Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Okuduğum Tarih: 23-24 Teke 2022
[Okuduğum 319.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 46.betik
[Teke ayının 7.betiği]

Rahmetli kalemin bir kaç romanı okudum. Oradaki atmosferi bu romanda göremedim çünkü bu romanda öze dönüş değil laik yönetimi eleştirilerin hakim olduğu bir hava vardır. Okurken biraz beni hayal kırıklığına uğrattı çünkü tam onun Cüneyd Suavi gibi ruh doktoru sanarken laik düşmanı bağnaz algısına büründüğünü gördüm. Doğrusu Tanrı bilir çünkü Tanrı, onun içini dışını görmüştür. Ben de bıraktığı algıyı dile getirdim.

Öncelikle rahmetli kalemle Filistin konusunda hem fikir olmadığımı dile getiriyorum. Madem Filistin mazlumsa neden Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a değil de Ermenistan’a destek veriyor. Mazlum ne zamandan beri zülum edici ve teröristin yanında durdu. Ateş düştüğü yeri yaktığı için ortak acıya sahiptirler. Filistin’in bu davranışının nedeni ya Türk düşmanlığı yada Azerbaycan’da Şii Müslümanlığı yaygın olduğu düşüncesi. Azerbaycan’da hem Şii hem Sünni mezhepleri yaygındır. Azerbaycan, hiçbir zaman mezhepçi olmadı ve Türkiye’den gelenleri kayıtsız şartsız bağırlarına basarlar.

Laikçiler’de bağnazlar olabilir ama gerçek Laikçiler; Ulu Önderimiz Atatürk’ün annesi, kızkardeşi ve eski eşinin başörtülü olduğunu biliyorlar. Bundan dolayı başörtülü insanlara haksızlık etmezler çünkü laik kavramını tam anlamıyla biliyorlar. Bağnazlardan dolayı ne Laik’e ne de İslam’a düşmanım. Ulu Önderimiz Atatürk’ün ailesine baktığımda onun dinsiz olmadığını görüyorum. İslam dinine baktığımda da İslam dini bağnazlık dini değil akla, bilime ve ahlaka önem veren bir din olduğunu görüyorum. Bağnazlık, yanlış eğitim ve yanlış tutumdan doğar.

Hem inançlıyım hem de Laikçiyim çünkü bu gün inancımızı dolu dolu yaşıyorsak Ulu Önderimiz ve silah arkadaşlarına borçluyuz. İnancımda görmeden bir insanı yanlış eleştirmek gıybet kabul eder. Onu karalayanlar da getirdiği laik düzenle teokratik kisvesi altında dilediği gibi at koşturanlara meydanı bırakmadığı içindir. Onun getirdiği laik düzenle insanların insan gibi yaşaması ve eğitim olanaklarından faydalanıp doğru bilgilere ulaşılmasını sağlar.

Bence Kur’an-ı Kerim’i müslümanların konuştuğu dillere anlamlarda saptırmadan tam anlamıyla çevirilmelidir ki onu okuyup anlamak ve onu tam anlamıyla benimseyerek yıllarca güdülen bağnazlığı yavaş yavaş yok ederek rahmetli kalemin anlattığı kıssadaki gibi imamın tutuklanmasına sessiz kalmayız böylece. Hristiyan ve Musevi toplumların tepkilerin nedeni kutsal betikleri tam anlamıyla okudukları için dini değerleri sağlam bir şekilde ayakta durmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de astronomi bilimini destekleyen ayetlerini varlığını öğrenince çok mutlu oldum çünkü Tanrı’nın sonsuz kudretini evrende ve yıldızlarda görüyoruz. Onlar da Tanrı’yı zikredip ona secde ediyorlar.

Betiği okurken Siirt’in Baykan ilçesinde bulunan Veysel Karani Türbesi’nin kapısı önünde türbeye sırtım dönük ve boynumdaki muskayı avcumun içine aldıktan sonra gözlerimi kapatıp “Tanrı’m, ruhum ve bedenim kirli olsa da duaların kabul ettiğini hatta adaletine sonsuz derecesinde inanıyorum. Burada yatan yalvaç aşığı hatırına ne olur arkadaşımın eski eşi yeniden evlensin ve öyle bir kocaya denk gelsin ki arkadaşıma yaptığı haksızlıkların farkına varıp arkadaşımın ayaklarına kapansın çünkü arkadaşım beni tanımadan gösterdiği insanlığa küçük bir teşekkürüm bu dua olsun.” diyerek dua ettiğimi hatırladım.

Laik düşmanlığı kokan betiği okurken bazen gözlerimi dolduran sahneler oldu. Bellki de onun annesi ve benim babamın bizlerde bıraktığı yanan "Gül Yarası"ndan dolayıdır. Birini sevmek ona eziyet etmek değildir. Bizler sizin sevdiklerini sevmek zorunda değiliz. Bizleri olduğu gibi kabul etmek sizlere zor gelmemelidir. Okuyup okumamayı sizlere bırakıyorum. Yeniden laik rüzgarının esmesi dileğiyle kendinize bakınız.

1 Beğeni

Aden - Stanislaw Lem

10491336785970

Yazarın kendisinden okuduğum 2.kitabi. İlk olarak Yenilmez okumuştum. Çok beğenmiştim. Özellikle yazarın teknik bilgisi üzerine hayran kaldım ve bilim kurgu romanı yazmanın ne kadar zor ve ustalık gerektiren bir roman türü olduğu konusunda çok düşündüm. Her bilim kurgu yazarının bu kadar teknik bilgi bilip bilmediğini çok merak ediyorum. Bundan sonra farklı yazarlardan okuduğum her bilim kurgu romanında bu konu hakkında daha fazla düşüneceğim.

Romana gelirsek ise hikaye Yenilmez romanını okuyanlar için çok paralel ilerliyor. Kaza eseri Aden gezegeninde düşen uzay gemimiz ve içinde bulunan 5 kişilik mürettebatın hikayesi. Mürettebat ise Kaptan, Doktor, Mühendis, Kimayger ve Fizikçiden oluşuyor. Romanda mürettebatımızın gemi kaza yapıp Aden gezgenine düştükten sonra gezegeni keşfini ve tabiki kaza yapan geminin tamiri ve gezegenden ayrılmayı konu alıyor diyebilirim. Aden gezegeninin yaşam koşulları Dünya ile çok benzer. Benzerlikten kastım sadece oksijenin ve suyun yeterli seviyede olması aslında. Bu benzerlik haricinde ise mürettebatımızın gezegeni keşfi, hayatta kalma ve gezegende karşılaştıkları zorluklar romanın akışını konu ediniyor.
Romanı okuması çok hızlı. Dün akşam başladım ve bu öğlen bitirdim. 2 oturuşta bitti kitap. Yenilmez romanının aksine bu kitapta daha fazla dialog var ve bu romanı daha açıklayıcı yapıyor. Yazar incelemenin başında belirttiğim gibi çok fazla teknik terim kullanıyor. Bu kadar terime hakim olmak ve bunları romanda kullanmak çok büyük ustalık gerektiren bir durum bence. Bu bilgi birikimiyle muhtemelen fen bilimlerinde ülkemizde çok başarılı bir akademisyen olabilirdi diyebilirim.
Ben kitabı çok başarılı buldum. Anlatmak istediğini hiç uzatmadan çok net ifadelerle anlatmış. Sıkıldığım yer olmadı desem yeridir. Ne zaman hikaye donuklaşsa, yazar bizi meraklandiran bir yola sokuyor ve hikayenin sonunu merak ediyorsunuz. Bilim kurguya giriş için aslında ideal olabilecek bir kitap. Yazarın diğer kitaplarını mutlaka okumaya devam edeceğim. Puan verecek olursam 8/10 veririm.

22 Beğeni

Okuduğum Tarih: 24-25 Teke 2022
[Okuduğum 320.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 47.betik
[Teke ayının 8.betiği]

Normalde bu eseri, belirlediğim kalemlerle birlikte okuyacaktım. Beklediğim iki betik daha gelmediği için Cüneyd Suavi, Murat Kaya Beşiroğlu ve İrfan Gürkan Çelebi arasında kalbimin sesi Murat Kaya Beşiroğlu seç diyordu çünkü Beşiroğlu, benden on dokuz yaş büyük olmasına rağmen haftada bir onu aradığımda vakit ayırır. Demek ki egolu veya egovari cümleler sarf etmeyeceksin.

