Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Forumda ilk okuyan ben miyim bilmiyorum ama sanırım birçok kişi bu yorumumdan sonra kitabı okunak için acele edecektir. Ki etmeliler de. :joy:

Uzay Gezgini Tuf son zamanlarda okuduğum en harika kitap oldu. İlk başlarda bir roman olduğunu düşündüm ama içindekiler kısmını gördüğümde bir öykü seçkisi sandım ve elbette tahmin ettiğiniz gibi yine yanıldım. Kısacası hem roman hem öykü seçkisi olan bir kitap Uzay Gezgini Tuf. The Mandalorian tarzı bir uzay operası resmen. Farklı gezegenler, farklı yaşam biçimleri ve ilginç olaylarla dolu müthiş bir eser çıkarmış ortaya Martin. Yazarın espirili anlatımına ve kahramanımız Tuf’a hayran kalmamak elde değil.

Bütün olarak kahramanımız Tuf ile bir yolculuğa çıktığımız bu kitapta özellikle bahsetmem gereken bir öykü var ki bugüne kadar okuduğum en iyi 10 Bilimkurgu öyküsü içinde ilk 5’e girer diyorum. Konusuna değinmek istemiyorum. Okuyunuz ve tadını çıkarınız efem. Öykü; Adı Musa

Son olarak kedi severlerin kitabı ayrı bir seveceğini düşünüyorum. :slight_smile:

Puanım 10/10

39 Beğeni

Kitabı okumak farz oldu bu yorumdan sonra. :slight_smile:

1 Beğeni

Kapak çok kötü değil mi? Bir de tee 86’da çıkmış. Ben yeni bir şey sanıyordum. Old school sci-fic demişler. İnsanlar ya beş vermiş ya da bir vermiş, üyelerimiz için tam bir rus ruleti xd

Güzel bir ambians var ama.

içerik

5 Beğeni

İşte şimdi beni yakaladın.

1 Beğeni

Evet genellikle 85-86 yıllarında yazılmış öyküler. Tek bir karakter üzerinden yazmış hepsini Martin. Keşke bi 15 - 20 öyküsü daha olsa Tuf’ın. Belki vardır da bwn bilmiyorumdur. :joy:

Aksine ben kapağı beğendim. Çok da güzel yakalamışlar kitabın ruhunu bu kapakla. Senin paylaştığın kapağı diyorsan evet kötü. :joy: Bak mesela ben 10 verdim.

@isos81 vallahi kediler ve Tuf’ın konuştuğu diğer katakterlerin arasında geçenler çok iyiydi. Özellikle çoğu yerinde kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

4 Beğeni

9786055250997_p0_v1_s550x406

Arnold van de Laar’ın Bıçak Altında kitabını okuyorum.

Çok çok çok beğendiğim bir kitap oluyor. Moden tıbbın neden insanlığın başına gelmiş en iyi şey olduğunu daha iyi kavrayabileceksiniz. Eski zamanlarda yaşama hayali olanların özellikle okumasını tavsiye ederim :slight_smile:

Her bölümde belli bir hastalıktan muzdarip olan tanınmış kişilerin, zamanında hangi prosedürler ile ameliyat edilerek iyileştirilmeye çalışıldığı, zamanının cerrahlarının neyi doğru neyi yanlış yaptıkları, günümüzde olsa hastanın yaşama olasılığının ne olduğu gibi bilgiler veriliyor. Karmaşık tıp terimlerinin herkesin anlayabileceği şekilde açıklandığı, oldukça anlaşılabilir ve eğlenceli bir dile sahip. Hem tarih hem de tıp konusunda çok öğretici bilgiler edinebiliyorsunuz.

Bölümleri okurken sanki 19 yy. gotik dedektiflik öykülerinde her şeyin bir anda açıklığa kavuştuğu son bölümlerini okuyormuşum gibi hissediyorum :slight_smile: Örneğin bir suikastçi tarafından kalbinden bıçaklandıktan sonra ayağa kalkıp 100 metre yürüyerek bineceği gemiye kadar giden. Yardımcısının kollarında bayılıp bir süre sorna tekrar ayılan ve nerdeyse saatler sonra ölen Avusturya İmparatoriçesi Elizabeth suikastinin anlatıldığı, neden etrafın kan gölüne dönmediği, kalbi delik olmasına rağmen o kadar yolu nasıl yürüdüğü, bayıldıktan sonra nasıl tekrar ayılıp konuşabildiğinin açıklamasının yapıldığı bölümü soluksuz okudum :slight_smile:

Bölüm bölüm ilerlediği için roman gibi hepsini bir kerede okumasanız da olur. 1 ay boyunca başucu kitabı yapıp her gün bir bölüm de okunabilir. Çevirisi Hollandaca aslından yapılmış. Çok az diyemesem de benim göz ardı edebileceğim sayıda editöryel hatalarla da karşılaştım.

