Üstat senin daha önceki yorumlarını okumuş, Storytel’e eklemiştim Puzo kitaplarını. Sabah açtım Baba’yı, baktım çok uzun, dedim önce Münih’e Kadar Altı Mezar’ı dinlemeye başlayayım. Gayet güzel başladı Münh, bu bittikten sonra da Baba’ya geçeceğim.
Storytellde var mı kitaplar?
Bu ikisi var evet. İkisinin de seslendirme gayet iyi.
Tolkien ile iyi bir fantastik yazarını kıyaslamak gibi bu biraz. Tolkien türünün ilklerinden, ancak aynı zamanda da tepe noktası. Bir Zamanlar Amerika güzel bir film ancak Baba 1 ve 2 ile kıyaslanacak film değil bence.
@isos81 çok sevindim üstat. Münih’e Kadar 6 Mezar güzel bir çorba ama Baba muhteşem bir ana yemek gibi.
Bence de aksine daha iyi
Sen diyorsan öyledir
Hadi bakalım, sırada The Offer var üstat. Şu incelemende bile tam cümlelerin var ki dizide çok güzel yerlere cuk oturan aydınlanmalar yaşatıyor ama spoiler vermeyeyim diye tutuyorum kendimi .
Mesela filmde mafya kelimesi hiç geçmez ve kullanılmaz, neden acaba Frank Sinatra’nın çıkardığı olayları görünce Johnny Fontane e neler diyeceksin acaba
.
Filmi efsane ama kitabı daha da efsane olan ender yapımlardan. Zaten filmi hala gelmiş geçmiş en iyiler zirvesinde. Kitabını okumadan önce insan daha ne kadar iyi olabilir ki diyorsun ama kitabını okuduktan sonra onunda kendisine göre ayrı bir gelmiş geçmiş en iyisini barındırdığını anlıyorsun. Filmine göre daha fazla detay barındıran, filminde neden olduğunu ve nasıl geliştiğini anlayamadığımız bir çok noktayı kitabında detaylı olarak anlatmış Puzo.
Ben daha fazla övmek istemediğim yazmaya devam etmedim yoksa %100 katılıyorum.
RELIGIONS OF ROME
Roma’daki dini aktiviteyi dönemlere ayırarak, birçok farklı boyuttan inceleyen akademik nitelikte bir kitap. Geleneksel Roma dinini ve tanrılarını, bu dinin organizasyonunu, siyasetle ilişkisini, sosyal etkilerini, yaygın olan diğer dinleri, ve bunların yüzyıllar içinde nasıl değiştiğini anlatıyor.
Prag’ın kasvetli havasından dünya edebiyatına bir armağan olan Leo Perutz, çağdaşı pek çok Yahudi gibi doğduğu topraklardan göç etmek zorunda bırakılmış, 1938’de göç ettiği Filistin’de, yeni kurulan Yahudi devletinin uyguladığı milliyetçi politikalardan rahatsızlık duyarak savaş sonrası dönemde, 1952’de Avusturya’ya dönen ve burada hayatını kaybeden bir yazarmış. Leonardo’nun Yahudası ise Perutz’un ölümünden iki yıl sonra, 1959’da yayımlanmış.
Roman konusundaki düşüncelerimi aktarmadan evvel, Yahuda hakkında da biraz bilgi vermek istiyorum: Hz. İsa’nın on iki havarisinden biri olan Yahuda, peygamberi çarmıha gererek öldürmek isteyen Romalılara, para karşılığında Hz. İsa’nın saklandığı yeri söyleyerek Hristiyanlığa ihanet etmiştir. Bu tarihten sonra Hristiyanlar tarafından Yahuda İşkariyot olarak adlandırılmış ve on iki havari arasından çıkartılarak yerine başka bir havari seçilmiştir. İşkariyot, Türkçede ‘‘hain, ispiyoncu’’ anlamlarını karşılamaktadır.
Leonardo’nun Yahudası da, Da Vinci tarafından resmedilen dünyaca ünlü Son Akşam Yemeği tablosunun hikayesini anlatmaktadır. Roman, tablosunu bir türlü bitiremeyen Da Vinci’nin, rahip tarafından Milano Dükü’ne şikayet edilmesiyle, mükemmel bir tasvir ve anlatım eşliğinde başlamaktadır. Da Vinci, tabloda eksik kalan Yahuda’yı resmedemediğini çünkü her yeri dolaşmasına karşın onun kadar kötü bir insanla karşılaşmadığını, resmin gerçekçi olabilmesi için Yahuda kadar zaaflarına düşkün/kötü birini bulup çizmesi gerektiğini ve bunun için sabah akşam uğraştığını ifade etmektedir. Devam eden bölümlerde ise Bohemyalı bir tüccarın, Milano’ya eski bir borcu tahsil etmek için gelmesi ve ardından şehirde görüp aşık olduğu genç bir kızın peşinden sürüklenme hikayesi anlatılmaktadır. Finale doğru hikayeler, birbirini etkileyici bir kurguyla tamamlayarak sonuçlanır.