Gökteki Küre; Okurken ilk önce bana durağan gelse de Ozan’ın gördükleriyle birden gökyüzüne bakıp o garip küreye pür dikkatle bakmaya başladım. Bizden üstün özelliklere sahip uzaylı ırkının cisimsiz olduklarını tahmin etmek daha mantıklıdır çünkü onlara olağan üstü özellikleri aşıladığımız türü basit betimlemek mantıksız gelir. Taner Güler’den sonra Murat Kaya Beşiroğlu, uzaylı ırkının cisimsiz ve diledikleri şekilde bürünmelerini kurgulaması mantıklı geliyor. Her yerde hologram yapıtlar olması çevremize etkileyici bir estetik havası verir.

Perili Köşkün Hayaleti; Topal Robot Ozi öyküsünün devamı olduğunu okudukça anlıyoruz. Topal Robot Ozi öyküsüne göre ayakları sağlam bir şekilde yere basar. Aslında romanlaştırmak yerine birbirinin devamı olan macera öykülerinden oluşan eser olabilir. Ayrıca korku-gerilim motifleri teknolojik ürünlerle hologram olarak oluşturulmasını ve köşkün perili olduğuna dair müzeleştirmesi bence yazılmış en güzel bilimkurgu gerilimi olabilir. Yazdıkça daha da genişlenebilir çünkü Hülya Hanım’ı öldüren adamın asıl niyetini bulabilir Ozi.

Betiğe adını veren öyküde Kerem’in diğer yaşamı rüyasında görmesinin bilimsel bir açıklaması yoktur. Ya belki başka kişinin klonu olabilir yada gittiği psikyatri sayesinde önceki yaşamını anımsamaya başlamıştır. Normalde en mantıklısı gelen baskasının klonu olmasıdır çünkü buna benzer durum ülkemizde Aşkın Peşinde dizisinde Lucas’ın klonu Osvaldo, Lucas’ın yaşamını ve Lucas’ın aşık olduğu Jade’yi anımsıyor. Hatta Lucas gibi Jade’ye aşık oluyor. Öteki Yaşamla ilgili durumu kalemle konuşacağım çünkü bana da ilginç gelen bir durum ve neye dayanarak böyle bir kurgu yazdığını merak ettim.

Dünyanın Bütün Mehmetleri; Bir bilimkurgu öyküsünden ziyade fantastik türüne göz kırpan öykü olarak karşımıza çıkıyor çünkü her zamanda aynı kişinin tek zamanda buluşmasına mantıklı bir açıklama sağlanmadığı için bazı soru işaretleri havada kalıyor. Dicle’nin 11 yaşında Mehmet’i on dört yıl sonraki geleceğe neden ışınlasın ki? 49 ve 83 hatta 127 yaşlardaki Mehmet’in geçmişe gönderilmesine anlam veriyorum. Böyle bir imkanım olsaydı 2016 yılındaki Hilal ile görüşmek isterdim ki en azında dirensin ve hayatına güzel bir yön versin.

Zihin Savaşları; Teknolojide ileri düzeye gelsek ülkemizdeki siyaset anlayışının değişmeyeceği su götürmez bir gerçektir. Kalem, bu konuda çok güzel değinmiş ve ileri görüşlülüğünü bize gösterek kalıcı olma adına emin adımlarla yürüdüğünü söylüyor resmen. Aşk konusunda cesaretli olmak önemlidir çünkü senin hayalin senin gerçekliğin olmalıdır. Cesaretli olmasan senin hayalin başkasının gerçeği olur. Bence Şebnem, şirketteki köstebek olabilir.

İlişki Koçu Umberto; Bu öyküde Umberto adlı yapay zekayı beğenmedim. Hem geveze hem de kendini bir bok sanan biridir. Ben bir tane Bonanza almak isterim çünkü sevimli bir laf cambazıdır. İlişki sırasında bacak arasındaki et parçasını görmediğim için karşı tarafın yüz güzelliğine önem veririm çünkü güzel bakmak sevaptır. Meryem Uzerli ve Britney Spears yüzlerini çok beğeniyorum. Hele de kendi bir bok sanan kadınları oldum olası hiç sevmem çünkü kadın dediğin yüz güzelliğiyle karşı tarafı fethetmelidir. Benim güzellik anlayışım sizlerle uyuşmadığı için her kadına bodoslanma dalmıyorum. Ondan dolayı sizlerden daha ağırbaşlı ve seçiciyim.

Umbawa’nın Savaşı; Türkiye’de uzay operası denilince akla Murat Kaya Beşiroğlu gelecek çünkü bu kadar muazzam ve taklidi olmayan bir uzay operası öyküsünde her şey o kadar betimlenmiş ki sanki kalem uzay gemisiyle Kepler-21 gezegenine gidip orada öyküyü yazmış. Kayıp Rıhtım 11.Yıl Özel Seçkisi olan Yanan Zürafa Öyküleri için yazıldığından dolayı yabancı uzay operası havası vermiştir. Burak Fedakar ile bu konuda tatlı bir rekabete girseler ülkemizde uzay operası bilim kurgusu türü gelişeceği su götürmez bir gerçektir. Bu alandaki gelişimini izleyince her öyküyü okudukça şaşkınlıktan ağzım bir karış daha açık kalıyor.

Öykü seçkisini okurken öykülerden bazı sahneler gözümün önünde canlanıyordu. Sanki geleceğe yolculuk etmişim gibi bir duyguya kapılıyordum. Öykü seçkisinde Bir Uzay Madencisi Anıları yerine Topal Robot Ozi öyküsü yer almalıydı çünkü seçkideki bir öykünün öncesi olduğu içindir. Murat Kaya Beşiroğlu okunur ve okutulur. Bilimkurgu alanında onun üstünde başka bir kalem tanımam. Eksikliğini bildiği halde özenti akımına yönelmiyor. Severek okuduğum bu öykü seçkisini okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

3 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 25-26 Teke 2022
[Okuduğum 321.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 48.betik
[Teke ayının 9.betiği]

Kalemin eserlerini okuyunca babacan, dindar ve Arapseviciliği gütmeyen bir insan olduğunu seziyordum. Bu eseriyle de bağnaz olmadığını ve Kur’an-ı Kerim ışığında hareket eden olduğunu anladım. Severek okurken bazen yüzümü güldü. Bazen de şaşırdım. Ruhumda bir terapi etkisi bıraktı. Sanki yeniden doğmuşum gibi sezdim.

Gerçek inananlar, on dört yüz önce indirilen kutsal kitabımızda o dönemlerde bilimlerin esamesi okumadığı halde bilim dallarıyla ilgili ayetler yer aldığını bilirler. Ayrıca astronomi bilimiyle ilgili ayetler de dikkatimizi çekiyor. Sirius, Rosette Nebulası ve Tarık Yıldızı ilgili ayetler bize evrende Tanrı’nın sonsuz yaratma gücünü ve insanlığa gönderilen kutsal kitabımız onun sözü olduğu su götürmez bir gerçektir. Evrende en yaşlı yıldız Metuşaleh Yıldızı olduğunu biliyor muydunuz? Tevrat’ta en uzun yaşayan Metuşaleh olduğu için o yıldıza onun adı verildi. Oysa en uzun süren yaşayan Adem (as) olup on yüz yıl yaşadı. Ondan dolayı astronomi ile ilgili betiklerde Metuşaleh Yıldızı’nı Adem (Törüngey demeyi yeğlerim) Yıldızı olarak geçirmeliyiz.

Ra’d Suresi onbeşinci ayetinde “Oysa göklerde ve yerde kim varsa ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Tanrı’ya secde ederler.” buyurdu. Bu ayette göktekiler derken sadece uçan hayvanları ve mikroskobik canlıları değil evrendeki tüm düzeneklerde Tanrı’ya iman eden uzaylıları olduğunu kabul etmeliyiz. Bazı ayetlere tek boyutla değil aklımızı kullanarak çok boyutlu olarak bakmalıyız. Tanrı bize düşünerek gerçekleri bulmamızı öğretiyor ayetlerinde. Elbette doğrusunu Tanrı bilir.