22 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 26-31 Buğu 2022
[Okuduğum 307.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 34.betik
[Buğu ayının 7.betiği]

Sadık Yemni adını ilk kez görünce onun Azerbaycan Türkü kökenli İran vatandaşı sandım. Sonra onunla tanışınca İran Türk’ü olmadığını öğrendim. Onu ilk kez Salgın İstanbul seçkisinde yer alan öyküsüyle okudum. Salgın İstanbul için yazdığım incelemeyi okuyabilirsin. Yemni’nin kalemini daha iyi tanımak için seçkileri okumakla geçer. Ayrıca onun oğlu denecek yaşta olduğum için beklentinin olmadan onu rahatça okuyabilirim ve hayal kırıklığından uzaklaşmış olurum.

Bakış Ressamı; Yalnızlıktan doğan sanrıyı işletmiş kalem. Belki de başkarakter, arkadaşlarına karşı kendini tam olarak ifade edemediği için hayal dünyasında dilediği gibi bir arkadaşlık kurmuş olabilir. Bu sanrıyı uzaylı olarak tanımlıyordu. Ayrıca her insanın bir fetişi vardır elbette. Şahsen burun fetişistiyim. Düzgün ve kutu burunu çok seviyorum. Hatta yan profilde güzel görünen burunu da seviyorum. Belki de bu fetişim burnumu beğenmediğimden dolayı ortaya çıkmış olabilir. Güzel ve kutu burunu öpmek isterim. Bu biraz İbrahim Tatlıses moduna kaçmış olabilir. Emin bu son iki cümleyi okurken kahkaha atmışsınız.

Akaşanlar; Psikolojik gerilim öyküsünde rüyaların gizemli yanını Budist terimce açıklamaya çalışmış. Budist inancında akaşan terimini pek bilmesem de rüyaları görmemizin nedeni; gece yatarken ruhumuzun baş kısımı bedenden çıkıp bütün alemleri dolaşır ve onun yaşadıklarını rüya olarak görüyoruz. Küçükken büyüklerim hep böyle anlatırdı ve bana mantıklı gelirdi. Hakan Bıçakçı’nın Rüya Günlüğü’ndeki gibi belki bizde başkaların hayatlarını rüya olarak görüyor olabiliriz. Terimler Türkçevari olarak görünmesini çok takdir ediyorum.

Ruh Vestiyeri; Hepimiz ergenlik çağı denilen fırtınalı ve kimseler tarafında kudurmuşluk olarak kabul edilip dışlanma dönemi yaşadı. Baş karakterin yalnızlıktan dolayı karşı apartmandaki gördüğü kız tamamen hayali ürünüdür çünkü içe kapanıklık ve zorla yalnızlığa sürüklenen insanların böyle durumları yaşaması doğaldır. Benzer durum; Kırmızı Oda dizisinde Boncuk’un üç dervişi de Boncuk’un Hollanda tamamen yalnızlaşma ve kocasının ilgisizliğinden dolayı üç dervişi görmeye başladı. Burada yetişkinler, ergenlik çağına gelmiş çocuklarına arkadaşlık etmeli ki bu fırtınalı dönemi kolaylıkla atlatırlar.

Sokaklar Benim Yeniden; Buram buram psikolojik gerilim öykünün mesajı; hayat sadece teknolojiden ibaret olmadığını gösteriyor. Elektrik kesildiği gibi teknolojinin çekim gücü biter. Yalnızlığı yaşadığım şehirde teknoloji dert ortağı olurken sevdiklerim olduğu şehirlere giderken telefon hiç gelmiyor aklıma gündüz saatlerinde çünkü sevdiğim insanların enerjisi bana geçince sıkıntılı olmuyorum. Sevdiklerinizin kıymetlerini biliniz ve ufak tefek hatalarını göz ardı etmeye çalışınız.

Dünya Hrönir Cumhuriyeti; Bu bilimkurguvari öyküde ayakları sağıam bir şekilde yere basmayan evrende yaşamak için Ütopya gezegenindeki insanlarla evlenip doğan çocuklar yarı Dünyalı yarı Ütopyalı olacak. Melezler zamanla çoğalıp insan türünün yerini aldıktan sonra hrönir mi browni mi hangi cumhuriyet kurulacaksa o kurulacak. Borges’in dünyaca ünlü bilimkurgu öyküsündense rahmetli Gül Durusel’in Bir Uzay Masalı serisindeki Nova evreni yeğlerim. Eşyalarınız mı kayboldu. Hayal edin ve avuçlarınızda hröniri beliriversin. Hrönir, kayıp eşyalar son veren akıl gücü!