Son dönemde okuduğum en etkileyici metin girişlerinden birine sahip olan Leonardo’nun Yahudası tam bir tarihi roman. Sade ama etkileyici, akıcı ve sağlam kurgusuyla etkileyici bir eser. Okurken sayfaları heyecanla çevirdiğimi, bir yandan da hikayenin asla bitmesini istemediğimi de itiraf etmeliyim.
Eser, okurlarını 15. yüzyıl İtalyan şehir devletlerinden Milano’ya götürmekle kalmayıp; gündelik yaşam, kadınların toplum içerisinde konumu, dinin birey ve toplum üzerindeki etkisi, hukuk sisteminin karmaşık ve çetrefilliği, yabancı algısını ve sanatın toplumdaki yerini anlatma gayretinde. Ayrıca hayatın, mutluluğun ve aşkın sorgulanması gibi felsefi yönleri de mevcut. Perutz, her bir ögeyi kurguya o kadar başarılı yedirmiş ki okurken gereksiz olduğunu düşündüğüm hiçbir konuşma ya da bölüm olmadı.
Beklentimin altında kalan tek nokta: Da Vinci’nin eserde, tahminimden çok daha az yer bulmasıydı. Tüccara odaklanıldığı kadar Da Vinci’ye de odaklanarak daha dengeli gidilebilirdi diye düşünüyorum. Büyük üstadın hayatına ve düşün dünyasına dair daha fazla ipucu görmek harika olurdu diye düşünüyorum.
Sadece harikulade giriş sahnesi ve yine bir o kadar muazzam finali için bile tekrar okunabilecek, muhteşem bir modern klasik. Perutz’un tüm eserlerinin Türkçeye kazandırılması dileğiyle…
Güzel bir inceleme olmuş. Yazarın “Şeytan Tozu” eserini okumuştum çok önceden ve hoşuma gitmişti. Kalemini Rus edebiyatına benzetmiştim nedense. Sıradaki okuma listemde bu kitabı vardı ve incelemeniz kitap ön sözü işlevi gördü bana. O yüzden teşekkür ediyorum. Adı pek duyulmadık bir yazar ama bence kalemi kuvvetli. Goodreads’te başka kitabı var mı diye bakmıştım ama bulamadım. Sanırım dünya genelinde değeri bilinmeyen, unutulmuş bir yazar
Dokuzla Dokuz Arasında adlı ilk romanı (sanırım) da Türkçeye kazandırılmış. Yine İş Bankası’nda mevcut. Benim de sıradaki okumam Şeytan Tozu olacak. Beğenmenize sevindim. Umarım tüm eserleri dilimize kazandırılır.
Kiki’nin Cadı Kargosu
Bir cadı ailesi geleneğine göre on üç yaşına gelen küçük cadı kiki, hayatına bir cadı olarak devam etmek istiyorsa evden ayrılmalı ve hayatta kendi ayakları üstünde durmayı öğrenmelidir.
Kiki’nin bu yolculuğuna ortak oluyoruz kitapta. Küçükler için potansiyellerini fark edebilmelerini, iyi oldukları konularda gelişirseler özgüvenli olmalarının ne kadar kolay olduğunu, hayatın farklı toplumlarda farklı işlediğini ve insanın dikkatli olması gerektiği noktaları, kavgaya sebep aranmıyorsa saygılı olunması gerektiğini, aileden gelen fikir hayatının olduğu gibi miras edinmek yerine bireysel mantıkla süzüp doğruya doğru yanlışa yanlış dendikten sonra özümsenmesi, kin ve nefret yerine olumlu bir nokta bulup oradan hayata devam edilebileceğini, hayat zor olsa da pes etmek yerine çabalayan insanın mutluluğunu anlatan bir kitap.
Yetişkinler için durmuyor gibi olsa da zamanında söylenmemiş veya unutulmuş bir öğüt insana yeniden motivasyon verebilir. Zaten bir çırpıda okunuyor.
Koku - Patrick Süskind
Güzel bir kitaptı. Koku alma konusunda dâhi bir insanı anlatıyor.
Filmini izlemiştim ve güzeldi. Kitabı daha etkilidir eminim ama benim çokça sıkılacağımı düşündüğüm bölümleri de vardır kesin.
Filmini daha izlemedim ama kitabını beğendiğim için filmini de izlemeyi düşünüyorum. Kitapta koku üretimi hakkında bilgiler verilen bölümler var oralarda sıkılabilirsiniz belki. Benim özel bir ilgim olduğu için ben pek sıkılmadım ama.