Belki bir kaç incelemelerimde değindiğim gibi tekrar bir kez daha değineceğim. Doğada da gördüğümüz canlı cansız varlıklar, kusursuz ve taklitçi olmayan sanatçıyı zikredip teffekür ederler. Aslında Göktanrıcı inancında Yer-Sub koruyucu ruhları var olduğunu görüyoruz. Atalarımız doğayı kendilerini canlı görüp ona iman etmişler. Onlara iman etme konusunda sapıklığa uğrasalar da müslümanlardan daha duyarlı ve doğasever oldukları su götürmez bir gerçektir.

Bizleri yoktan var eden Tanrı’yı unutmayalım ve ona secde edelim çünkü bizlere tüm olanakları sağlamıştır. Hatta bizlere canlılar ve cansızlardan akıl yönünde üstün ve güzel yaratmıştır. Madde dünyası bizi onun ışığından ayırmasına izin vermemeliyiz. Cüneyd Suavi’yi okuyunuz ve okuttunuz. Yazgımda varsa onunla tanışmayı çok istiyorum.

1 Beğeni

Spinoza Mucizesi - Frederlc Lenoir

Spinoza’nın kendi felsefesini oluştururken kullandığı metodu, Spinoza’nın kendi üstünde kullanarak yazılmış bir kitap. Spinoza 'nın düşünce dünyasının nasıl oluştuğunu; soyu, yaşantısı, hayatındaki insanlar, başına gelen olaylar, yaşadığı yerler, etkilendiği insanlar üstünden tane tane ve anlaşılır bir şekilde ve kaynaklara dayandırarak açıklamayı amaçlıyor kitap.

Hayatını daha detaylı olarak okuyunca kendisine hayranlığım bir nebze daha arttı. Ömrü boyunca fikirleri yüzünden zorluk içinde yaşamak zorunda kalmış, yasaklar yüzünden yaşarken iki eser yayınlatabilmiş onlarda da kendi adını gizleme gerekliliği duymuş, çocukluğunda ailesi sebebiyle mensubu olduğu Yahudi cemaatinden düşünceleri yüzünden atılmakla kalmamış, cemaati tarafından tenhada bıçakla öldürülmeye çalışılmış, fikirlerini dile getirdikçe yaşam alanı daraltılmış ve sürekli yer değiştirmek zorunda kalmış buna rağmen düşüncelerini ifade etmeyi törpülerse kendisine yıllık gelir veya profesörlük ünvanı verilmesi gibi teklifleri de reddetmiştir.

Azla yetinemeyen insanın tutkularının esiri olacağına inanır Spinoza. Tutkularına esir olan insanların da ruhlarını yaraladıklarına ve bu yarayı teselli edecek yalan yanlış her şeyin kontrolüne girmeye açık olduklarını düşünür. Zaten ömrü boyunca temel ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmiş, tabağındakinin çok değil nitelikli olmasına önem vermiş. Yeter ki doğanın ahengini çözmek için başvurduğu aklı dışında bir şeyin esiri olmasın.

Bu akılcılık ilkesinin Descartes ile olan bağı kitapta açıklanıyor. Spinoza bu etkileşim sayesinde çocukluğunda aldığı dini eğitimlere ilahiyatçıların coşkusuyla yaklaşmak yerine analiz etme kaygısı güderek yaklaşıyor. Ona göre kutsal kitabı okumaya inanmak için oturulursa inanılarak kalkılır oysa inanç okunduktan sonra geliyorsa gelmelidir.

Peygamberlerin sözlerini olduğu gibi kabul etmez. Yaşantılarını, yaşadıkları tarih aralıklarını, ruh hallerini ve kişilik özelliklerini, çevrelerini ve mucizelerini sözleri üstünde topluca değerlendirir. En sonunda semavi dinlerin tanrısı ona çok fazla insan biçiminde görünür. Öfkelidir, kibirlidir, intikam güder, saygı bekler. İnanmak için aklı acze düşürecek mucizeler olmasının gerekliliğine de anlam veremez, bir insan aklını iptal eden bir mucizeden sonra inanacaksa bu biraz sağlıksızdır ona göre. Kendisi tüm doğa kanunlarını yaratan varlığın doğa kanunlara aykırı davranması gerekliliğine anlam getiremez. Yahudilerin üstün bir ırk olmadığını da söyleyince cemaatten aforozu istenir.

Kendisini ateist olmakla itham etmelerine anlam veremez geri kalan her şey anlamlıymış gibi. Oysa kendisinin tanrı inancı vardır. Einstein’nın ben Spinoza’nın tanrısına, var olan her şeyin ahenginde kendini gösteren Tanrı’ya, inanıyorum. Ama insanların kaderi ve davranışlarıyla ilgilenecek olan bir Tanrı’ya, hayır. dediği tanrı figürüdür, Spinoza’nın Tanrısı.

Tüm varlık alemi karşına bir ayna konabilseydi, aynadaki yansıma (aynanın kendi görüntüsünü de içine almış şekilde) tanrı olurdu ona göre. Bu sadece maddeyi kapsayan bir tanrı fikri değil, bir insanın aklındaki hayaller bile o yansımanın bir parçasıdır. Tanrı her şeydedir ve her şeyde tanrı vardır, onu bulmak evrenin ahengine uyabilmek, doğanın en saf haline varmaktır. İnsanın mutlak saadetidir ama bu din kavramını tekelleştirmiş bir zümrenin öğretilerini takip etmekle değil akıl yoluyla mümkündür diyor.

Bu noktada Spinoza’nın metafizik meyli de göze geliyor. Kendisine göre her etik, metafiziksel bir kavramaya dayandırılmaya kanidir. Buna rağmen Etika kitabının asıl ismi Geometrik Kanıtlarla İspatlanmış Etiktir. Doğanın dilinin matematik olduğunu düşünür. Ve insan aklının mucizeler yerine ispatlara ihtiyacı olduğu kabulüyle çıkarımlar yapar.

Çocukluğun sonlarında, dünyanın acımasızlığını, ailesinin artık onu koruyamacağını idrak etmeye başlayan umutsuzluk ve korkuya kapılan insanın teselliyi; her şeyden yüce, kendisine kurban verilirse onu kötülüklerden koruyacağına, ibadet ederse ödüllendirileceğine, her kötülüğe gücü yeten yeni bir all fatherda bulduğunu ve bunun doğru bir tanrı imgesi olmadığını söyler.

Neyse çok uzattım artistik olmasın, sade ve açıklamalı bir anlatım olduğu için okunmasını tavsiye ederim, sadece yazar bazen hristiyanlıkla, etikayı paralel bir noktaya getirmeye çalışıyor onu da gözle eliyor insan. Şu alıntıyla kapatayım, dikkat edin paralanmayın xd

İnsanlar kendilerinin en iyi kısmı olan aklın hükümranlığında yaşasalardı asla kimseye zararları dokunmazdı. Ancak daha ziyade tutkularının (haset, kıskançlık, tahakküm kurma ihtiyacı ve muhtelif heyecanların) hükmünde yaşadıkları için birbirlerini paralarlar.

18 Beğeni

Stanislaw Lem’in Yenilmez adlı romanını bitirdim.

Lem’in tarzını çok seviyorum. Kimsenin aklına gelmeyecek fikirler buluyor ve onların üzerinde son derece felsefi bilimkurgu eserleri yazıyor.

Lem’in Solaris adlı romanı, bu türün en çarpıcı örneğiydi. Yenilmez de bir başka çarpıcı örnek.

Kitap, Yenilmez adlı bir uzay gemisinin Regis gezegenine yaptığı ziyareti ve mürettebatın karşılaştığı içinden çıkılmaz problemleri anlatıyor. Lem, bu romanında bize yaşam kavramını yeniden sorgulatıyor. Romanda işlenen ölü yaşam konusu; günümüz okuruna, izlediği filmlerden ve okuduğu romanlardan tanıdık gelebilir. En son bilimsel keşiflerden ve tartışmalardan özellikle tanıdık gelebilir.

Fakat Lem, günümüzden yaklaşık 60 yıl önce, bilimkurguda çok fazla örneği bulunmayan, bilim çevrelerinde bile henüz tartışılmayan bir konuyu ele almış. Kitabın sadece felsefi değil, bilimsel altyapısı da o kadar iyi ki yazıldığı yıla rağmen günümüzde bile katı bilimkurgu olarak değerlendirilmesi mümkün.