K2RİK ve Gece; Bilimkurguvari öyküde tezat durumlar bir arada. İnsanların elektronik kopyaladığım dönemde MSN’nin kullanması abartılı gelmiş çünkü MSN tarih olalı 15-17 yıl oldu. İnsanların elektronik değil biyolojik klonlanması vardır. Klon, orijinalden farklı ve yapay ikizi gibi görünüyor. Metafizik olan anılar ve rüyalar ona geçiyor mu? Diye sorsanız bilmiyorum. Sadece gen kopyası oluyor. Ayrıca bu tür öyküler bence abartılı ve güldürü unsuru olmadığı için karakomik bilimkurgu öyküleri olarak kategorize ederiz yani soğuk espirinin bilimkurgu öyküsü versiyonu gibi. Ama yine de okunduğunda sıkılmıyorsun.

Yak ve Git; Anfi’nin üç arkadaşı neden öldürdüğüne anlam veremedim ama buradan anlıyoruz ki bazı arkadaşlıkların neden anlamsızca bittiğini görüyoruz. 8 yıl sonra (2014 yılında) benim hayatımda anlamsızca nedenlerle biten arkadaşlıklarla 16 yıl boyunca ayakta uyutulduğumuzu his etmedim. Sevmediğin insanlara ikiyüzlüce sevmiş gibi davranarak ellerine ne geçti. Dertleri onlar için para harcamaksa zaten kendileri götlerini vererek para kazanmaya devam ediyordu. Hayatım boyunca dürüstçe davrandım. İsterdim ki onlar da bana ve hayata karşı dürüst davransaydı belki en azında birbirimizi güzel bir şekilde hatırlayarak yollarımız ayrılırdı. Ben onlardan kurtaran ve onların aklıyla mesafeli davranmasına rağmen Toygun’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum çünkü yalancının mumunu yatsıdan sonra söndürdü.

Nefesçil; Ölümsüzlüğü başkaların nefesleriyle bulan bir karakterin başında geçen korku-gerilim türüne göz kırpan öyküde neden başkaların nefesleriyle ömürüne ömür kattığına ve neden o sülalenin nefesçil olduğuna dair açıklamalar olmasa da boş ve gereksiz anlatımıyla kafa ütülese de buradaki mesaj ise insanlar birbirine benzemese de nesiller boyu birbirimizin devamı yada tekrarı olduğunu vurgulamaktır. Ayrıca bu döngü içinde olup döngüyü fark etmiyoruz. Hep farklıyız diye düşünürken aslında bir öncekinin devamıyız.

Bekleme Odası; Aslında rüyalar ruhumuzun bekleme odalarıdır. Bazen geçmişvari bazen gelecekçidir. Bazen de bir dizinin devamı gibidir. Bazen kurgusal bir odadır. Rüyalar bize ipuçları veriyor. Rüyada bir insan, senden sürekli kaçıyorsa demek ki gerçek hayatta o insanı sıkboğaz ederek rahatsız etmişsin demek. Rüyalarınıza inanın. Onun mesajlarını ciddiye alınız. Öyküden sıkılmış olsam da bende bıraktığım izlenimleri sizlerle paylaştım. Sıkılmamın nedeni de öteki dünyayı çocuk oyuncağı gibi kolay sanıp dalga geçme vari cümlelerin içermesidir.

Öykülerini okurken Hollanda’da yaşamış bir gurbetçimiz olduğunu anladım. Onun Türkiye Türkçesi aksanı çok sevimli görünüyor. Ayrıca öykülerinde genellikle durağanlık hakim olduğu için güldürü unsuru yoktu. Bir de öykülerinde bazen öpüşmeyeyazan sahneleri görünce detaylı olarak sevişme sahnelerinde onun tarzını merak ettim ister istermez. Avrupai gibi ne istediğini bilen tutkulu sevişen jönler gibi mi yoksa doğalca sevişen Anadolu insanı mı? Bu soruyu yanıtını bir sonraki öykü seçkilerinde görebilirim. Kısmen beğendiğim öykü betiğini okuyup okumamayı sizlere bırakıyorum.

1 Beğeni


Aleksandr Belyaev // Hava Adamı Ariel

Çok kolay okunan, dili ağır olmayan bir kitaptı. Bilimkurgu ögesi olarak çeşitli deneylerle baş karaktere uçma yeteneği verilmesi vardı yalnızca. Bundan sonra spoiler olabilecek dikkatimi çeken birkaç şey paylaşmak istiyorum.

Ariel’in vasiler tarafında sırf para için o okula kapatılması çok canice geldi bana. İnanamadım okurken.
Ariel’in Raja’nın adamı tarafından bulununca onu yeni bir eğlence aracı olarak görmesi de çok sığ geldi. Bi’ dur düşün di mi adam uçuyor :rofl:. Rajanın sarayında boğulan çocuğun hizmetçi kurtarmaya çalışınca engel oldular hizmetçi dokunacağına ölsün diye… Bu sınıf ayrımı çok acımasız.
Arielin yine uçma mucizesini gösterdiği bir sonraki durakta bir karakter karşıdaki dağın yerini değiştirir misin odam güneş almıyor diye bir talepte bulundu ki evlere şenlik :rofl:

Ne bileyim genel olarak depresif ve üzücü buldum. Sonunu da üzücü buldum.

