Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

YKY sansür konusunda sabıkalı bir yayıneviydi zaten. Alttaki olay da hala devam ediyor diye biliyorum. Sadece çeviri eserlerde değil Türkçe yazılmış eserlerde bile sansür uygulamışlar.

2 Beğeni

Maalesef bu durumu biliyorum. Kendisi taktir edip aynı zamanda da en çok eleştirdiğim yayınevi.
Sansürleyeceksen basma. Bu kadar basit. Bıkkınlık verdi artık. Gördükçe bir yaş daha alıyorum. 100 yaşına getirdi beni YKY. :roll_eyes:

2 Beğeni

Çok detayına girmeyeceğim bu konuların burada ama yine de yeri geldi yazayım. NHKM biraz “ekmek peşinde” Gelenek çevresi / stp - sip - kp -şimdiki adlarıyla TKP) Nazım’ın siyasi mirasçısı “pozlarıyla” ahkam kesiyorlar ama önce çaldıkları o TKP ismini sahiplerine iade etsinler.

YKY baskıları Adam yayınları baskılarıdır ve bu baskıları Mehmet Fuat hazırladı. Sansür vs tartışmaları bir yana bu baskıların hazırlıkları yapılırken komünist deyip de kültür bakanlığından bandrol alamıyordunuz.

NHKM önce kendi evinin önünü süpürsün.

4 Beğeni

Bu baskılardaki sansürün o dönemin şartlarında normal olduğu doğru. Ama bugün Komünist Manifesto bile basılabildiğine göre komünist diyip bandrol almak yasak değil. Sıkıntı o dönemde bunu yasaklar yüzünden yapan Mehmet Fuat’ta değil, yasaklar kalkınca bile aynı şekilde sansürlü baskıya devam eden sonraki kişilerde. Mehmet Fuat bir şeyi mecburiyetten istemeye istemeye yapmışsa neden aynı şey mecburiyet bitince bile devam ettiriliyor? Bu arada internette herhangi bir şey yazılmamış olsa da Nazım’ın şiir kitaplarına da yer yer benzer sansürler uygulanmış.

4 Beğeni

O konuda haklısın.

Yanlış hatırlamıyorsam 2005 2006 sonrası AB uyum paketleri ile Türkiye böyle sorunları aşmıştı.

YKY tıpkı Sabahattin Ali 'ye ve şu an anımsayamadığım 1-2 yazara daha yaptığı gibi daha eski baskıları, Nazım özelinde Rusça baskıları ve diğer ülkelerde yapılan baskıları inceleyerek, araştırarak tenkitli baskıları yapabilirdi.

Son baskılarda durum ne bilmiyorum ama en az 10 yıllık bir zaman süresinde bunları yapabilirlerdi ama yapmamışlar. Bu konuda aynı fikirdeyim, itirazım NHKM’ye benim.

2 Beğeni

En Yakın Arkadaşımın Şeytan Çıkarma Ayini - Grady Hendrix

İçeriği ilgi alanıma giren konular barındırmıyordu. Korku filmi izleyen biri değilim, şeytan çıkarma konseptlerine “hmm, peki” şeklinde yaklaşan biriyim. Seksenlerin Amerikasinda popüler olup şu an retro sayılan konulara da, kitapta ismi geçen iki üç şarkıyı bilecek kadar hakimim. Üstüne bir de ana karakterler, herhangi bir, yirmi dört saat içinde yaşadıkları olaylar, evrenin merkeziymiş, tüm evren oraya çekiliyor, o olayın etrafında dönüyor, yaşam bu olaydan ibaretmiş gibi düşünen on altı yaşlarında olan gençler. Hayatımın hiçbir zamanında böyle insanlara sabredememişimdir.

Kitapla aramda oluşan tüm bu alakasızlığa rağmen yazara hakkını teslim etmek istedim. Olayları çok güzel kurdu, çok güzel ilerletti. Konu gerçeküstü olmasına rağmen olaylar o kadar doğal hayatın akışına uygun ilerledi ki, kitap kurgusu hiç canımı sıkmadı. Yazar, karakterleri o kadar yerli yerinde ve uygun konuşturabiliyordu ki, diyaloglar bir kere bile sırıtmadı. Olaylar da benzer ustalıkla işlenmişti bu yüzden olaydan hiç kopmadan ve sonu nasıl bitecek diye merak ettirerek okutuyor kendini kitap.

İşlenen dostluğun kıvamı da çok hoşuma gitti. Ne aşırı sahte yapmacık bir mükemmellik vardı, ne de zorlama bir dargın bir barışık, biz mükemmel değiliz ama olmak zorunda da değiliz teması vardı. Her şey dengeli ve yerindeydi. Yazarın kalemini çok sevdim, merakı koruması, gizem yaratması bir yana gizeme odaklanayım derken karakterlerin kartonlaşmaması çok hoşuma gitti. Sevmediğim bir türün iyi oyunculuklar ve iyi bir yönetmenle çekilmiş bir filmi gibi bir his bıraktı bünyemde. Darısı diğer kitaplarına.

15 Beğeni

Çatıdaki Şey – Robert E. Howard

Yazarla tanışma kitabım. İçinde toplamda sekiz adet öykü bulunuyor. İlk üç öyküde okült öğelerle birlikte, belirgin bir dehşet var. Lovecraft’ın izleri de fark ediliyor. Lovecraft’tan daha önce sadece bir öykü okudum ama mitosunu çok önceden araştırdım. O yüzden izlerini fark etmem zor olmadı. Tabi kurgusal karakterlerinin dışında.

Öykülerin genelini beğendiğimi söyleyeyim. Bazıları gerçekten benim için dehşet uyandırıcıydı, bazıları gerilim doluydu. Okurken streslendim. Bir öyküyü beğenmedim. O da diğerlerine göre hafif bulduğum içindi.

Howard, bir öyküde Kanuni zamanında (Kara Taş isimli öyküydü) Türklerin soykırım yaptığından bahsediyordu. Kurgusal da olsa böyle bir şeyi okumak açıkçası hoş değildi. Olayların gidişatı sonrasında yazar bunu haklı da buluyordu. Garip bir durumdu.