Bütün bunlar Lem’in ve tabii ki çevirmenin akıcı üslubuyla sayfalara dökülüyor. Kitabın eksik bulduğum tek yönü karakterlerin derinliğinin olmaması. Bir gemi dolu mürettebattan sadece iki üç tanesi hikâyede etkin bir rol oynuyor. Diğerleri figüran. Fakat bu iki üç karakterin de bir derinliği yok.

Sonuç olarak keyif alarak okuduğum, iyi ki okumuşum dediğim bir kitap.

23 Beğeni

Okuduğum Tarih: 26-27 Teke 2022
[Okuduğum 322.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 49.betik
[Teke ayının 10.betiği]

Normal şartlarda genç kalemleri okuyamıyorum çünkü yaşadığım hayal kırıklığı bana büyük ders verdi. Belli yaş gruplarına mensup kalemleri okuyunca sıfır beklenti içinde kalıyorsun. Emre Bozkuş, benim gibi Esrarengiz Hikayeler Kasabası’nın sakini olduğu için ve bana karşı tutumu da güzel olduğundan ben de hatırı sayılır biridir. Onun sayesinde alışık olmadığım deneme türünü ilk kez okudum.

Duyguların sözlerle somutlaştırıp ruhsal betimlemeyi başarılı sekilde kaleme almak her edebiyatın yapabileceği bir şey değildir. Laf cambazlığı değil natik bir şekilde kendini ifade etme yetisini okuduğun bölümle geliştirerek sağlam bir kişilik olarak ortaya çıkabilir. Denemeleri okurken kalemlerin yaşadığı duygu durumlarını somut bir şekilde gördüm. Onu yanında tanıma fırsatını gördüm. Duygusal, doğasever, merhametli ve anlayışlı biri olarak karşıdakilerin güveni ve takdirlerini alırlar.

Felsefeyi oldum olası sevmiyorum çünkü bana kafa ütüleyici gibidir. Filozoflarla demokrasi ve medeniyetin beşiği Grekler olduğunu lans edilse de Dünya siyasetinde Grekler etkili olmadığı su götürmez bir gerçektir. Eğer bir insan Grek kültürünü üstün kültür olarak kabul ediyorsa mensup olduğu kültüre hakaret ettiği su götürmez bir gerçektir. O insanlar samimi görünmezler. Benim kanaatim bu yöndedir.

Bir eser ortaya koyulduğu zaman da eserde Latince ve Grekçe sözlere yer veriliyorsa kültür kabalığı yapmış olur. Alıntılamayı öz dilinle yazdıktan sonra orijinali yazmak bence abes gelir. Önce öz kültürünle barışık olursa insanların gözlerinde samimi görüneceksiniz. Eserleriniz severek okunur ve değer görülür.

Kısmen beğendiğim deneme betiğini deneme türünü seven okurların seveceği bir deneme betiğidir çünkü genç ve dinamik bir kalemin ruhunda dökülen sözcüklerden oluşan muazzam bir tabloyu göreceksiniz. Kulvarım farklı olsa da bu tabloyu görmeyecek kadar kör değilim Faruk Efendi. Hepi top korku-gerilim ve bilimkurgu okuruyum. Bozkuş hep üzerinizden uçsun ki sizleri yedi iklimli edebiyat coğrafyasına götüren rehber olarak kalsın.

2 Beğeni

Macar edebiyatının en önemli isimlerinden biri kabul edilen Magda Szabó, Türkçeye kazandırılan pek çok romanıyla ülkemizde de tanınan bir yazar. 1963’te yayımladığı Iza’nın Şarkısı en ünlü romanlarından biri. Macaristan’dan ziyade özellikle yurtdışında büyük başarılar elde etmiş.

1960 yılına tarihlenen ancak geçmişe dönüşler eşliğinde ilerleyen kurgusuyla Iza’nın Şarkısı, kuşak çatışması ve iletişimsizlik problemleri yaşayan bir aile öyküsü olarak kabul edilebilir. Kansere yenik düşen babasının vefatından sonra annesini taşradaki doğup büyüdüğü kasabadan alarak Bupadeşte’ye, doktorluk yaptığı şehre beraberinde götüren Iza’nın yıllar sonra annesiyle yaşamaya başlamasıyla yaşadığı zorlukları her bir karakterin zihninden aktaran roman, mutlak iyiyle kötü portresi çizmekten imtina edercesine yargılamayı okuruna bırakıyor. Bu nedenle romanın mutlak iyi veya kötü bir karakteri yok. Her karakter okur tarafından değerlendirilmeyi bekliyor. Romanın en özgün yanlarından biri bu.

Iza, 36 yaşında, eşinden boşanmış başarılı bir doktor olarak Budapeşte’de yaşıyor. Ailesini görmeye geldiğinde de evlerinde kalmak yerine otelde kalmayı tercih ediyor. Ancak ailesi ve çevresindeki herkes, Iza’yı duyarlılığı ve kimseye karşı kötü niyet beslememesinden ötürü çok seviyor. Babası Vince, hak etmediği bir itibarsızlaştırmayla yıllarca yoksulluk içinde toplumdan dışlanarak yaşamış eski bir hakim. Annesi Etelka ise, geleneklerine düşkün, ailesi için çırpınan ve yıllar önce kaybettiği oğlunun acısını üzerinden atamamış güçsüz bir kadın. Iza’nın eski eşi Antal ise, Iza’nın babası Vince’in verdiği bağışlarla kitaplarını temin ederek doktor olmayı başaran, ailesini kaybetmiş, sevgi ve aile sıcaklığı arayan çaresiz bir adam.

Bu birbirinden farklı dört karakterin hepsi bir şeyler anlatıyor. Hepsi anlaşılmak ve sevgi görmek istiyor. Her birinin kaçtığı, yüzleşmekten korktuğu olaylar var. Hepsi yarım ve tamamlanamamış bir şarkı mırıldanıyor. Kanımca Szabo’nun en büyük başarısı, bu dört karakteri birleştirdiği nokta. Hiçbiri mutlak iyi ya da kötüyü temsil etmiyor. Kitabın başından sonuna hiçbir karakterin yanında taraf tutabilmek mümkün değil. İletişim, aile, geçmiş ve insan ilişkilerine dair pek çok şeyi sorguluyoruz karakterle beraber. Yazarın müthiş bir düşünce atmosferi kurduğunu söyleyebiliriz.

Tüm bu olaylar 20. yüzyılın ilk yarısında Macaristan’ın siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerini arka planına alarak ilerliyor. Değişim ve dönüşümün son derece hızlı olduğu bu dönemi anlatırken kuşat çatışmasını oldukça iyi bir şekilde işlemiş. Ancak karakterlerin siyasi ve toplumsal olaylara tepkisinin yeterince anlatılmadığını düşünüyorum. Özellikle yakın dönem Macaristan tarihinin en önemli olaylarından, 1956 Devrimi’ne değinilmemesini roman adına kaybedilmiş bir fırsat olarak görüyorum.

Iza’nın Şarkısı oldukça güçlü bir şekilde empati kurdurmayı başaran, insan ilişkilerini iyi gözlemleyebilen, kuşaklar arası çatışma ve iletişimsizliğe dair önemli tespitleri olan, en önemlisi de insani dertleri olan ve tüm bunları sade bir dil ve akıcı bir üslupla aktaran muazzam bir kitap.

İnsan ilişkilerine, kendinize, kısacası hayata bakış açınızı derinden sorgulamanızı bekleyen Iza’nın Şarkısı mutlaka okunmalı.

