Spinoza Mucizesi - Frederlc Lenoir
Spinoza’nın kendi felsefesini oluştururken kullandığı metodu, Spinoza’nın kendi üstünde kullanarak yazılmış bir kitap. Spinoza 'nın düşünce dünyasının nasıl oluştuğunu; soyu, yaşantısı, hayatındaki insanlar, başına gelen olaylar, yaşadığı yerler, etkilendiği insanlar üstünden tane tane ve anlaşılır bir şekilde ve kaynaklara dayandırarak açıklamayı amaçlıyor kitap.
Hayatını daha detaylı olarak okuyunca kendisine hayranlığım bir nebze daha arttı. Ömrü boyunca fikirleri yüzünden zorluk içinde yaşamak zorunda kalmış, yasaklar yüzünden yaşarken iki eser yayınlatabilmiş onlarda da kendi adını gizleme gerekliliği duymuş, çocukluğunda ailesi sebebiyle mensubu olduğu Yahudi cemaatinden düşünceleri yüzünden atılmakla kalmamış, cemaati tarafından tenhada bıçakla öldürülmeye çalışılmış, fikirlerini dile getirdikçe yaşam alanı daraltılmış ve sürekli yer değiştirmek zorunda kalmış buna rağmen düşüncelerini ifade etmeyi törpülerse kendisine yıllık gelir veya profesörlük ünvanı verilmesi gibi teklifleri de reddetmiştir.
Azla yetinemeyen insanın tutkularının esiri olacağına inanır Spinoza. Tutkularına esir olan insanların da ruhlarını yaraladıklarına ve bu yarayı teselli edecek yalan yanlış her şeyin kontrolüne girmeye açık olduklarını düşünür. Zaten ömrü boyunca temel ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmiş, tabağındakinin çok değil nitelikli olmasına önem vermiş. Yeter ki doğanın ahengini çözmek için başvurduğu aklı dışında bir şeyin esiri olmasın.
Bu akılcılık ilkesinin Descartes ile olan bağı kitapta açıklanıyor. Spinoza bu etkileşim sayesinde çocukluğunda aldığı dini eğitimlere ilahiyatçıların coşkusuyla yaklaşmak yerine analiz etme kaygısı güderek yaklaşıyor. Ona göre kutsal kitabı okumaya inanmak için oturulursa inanılarak kalkılır oysa inanç okunduktan sonra geliyorsa gelmelidir.
Peygamberlerin sözlerini olduğu gibi kabul etmez. Yaşantılarını, yaşadıkları tarih aralıklarını, ruh hallerini ve kişilik özelliklerini, çevrelerini ve mucizelerini sözleri üstünde topluca değerlendirir. En sonunda semavi dinlerin tanrısı ona çok fazla insan biçiminde görünür. Öfkelidir, kibirlidir, intikam güder, saygı bekler. İnanmak için aklı acze düşürecek mucizeler olmasının gerekliliğine de anlam veremez, bir insan aklını iptal eden bir mucizeden sonra inanacaksa bu biraz sağlıksızdır ona göre. Kendisi tüm doğa kanunlarını yaratan varlığın doğa kanunlara aykırı davranması gerekliliğine anlam getiremez. Yahudilerin üstün bir ırk olmadığını da söyleyince cemaatten aforozu istenir.
Kendisini ateist olmakla itham etmelerine anlam veremez geri kalan her şey anlamlıymış gibi. Oysa kendisinin tanrı inancı vardır. Einstein’nın ben Spinoza’nın tanrısına, var olan her şeyin ahenginde kendini gösteren Tanrı’ya, inanıyorum. Ama insanların kaderi ve davranışlarıyla ilgilenecek olan bir Tanrı’ya, hayır. dediği tanrı figürüdür, Spinoza’nın Tanrısı.
Tüm varlık alemi karşına bir ayna konabilseydi, aynadaki yansıma (aynanın kendi görüntüsünü de içine almış şekilde) tanrı olurdu ona göre. Bu sadece maddeyi kapsayan bir tanrı fikri değil, bir insanın aklındaki hayaller bile o yansımanın bir parçasıdır. Tanrı her şeydedir ve her şeyde tanrı vardır, onu bulmak evrenin ahengine uyabilmek, doğanın en saf haline varmaktır. İnsanın mutlak saadetidir ama bu din kavramını tekelleştirmiş bir zümrenin öğretilerini takip etmekle değil akıl yoluyla mümkündür diyor.
Bu noktada Spinoza’nın metafizik meyli de göze geliyor. Kendisine göre her etik, metafiziksel bir kavramaya dayandırılmaya kanidir. Buna rağmen Etika kitabının asıl ismi Geometrik Kanıtlarla İspatlanmış Etiktir. Doğanın dilinin matematik olduğunu düşünür. Ve insan aklının mucizeler yerine ispatlara ihtiyacı olduğu kabulüyle çıkarımlar yapar.
Çocukluğun sonlarında, dünyanın acımasızlığını, ailesinin artık onu koruyamacağını idrak etmeye başlayan umutsuzluk ve korkuya kapılan insanın teselliyi; her şeyden yüce, kendisine kurban verilirse onu kötülüklerden koruyacağına, ibadet ederse ödüllendirileceğine, her kötülüğe gücü yeten yeni bir all fatherda bulduğunu ve bunun doğru bir tanrı imgesi olmadığını söyler.
Neyse çok uzattım artistik olmasın, sade ve açıklamalı bir anlatım olduğu için okunmasını tavsiye ederim, sadece yazar bazen hristiyanlıkla, etikayı paralel bir noktaya getirmeye çalışıyor onu da gözle eliyor insan. Şu alıntıyla kapatayım, dikkat edin paralanmayın xd
İnsanlar kendilerinin en iyi kısmı olan aklın hükümranlığında yaşasalardı asla kimseye zararları dokunmazdı. Ancak daha ziyade tutkularının (haset, kıskançlık, tahakküm kurma ihtiyacı ve muhtelif heyecanların) hükmünde yaşadıkları için birbirlerini paralarlar.