Kitapta iki üç yazım yanlışı gördüm. Onun dışında bir sorun yoktu. Çevirisi, anlatımı iyiydi.

Kitabı okumak isteyenlere tavsiye ederim.

Puanım:8/10

18 Beğeni

Okuduğum Tarih: 02-09 Kulca 2022
[Okuduğum 308.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 35.betik
[Kulca (Haziran) ayının ilk betiği]

Bir "Teşrin Fırtınası"nda kendimi yeniden o sahilde olduğumu his ettim. Karşımda iki levhaya kelepçenmiş ve düşler aynası dışarıda bir vaziyette onu gördüm. Sanki onu o halde bırakmışım gibi hissine kapıldım. Ona usul usul yaklaşırken o da sanki ayaklarımın sesi duymuş gibi başını yavaşça kaldırmış ve benimle göz teması kurmuş. Gülümseyerek “Düşlerime yeniden bakmanı çok istiyorum çünkü beni tamamen tanıman bu bir şanstır.” deyince tamam diyerek başımı salladım. Düşler aynasının iki tarafından tutup fiziksel olarak yeniden bakmaya başladım…

İlkdeyiş: Bıçak Darbesi Gibi…; Burada nasıl örnek baba olduğunu gördüm. Evladını kısıtlamıyor. Çok sevsem de onun hayatını kendine idame etmiyor. İzlerken çok duygulandım. Hem gıpta ettim hem de kanayan yaram sızım sızım sızladığını his ettim. Tanrı’nın izniyle evladın sana layık olarak kalmaya devam eder ve senin sözünü bir değil iki etmesin. Onun görüştüğümde ona sımsıkı sarıldığımda babacan tavrıyla beni bağırına basar mı? Belki de babamda gördüğüm babasızlıktan dolayı kendimi ona yakın his etmem bundan mı? yoksa onun yaydığı sıcak enerjisinden mi? Bu soruların yanıtlarını bilmiyorum.

Tanık ve Suç Ortağı Bir Düğmeydi; Anıları yıllara düğme misali ilikleyerek zaman selin içinde meçhule doğru savruluyorduk. Sevgisiz bir aileden geldiği halde oğluna dört dörtlük bir baba olduğunu his ettirdi bana. Neden annesi ve babası onu yalnızlığa sürüklediler. Gaddar dayının aklına mı uydular? Zaten dayılar hiç dayı olmazlar hep ayı kalırlar. Okul duvarının dibine çökmüş ve başını kollarına yaslayıp ağlayan çocuğun yanında oturdum. “Ağlama sen? Ben varım.” dedikten sonra ona sımsıkı sarıldım. Yalnızlığa itirilen iki insanın yolu yıllar sonra kesişecek. Böyle bir hayal kurduysam onun enerjisi bana geçti. İnşallah zaman senin yüreğindeki o kocaman sevgiyi eritmez. Sevdiklerine huzur veren çınar olursun.

İstiflenen Hatırlayışlar Arasında; Anne ve babasından sevgiyi görmeyen kalem; oğluyla tatlı anısında şakalaşırken aslında içinde kanayan yaraları sızlatan anılara yolculuk ettiğini görüyorum. Ayrıca bu yalnızlığını Kaşağı öyküsüyle özdeşleştirmesi çok güzel ve duygusaldı. İliklerime kadar his ederken Dilek Türkan’ın Sen Beni Hiç Unutma şarkısı kulağımda çınladı. Anne ve baba çocuklarında ölçülü olarak sevgilerini göstermelidir ki onlar bu hayat denilen ırmakta özgüvenli bir şekilde yüzebilsinler. Özgüveni eksik olanlar akıntılara kapılırlar.

Gün Gelir Soğursun Güz Yeli Gibi; Kalem annesini Yaprak Dökümü romanındaki Hariye Hanım’a benzetmesi yüzümde tatlı bir gülümseme oluştu çünkü Yaprak Dökümü dizi uyarlamasını izlediğim için Hayriye Hanım romandaki gibi birebir anlatmamış. Ayrıca Zeki Müren yani Batmayan Sanat Güneşi’mizi kim sevmez ki… Geçmiş yıllara özlem besleyenlerin yaralarına merhem olur şarkıları. Ben onun “Beklenen Şarkı” şarkısını çok seviyorum. Ah teyzem neden kaleme birazcık sevgisini göstermedin? Sen de zorluklar görmüşsün. Şimdi ki hanımlar bile eline su dökemezler çünkü bilek gücün hükmettiği zamanlarda yaşadın.

Acil Servis Ünitesi; Ağlayayaza izlediğim bu anı ırmağını. Bir babanın evladına olan düşkünlüğünü görünce çölde bir çiçeğin yeşerdiğini ve kokusuyla bedevileri kendilerine çekiyor. Ağabeyimle benzer bir çocukluk ve ergenlik dönemi yaşamış. Ağabeyim gibi bu sevgisiz ortama rağmen annesine ve babasına sevgisini ve saygısını eksik etmiyor. Evet komiser olmadı ama ışığıyla herkesin yüreklerine hitap ettiğini görüyorum. İyi ki de gönüllere maya çalıyor. Avuçlarımın arasına aldığım "Cemal"inde buram buram sevgi ve huzuru gördüm. Keşke dünyaya senin oğlun olarak yeniden gelseydim.

Eski Zaman Fotografları Bazen Hoyrattır; Bir genç akşam ezanında gelmedi diye tokat yemek zorunda mı? Sen önce o içkini terk et ve çocuklarına akşam ezanında önce evde olması gerektiğini çok güzel dille anlatacaksın ki çocukların akşam ezanı duyar duymaz evde olacak. İş ve planları olduğunda sizlerden saygı ve çerçevesinde izin isteyecekler. Sevgisizlikle otorite kurulmaz ve ağaç yaşken eğrilir derler büyüklerimiz. Aynı büyüklerimiz tatlı dille yılanı deliğinde çıkartır demişti. Atalarımızın deneyimleri neden kulak arkasına atılıyor. Ben de sevgi zehirlenmesi hüküm sürdüğü ortamda büyüdüm ve kimsenin kuklası olmadan insanlar özgürce kendi hayatlarını idame eder.