13 Beğeni

image

Sarmaşık - Chana Porter

Partikül boyutlarında, tek bir bilince sahip ve tüm dünyayı sarmış bir dünya dışı varlığın insanlık ile bir çeşit simbiyotik ilişki kurarak dünyamıza yerleştiği bir gelecekteyiz. Bu varlığın adı Sarmaşık, dünyadaki hemen hemen herkes ile bilişsel bir bağ kurarak dertleri tasaları bitirdiği bir ütopya yaratmamıza ön ayak olmuş. Artık savaşlar yok, para önemsiz, sağlık sorunları anında çözülüyor, insanlar vücutlarını istediği genetik modifikasyonlarla geliştirebiliyor…

Ana karakterimiz Trina bu yeni Dünya’da biraz eski kafalı kalmış. Sarmaşığın ilk etki dönemlerinde bu yeni sisteme uyum sağlamış, eğlenmiş, gelişmiş, eşi ile mutlu hayatına devam etmiş ancak artık belirli sorgular içerisinde ve Sarmaşıklı varoluşta insanı insan yapan değerleri kaybedip etmediğini sorgulamaya başlıyor.

Yazarın yaratımını ve fikirlerini bu noktaya kadar gayet beğenerek okudum, zaten ütopyalar sevdiğim bir alt konu. Ancak sonrasında hikaye fazla karakter bazlı devam ediyor. Trina ile bireysel bir bağ kuramıyorsanız kitabın ikinci yarısı ilki kadar merak uyandırmıyor, yer yer sıkıyor. Belki ilk roman olma sıkıntısı, belki novella olma kaynaklı kitabın gittiği yön ve yazarın kurgusal eksiklikleri beğenimi epey azalttı. Farklı bir fikirle başlayan ortalama bir kitap olarak kaldı benim için.

22 Beğeni

Okuduğum Tarih: 27-29 Teke 2022
[Okuduğum 323.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 50.betik
[Teke ayının 11.betiği]

Yalçın Altın’ı derlemeci olarak biliyordum. İlk derlediği Hayal Kutusu’nda bir öyküsünü okudum. Belirlediğim bir yaş kriterime uyduğu için onu bireysel olarak okumaya karar verdim. Normal şartlarda o kalemin bir kaç öyküsünü okuduktan sonra onun bireysel eserlerini okumaya karar veriyorum çünkü hayal kırıklığı yaşamamak için aldığım bir karardır. Derlemecinin edebi yönünü çok yakında tanıdım. Gelin birlikte öykülerine yaptığım yorumlarla onun kalemi hakkında nasıl bir kanıya vardığım öğrenelim;

Korkunç Gece; En başarılı korku-gerilim öykü olarak çok beğendim çünkü gizemli sokağın gizemli müzisyeni çerçevesinde gelişen bir olaydır. Bana Sinbad adlı animedeki yüzyılda bir ortaya çıkan krallık bölümünü anımsattı. Orada halkın ölümsüz olmak için Tanrı’ya dua ederler ve Tanrı, dualarını kabul edip onların yüzyılda bir uyanıp kelebek gibi bir günlük ömür sürme fırsatı verdi. Bu öyküde müzik aletini esrarengizliğini dolaylı bir şekilde anlatılırsa heyecanlı öykü ortaya çıkar. Anadolu Korku Öyküleri 4 öykü seçkisine uygun bir öyküdür.

Hunlar Geliyor; Megaman evrenine benzer bir düzlemde Klanların Savaşı simülasyon olarak oynatılması çok güzel bir düş gibi görünse de kalemin Türk kültürünü oyun alanında yaygınlaştırma fikirini takdir ediyorum. Yassı kürede simülasyon ortama insanlar ellerinde kumanda tarzı aletin USB giriş kablosunu yassı kürenin etrafında bulunan USB girişlerine taktiği gibi kendilerini dilediği simülasyonun içinde bulabilir yada Megaman benzeri hologramik karakter gibi kendi yaratıkları karakterleri birbiriyle savaştırabilir.

Sıradaki Kim; Başarılı kurgu-gerilim öykülerinden biridir. Anadolu coğrafyasında geçtiği için kolektif korku-gerilim seçkilerinde yer alabilir ama korku temasını birazcık daha ürperti haline getirerek öyküyü genişletebilir. Malikanedeki gizeme uzun uzun değinerek kaybolan çocukları ölü değil tutsak olarak işleneseydi çok güzel olurdu. Ölü olarak kurgulamasında bence toplumun kanayan yarasına çok güzel değinmiştir çünkü kaçırılan çocukların çoğu ölü olarak bulunuyor.

Soğuk; Yabancı uzun öykü tadında yazılmış olsa da çok beğendim. Aceleye gelmiş gibi hızlı hızlı anlatıldığı için kurguyu anlamıyorum. Ölen aşkından dolayı deliren adamın ölen aşkını yeniden dirilmek için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Sibirya anlatıları sadece bir hayal ürünü olduğu halde aşkın gücünden dolayı hala gözleri kördür. Karakter bana kalemi anlatıyor gibi geldi nedense. Her insanın deli bir yanı vardır elbette. Rus Slavları da Sovyet zülumlarını çok takdir etmediklerini az çok anlıyorum çünkü Rus Slavları da insani özelliklerini unutmamışlar.

Öykü seçkiye adını veren öykünün başlangıcıyla bir destanın giriş kısmı olabilir. Adem (as), yeryüzündeki düzensizlik için yalvaç olarak yaratıldı Tanrı tarafından. Kabil’in Habil’i öldürmesi Kur’an ayetleriyle resmen kesindir. Habil’in ölümü hak etmediğini düşünsem de yazgısı öyle yazılmış. Cennet’in Akyıldız’ın etrafında dönen gezegen veya Nibiru gezegeninde olabilir. Destansı yapısından dolayı kısmen bu öyküyü beğendim. Adem (as)'den Nuh (as)'a insanlarda ulus kavramı olmadığı için o dönemi kurgulasak da Türkçe adlar kullanabiliriz. Yani Adam ve Eva yerine Törüngey ve Ece adları kullanılsa çok güzel olurdu.

Göğün Evladı ve Yerin Babası; Öykü birbirinden bağımsız iki öykücükten oluşuyor. İkinci öyküde Okay Tiryakioğlu gibi Okültizm’i başarılı bir şekilde kurgulamış. Bu iki öykücük bana Bin Yılların Gecesi romanını anımsattı ama Tiryakioğlu orada iki kurgucuğu ortak bir noktada birleştiriyordu. Necronomicon beni hiçbir zaman sarsmadı ama Tiryakioğlu’nun gotik korku-gerilim havası hiçbir zaman hiç kimse vermeyeceği su götürmez bir gerçektir. Ayrıca ikinci öykücüğe dönersek ondan çok güzel ve güçlü bir kurgu ortaya çıkacak. İkinci öykücükten dolayı kısmen beğendim.

Kapı; Girişiyle heyecanlı ve merak uyandıran öykü gibi görünse de öykünün gidişatında kurgu yerini deneme tarzına bırakınca öyküden kopuyorsun. Gölgelerin gizemi üzerinde dursa çok güzel bir kurgu çıkar. Bu haliyle anladığım kadarıyla Enkidu aslında bir insanın hayal ürünüymüş. Deneme tarzını kurguyla birleştirmek bence absürt gibi duruyor. Buradan anladığım kadarıyla panteonlar aslında zihin ürünleri olduğunu ve insanların kutsal bir yaratıcıya ihtiyaç duyduklarını görebiliyoruz.

Necronomicon’u Bulmak; Bu öyküde kalem kendisiyle çelişkiye düşüyor çünkü Beşiktaş İnönü Stadyumu’nun adını Vodafone Arenası olarak değiştirilmesini eleştirirken Necronomicon denilen yabancı kurgusal betik hakkında öykü yazmış. Okültizm’i sevmediğim için Necronomicon hiç ilgimi çekmiyor çünkü okültizm saçma sapan bir kurgudur. Milleti delirtmek için ve kabalanın önemini vurgulamak adına yazılmıştır. Okay Tiryakioğlu’nun üç romanı bu konuda çok başarılı eserlerdir. En güzeli de Gölgeler adlı romandır.

Kırık Dallı Ağaç; O kadar karmaşık anlatılmış ki kurguyu anlamadım. Güzel bir öğe olan kırık dallı ağaç motifi kullanarak çok güzel bir öyküyü ortaya koyabilirdi. Bu haliye benden kötü not alır çünkü kurgu, insanı rahatlatan bir durumdur. Ruhundaki eksiklikleri ve özlemini çektiği anıları kurgu sayesinde gideriyor. Bir kurguyu kasım kasım kasılarak okuyorsan o çok kötü kurgu demektir.