Okuduğum Tarih: 17-23 Teke 2022
[Okuduğum 318.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 45.betik
[Teke ayının 6.betiği]
Emin Ersöz’ün davranışından önce Düşler Serisi’ni severek ve hevesli bir şekilde iki üç günde bitirdim çünkü hem seri olarak çok güzeldi hem de Emin Hoca’nın davranışını görmedim. Belki o davranışı olmasaydı bu betiği sahaftan aldığım ay okumalarında okuyacaktım. Betik; Düşler Serisi kadar etkileyici olmasa da güzel ve geçmişe yolculuk yaptıran hatta Emin Hoca’nın öğrencisiymişim gibi bir havası vardır. Ne bilim belki de eski jenerasyon öğretmenlerinden biri olduğu için mi böyle his ediyorum.
Öncelikle Selçuk Hoca’nın delirmediğine inanıyorum çünkü Kırmızı Oda dizisinde Boncuk öyküsü gibi yalnızlıktan dolayı oluşan paranoid şizofren hastasıdır Selçuk Hoca. Paranoid Şizofren hastaları genelde toplum tarafından yada kendi kendine oluşturduğu yalnızlıktan doğan bir ruhsal hastalıktır. Selçuk Hoca’nın bayılması, yorgunluğu ve hatta zayıflanması gibi durumlarda okul çevresi ve öğrenciler tarafında önemsenmediği için hocayı kendi iç dünyasına kapatmasını sağladı. Okula gelen Şebnem Hoca, Selçuk Hoca’nın davranışından sonra soğuk davranmasaydı belki de Selçuk Hoca zamanla paranoid şizofren olmayacaktı.
Selçuk Hoca ile benzer bir özelliğimiz var o da sevdiğimiz kızın okulun güzel kızı olmasıdır. Belki de ben birazcık daha açıksözlüyüm. Sevdiğim kıza aşkımı hem ilan ettim hem de benden dolayı okul taraftan bilinmesidir. Belki de itiraf etmenin yanı sıra ona karşı romantik olsaydı şimdi o kız beş yıl boyunca Sevda Serin denen kendini bir bok sanan kızın etkisinde olamayacaktı. Sevda Serin onu güya benden uzaklaştırarak ona iyilik ettiğini sandım. Aksine onu yanlış yollara sürükledi. Onun bulduğu kişiler, sevdiceğimin bedeni arzularken oysa ben onun kalbini istedim çünkü birini sevmenin yolu bedenine sahip olmak değil kalbini fethetmekten geçer.
Selçuk Hoca unutmadığı kızı hayali olarak gece vakti mutfağında bulmasını hayal ederken ben ise 2018 yılında İstanbul’da yaşadığım olaydan kalben sevdiceğimi his ettim. İlk kez tanıştığım arkadaşım, habersizce içinden gelerek beni dilediği gibi öpünce o an soluğum kesildi ve gözümün önünde o sevdiceğim beliriverdi sanki o arkadaşım değil o beni öpüyormuş gibi his ettim. Hayali uçup gitmesin diye gözlerimi kapattım. Soluğum kesildiği için ve beklemedik durum karşısında orada balmumu heykel gibi donup kaldım. Rosalinda dizindeki sahne benim başıma geldi. Fedra, kuzenin eşi Fernando José’yi öperken Fernando José o anda Rosalinda’yı hayal etti. Aynı sahne farklı karakterler tarafında doğal olarak gerçekleşti.
Selçuk Hoca’nın ağabeyi, ambulansı çağırarak onu tımarhaneye kapatmak yerine Manolya gibi başarılı bir psikyatrisi çağırsaydı belki de hoca iyileşecekti çünkü hoca deli değil. Deli olsaydı Çanakkale’deki o zayıf adam delilikle gösterirdi. Delilik ayrı bir ruhsal hastalık iken Paranoid Şizofrenlik ayrı bir ruhsal hastalıktır. Bu hastalığı delilik kisvesinde değerlendirmek yanlıştır. Selçuk Hoca’nın ağabeyi de benim babam da yanlış kararlar sergiledi. Benim babam da doktor daha beni ameliyat etmemiş ağabeyim kanalıyla doktordan memleketimizdeki en iyi fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi sormuş. Babam memleketi sevip tapıyorsa benim de aynı davranışı sergilemek zorunda mıyım?