Kiremitlerin Üzerinde İnce Bir Sis; Bir gencin hevesini yarım yamalak yerine getirmişsin bir kere. Neden onun elinde o yarımca duyguyu alıyorsun. Günah değil mi? Bisiklete binme çağı geçtiğini makul bir şekilde ifade edebilirdin. Ben de bilgisayar kursuna gitmeyi heves ettim. Babam önce he deyip oyalattı sonra o kursa göndermedi. Belki de imkanı yoktu. Keşke çok güzel bir dille ifade etseydi. Babamın maşallahı var. Kendini övmek için çok güzel kafa ütülerdi. Milletin davalarını çözmek için çok güzel akıl veriyorsun da neden çocuklarında o aklını kullanmıyorsun. Hesabımı mahşere bıraktım. O cehennemin ateşi iliklerinde his etmen için bütün kul haklarımı kullanacağım.

Tüller, Gümüş El Aynaları, Billur Parfüm Şişeleri; Bu anılar selindeki siyasi olaylar hakkında yorum yapamam çünkü o dönemleri görmediğim için hatta o dönemler hakkında bilgim yoktur. Yumurtam yok neye gıdaklayacağım. Cem Sultan’ın öğrenme azmini takdir ediyorum. Sönük yıldız yıllar sonraya sıçratacak ışık huzmeleriyle ben buradayım der gibi felek tiyatrosunda. Teşrin Fırtınası olup gönülleri titretmeye devam edecek. Nezahat Hanımefendi bence Tanrı tarafında Cem Sultan’a sabrının ödülü olarak verilmiş. Ne güzel o senin hatıralarında hoş izler bırakmış. Tanrı koysa gönlüme göre kayınpederim olsa ona sımsıkı sarılıp ağız dolu babacığım diyeceğim. Mekanı cennet olsun Nezahat Hanımefendi. Sevgi dolu insana kaynanadan daha çok bir anne olmuşsun.

Sevgilim Annabel Lee; Her insanın hayranı olduğu kişiler vardır. Annabel Lee’ye o kadar hayrandı ki sanki sevgili oldukları hayaller onun iç dünyasına rengarenk bir havaya kattığını görünce hayran olduğum Michiru Kaioh’un gerçekte bir insan olduğuna dair hisler uyandırıyor. Burada aslında hayran olduğumuz kişiler ile sanki sevgiliymişiz hissine kapılmanın nedeni; aşk hayatlarımızda hayal ettiğimiz aşklar yaşayamadığımız için böyle kurmamız gayet normal bir durumdur. Aslında karşı cinsin karakterini değiştirmek yerine onu olduğu gibi benimseyerek onun cesur kalplerinde dilediğimiz aşk kaleleri inşa ederiz. Güzel duygularla ömürlerimizi son nefesimize kadar dolu dolu yaşarız.

Tarih 30 Kasım 1988; O tarihten sonraki baba-oğul anıları görünce düşler aynam tuzla buz olup parçacıkları yüreğime batınca canım acıdı. Yüreğim parçalanmış düşler aynamın parçacıklarından dolayı kanamaya başladı. Gözyaşlarım sel olup süzülürken babamla neden böyle anılarım yoktur. Yanlışlarını kabul etmediği için onunla iki yabancıya dönüşüyoruz. Keşke bir gün yanlışın kabul etseydi iliklerine kadar babalık duygusunu yaşardı ve evlatlarının arkasında olurdu her zaman her yerde her şartta. Gelecekte baba olursam Cem Sultan’ım gibi bir baba olacağım. Eskilerin kurduğu yanlış tabularla evlatlarımı büyütmeyeceğim. Dünya’ya yeniden Cem Sultan’ımın oğlu olmayı çok isterim çünkü oğluyla dolu dolu anıları görünce onların baba-oğul ilişkisini imrendi. Oğlu babamın babalığını görseydi babasından bir melek yaratırdı ve ona secde ederdi.

Ya Babam Küpe Takarsa?; Bu anıyı izleyince Cem Sultan’ın dövme konusundaki fikirlerine katılıyorum çünkü dinimizce haram olduğu için dövmesi olanların boy abdestleri üstlerinden kalkmıyor çünkü Tanrı katında günahkar ve kirli görünürler. Boy abdesti vücudumuzu kirliliklerden ve kirli duygulardan arındıran bir silahtır. İslam dini aslında bazı kavramlarda açıklayıcı ve bilimsellik kullansaydı o kavramlar sağlam bir şekilde yer edinir ama insanoğlu düşünen varlık olduğu için dinimiz bize leb demeden leblebiyi anlamamızı vurguluyor. Cem Sultan köpek beslemesi onun mezhebinde sıkıntı olmadığı içindir. Şafii mezhebine mensup olduğum için köpekler bizden haram varlıklardır. Bundan dolayı oldum olası köpekleri hiç sevmiyorum. Saldırgan olmayan kedileri çok severim. Hele de sarmansalar da.

Cam Yangınları; 45 yaşına basan insanların geçirdiği bunalımlı yıllardır. Oysa 45 yaşına gelen insanlar, gençlerin gözünde olgun ve ne istediğini bilen bir hava yaratıyor. Kendisi orta yaş bunalımı geçirdiğini düşünse de ben böyle düşünmüyorum çünkü onun ruhu Akrep ruhu olduğu için ne istediğini biliyor. İlgisizlik ve ihmalsizliklere rağmen güzel bir ömür geçirdiği halde neden kendini kalabalık içinde yalnız his ettiğine anlam veremiyorum. Onun üniversite yıllarından sonra yaşadıklarının binde biri yaşasaydım Tanrı’ya binlerce kez şükrederdim. Hele de çalışıp kazanarak eşiyle birlikte gönül rahatlılığıyla Dünya ülkelerini gezdiğine görünce gıpta ettim.