Zülkan Şey Arkdeil; Okuduğum en saçma sapan öykü oldu resmen. Kurgunun sülalesine hakaret etmişler. Yabancı kurgu yazayım diye kasım kasım kasılmış bir kalemin ruh halini görüyorum. İnsan önce açıklayıcı bir anlatımla kurguyu bize anlatır yani Arkdeil mi ne karın ağrısıysa onun meziyetini anlatır. Türk Edebiyatı’nda bu öykünün yer almaması için olumsuz oy veriyorum çünkü edebiyatımızla böyle saçma sapan öykülerle gelişmeyi bırak resmen duraklama devri yaşayacak.

Öykülerine yaptığım yorumlardan yola çıkarak kalemin hayal gücü çok zengin olduğu için kendini geliştirmeye dair potansiyele iye olduğunu gördüm. Üzerinde durursa ikinci öykü seçkisindeki güzel bir performans göreceğimizden adım gibi eminim. Kısmen beğendiğim öykü seçkisini desteklemek adına okumanızı tavsiye ediyorum çünkü desteklemeyi hak eden bir insan olduğunu düşünüyorum.

4 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 29-30 Teke 2022
[Okuduğum 324.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 51.betik
[Teke ayının 12.betiği]

Uzun öyküye seriden bağımsız değerlendireceğim çünkü fikir ayrılıkların kurbanı olmasını istemem. Her eserin bir güzelliği, bir cazibesi ve bir albenisi olduğu için onu hem seriden hem de kalemden bağımsız olarak ele almalıdır okurlar. Birazcık durağan geçmesinin nedeni heyecan ve merakının dozu az geldi bana.

Betikte olay örgüsü önceki betiğe nazaran oturmuş vaziyette duruyor çünkü olayların oldu bittiye değil ruhsal betimlemeler doğrultusunda yavaş yavaş gelişiyor. Anı formatında yazıldığı için iki olayı aynı anda göremiyoruz çünkü kahraman bakış açısında tek karakter odaklı olarak olayları aşama aşama görüyoruz ve karakterle birlikte olayları yaşıyoruz. Bu serideki bu tür olay örgüsüne alışmaya çalışıyorum.

Karakterlerine baktığımızda Agop üç betikte bir karakter olarak karşımıza çıkıyor ve zor durumlarda akılını kullanan insanın az hatayla bu zorlukları göğüsleyerek yaşamayı öğreniyor. Agop, Ales gibi geçmişte mutlu olamadı. Kendi zamanına dönemeyeceği için Tuna’yı kurtarmak için kendini feda ediyor. Keşke kendi zamanına dönseydik. Hoşçakal Agop. Ales gibi seni de çok sevdim. Tuna karakteri de bu betikte birazcık daha da olgunlaşmış olarak radarımıza giriyor. Agop’un ölümünden sonra soğukkanlı bir şekilde hayatta kalma mücadelesini verip aklıyla tılsımlı yakutu kullanarak Mısır diyarına ışınlanıyor.

Mekanlar bazında değerlendirsek fiziksel betimlemeler sayesinde okurların gözleri önünde Afrika savanları içinde gelişen bir olay izlenimi gerçekleşiyor. Bu betikte fiziksel betimlemeler sağlam bir şekilde ayakları yere bastığı için karakterlerin yaşadığı ruh halini okurlar olarak az çok his edebiliyoruz. Ayrıca Tuna’nın tılsımlı yakutu olarak Mısır’a ısınlanmasını betimlemelerle çok güzel şekilde okurlara sunmuş.

Betikteki zaman algısı, öncekine göre belli bir düzene oturduğunu görebiliyoruz. Mağarada zaman kavramını anlamazken mağaradan çıkıp yolculuk sırada zaman algısını rahatça görebiliyoruz. Sadece tek sıkıntı yaşlı büyücünün ne ara Zoser’i öldürüp onun yerine geçtiğini anlamadım. Olayların geçtiği zaman yaz mevsimi olduğuna kanaat getiriyorum çünkü o sıcaklığı satır aralarında his ediyorum.

Bu seride Tanrısal bakış açısı hakimdir. Tanrısal bakış açısında iki veya üç olayı aynı anda okurlara sunabilirdi. Neden kahraman bakış açısındaki tekdüze tarzı kullanıldığını anlamadım. Ruhsal betimlemelerle karakterlerin iç dünyasına yolculuk edilseydi kendimizi betiği okumak yerine zaman yolculuğu yaşadığımız hissine kapılırdık.

Betiğin konusu; akıllara kazınacak bir uğraş ile kazanılan kırmızı yakutun müthiş bir özelliği var. Bunun için zamanın tüm güçlü kralları onun peşinde. Kahramanımız hem kendi canını hem de tılsımlı yakutu koruyarak biricik amacına ulaşabilecek mi? Sizi bulunduğunuz yerden alıp çok uzaklara sürükleyecek bir serüvenle baş başasınız. Severek okuduğum bu eseri okumanızı tavsiye ediyorum.

4 Beğeni

SARI ODANIN ESRARI

Evet, yeni bir tür romanın başlangıcı kabul edilebilecek bir kitap okuduğumu az önce öğrendim. Bu türe Kilitli Oda Gizemi veya Gizemli Kilitli Oda derlermiş. Kitaba yapılan övgülerde bir hayli var. Ve yine yaptığım kısa araştırma sayesinde –ki araştırma ile ne kastettiğimi sorarsanız vereceğim tek kelimelik bir cevap olacaktır; wikipedia- edebiyat dünyasına giriş yapan acar gazetecimiz Joseph Rouletabille ilk romanı olduğunu söyleyebilirim. Bundan başka altı veya yedi kitabının daha olduğunu öğrendim ama kaçının Türkçemize çevrildiğini ve kaçının güncel baskıları olduğunu bilmiyorum. Ve özel bir not olarak da “Siyahlı Kadının Parfümü” romanını listeme ekledim.
Kitaba gelirsem, Okurken sıkılmadım dersem sizlere karşı dürüst davranmamış olurum. İlk başta çok iyiydi, kapalı bir odada cinayet teşebbüsü var ve katil ortalarda yok. İyi başladı ama sonra tempo düştü. Kim kimden etkilendi bilemiyorum ama kahramanımız Joseph Rouletabille çokça Sherlock Holmes’i andırıyor. Üstelik her daha da az veya çok bulunan özgüven çok fazla. Üstelik oldukça genç yaşında bu özelliklerini elde ediyor. İyi tarafı gizemini sonuna kadar koruyor ve roman sürpriz sonlu bitiyor. Israr etmeyin ‘katil uşak’ demeyeceğim. Kötü tarafı final sahnesi –bence- oldukça uzuyor. Yinede yazıldığı çağa göre çok iyi bir roman olmuş. Önerir miyim; Eğer polisye/gizem romanlarını seviyorsanız kesinlikle okumalısınız. Okumayı seviyorsanız da gene okumalısınız. Aziz Hayri’nin kanaati budur.

16 Beğeni

27832768

Michael Asher’dan The Eye Of Ra’yı okudum.

Eye Of Ra, Mısır tarihi ve mitolojisini temel alan, aksiyon, mecara ve gizem türünün harmanlandığı, oldukça hızlı bir tempo ile ilerleyen bir roman. Türkçe’ye kazandırılmamış olmasına çok üzülemiyorum çünkü kitabın çıktığı 2000’li yılların başında bu tür kitapların telifini genellikle Altın Kitaplar alıyor ve 2-3 günde çevirip teslim etsin diye kalebodur ustası Mehmet Harmancıya veriyordu. O da sıvayıp bırakıyordu (bkz. Nehir Tanrısı) O yüzden mahvolma ihtimali çok yüksekmiş, yazık olurmuş. Belki ilkerde bir yayınevi yetkin bir çevirmen ile çevirir.

Ben kitabı oldukça beğendim. Benim en sevdiğim oyunlardan biri olan dinozorların hatırlayacağı Broken Sword serisine çok çok benzettim. Ana karakterin ismi George Stobbart veya Nico olsaydı direkt olarak Broken Sowrd’ün kitabı olarak okunabilirdi.