14 Beğeni

İokaste’nin Çocukları - Natalie Haynes

Kral Oidipus ve kızı Antigone’nin trajik hikayelerini kadınlar gözünden okuduğum farklı bir mitoloji romanını bitirdim ve birkaç şey yazmaya da hakkım olmuş oldu :slight_smile:

Peki bu kadınlar kim? İokaste ve İsmene . Sadece adlarıyla size pek bir şey ifade etmiyor olabilirler; biri eşi, diğeri de çocuklarından biri dersek daha mı net olur sanki? Bazı isimler sıfatları olmayınca önemsiz mi kalıyor kimilerinin yanında? Bence bu gibi isimler sadece isim olarak kalıp kendilerini çağrıştırmalı. Özellikle kenara itilmiş kadınlar artık ön saflarda olacaklar, bu tür kitapların sebep olduğu gibi ve olmaya da devam edecek bence… İsimlerini efsanenin içeriğinde birçok kez gördük ve Sophokles’in tragedyalarında bazı dizelerde yeri geçti, okuduk… Ama gelişen olaylara ve sürece onların gözünden tanık olabildik mi hiç? Hayır.

İşte Haynes yazdığı bu eserle tanık olma imkanı sunmuş oldu biz okurlara. Yunan mitolojisi kendi içinde barındırdığı mitoslar ve çeşitli efsaneler nedeniyle oldukça zengin, fakat bunların değişmemesine dair hiçbir kuralı da, yasası da yok… Yeniden kurgulanıp yayımlanmasında da hiçbir sakınca da olmuyor haliyle, hatta hikayeyi günümüzde yenileyerek kalıcılaştırıyor ve farklı kılıyor bizim için.

Kitap sırasıyla İokaste ve İsmene bölümleriyle ilerleyerek bizi sona getiriyor. Bu bölümler birbirinden bağımsız da olsa bir uygunluk söz konusu tabii. İki kadının yaşantısını, duygularını ve düşüncelerini hissederek kilit karakterlerin süreçlere nasıl dahil olduklarını görüyoruz bir yandan. Oidipus ile ilgili okuduğum birçok kaynakta İsmene bana pasif, İokaste vasıfsız gibi gelirken, şimdi almış oldukları roller ve sorumluluklarıyla bambaşka göründüler gözüme. O kenara itilmişliklerini ortadan kaldıran unsurlar var burada. ‘’Güçlü kadınlar’’ imgesi tamamen başarılı olamamış olmasına rağmen, ‘‘özgür ve bilinçli kadınlar’’ temasına rastlayabildim bir miktar da olsa.

Efsanenin karakterlerine ve mekanlarına büyük ölçüde bağlı kalınmış ve küçük ama etkisi büyük olan önemli değişikliklerle taçlandırılan bu eseri beğendim. Özellikle sonuna doğru, hikayenin farklılaştırılması ve o bilindik kalıbından kopartılması nedeniyle yazarına böyle bir şeyi akıl edebildiği için hayranlık duymamı sağladı. Okurken de keyif aldım ayrıca… Fakat edebi yönden biraz tatsız bulduğum bir kitap oldu. Ayrıca detaylandırılması gereken birçok noktanın yüzeysel anlatımla kaleme alınması beni şaşırttı. Yine de Yunan mitolojilerini seven bir okur olduğum için kitabı da sevmiş bulundum.

Yazarın bu hikayeyi romanlaştırma amacı tragedyaların pek okunmaması ve mitolojilerin pek bilinmemesiymiş aslında. Bu konuda yazara katılmıyorum çünkü günümüzde mitolojilere ilginin arttığını düşünüyorum. Edebi mitoloji romanlarının katkısının da bu ilgide payı oldukça fazla. Gerçek dünya çok acımasız, gerçeği yaşıyoruz çünkü. Fantastik dünya ise bize ait olmadığından bu ilginin daha çok artacağına hiç şüphem yok.

Bu kitaptan önce Sophokles’in Thebai üçlemesini okumak daha bir mükemmel olacak, kesin bir cümle olduğunun farkındayım, eminim buna nedense. Temelin üstüne güçlendirme çalışması yapmak gibi bir şey bu… İlk bu kitaptan başlarsak zeminin kolonlarını yıkıp dükkan yapıyormuşuz gibi hissediyorum nedense.