Ertesi Gün Diye Bir Şey Yoktu; Marmara Depremi yaşandığı yıllarda neler yaşadığını görünce çok duygulandım. Gerçekten ertesi gün diye bir şey yok çünkü üç günlük Dünya. Yarına çıkmayacağımızın garantisi yoktur. Elimizde zamanı ve insanların kıymetini bilmeliyiz. Arkadaşım kalp krizi geçirme tehlikesi yaşadığını öğrenince çok kötü oldum. Tanrı ondan ölümü uzak etsin. Ölseydi hatamı telafi etme imkanımı kaybetmiş olacaktım. Beni yanlış bilerek bu dünyadan gidecekti. Bana her ne kadar “anormal” dese de ben onu çok seviyorum çünkü özünde çok iyi bir insandır. Tanrı’nın izniyle sebepsiz yere güttüğü kini ve kızgınlığı geçse de bana ikinci kez şans verecek. Bu sefer kendimi dört dörtlük göstereceğim.

Sondeyiş: Bir babanın oğluna roman tadında bıraktığı notları yazarken neler his ettiklerini izleyince gözlerim doldu. Diğer yanda albümlere bakarak geçmişteki kendisiyle yüzleşiyordu. Sanki onun çocukluğu onun yanında oturmuş ve her şeye rağmen gülümsüyordu. Gözleriyle “Seninle gurur duyuyorum. Kendini çok geliştirmişsim. Sönmeye yüz tutmuş ışığını yeniden parlattın ve her şeye rağmen ben varım dedirtiyorsun.” diyor ona. Gecenin sessizliğinde gözlerden dökülen yaşların sesi haykırıyordu zamana inat! Yarım kalmış anılarının intikamı alırcasına…

Başımı aynanın içinde çıkarırken onunla göz göze geldim ve bir rüzgar gibi fısıldayarak “Babamı ve annemi çok sevdim. Benimle hiç ilgilenmedi. Yıllardır bu durum içimde kanayan yara olarak kalacak.” der demez gözümden bir damla yaş aktı. Ben de ona gülümseyerek “Öyle düşünme. Olanlar da seni ihmal ettikleri için pişman olmuşlar. Belki hikayen böyle yazılmış. İdolümsün. Babalık konusunda rol modelimsin.” dedikten sonra saydamlaşarak kayboldum. Sıkılmadan okuduğum betiğimin sonunda ne kadar güzel bir insan kazandığımı fark ettim. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

3 Beğeni

image

Sakat Göz - Işıkyaratan 3

Beş kitaplık bir serinin üçüncü kitabı olarak Sakat Göz tam bir ara kitap olmuş. Körelten Hançeri çok beğenen ve dolu dolu okuyan biri olarak da Sakat Gözü biraz fazla uzun buldum ister istemez. İkinci kitabın verdiği doluluk, hızlı haz ve aksiyonu aradım bu kitapta.

Kitabın anlatış perspektifinde ağırlıklı olarak Teia ve Kip üzerinden olaylar geliştiğinden çoğunlukla başkentten gelişmeler akıyor… Özellikle Teia’nın serideki payı epey artmış. Kötü olmamış tabi ama 2 acemi muhafızın kendi gizli olayları ile beraber okudukça seri fazla gelişim kitabı kalmış ki genç karakterlerde o kadar hızlı bir gelişim de yaşamıyoruz aslında. Weeks bazı şeyleri kırparak daha kısa ve dinamik bir kitap sunabilir miydi diye düşündüm ara ara.

Ağırlıklı Kromerya merkezli okuyunca bol entrika ve ikili ilişkiler gördük Sakat Gözde; Andross-Karris-Beyaz gibi karakterler de güzel katkılar getirdi tabi yine de kıtanın diğer tarafında koca bir savaş var ama biz ya laf arasında ya da ucundan konuk olabildik. Keza zevkle okuduğum Gavin bölümlerini de ikinci kitaptaki malum durumlardan sonra çok aradım.

Yoğun bir kitap ve bir öncekinin kaldığı yerden hemen devam eden bir yapısı var, araya zaman girdiğinde detayları unutan bir okur zorlanabilir. Ben kısa sürede unuttuklarımı da hatırlayıp fazla zorlanmadım ama sanırım bu seriye hiç girişmemiş olanlar tüm kitaplar çıktıktan sonra okumaya başlasalar daha çok zevk alabilirler. Yine aynı yoğunluk kaynaklı okumaya başlandığında farklı uğraşları bir kenara bırakıp bir hafta civarı sadece bu kitaba odaklanarak okumayı öneririm ki sonundayken başı unutulmasın :slight_smile:

Benim için önceki kitabın bir tık altında kaldı gibi, yine de beğendim. Sonlara doğru gaza basan ve yine bize plot twistler sunan bir Weeks vardı tabi :slight_smile: . Weeks’in hikaye anlatımında okuru zorlayan bir tarzı olduğunu ve bu tarzın devam ettiğini düşünmekle beraber, aynı zamanda heyecan katan ve şaşırtan stilini de devam ettirdiğinden kitaplar dilimize çevrildikçe bende devam edeceğim.