Karakterimiz annesi Mısırlı babası İngiliz olan, ne ortadoğu kültüründe ne de batı kültüründe kabul görebilmiş, dolayısı ile kendini iki kültüre de ait hissedemeyen bir arkeolog olan Omar Ross. Ross, bir gün Mısırdaki gizemli bir şehri bulmayı takıntı haline getirmiş yakın bir arkadaşı olan Julian’dan acil bir yardım çağrısı alır ve Julian ile görüşmek için Mısıra gider fakat arkadaşının çoktan öldürülmüş olduğunu görür. Mısır polisi tarfından cinayetin üstünün kasten örtüldüğünden şüphelenen Ross, Julian’ın kendisi için bıraktığı ip uçlarını toplar. Bu cinayeti kimin neden işlediği ve neden üstünün örtülmeye çalışıldığını bulmak için kolları sıvar. Kendini Mısır İstihbaratının, çok ünlü koleksiyoncuların, Mısırbilim profesörlerinin, yerlilerinin ve gizemli Mısır tarikatlarının olduğu bir ağın içinde bulur. Kısaca bir yandan bizi kovalayan kötü adamlardan kaçarken bir yandan ip uçları toplayarak gizemi çözmeye çalıştığımız bir hikaye.

Kitap 5-10 sayfalık bölümler halinde yazılmış ve her bölüm başka bir mekana gidiyoruz. Dolayısı ile hikayede sürekli olarak mekan değiştirme durumu var. Haliyle kitap boyunca Mısırı köşe bucak dolaşıyor ve Mısır Tarihi ve Mitolojisi hakkında, mumyalama işleminin nasıl yapıldığından tutun ölümden sonra yaşam kültlerine kadar yüzeysel de olsa bir çok bilgi edinebiliyoruz.

Mısırbilim konusuna meraklı olanların seveceğini düşünüyorum.

19 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 30-31 Teke 2022
[Okuduğum 325.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 52.betik
[Teke ayının 13.betiği]

Ah Bedo! Keşke Ali’nin hayatına dokunduğun gibi hayatıma da dokunsaydın. Ali’ye bıraktığın servetinden bir kuruş dahi istemiyorum. Yeter ki onunla dolu dolu geçirdiğin vaktinin birazını bana ayırsaydın çünkü ne ağabeylerim ne de babam beni anlamadı. Onların inandığı tabular doğrultusunda sert mizaçlı oldular.” Evet! Bugünkü insanlardan görünmeyen güzel insan Bedo’nun bir çocuğun hayatına dokunuşunu okudum. Hem duygulandım hem de gıpta ettim.

Ali gibi ben de babama kırgınım. Daha önceki incelemelerde babama olan kırgınlığımı ve sitemimi dolu dolu sizlerle paylaştım. Tanrı, babama uzun ve sağlıklı ömür versin ama benden uzak olsun. Kimsenin ölümünü istemem. Babam ölürse ne üzülürüm ne de ağlarım çünkü tek doğrusu başkaları oldu. Cenaze namazında gururla hakkımı helal etmeyeceğim çünkü Tanrı katında gerçekleri inkar edemez. Onunla ve onun akıl ustasıyla Tanrı katında hesaplaşmak istiyorum. Kinim, hayal kırıklığım ve öfkem asla geçemeyecek.

Bedo gibi kayınpederim olmasını isterim. Şişman ve gıdısı bol olsun çünkü şişmanları çok seviyorum hatta sevimli olurlar. Kayınpederime gururla “Babam!” deyip ona kocaman sarılacağım. Tombiş yanaklarından ve gıdısından makaslar alacağım. Babam da yaşamadığım baba-oğul ilişkisi onunla dolu dolu yaşayacağım. Hatta babama nispet edercesine davranışlarıma “Senin değil onun oğluyum. Gör nasıl baba-oğul ilişkisi varmış.” diyeceğim. İnsan olursa yaptıklarından utanıp pişman olacaktır. Sanmıyorum ama Tanrı’nın izniyle o günleri yaşamak isterim.

Babamda ve ağabeylerimden göremediği enerjiyi Kafkasya göçmeni Musost Canbek’te gördüm. İnsanlardan yana darbe yiyen Musost, annesinden çekindiği ve beni tanımadığı halde insanlık ederek evine davet etti. Dolu dolu bir cumartesi günü yaşadım. Keşke o gün maddi imkanım birazcık fazla olsaydı hayalini gerçekleştirseydim. En sevdiği beş yıldızlı otelde bir gün kalırdık yada yemek yeseydik. Onun gösterdiği insanlık karşısında jestim hiç kalırdı. O unutsa da Tanrı beni ummadığı anda mutlu ederdi çünkü kayıtsız şartsız bu jesti gerçekleştirdiği için. Tanrı cömerttir. Hesapsız kitapsız şekilde başkasını mutlu edersen seni ummadığı anda mutlu eder Tanrı. Tanrı’m ne olursa bu jesti gerçekleştirme imkanı ver çünkü onu hem ağabey hem baba hem de arkadaş gibi çok seviyorum.

Ah Bedo! Ne olur Musost’un kalbine fısılda ki o da benim Bedo’m olsun çünkü sen özlerden daha özsün. Kalbi kırık olan Ali’nin kalbine merhem oldun. Ben de bazen senin gibi biri karşıma çıkmasın isterim. Bedo, Gül Durusel’in oğlu Barış senin gibi güzel insan mı? Rahmetli Gül Durusel yaşasaydı Ali’nin öz çocuğu olduğu üçüncü betiği yazacaktı. Mekanın Cennet olsun Gül Teyze. Bir gün Vega’da buluşacağız… Severek okuduğum bu eseri okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

2 Beğeni

The God Is Not Willing okudum en son; aslında biraz zaman da geçti ama hislerim karışıktı (hala karışık), beklemek istedim.

Kitap ana serinin (Malazan Book of the Fallen) yaklaşık 10 yıl sonrasını anlatıyor. Ana seriye spoiler olmasın, çok detay vermeyeyim ama ana seride olan bazı şeylerin sonuçlarıyla ilgileniyoruz diyebiliriz.

Önce beğendiğim yönlerinden bahsedeyim:

  • Yeni nesil bahriyeli reyisler. Bahriyeli geleneğinin aynen sürdüğünü görmek hoş oldu :hugs:
  • Ana seriden tanıdığımız bir kaç karakterin yolculuklarının devamı. Reisten bekleneceği üzere, yürek yaktılar bu kişiler de.
  • Sanki reisin pek çok kitabına nazaran daha akıcı bir üslubu vardı gibi hissettim ben.

Sonra da beğenmediğim yönlerinden:

  • Reisin en sevdiğim yönlerinden biri hep “subtle” (incelikli?) olmasıydı. Kral bu kitapta bütün subtlety’yi çöpe atmış gibi, sallamamış gibi, paldır küldür girişmiş gibi.
  • Yeterince set-up yapmadan payoff yapmaya çalışmış gibi kral. Ana seride 2-3 kitapta set-up yaparak aldığı pay-offu 300 sayfa set-upla almaya çalışmış gibi. Bende çiğ bir izlenim bıraktı ne yazık ki.
  • Ana seri ve prequelleri okurken aldığım “Malazan okuma” hissiyatını bundan almadım, bu daha çok “Malazan konulu roman okuma” hissi verdi bana.

Bu negatifler benim Malazan’a dair en sevdiğim şeylerdi, sanırım o yüzden beklediğimi bulamadım bu kitapta :confused:

10 Beğeni

Hocam bildiğin üzere Kharkanas çok eleştirildi “çok ağır” diye. Hatta satışlar kötü olduğu için ara verip bu kitabı yazdı.

Erikson bu eleştirilere kızıp da, “madem istiyorsunuz, alın o zaman” diyerek yazmış olabilir. Karsa POV için böyle yapmıştı çünkü, ondan beklenir. :slight_smile:

2 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 01 Tamız 2022
[Okuduğum 326.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 53.betik
[Tamız (Ağustos) ayının ilk betiği]

Aytmatov’dan yine bir tabiat ve insan destanı. Onun kitaplarında bozkır nerede başlar, insan nerede devam eder; bilinmez. Adeta insan ve bozkır birleşip tek bir varlığa dönüşür. Bu kısa öyküde bir tabiat insan şiiridir adeta. Verimsiz, hiçliğin ortasında bir bozkır: Anarkay. Ve tüm hevesiyle bozkırdan bir cennet yaratma arzusuyla yanan genç bir adam: Kemal, namıdiğer Üniversiteli.