Peki efsaneyi bilmeden ilk bu kitabı okudunuz, ne olur, ne kaybedilir? Kaybetmek yerine bu mitosu öğrenmek için bir çabaya girersiniz belki ve bu da kazanç olur sizler için. Her türlü okunabilir o zaman diye sonlandırmak istiyorum. Yine de önerim şu tabii; kitaptan önce efsaneyi bilmek, yüzeysel de olsa bilmek :slight_smile: Birkaç şey yazacaktım ama çenem düşmüş :slight_smile:

Yayımladığım platformlar:
wannart bubisanat 1000kitap

15 Beğeni

Cok geniş bir kitleye ulaşılmak istendiğinde bunu bilinçli yapıyorlar diye düşünüyorum.

2 Beğeni

Katılıyorum. Daha genç arkadaşlar okusun diyedir belki ama tatsız tuzsuz yemek gibi geldiği için bana bir puan kırdım kitaptan.

1 Beğeni

Kambur

Kitabın arka kapağında kitaptan bir sayfa ve yazarın ilk kitabı olmasına rağmen yetkin bir kalem olduğunu ifade eden bir açıklama dışında bir şey yok. Yani kitabı yayınlayanlar bile kendi cümleleriyle kitabı tarif edememiş.

Kitap gayet güzel ama tarifi cidden kolay değil. Çoğu yazarın ilk kitabında olduğu gibi içsel bir deneyim sunuyor. Dünyanın estetik kaygıları çerçevesinde fiziksel veya zihinsel olarak çirkinliği kanıksamış bireyin etrafında ve kendi içinde olup bitenleri okuyoruz.

Düşlerin ve hayallerin gerçek olmasını arzularken, gerçeklerin de sahte ve yanılsama olduğunu varsayıyor karakter. Bulduğunda umduğunu bulamayan, bulduğunda umduğunu bulmuş gibi yapıp hayata katlanıyor kahramanımıza göre. İnsanların bu çabası karşısında da bizi hayrete düşüren çok güzel alıntılar birikmiş kitapta. Ve çoğu sayfa hadi bu ağır cümlenin üstüne biraz düşün diyen boşluklarla dolu.

Herkesin sevebileceği bir tarz değil ama benim çok hoşuma gitti artık yazarın diğer kitaplarını okumak mecburiyetindeyim. Kahrolsun tamamlama dürtüsü.

15 Beğeni

Bülbülü Öldürmek
Harper Lee, ki kendisi Amerikalı bir yazardır ve tek bir romanı vardır; ‘Bülbülü Öldürmek’, tek ve mükemmel bir atış. Bu romanı yazdığı zaman 34 yaşında olduğunu hesapladım. Ta 2015 yılında yani doksan yaşına yaklaşırken ikinci romanını yazıyor “Tespih Ağacının Gölgesinde” Sanırım bir devam romanı niteliğinde. Eğer ilk romanının yarısı kadar güzelse alıp okunmalı diye düşündüğüm için Oda kitap sitesine baktığımda stokta yok uyarısını aldım.
Romana gelince, bir roman ancak bu kadar içten yazılabilir. Küçük bir kasabada ve küçük bir ailede olup bitenler, sıcak abi kardeş ilişkisi, arkadaşlıklar, çocukça meraklar, herkesin sahip olmak isteyeceği bir baba çok güzel anlatılıyor hem de küçük bir kızın gözünden. Ayrıca komşular ve diğer kasaba sakinleri benzerlikleri, zıtlıkları okuyucuyu sıkmadan naif bir dille veriliyor. Romanın temelinde büyük bir trajedi var. Sevilen sayılan ve bu saygıyı sonuna kadar hak eden birinin karşısında tüm toplumun düşman olması anlatılıyor, üstelik sadece derisinin rengi yüzünden suçlanan birini savunduğu için. Hala okumadıysanız bir an önce okumanızı naçizane olarak öneriyorum.
bülbülü öldürmek-1

17 Beğeni

Sebastian Fitzek’ten okuduğum ilk kitaptı. Daha ilk baştan kitabı bir polisiye beklentisiyle almıştım fakat ilk 240 sayfa ile tamamen yerle bir oldum desem yalan söylemiş olmam. Kitap zaten 300 sayfaydı. E bunun 240 kadarı da psikolojik gerilim olunca çokça kez yarıda bırakasım geldi. Ama her seferinde de ‘bu kitap böyle sürüp bitmeyecek bitirmelisin’ diyerek motive ettim kendimi ve iyi ki de öyle yapmışım diyorum.

Kitap, bir gün gittiği otelde tecavüze uğrayan psikiyatri uzmanı Emma ve onun, sonrasında yaşadığı psikolojik yaşantısına odaklansa da arka planda tuttuğu gerilimi ve pasif polisiye temasıyla oldukça zangin bir içeriğe sahip. Özellikle son 60 sayfayı bir solukta okumanız muhtemel. Çünkü kitap bu son finaline kadar sizi Emma ve onun psikolojisiyle iyice bunaltıyor ve kendini bir alev çemberinde bulan akrep gibi hissetmenize neden oluyor. Tam kendinizi öldürecekken o beklenen çözümleme de imdadınıza yetişiyor.

