Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Yüzeysel İnceleme)

Birkaç sene önce başlayıp anlayamadığımdan yarım bıraktığım bir kitaptı, bu sefer anlamlandıramadığım şeyler aklımda daha iyi oturdu ve çabucak bitirdim.

Anladığıma göre Camus, okuyucusuna: İnsanların sevdiği ve anlamlandırabildiği bir “yabancı” olursan baş tacı edilirsin, insanların sevmediği ve anlamlandıramadığı bir “yabancı” olursan dışlanırsın(öldürülürsün). Mesajını vermiş.

Bu felsefi mesajı daha önceden keşfettiğim için kitabı okumak bende şaşırtıcı bir etki uyandırmadı, yine de tavsiye ederim.

Kitap kısa, anlaşılır ve akıcı; rahatlıkla okunabilir. Felsefi içeriği de çok yoğun değil. Ben Mersault’un hayatını oldukça beğenerek okudum.

Puanım 7/10

6 Beğeni

Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan bitti.

Dışarıdan bakıldığında sorunlu bir aşk hikayesi okuyor veya bir Türk filmi izliyorsunuz hissi veren bir roman ama Sabahattin Abi içini o kadar doldurmuş ki içinizden ‘‘dur şu kitabı bir araştırayım’’ diyorsunuz.

:star: :star: :star: :star:

Cengiz Aytmatov - Toprak Ana bitti.

Roman ikinci dünya savaşı sırasında erkekleri savaşa giden bir Kırgız köyündeki köylülerin çektikleri sıkıntılar Tolgonay hanımın özelinde anlatılıyor.
Okuduğum ilk Cengiz Aytmatov kitabı ve anlatımı hoşuma gitti. İkinci bir kitabını alırsam muhtemelen tereddüt etmem.

:star: :star: :star: :star:

13 Beğeni

Beni çok etkileyen kitaplardan biriydi… Tabii Toprak Ana’dan söz ediyorum

2 Beğeni

Kayıp Rota Üçlemesi - Özgen Biçgin

Kitabi ilk olarak forumda gördükten sonra yaptığım araştırmalar sonrasında tanıdım. İlk kitabı,
Sanderson’un bana göre son 200 sayfaya kadar zorlayıcı olan Kralların Yolu kitabından sonra elime aldığımdan mıdır inanılmaz bir şekilde hızlı aktı kitap. İlk iki kitabi 4 günde bitirdim.
Gayet akıcı bir anlatımda olan kitabımız, Post-apokaliptik roman türünde, tam aradığım felaket senaryolarından birine sahip.
Karakterler olarak yazar, kitapta nerdeyse her millete mavi boncuk dağıtmış. Kitap ilerledikçe karakterleri geçmiş yaşamlarına da değinerek daha iyi aktarmaya başlıyor ve zamanla mutlaka bir tanesine -bu benim adamım- diyebiliyorsunuz :slight_smile:
İçeriğinde bolca denizcilik terimi ve gerçek hayatta kullanılan envanterler serpiştirilmiş buda romanı daha gerçekçi ve eğlenceli kılıyor.
Kitabın kötü yanları, yazar ani bir olay olacağı anda “tam o sırada” ibaresini devamlı kullanması biraz rahatsız etti beni. Kitaplarda zaman atlaması yok 3 kitapta 5-6 aylık zaman diliminde gerçekleşiyor. Yazar biraz sıkıştırmış olayları ve aksiyon hiç bitmiyor! Bu ve bir iki küçük göreceli problemler mevcut ama akıcılığı ve hikayeyi etkileyen bir durum göremedim. Sadece şahsım adına, benim sevdiğim türlerden biri olan felaket sonrası dünya senaryoların da sonucun devamlı insan-felaket kavgasından insan-insan kavgasına dönmesi. Bu durum devamlı okuma ve izleme şevkimi bozuyor. TWD de bu vardi. Yani ortada bir felaket var “ula dünya gitti anam babam noldu sevdiklerim ne oldu biz ne olacaz vs” derken yine en büyük kavgalar insanların kendi aralarında saçma sebeplerle dönüyor. Açıkçası ikinci kitabın sonunda hadi dedim belki son kitapta artık felaketten bir kaç detay verirde dünyanın durumu ve geleceği ile ilgili bilgi alırız dedim ama baktım yine insan-insan saçma çatışmaları görünce üçüncü kitabın ortasında ara verdim. Elimdeki kitap bitince tekrar dönüp kalan kısmı da bitireceğim. Buraya kadar çerezlik, çok okuma durumlarında sıkıştığınızda kafayı resetleyecek ve tekrar okuma hevesinizi yerine getirecek bir seri diyebilirim.