Bu uzun öyküyü okurken üç buçuk yıl boyunca dindar görünümlü Kürt kafatasçı müdürle geçirdiğim karabasanlı günleri anımsattı. O müdür okuyarak cahilliğini gidermiş olsa da eşekliği baki kalanlardan biridir. Konuşmasına bakarsan geniş düşünen ve herkesin düşüncesine saygı duyan bir insan izlenimi verir karşısındakine. Laf ebeliğine bakarsan kimsenin kul hakkına girmeyen ve her zaman mazlumun yanında durduğuna inanırsın. Tanrı, onu düşmanlarımın başına vermesin.

Dindar görünümlü Kürt kafatasçı müdür; adamına göre muamele eden, kendisi gibi düşünmeyen insanın fiziki durumunu bile bile “Sen sınıf ve tuvalet temizlemediğin söz hakkın yok.” diyerek aşağılayan, bir günlük izin yerine beş günlük izin yakan ve bir dakika geç gelene resmi davranır. Oysa onun gibi düşünen insan, geç gelse de işini de yapmasam da resmi davranmazdı. Öyle günler geliyordu ki işe dahi gitmek istemedim.

Onun döneminde sarışın ve mavi gözlü bir öğretmen geçici olarak geldi bize. Keşke şu anki müdürüm döneminde gelseydi o Venüs’ümü kimseye bırakmazdım. Kemal’ın Deve Gözü adı verdiği kaynağın başında gördüğü kız bana onu anımsattı. O kızla bir iki ay çalıştım ve sonra ikinci dönem başlamadan ameliyat olmak için İzmir’e gittim. Ameliyat ve fizik tedaviyi orada gördüm. Karabasan günlerime doğan Güneş’ti. Işığıyla bana huzur verdi. Saf ve güzel bir bayan öğretmendi. Yanlış zamanda geldin ve uzun süre kalmadın Kış Güneş’i. Seni asla unutmayacağım Kış Güneş’im.

O müdür üç buçuk yıl boyunca dilediği gibi at koşturarak psikoloji baskıyı uygulattı. Gittiği gün benden helallik istedi ve ben de gururla bir şekilde hakkımı helal etmedim. Tanrı’dan helallik al dedim. Ben helal etsem de Tanrı kolay kolay helal etmez. İyi ki de hakkımı helal etmedim. Engellilerin dilediği zaman dilekçe hakkıyla gidebilir. Keşke bu kanunu bana deseydi. Onunla çalışmak zorunda kalmazdım. Kozluk’taki çalıştığım ortaokul ve oradaki müdürüm, ona bin basıyordu. Bu öyküde yanan ben oldum. Babam ve akıl ustası hiçbir zaman benimle ilgilemedi. Güya benim iyiliğimi düşünmüşler. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Okuyarak cahilliği gideren ve eşekliği baki kalan insanlardan uzak durunuz.

4 Beğeni

image

Ölühane Kapıları

Ay Bahçeleri ile tanıştığımız Erikson ve Malazan macerası aynı tarzını koruyup gelişerek Ölühane Kapılarında devam etmiş. Erikson’un anlatım tarzı okuru yine ilk sayfalarda zorluyor, insan kendini soğuk suya atılmış gibi bir çırpınmada buluyor önce. Bu nedenle yaklaşık 900 sayfalık maceranın ilk 200 sayfaları civarı ( belki 300 ) okurlar için yine zorlayıcı geçebilir.

Ancak Erikson bence ilk kitaba kıyasla çok çok daha tecrübelenmiş, kendini geliştirmiş. Hikaye bu sefer aşırı karaktere dağılmış şekilde ilerlememiş. Yine çok karakter var tabi ( sonuçta epik bir fantastik macera okuyoruz :slight_smile: ) ama hikaye üç ana yolda akarken bu hikayelerin birbirleri ile bağları ve olayların makro boyutta etkileşimleri çok iyi kurgulanmış. Bu da bizlere kitaba alışma ve giriş dönemlerini atlattıktan sonra kitabın sonuna kadar yaklaşık 500-600 sayfalık soluksuz bir maraton vermiş.

Kitaba başlamadan önce ilk kitap ile kopuk ve bağlantısız olması gibi yorumlar beni biraz endişelendiriyordu ancak ben böyle bir kopukluk olduğunu düşünmüyorum. Zaman çizgisi olarak ilk kitaptaki olayların çok kısa bir süre sonrasında işleniyor Ölühane Kapıları. Dünyanın farklı bir kıtasında geçiyor ancak kabaca üçte bir oranla işlenen karakterler daha önceden de tanıdığımız karakterler. Ay Bahçelerindeki ana karakter gibi duran kişilerin kitapta olmaması ve yan karakter gibi kalan bazıların burada daha fazla rolü olması sanırım insanları bu düşünceye sevk ediyor. Bence evren zenginliği açısından güzel bir yol çizmiş Erikson.

Bizlerle tanıştırdığı pek çok yeni karakter ve sayfalar ilerledikçe yaratım adına, güç dengeleri adına, halklar/kültürler/ermişler/tanrılar vs adına öğrendiğimiz her yeni bilgi ile Malazan Lore u genişleyip güzelleşiyor. Ölühane Kapıları adına benim beğenim yüksek oldu, ilk kitabı okuyup devamı için tereddüt edenler varsa uzun ve hacimli bir fantastik seri için olabilecek en güzel devam yollarından biri olduğunu rahatlıkla belirtebilirim.

33 Beğeni

3098_simsek_Hirsizi-Rick_Riordan520

Rick Riordan - Percy Jackson ve Olimposlular 1: Şimşek Hırsızı

Hepimiz mitoloji hakkında azdan çoktan bir şeyler biliriz. Peki biri gelip de Empire State’in 600. katında Olimpos’un olduğunu ve Zeus’un oraya hükmettiğini söylese ne yapardık? Mutemelen Percy gibi takvimi kontrol edip 1 nisan olup-olmadığına bakar, “şakaysa komik, değilse daha komik” şeklinde bir yanıt verirdik. Ama en yakın arkadaşımızın bir satir, en iyi öğretmenimizin de bir sentor olduğunu ve bundan hiç de daha az garip olmayan bir sürü şey daha görüp şarap tanrısı olan Dionisos’la konuşmak zorunda kalsaydık, kesinlike söylenen her şeye inanırdık. Aynı Percy Jackson gibi.
Seriye başlamadan önce mitolojiyi pek sevmezdim, aşırı karmaşık gelirdi. Ama serinin ilk kitabını okumamla mitolojiyi gerçekten de sevmeye başladım. Açıkçası kitap okurken kitabın bana bir şeyler öğretmesini beklemiyorum, yeni bir bakış açısı, hoş zaman geçirmek gibi beklentilerim olur ama öğretici olup-olmamasını umursamam. Fakat bu kitaptan yunan mitolojisi hakkında çok fazla şey öğrendim, okudukça ve yeni bir şeyler öğrendikçe not alıp kendim de araştırarak cahil halimden 1 adım daha uzaklaşmış oldum:D
Anlatım dili basit ve akıcı, mizahı hoş, olaylar sürükleyici.
Ama 12 yaşında çocuklar nasıl bu kadar olgun olabiliyor anlamış değilim;)
Karakterler biraz daha derin olabilirdi gibi geldi. Percy’nin iç dünyasını görebiliyoruz, çünkü olaylara onun gözünden bakıyoruz. İyi ya kötü bir şeyler olduğunda Percy ne düşünüyorsa onu okuyoruz ama diğerlerinin de neler hissettiğini ve düşündüğünü bilmek iyi olurdu. Diğer karakterlerin olaylara bakış açısı üzerinde çok durulmamış olsa da belki de yazar bu kısmı bize bırakmıştır:D

Percy, Annabeth ve Kıvırcık ile yolculuk etmek çok hoştu.
Geç başladığıma biraz üzüldüğüm, okurken gerçekten keyif aldığım ve beni incelemeye benzer bir şeyler yazmaya zorlayan bir kitap oldu:)
@Tilqi_Gin gerçekten de öyle :smile:

23 Beğeni

İyi seridir. Su gibi akıp giden 5 kitap.

1 Beğeni