Fitzek’in psikoloji konusundaki yetkinliğine de şapka çıkarmak gerekiyor. Kişi ve yaşadığı travmayı müthiş bir gerçeklikle ele almış. Ele almakla kalmamış sonuna kadar da bunu okuyucuya hissettirmeyi başarmış.

Kısacası, finaliyle sizi bir o köşeye bir bu köşeye savuran ama bu kısma kadar da işkence eden harika bir kitaptı. :joy:

Puanım 9.9/10

21 Beğeni

Hayalet Atlı Binici – Theodor W. Storm:

Hayalet Atlı Binici, kökenini eski Germen mitlerinde geçen bir efsaneden almış. Storm’un en son ve en önemli eseriymiş. Yazar burada çerçeve anlatım tekniğini -yani hikaye içinde hikaye anlatmayı - kullanmış.

Kitaba başlarken, biraz ismi yüzünden doğaüstü durumlarla dolu bir hikaye okuyacağımı sanmıştım. Pek beklediğim gibi olaylar bulmadığımı hemen söyleyeyim. Zaten yazar, Alman gerçekçiliğinin önde gelen temsilcilerinden biriymiş.

Hikâyede ana karakter üzerinden, insanın doğayla olan mücadelesi ve savaşı anlatılıyor. Hauken Haien ilginç bir karakter. Ne tamamen iyi ne tamamen kötü. Hatta kötü tarafları daha çok denilebilir. Hikayede doğa betimlemeleri hoştu. İnsanların batıl inançlarının anlatımı da aynı şekilde iyiydi. 168 sayfalık, biraz gotik izler de barındıran bir hikayeydi diyebilirim.

Hikayenin herkese hitap edip etmeyeceğini bilemiyorum. Kitabı biraz zamana yayıp okuduğum için ben sıkılmadım. Ancak hikayede eril bakış açısı fazlasıyla hissediliyordu. Bir noktada bir çocuğun zeka geriliğiyle ilgili karakterlerin söyledikleri sinirimi bozmuştu.

Sonunu okurken biraz tuhaf oldum çünkü beklenmedikti. Önsözü ise en sonda okudum. Fazlasıyla aydınlatıcı bir metindi ama sürpriz bozan bir tarafı da vardı. Önsözde Shakespeare oyunlarıyla karşılaştırılması ayrıca hoşuma gitti. Hayalet Atlı Binici özetle insanın doğayla mücadelesini, hırsını, aşkını ve trajedisini anlatan bir eser.

Puanım: 8/10

19 Beğeni

En sevdiğim kitap türleri; düşük beklenti ile başlayıp, sonrasında bittiğinde beni etkisinde uzun süre bırakan kitaplar oluyor. McCammon’un romanını okumaya başladığımda bir çok noktadan bazı yazarlardan ve kitaplardan benzerlikler göreceğimi düşünüyordum. Nitekin Stephen King tadını fazlası ile alıyorsunuz ama farklılıkları da çok fazla. Sadece bir korku ve gerilin romanı değil bu. Arkadaşlık, aile kavramları, geçmişten geleceğe değişimler olsun, her şeyi ile kurgusu ve gelişmesi ile okurken her sayfasından ve bölümünden çok keyif aldığım bir kitap oldu. Eğlence var, dram var, mistik olaylar var, gerilim var. Bunların hepsinin bir romanda harmanlamak ve bunu okuyucuya hissettirebilmek gerçekten büyük başarı.

25 Beğeni

Şu an kamp yaptıkları bölümdeyim. Gerçekten güzel bir anlatıma sahip kitap. Karanlık kitaplıktan okuduğum kitaplar arasında bir numarayı alacak gibi. Ben de bitirince bir şeyler karalayacağım bitirincem

2 Beğeni

Jules Verne - Buzlar Sfenksi
Alfa Yayınlarının bastığı Jules Verne eserlerini uzun zamandır biriktirip okuma niyetim vardı. Ortaokul yıllarımdan kalan Jules Verne sevgisi sürekli aklımın bir köşesindeydi. Serinin ilk kitabı olan Buzlar Sfenksi aslen bir Edgar Allan Poe romanı olan Nantucketli Arthur Gordon Pym’in Öyküsü kitabının devamı. Gordon Pym’in Öyküsü hayatımda okuduğum en akıcı en güzel kitaplardan biri oldu.