22 Beğeni

Papazın Kızı - George Orwell
56586_be2b9_1586234557

Yazardan okuduğum yedinci kitap Papazın Kızı oldu. Orwell ‘’inanç’’ ve ‘’inanmak’’ ilişkisini sorgulayıcı bir tarzda ele almış. Bu sorgulamanın derin bir analizini okudum dersem abartmış olmam aslında. Kitabın içinde tek değil de birkaç roman var sanki; bölümler arası geçiş hızlı, keskin ve değişken. Sıkılmadan okudum bu sebeple.
Bir taşra kentinde huysuz bir papazın kızı olan Dorothy Hare karakteri üzerinden 1930’ların İngiltere’sinin portresini çizen kitap, ortası olmayan keskin uçları içselleştirerek okutuyor. Yaşadığı inancı resmen bir gelenek haline getiren ve rutine bindiren papazın kızı sorumluluk sahibi olduğu için oldukça mutlu, tek derdi de babasının kasabada birçok yere borçlu olması. Bir papazın cimri olması ve tuhaf alışkanlıkları yüzünden kızını zor durumda bırakarak ona para vermemesi düşündürücü değil mi? Ama bizim sorumluluk sahibi, melek ruhlu kızımız Dorothy bu gibi davranışları hiç sorgulamıyor. İlginç. Bu çok dindar (!) baba ve kızımız kendi yağlarında kavrulurken hiç olmadık bir şey oluyor ve kadının hayatı tepetaklak oluyor.
Ve böylece yoksulluğun dibi ile tanışıyoruz. Özellikle evsiz kalmanın ve işsizliğin akıl almaz boyutlarını hiç çekinmeden ortalığa saçan Orwell kalemine hayran olmamak elimde değil. Toplumun farklı kesimlerine ışık tutan eser, inanç ve inançsızlığın ilişkisini inceleyerek eşsiz bir roman olduğunu kanıtlıyor. Keşke sonu böyle olmasaydı dediğim için bir puan kırdım.

Sarsıntı - Thomas Bernhard

Yazardan okuduğum altıncı kitap Sarsıntı benim için sarsıcı oldu mu? Cevabım evet. Lafı dolandırmadan bizi çağımızın sorunlarıyla baş başa bırakıp, düşündürücü eleştirileriyle etrafımızı kuşatan Bernhard kalemi favorilerimden biri. Otobiyografik beşlemesinden sonra okuduğum ilk romanı oldu, ayrıca erken dönem eserlerinden sayıldığı için iyi de oldu bu seçimim. Ülkemizde az okunmasının nedenini az çok tahmin edebiliyorum. Çünkü sorgulayan üslubu okuru uyanık tutuyor ve düşünmeye itiyor. Hep kendinizden kaçtığınız benliğinize dönmenizi sağlayan bir şeyler sunuyor. Düşünmek eylemi çoğu insan için aşılmaz uçurumlardan ibaret ve genelde bu eylemin kendisi sonradan mutsuzluğa neden olur gibi… Belki bu yüzden pek okunan bir yazar değildir. Herkese tavsiye etmek istemem, sadece ilginizi çekiyorsa okuyun bence.
Benim ilgimi çekti ve okudum. Yazarın tüm kitaplarını okumak istiyorum. Gerçekleri konuşmak lazım arada bir. Kitaba dönecek olursak iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde doktor ve oğlunun günlük gezintisinden izlenimlerini okuyoruz. Bu gezintide gözlemledikleri birçok şey insanı deliliğe ve yalnızlığa iten sebepleri gösteriyor. İkinci bölüm ise bu gezintinin sonuna giden bir yola götürüyor bizleri ve doğanın karanlığında delibozuk bir Prens’in uzun monoloğuna hapsediyor. Birbiriyle ilişkili olan bu iki bölümü ayrı bir şekilde ele alamayız; ilki ikincisinin zemini konumunda ve bağlantılı. Prens’in birçok meseleyi kendi bakış açısına göre yorumlaması tabii daha yoğun bir süreçti.
Önemli noktalara parmak basan, az sayfalı olmasına rağmen içerik bakımından yoğun, kaliteli bir eser Sarsıntı. Bu arada iyi ki önce otobiyografilerini okumuşum; eserin içinde geçen bazı yerleri daha iyi değerlendirmemi ve anlamamı sağladı.

Robinson Crusoe - Daniel Defoe
39535_m2ic1_1508407038

Kaç yaşımdaydım hatırlamıyorum ama kısaltılmış versiyonunu okuyup sevdiğim bir kitaptı. Tam metin okumak istedim bu sefer de. Çocukken aldığım zevki alamadım tabii ki. ‘’Kedileri boğdum, öldürdüm’’ gibi cümleler yüzünden yazara uyuz oldum. Koskoca adaya sığamamış adam. Böyle bir ıssızlığa düştüğü için de hiç acımadım kendisine. Hatta ölseymiş daha iyi olurmuş. Sert ve acımasız bir giriş yaptım ama gerçek bu. 9/10 puan vermemin nedeni ise geçmişte okuyup sevdiğim Robinson Crusoe içindi.
Günlük tarzında yazılmış ve dönemini yansıtan bir klasik Robinson Crusoe. Dünya hep kötü bir yerdi, o zamanda öyleymiş. Siyahiler şu Avrupalıların elinden ne çekti diye diye söylendiğim eserde, çocukken göremediğim gerçekleri şimdi fark etmek beni üzdü. İnsan büyüdükçe değişmeseydi üzülmezdim, daha çok severdim :slight_smile: Değişmişiz demek ki. Sonuç olarak okurken bana itici gelen birçok şeye maruz kaldım ve pek sevemedim.

Sherlock Holmes’un Anıları - Arthur Conan Doyle
Bütün Hikayeler Cilt / 2
9532_9a008_1554189824

12 ayrı maceradan oluşan, birbirinden kaliteli bu öykülere bayıldım. Birinci ciltten daha iyi hikayeler vardı burada. Holmes’un doktor arkadaşı Watson sayesinde ara ara geçmişten anıları önümüze getiren eserde gerilimi yüksek, heyecanlı olaylar yaşanıyor. Hikayelerin kurgusu ve olay örgüsü bakımından zengin olduğu için keyifli bir okuma yolculuğu geçirmek isteyen herkese tavsiye ederim.
Alfa çevirisi ve kitap içerisinde yer alan illüstrasyonlar oldukça başarılı. Sherlock Holmes’u uzun aralar vererek okumamın nedeni ise, seri olmasına rağmen arada çok önemli bir bağın bulunmaması. Her kitapla yeni bir serüvene çıkıyormuşuz gibi olduğu için seriyi hemen bitirmek için acele etmiyorum. Tabii bu bahaneye sığınarak ihmal ettiğim de oluyor :slight_smile:
Kitabın son hikayesine değinmek isterim kısaca. Hiç beklemediğim bir sonu okudum ve şaşırdım. Uzun süre hafızamda yer edeceği kesin. Öykünün adı gibi kendisi de ilginçti; ‘’Son Vaka’’. Bakalım üçüncü ciltte neler göreceğiz?

