedikleri baskı yetmezmiş gibi bir de savaş sonrası kaybeden tarafta kalan Alman halkının yaşadığı sefalet tüyler ürpertici. İnsanlar batan bir gemiyi terk eder gibi kendilerini Nazizm den sıyırmaya çalışıyor. Dışarıdan müdehaleler yapılması(müttefikler) ise o ülkenin hayrına falan değil bu çok net izlenebiliyor.

Tavsiye ediyorum.

20 Beğeni

Kelt Masalları

Bugün bitirdim. İçinde 24 adet masal bulunuyor. Tabi bazı masallarda birbirine yakın durumlar var. Çoğunlukla üst üste okumadım. O yüzden bana çok tekrar ediyormuş gibi gelmedi. Ayrıca içinde Cinderella’nın Kelt versiyonu da var. :smiley:

Kısacası ben kitabı severek ve zevkle okudum. İrlanda Mitolojisini de haliyle epey merak ettim, okurken biraz araştırdım.

Kitaba puanım: 10

20 Beğeni

indir
Tamamen yazarını merak ettiğim için adlığım bir kitaptı. Yazarı üç kez intihara kalkışmış, üniversiteden atılmış, tedavi görmüş, alkolik olmuş, evlatlıktan reddedilmiş ve en sonunda dördüncü denemesinde yaşamına son vermiş. Böyle bir insanın neler yazdığını merak ettiğim için almış ilgiyle okumuştum.

Açıkçası kitap, benim için de şaşırtıcıydı. Genç Walter’in Acıları, Milenaya Mektuplar tarzında dramatik, hayattan bıkmış, melankolik bir şeyler bekliyordum. Aksine içinde güzel, bir nevi eğlenceli hikayeler vardı. En sevdiğim bölümü Romaneks öyküleriydi. Yeni bitirdim, Japon klasiklerine de merak salmamı sağladı. Tavsiye ederim.

23 Beğeni

Bu heveslendirici yorumlar için çok teşekkür ederim. Kitaba olan ilgim arttı.

1 Beğeni

Teşekkür ederim, umarım siz de beğenirsiniz. Gerçekten çok güzel bir eserdi.

1 Beğeni

Ursula K. Le Guin - Karanlığın Sol Eli

Konusu

Karanlığın Sol Eli , dünyamıza çok benzeyen Kış adlı bir gezegende geçmektedir. Bu gezegende, yılın en sıcak zamanlarında bile yarı-kutup iklimi yaşanmaktadır ve tüm sakinleri çift cinsiyetlidir (androjen). Cinsel kimliğin bir statü ya da güç aracı olarak kullanılmadığı bu gezegende, kişiler yılın belli bir döneminde o anki hormonal durumlarına göre erkek ya da kadın olmaktadırlar.

Öyle ki, birkaç çocuk doğurmuş bir anne daha sonra başka çocukların babası olabilmektedir. “Arkadaşlık” ve “sevgililik” arasındaki “boşluk” anlamsızlaşmış; insan düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan gibi ikiliklerini oluşturan temeller zayıflamıştır. Cehaletin, şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde olduğu bir gezegendir Kış. Bir gün Kış’a uzaydan bir erkek elçi gelir ve onların da katılmasını istediği bir gezegenler birliğinden söz eder. Hikaye bunun üzerine gelişir.

Deneyim ve Düşüncelerim

Öncelikle kitap konusundan da anlaşılacağı üzere bir ilk temas kitabı. Zaten sevdiğim bir tür olduğundan olsa gerek kitaba bayıldım.

Kitap ilerleyip konu derinleştikçe, yazarımız toplum yapısı, toplumdaki cinsiyet kalıpları, devlet düzenleri, medeniyetlerin evrendeki yeri ve önemi gibi konulara değiniyor ve şahsen bu gibi üzerine düşünülecek kısımlar sayesinde kitabın değeri artıyor.

Kitabın ilk başlarını okumak sanki yabancı bir dilde bir metin okuyormuş gibi hissettiriyor fakat sayfalar ilerledikçe yaratılan evrene ve dile alışıyorsunuz. Kitabın ortalarından sonra artık okuduğunuz dünya sanki gerçekmiş gibi hissetmeye başlıyorsunuz hatta.

Güzel bir ‘‘ilk temas’’ kitabıydı. Ama kitap sadece bunlara değinmekle kalmayıp sosyolojik, psikolojik, toplumsal ve kültürel bir sürü şeyi de içinde barındırıyor. Kitabı her okura tavsiye ederim, bilimkurgu okurlarına şiddetle tavsiye ederim. Bilimkurguyla ilgilenmeyen okurlar bile okuyup büyük zevk alabilirler.

21 Beğeni