Gordon Pym’in Öyküsü çıtayı o kadar yükseğe taşıdı ki, bu hikayeyi devam ettirip sonlandıracağını söyleyen Buzlar Sfenksi’ne çok büyük beklentilerle başladım. İlk başlarda biraz hayal kırıklığına uğradım. Kitap bir türlü bizi asıl öyküye sokmadı, uzunca bir süre ana öyküye girmeden bir temel hazırladı ve sonunda gerçek bir macera öyküsüne daldık.
Öncelikle Verne’in dili çok akıcı, anlaşılır ve sade. Kendimi sürekli kahramanların yanında olayları gören hisseden ama konuşamayan biri gibi hissettim. Özellikle denizciliğe dair bilgilerin kitaba iyi yedirilmesinin de bunda büyük bir faydası oldu. Diğer taraftan Jules Verne o gün ki bilime göre olayları çok mantıklı bir şekilde yorumlayıp mantıklı bir hikaye düzeni oturtmuş. Tarihsel seferlere atıflar vererek ise kendi hikayesi ve Allan Poe hikayesini adeta gerçek bir olay şekline sokmuş.
İçerik olarak heyecanlı bir macerada kişilik özellikleri, dostluk, düşmanlık ve güç üzerinde çok durulmuş. Gemideki bölünmeler, uzun süre birbirleriyle olan denizcilerin ilişkileri gayet güzel anlatılmış.

Sonuç olarak çok beğendiğim ama iki noktada hoşuma gitmeyen bir eser oldu. Birincisi ilk başlarda kitap hikayeye bizi sokmadan önce çok vakit kaybedip, gereksiz yere uzuyor. 550 sayfa olan eser pek tabi 300-400 sayfa olabilirmiş, ikincisi ve asıl üzüldüğüm nokta Arthur Pym’in öyküsünü devam ettireceğini söyleyen eser, Arthur Pym hakkında çok az yeni şey anlatıyor.
Puanım : 8,5/10

Ahmet Ümit - Sis ve Gece

Özellikle yabancı polisiye seven birisi olarak Türk Polisiyelerine bulaşmama imkanım yoktu. Zamanında okuduğum Celil Oker ağzımda çok güzel bit tat bırakırken, Osman Aysu adeta batılı yazarların ucuz bir kopyası gibiydi.
Polisiye, Bilimkurgu veya Fantastik türlerinde genelde Batı’da kendi kültürlerinden beslendikleri için, Türkçe bu tür eserler ilk başta garip gelebiliyor. Ancak bu tamamen o tür eserlerde Türkçe’de yetkin ve çok sayıda eser olmamasından kaynaklanıyor.
Ahmet Ümit ise uzun zamandır açıklamalarını okuduğum, kişiliğini çok beğendiğim bir yazarımız. Geçen sene kitaplar ucuzken sırf destek için tüm kitaplarını almıştım birgün okurum umuduyla. Bu aralar farklı farklı eserler okuyorum ve Ahmet Ümit’den bir adet kitap okuyasım geldi ve başlangıcı Sis ve Gece ile yaptım.

Kitabı genel olarak beğendim. Kitabı polisiye olarak okumasaydım beğeni seviyem daha da artabilirdi.
Kitabın anlatış tarzı, Sedat’ın iç sesleri, vicdanında yaşadığı ilişkileri temizlemeye çalışması, olayların farklı farklı kişiler üzerinden anlatılıp tek bir noktaya bağlanması kitabın öne çarpan güzel taraflarından biriydi. Emniyet ve benzer teşkilatlarda görev yapanların 90’lardaki duygu ve düşünceleri kitapta yazılanlara yakın olduğu için eğreti durmamıştı.
Gelelim işin polisiye kısmına, bana göre bir yazarın ilk kitapları arasında sayılacak bu eser gayet üst seviye bir eser, ancak aynı başarıyı etkileyici bir son yazmada gösterememiş. O sebeple bu kitabı polisiye değil de normal bir roman olarak okusaydım daha çok beğenirdim. Yazarın eser sonundaki şaşırtmacalı sürpriz sonlu polisiye finali yazma hevesi biraz olmamış gibi. Bence şaşırtmacadan ziyade daha açıklayıcı bir son daha güzel olurdu gibi geliyor. Üstteki Buzlar Sfenks’inde olduğu gibi kitap sonu biraz aceleye gelmiş gibi.
Ancak genel olarak baktığım zaman, beğendiğim, yazardan devam edebileceğim bir kitap oldu. Umarım diğer kitaplarından çıtayı daha yükseğe çıkarmıştır.
Puanım 8/10

Not: Yazar “ikircim” kelimesini çok kullanmış, ben bu kelimeyi genelde “ikircik veya ikircikli” olarak uydum. Bunun yerine kuşkulu, tereddütlü gibi kelimeler daha güzel olabilirdi.