21 Beğeni

Küçük Şeylerin Tanrısı / Arundhati Roy

Man Booker ödüllü Küçük Şeylerin Tanrısı çok geniş bir kurgu aslen. Kast sistemi, ayrımcılık, kadın-erkek eşitliği, eril düzen gibi birçok üzücü fakat artık alışageldiğimiz- ki keşke olmasa-birçok konuya değiniyor, eleştiriyor.

“Öteki dokunulmazlar gibi Paravanların da halka açık yollarda yürümelerine, belden yukarısını örtmelerine, şemsiye taşımalarına izin verilmezdi. Konuştukları kişiyi pis soluklarıyla kirletmemeleri için konuşurken elleriyle ağızlarını örtmeleri gerekirdi.”

Bir örnekle de yazarın güçlü bir ayrımcılıktan bahsettiğini, onun hakkında yazdığından söz etmek isterim.

Hindistan’ın küçük bir şehirine konuk oluyoruz. Kurgu genelde ikiz kız- erkek kardeşler ile devam ediyor. Genel anlamda ana karakterlerimiz denebilir. İkisi de çok sessiz, sakin; bir tanesi adeta hiç konuşmuyor. Net olmasa da bunun bariz nedeni babalarının yoğun şiddeti ve aile kavgaları sebebi ile dağılan bir aile.
Yazar o kadar güzel bir şekilde eleştiriyor ki, bazen kanınız donuyor bazen ufak bir gülümse yüzünüzde. Yazarın kalemi çok güçlü ve şiirsel. Benzetmeler, vurgular çok farklı.
Bu anlatıma bayılıyorum ben; ufacık bir sözden, söz öbeğinden çıkan dağlar kadar anlamlar.
Yazarın bilinç-akış tekniğini kullanımı da çok etkili, kurgunun sağlamlığını da destekler niteliğinde. Bazen ikiz çocukların gözünden bakıp küçülürken, bazen de yetişkin hallerinde soluk buluyoruz. Anlatılanların gücü, yazarın sert ve alaycı üslubu ile daha da artıyor. Ne kadar bahsetsem de sanırım kitabın güzelliğini tam olarak yansıtamam.

Çevirmen İlknur Hanım’a da büyük bir iş düşüyor. Çok güzeldi, emeğine sağlık.
Okunması gereken 1001 kitap arasında diye hatırlıyorum. Şiddetle tavsiye ediyorum.
Çok, çok güzeldi. Hâlâ tadı damağımda.

10/10 gibi bir puan verdim. Kendi içimde daha daha fazlasını hak ediyor diye düşünüyorum.
Teşekkürler :blush:

20 Beğeni

Uzay Gezgini Tuf kitabından sonra fazla ara vermeden Gece Kuşları kitabını okumak istedim. Tuf’daki öykülerin hemen hemen hepsi harikayken bu kitaptaki öykülerin sadece birkaçı o seviyeye yaklaşabiliyor sadece. Özellikle derlemedeki son öykü son zamanlarda okurken sıkıldığım en yorucu öykü olması sebebiyle son 40 sayfasını bitirmeden bıraktım. Ortada Martin’lik bir sorun olmadığını söyleyebilirim. Sorun genellikle o öykünün ele aldığı konu ve erkek ile kadın arasındaki duygusal bağın verdiği sıkıcılığın bana hiç mi hiç hitap etmemesi.

Kitap genel itibariyle ilk öyküden vitesi arttırsa da her oyküde bu vites düşüyor ve son öyküde araba resmen istop ediyor. Tuf’a göre daha zayıf bir derleme oldu benim için. Beklentiyi fazla yükseltmeden okunabilir.

7/10

19 Beğeni

Mezarlık Kitabı, neredeyse Neil Gaiman’ın tüm kitaplarında karşılaşabileceğiniz mistik, gizemli ve öğretici yönüyle okuma lezzeti sunuyor.

Mezarlık Kitabı, bir çocuğun süzgeçsiz ağzı kadar doğal, sahibinin iş dönüşünü bekleyen dost bir evcil hayvan (tabii bu dostlar genellikle nankör kedilerden ziyade köpekler olur) kadar hüzünlü.

Neil Gaiman sayfa kalabalığı yapmamış. Hatta eksik de yazmamış. Kararında. Başarılı.

Genellikle Neil Gaiman’ın güzel hikayeleri elinde heba ettiğini düşünülür. Açıkçası ben de öyle düşünüyorum. Daha iyi işlenebilecek, büyük potansiyel gösteren romanları aklımda daima ‘fena değildi’ etiketiyle kalıyordu. Lakin Mezarlık Kitabı harika bir iş.

Dil başarılı. Sonunda edebi lezzetin tadına vardım (çeviri de ayrıca takdir edilmeli). Neil Gaiman’ın kuru dilinden oldukça şikayetçiydim. Neil Gaiman’ın yazım stilinden şikayetçi olanlar için Yolun Sonundaki Okyanus, kitabı önerilir. Dil konusunda zirve yaptığı iddia edilir. Tabii bu söylemleri Reddit gibi global forumlarda görüyorum. İki kitabı da okumuş ve Neil Gaiman hayranı biri olarak şunu söyleyebilirim: Mezarlık Kitabı, Okyanus’u her alanda, her anlamda ezer.