Belki de kalem kendini Drakula’dan yola çıkarak D karakteri olarak yaratmış olabilir. Kalemin davranışını gördükten sonra o D harfinin açılımı dengesiz olduğu su götürmez bir gerçekliktir çünkü onun davranışını anlatan sözcük dengesiz sözcüğüdür. Aslanlar gibi hatamı kabul ediyorum. Keşke arama konusunda onu sık boğaz etmeseydi belki de Ocak ayında onunla tanışma imkanım olurdu. Öğretmen ruhuna sahip insan; karşısındaki insanın hatasını af eder ve onunla arasına mesafe koymaz. Ülkemizdeki okuma oranı ortada olduğu karpuz seçer gibi okur seçersen bir arpa boyu kadar yol gidemez. Bir insan karşıdakine neyi sevip neyi sevmediğini diyebilir ve ona söz hakkı verir. Evet insanlar sıkboğaz ediyorum ama onun gibi dengesizce hareket etmiyorum. Rahatsız olduysam karşımdakinin yüzüne çatır çatır söylerim ve ona da söz hakkı veririm.
Davranışı düzelirse yeniden aynı zevkle aynı heyecanla Düşler Serisi okumak isterim çünkü arada sırada bu seriyi çok özlüyorum. O seri, Türk Fantastik Edebiyatı’nın en başarılı serisi olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu betiği kısmen beğendim çünkü sonu böyle bitmemeliydi. Okuyup okumamayı sizlere bırakıyorum.
Edebiyatımızın Ankaralı ve akademi kökenli yazarlarından Şiir Erkök Yılmaz, 1978’den beri ağırlıklı olarak öykü yazarak edebiyat dünyasına girmiş. Yayımladığı eserlerinde sürekliliğin olduğunu söylemek zor, kendi deyimiyle “ortalama on yılda bir kitap” çıkartmış. Aile İçi Muhabbet yazarın 2018’de yayımlattığı ikinci romanı. Öykücü yönüyle bilinen bir yazara ilk adım olarak romanıyla başlamak her zaman risklidir. Aile İçi Muhabbet’i, konusuna tutularak önceledim.
Ana eksenine bir ailenin tek kuşak ya da birden fazla kuşağının hikayesinin sığdırıldığı; arka planına da dönemin siyasal, sosyal ve ekonomik dönüşümlerini/sancılarını ele alarak ilerleyen tüm eserler hangi edebiyattan olursa olsun muazzam bir şekilde ilgimi çekiyor. Romanın bu noktada bendeki yanılgısı, arka planın yetersizliği oldu.
27 Mayıs Darbesi sonrasında Erzurum’dan Ankara’ya göç eden ve tüm akrabalarını geride bırakarak yeni bir yaşam mücadelesine atılan beş çocuklu ve memur Güven ailesinin tek kuşaklık hikayesi anlatılıyor eserde. Güven ailesinin reisi Hamdullah Bey’in ölümü ile çarpıcı bir şekilde açılıyor roman. Devamında yaşananlar ailenin her bir bireyine dokunmak suretiyle ilerliyor. Bol diyaloglu bir aile dramı okuyoruz. Güven ailesi, Türkiye’de oldukça sık karşılaştığımız türden bir orta sınıf mensubu. Statü atlamak isteyen, bunu iyi evlilikler ve eğitimle pekiştirerek gerçekleştirmek isteyen, romanda yansıtıldığından bile güçlü bağlara sahip bir aile Güvenler. 60’ların ve 70’lerin Türkiyesi’ne dair romandan öğrenebildiklerimiz oldukça sınırlı. Olayların hep ailevi sorunlar çerçevesinde gelişmesi, ailenin dışarıya göründüğünden daha kapalı olması bu gelişmeleri görmemizi engelliyor olabilir.
Yine de döneme dair kadınların toplumsal çalışma hayatındaki yeri, üniversite eğitiminin statü ve iş bulma noktasında getirileri, Türkiye’nin kanayan yaralarından liyakatsizlik ve torpilin varlığı romandan öğrenebildiğimiz bazı dikkate değer detaylar.
Bu tarz aile anlatılarında arka planda siyasi, ekonomik ve sosyal olayları okumak romanı son derece zenginleştiriyor. Yine de Aile İçi Muhabbet son derece akıcı ve kendini okutan, merak uyandıran bir eser olduğu için beğendiğimi söylemeliyim. Şimdiye kadar okuduğum hikaye ve romanlarda en sevmediğim karakterler listesine Güven ailesinin annesi Meyyuse’yi de ekleyebilirim rahatlıkla. Statü peşinde koşup özünden uzaklaşan, kendinden (aileden) olmayanı beğenmeyen, sevgisiz Güven ailesini de sevemedim, bağ kurmakta zorlandım. Belki Gülsüm karakterini dobralığıyla dışarıda tutabilirim. Roman boyunca yazarın sıkça gündemde tutmaya çalıştığı, bireysel özgürlüklerin kısıtlandığı aile bireylerinin yalnızlığı mevzusunun iyi işlendiğini düşünüyorum.
Çağdaş edebiyatımızın pek gündemde olmadığını düşündüğüm bu değerli yazarını, Şiir Erkök Yılmaz’ı ve güzel Türkçesini tanımanızı öneririm.