20 Beğeni

Büyük Defter/Kanıt/Üçüncü Yalan- Agota Kristof
Macar doğumlu Agota Kristof belki de göçmenliği, yurt sorunlarını ve rejim değişikliğini birebir hisseden yazarlardan biri. Doğduğu ülkenin sınırlarını aşarak İsviçre’ye yeni bir hayat kurmaya zorlanan biri. Belki de bu yüzden romanlarını bu temalar üzerine örüyor; unutamayacağı zorluklar…

Eser ikiz erkek kardeşlerin savaş sebebiyle babalarının cepheye gitmesiyle annelerinin onları anneannelerine bırakması ile başlıyor. Henüz dünyaya yalnızca adım atmış, tanımaya yeni yeni başlamış olan bu ikizlerin yaşamayı öğrenmeye çalışmaları ile devam ediyor. Her zorluk için kendilerini hazırlamak istiyorlar, incinmemek için. Anneannelerin kötü sözlerine üzülmemek için birbirlerine kötü sözler sarf ediyorlar. Sevgisiz kalmamak için birbirlerine güzel sözler söylüyorlar. Yalnızca annelerinin yerini dolduramıyorlar, saçlarını okşamaları akıllarından gitmiyor.
Büyük Defter sanırım okurken en çok etkilendiğim kısımlardan biri. Çocukların hayatı anlayış ve kavrayış biçimleri, karşılaştıkları olaylar okuyucuda büyük izler bırakıyor.

Yazar kurguyu işlerken savaşın izlerini aralara serpiştirerek romanı örmeye başlıyor. Alman işgali sonrası kurtuluş gözüyle bakılan Sovyetler’in şehirlerine girmesi ile başlayıp aslında amaçlarının SSCB temelleri atmak olduklarını çocukların gözünden okuyoruz. Zorla kendi dillerini öğretmek başka dillere izin vermemek gibi çok güzel detaylar ile zamanı ve mekanı bilemediğimiz ilk romanda Macaristan’da olduğumuzu anlıyoruz.
Çocukları tanıyoruz fakat isimlerini henüz bilmiyoruz.
Bu bölümde okumaya tahammül edemeyeceğimiz fakat maalesef kapalı kapılar ardında olabilen olayları anlatıyor yazar. Bazen bu karakterler “işgalci subay” gibi bir karaktere indirgeniyor. Çarpıcılığı arttırmak amacıyla.

Kanıt ile devam ediyor roman. İkinci kitap. İkizlerin ayrılması ile anneannenin yanında kalan çocuğun büyümesine tanıklık ediyoruz. Genç bir erkek oluyor, on sekiz yaşlarına dayanırken ki geçen zaman ana konumuz. Kardeşinin ayrılması ile anneanne evinde kalan kardeşin hislerini büyümesi ile birlikte okuyoruz. Bir yandan da birçok karakter kitabımıza giriyor. Yavaş yavaş kurgu kafamıza oturuyor ve keyifle ilerliyoruz.

Derken… Üçüncü Yalan ve son kitabımız, bölümümüz.
Doğru ile yanlışın karıştığı, oturan parçaları bozduğumuz, tekrar tekrar birleştirmeye çalıştığımız bir kısım.
Yavaş yavaş bir aile krizi çıkıyor önümüze ve anlıyoruz ki yazar bu durumu belli etmeden ince ince işlemiş. Bol bol ters köşelerce neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremiyoruz ve okuduğumuz her sayfayı sorgulamaya başlıyoruz ki inanılmaz keyifli.
Sayfalar arasında iki kardeşin gözünden de okuyabiliyoruz. Bu da gerçeklik algımızla epey oynuyor. Büyük Defter kadar etkileyici bir bölüm.
Büyük Defter’i sevmemin sebebi yazarın çocuk psikolojisini ve onların düşüncelerini yazıya çok iyi aktarabilmiş. Büyümelerine tanıklık etmek çok hüzünlüydü. Boğazınızda bir yumru, yüzünüzde donuk bir ifade ve diğer tarafta savaşın acımasızlığı, insanların iğrenç davranışları, çocuklara uygulanan her türlü muamele.
İnanılmaz güçlü bir kalem. Cümleler duru, etkileyici olduğu kadar. Çoğu zaman net ve kısa cümleler var fakat ağırlığını anlatmak mümkün bile değil.

Son zamanlarda bu kadar geniş bir kurgu okumamıştım. İnce ince işlenen savaş kalıntılarına hayran kaldım. Tekrar tekrar okunmayı hak eden bir eser. Kendimce birkaç not alıp çok da ileri olmayan bir tarihte okuyarak karşılaştırma yapmak istiyorum.
Çünkü yazar öyle bir kurgu yazıyor ki sonunda halen neleri doğru anladınız neleri oturtturdunuz emin olamıyorsunuz. Bir sonuç olmasına rağmen içim karmakarışık duygular ile dolu, sisli.

Bayıldım.

20 Beğeni

YKY sansür konusunda sabıkalı bir yayıneviydi zaten. Alttaki olay da hala devam ediyor diye biliyorum. Sadece çeviri eserlerde değil Türkçe yazılmış eserlerde bile sansür uygulamışlar.

2 Beğeni