Bu kitabın en sevdiğim, hatta en takdir ettiğim yönü, Bod’un etrafındaki karakterlerin, -insan olsunlar ya da olmasınlar- kendilerince, yani kendi türlerince oldukça doğal hissettirmeleri oldu. Hikayede heba edilen tek karakter Antagonistti. Bir tipleme gibi hissettirdi. Çünkü çarpıcı bir açılış sahnesine sahipti. Kendi gizemi sökülünce tüyler ürpertici yanı da çözüldü. Biraz da Neil Gaiman’ın o kısmı işleyememesinden kaynaklı. Gizemli antagonistlerin sırrı tamamıyla açıklanmamalı. Yoksa okur üzerindeki etkilerini yitiriyorlar. Ve şunu söylemek istiyorum: Beklenen nihai karşılaşma, kelimenin tam anlamıyla Hollywood kokuyordu. Hatta abartarak söylüyorum: H o l l y w o o d .

Bod’un Yamyamlar (Bod’u kaçıran şeylerin adını unuttum, Yamyam olarak örneklendiriyorum) tarafından kaçırıldığı kısım, nihai karşılaşmadan daha heyecanlıydı. Yazar adına da bundan daha rencide edici bir durum olamaz.

Mezarlık Kitabı, protagonist ve antagonistin beklenen karşılaşması haricinde başarılı bir iş. Bir kısım, öteki kısımları gözünüzde düşürmemeli. Bir kötülük, bir iyiliği hiçe sayamaz.

Evet.

Beğendim.

Bana müsaade.

16 Beğeni

Mozart ve Deyyuslar - Anthony Burgess:

Biraz felsefi, biraz teolojik yönü olan eğlenceli bir kitap. Yazımı ilginç. Başta senaryoydu. Cennette bestecilerin konuşmalarıyla başladı. Bolca müzikal terim, eserler geldi geçti. Derken tiyatro metnine evrildi. Mozart’ın hayatından parçalar sunuldu. Ancak bunlar biyografik olarak pek doğru değilmiş, kurmacaymış. Sonra metin düz yazı oldu. En ilginç olan kısmı, yazarın kendi kendine konuşmasıydı.

1991 yılında yazılmış bu kitap, Mozart’ın 200. ölüm yıl dönümünde. Burgess’in müzikle ilgilendiğini, bu alanda kendi kendini eğitmiş olduğunu bu kitapla öğrendim. Klasik müziği sevmeyen, onunla ilgilenmeyen birine pek hitap etmeyebilir. Ben kitabı sevdim ama okumasam da olurdu. Bir şey kaybetmezdim diyorum.

Puanım: 6/10

14 Beğeni

Japon Klasikleri 7: İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai

Bir insanın yitip gidişini değil de, bir soytarının umut arayışını anlatan Japon klasiği okudum, ve ikinci kez okudum bu eseri. Geçen yıl Sel Yayıncılık’tan Hüseyin Can Erkin çevirisiyle okuma fırsatı bulmuştum. İthaki Yayınları da Japon klasikleri dizisi gibi harika bir şey oluşturunca tekrar okumak için bir neden buldum kendime. Peren Ercan çevirisini de çok beğendim, hatta ilkine göre daha çok. Burada her iki çevirinin karşılaştırmasını ve kıyaslamasını yapma gibi bir düşüncem de yok, çünkü bu konuda yetkinliğim yok denecek kadar az. Sadece öznel görüşümü belirtebilirim; belki ikinci kez okumak eseri gözümde daha farklı kıldı ve bu nedenle Peren Ercan çevirisi bana daha çok hitap etti diyebilirim. Ayrıntıları seviyorum ve bu eserde detaylara özen gösterilmiş, gözüme sevimli görünmesinin en büyük sebebi de bu sanırım.

Japon klasikleri dizisini okuduğum günden beri genel anlamda çoğunu sevdim; bazı kitapları anlayamayız, elimizden de anlamaya çalışmak gelir bir tek. Bu dizide yer alan kitaplara da bu gözle bakıyorum artık. Sadece anlamaya çalıştığım için sevmiş olabilirim. Okurken çıkmış olduğum yolculuk keyif veriyor, bazen belirsizlik bir hoşluk katıyor. Japon klasiklerine de yakışıyor bu belirsizlik hissi…

İlk okuduğumda Oba Yozo bana melankolik ve bunaltıcı gelmişti. Bir şey değişmedi hala melankolik kendisi. Bunun nedenini ise şimdi daha iyi görebildim gibi; bu ruh halinin sebebi, kendisini insanların içinde insan gibi görememesi, dünyanın iğrençliği ve yıpratıcılığında umudun bir yerlerde hala var olduğuna inanarak ve arayışa girerek çevresine soytarıyı oynaması. Yaramaz ve komik maskesini takarak gerçek Yozo’yu herkesten sakladı. Umudu, insanlığı, doğallığı bulsaydı soytarı maskesi de düşerdi belki, ama bu arayış bizi değişik, tuhaf çıkmazlara götürdü.

Yozo kendisini hiç insan olarak göremedi ki nasıl yitip gidebilir? Dünya kötü bir yer, insanlara baktığında ruhunun daralması ve açıklaması güç çıkmazlara girmesinin sonucu Yozo’ya soytarıyı oynattı. Ailesine ve çevresine, özellikle kadınlara göre çok başka biri oldu Yozo.

Yazar yarı otobiyografik eserinde anlattıklarıyla insanlığın ve insanlarla ilgili her şeyin bir hiç olduğunu, hatta korkutucu göründüğünü hissettiriyor. Okurken bu hislerle donatıldım, Dazai sağ olsun. Büyük ölçüde kendi hayatını yansıttığı eserin inanılmaz bir etkisi oldu üzerimde. Ölümünden çok kısa bir zaman önce yayımlanması bir intihar mektubu okuyormuşsunuz izlenimini verse de kitabın içinde umudu arayan bir Osamu Dazai görebilirsiniz.

Kitabın son sayfalarında Mark Gibeau tarafından kaleme alınan son sözü es geçmeden okumanızı tavsiye ederim. Yazarın hayatına dair dikkat çeken bilgiler bulunuyor bu bölümde. Eserin türüne ve anlatmak istediklerine de fazlasıyla değinilmiş ayrıca.

Herkese tavsiye etmeyi düşünmüyorum da… Gerçekten ilginizi çekiyorsa okumanız iyi olabilir. Özellikle Japon klasiklerini seven arkadaşlara öneririm.

Önemli not:

Kitabı okumadan önce Peren Ercan’ın şu yazısına da bakabilirsiniz; çevirme süreci ve kitap hakkında güzel noktalara değinmiş kendisi.

Osamu Dazai’nin dizide yer alan kitapları:

Japon Klasikleri 2: Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler

Japon Klasikleri 8: Öğrenci Kız

Yayımladığım diğer platformlar:
bubisanat wannart1000kitap

18 Beğeni

Hazlar ve Günler - Marcel Proust

Kayıp Zamanın İzinde serisinden sonra Proust özlemim nedeniyle elime alıp sevdiğim bu kitap hakkında birkaç şey yazmak istedim. Marcel Proust’un ünlü serisi hakkında hiçbir şey yazmadığımın da farkındayım, serinin içinde öyle kitaplar okudum ki bunları kelimelerle ifade edeceğime inanamadım, sadece onlarla yaşamak istedim bir süre. Proust hayranlığım bu kadar zor okunan bir seriyle sağlandığı için de aşırı mutluyum. Koskoca bir ay sadece Proust okumak… Bu seriyi bir gün ikinci kez okumak istiyorum ve bunu gerçekleştirirsem bu sefer birkaç şey yazacağımdan eminim.
Seriden sonra arayı açmadan yazarın bu eserine dört elle sarılmam yazarı ne kadar sevdiğimi belli ediyor galiba.

Hazlar ve Günler’e gelecek olursak, kitap Kayıp Zamanın İzinde’nin habercisiyim diye bağırıyor. Ama ben iyi ki bu haberciyi sonraya bırakmışım. İlk bu kitaptan başlasaydım Kayıp Zamanın İzinde’ye hemen bağlanamazdım diye düşünüyorum. Genel olarak çoğu okur bu kitapla çıkmış Proust seyahatine. Yedi kitaplık serimiz yazarın otobiyografik eserleri aslında, Proust’u anlamak için de bu seriyi yolculuğun ilk durağı olarak belirlemek bana daha doğru geliyor. Yine de size kalmış tabii, benim fikrim ise bu yönde :slight_smile:

Kısa anlatılar, öyküler ve şiirler bulunuyor Hazlar ve Günler’de. Yirmili yaşlarında kaleme aldığı eserler bunlar. Proust düzyazıda şiiri yaşatan nadir yazarlardan. Şiir delisi bir insan olmadığım halde, her cümlesi bir şiirsellik barındırdığı için beni alıp başka yerlere götürüyor. Olay örgüsü ve kurgu asla yazılarının değişmez unsuru değil; doğa betimlemeleri olay ve sadece doğa da değil, her şeyin gözünüzde canlanması, ama her detayın… Özellikle karakterlerin duyguları, yaşayışları ve bilinçlerindeki değişimlerin yazıyla buluştuğu yerler… Gerçekten müthiş bir izlenim yaratıyor hepsi ben de. İnsana dair ne varsa, en çok da hazları baz alan metinlerden oluşan bu kitabı hemen bitirmek istemediğimden kendimi Fransız edebiyatının tutkulu sayfalarına bırakarak yolculuğa çıktım. Ve sonuna geldim maalesef. Keşke Kayıp Zamanın İzinde’yi hiç okumamış olsam ya da başladığım ilk güne gitsem dediğim birkaç dakika geçirdim.
Her sayfasında ayrı etki uyandıran, hoş bir klasikti. Yazarın hayatı ve kitapları ilginizi çekiyorsa mutlaka tavsiye ederim.

16 Beğeni

SAHNEYE ADANMIŞ BİR ÖMÜR: METİN AKPINAR - ZEYNEP MİRAÇ

Belgesel tadında bir kitap olmuş. Sanki okumuyormuşum da izliyormuşum gibi ustanın hayatını okurken çok keyif aldım. Doğumundan şimdiki zamana kadar olan hayatını anlatıyor. Aile hayatına ve sinema hayatına fazla yer verilmemiş, daha çok tiyatro ve kabare konusu ağırlıklı işlenmiş ve bunlar işlenirken hem ustalarını, hem arkadaşlarını, hem yapılan hataları, inişli çıkışlı dönemlerini hem de o dönemlerin siyasi atmosferini ve tiyatroya etkilerini de görmüş oluyoruz. Okumanızı tavsiye ederim.

Puan 10/10

@azizhayri

14 Beğeni

Agatha Christie’den okuduğum ikinci kitap olan Cesetler Merdiven’i yine yazarın klasikleşmiş tarzıyla örülü bir gizenli cinayetler romanı olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu kez Tanrı rolünü Poriot değil Miss Marple oynuyor.

Hikaye, Bay ve Bayan Barnty’nin kütüphane odasındaki bulunan bir cesetle başlıyor. Ceset genç sarışın bir kıza aittir ve ev sahipleri bu kızı hiç tanımamaktadırlar. Böylelikle olaya polis ve dedektif müdahil olur. Fakat bunların dışında insan doğasını çok iyi bilen yaşlı bir bayan olan Miss Marple(Agatha’nin kendisi bence) da dahil olur.

Ceset, şüpheliler, polisler, kanıtlar, dedektifler ve sorulacak sorular hazır olduğunda geriye tek bir şey kalıyor; Usta yazar Agatha Christie’nin o hünerli çözümleme ve kurgulamadaki başarısını büyük bir keyifle okumak.

Bence yine güzel bir polisiye romanıydı. Sadece yayınevinin orjinal ismi Cesetler Merdiveni olarak değiştirmesini aşırı saçma buldum. Romanın içeriği ile hiç alakası yok. Ya da ben bir bağ kuramadım.

8/10

12 Beğeni

Miss Marple’ın başrolde olduğu en iyi kitap Cinayet Ilanı kitabı bence. Yine Ölüm Adası kitabı da en iyilerdendir.

1 Beğeni

Şansa bakın ki ikisi de bende yok sanırım. :joy:

1 Beğeni