18 Beğeni

Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani bitti.

Muhsine Hanım cinli, perili vb. olduğunu, evin hanımının da deli olduğunu öğrendiği bir konağa hizmetçi olarak gider. Sonrasında gizemli, garip olaylar olmaya başlar.
Kitapta halkın batıl inançları eleştirilir ve ne kadar sömürülmeye açık bir alan olduğu ortaya konulur. Kemal Sunallı, Şener Şenli ve Adile Naşitli Süt Kardeşler filminin de ilham kaynağı kitaptır kendisi.

:star: :star: :star: :star:

11 Beğeni

Kratylos: Adlar, kelimeler ve dilin kökeni üzerine yazılmış bir diyalogdur. Platon’un orta dönem diyaloglarından biridir. Her nesne için doğru bir adlandırmanın olduğunu savunan Kratylos ile adların bir uzlaşmadan ibaret olduğunu düşünen Hermogenes diyaloğun girişini teşkil eder. Diyalogda Sokrates’in karşısında bulunan Hermogenes, ad ve nesne arasında uzlaşmacılık anlayışını savunurken Sokrates, doğalcılığı savunarak doğurtma yöntemiyle görüşlerini açıklamaya başlar. Bir şeye isim vermenin konuşmanın bir parçası olduğu için konuşmanın nesnelerle ilgili bir eylem olduğunu, yani isim vermenin de benzeri bir eylem olduğunu belirtir. Eylemlerin ise bize, yani kendimize göre değişmediğini, onların kendi özleri olduğunu kanıtlar. (Bir şey herkes tarafından her zaman kabul edilmiyorsa o şeyin bize göre değişmeyen kendi özü vardır savı üzerinden kanıtlamaktadır.)

Sokrates ve Hermogenes’in varlık anlayışları dile bakış açılarını etkilemektedir. Bu bakımdan Sokrates ve Hermogenes’in varlık anlayışlarını incelemek yerinde olacaktır. Hermogenes, Sokrates ile konuşmaya başladığında eskiden Protagoras’ın düşüncelerini benimsediğini belirtmektedir. “Protagoras’a göre birbirine zıt olan iki görüş aynı ölçüde doğrudur. Protagoras’a göre insanın bilgi yetileri, yani duyuları, deneyleri ve aklı; doğruyu, doğru bilgiyi elde etmede kesin olarak yetersiz olduğundan, sadece sanılarımız, kanılarımız (doxa) vardır. Bir sanı ise başka bir sanı ile aynı değere sahiptir. Protagoras’ın varlık anlayışının benimseyen Hermogenes, bu varlık anlayışının zorunlu bir sonucu olarak dil konusunda da yansıtmıştır. Nasıl ki Protagoras insanları meşru kabul etti ise Hermogenes de otorite olarak insanları meşru kabul eder ve adlandırma işleminin insanlar arası bir uzlaşım sonucu olduğunu söyler. Ad ve nesne arasında bir bağ bulunmadığını savunur. Sokrates’in varlık anlayışı, Hermogenes’in varlık anlayışının tam karşısında yerini almaktadır. Sokrates’in varlık ve bilgi görüşünde "şeylerin kendilerine özgü değişmez özleri olduğu düşüncesi vardır. Bu bakımdan uzlaşmacı görüşün karşısında yerini almıştır. Sokrates, ad ve adın gönderimde bulunduğu şey arasında bir öz olduğunu öne sürerek nesneleri bilebileceğimizi savunmaktadır.

Sokrates, Hermogenes’in düşündüğü gibi adlar ve adlandırılan şey arasında hiçbir bağın olmadığı, yani adlandırma işleminin bir uzlaşım sonucu kendi kafamıza göre değil, her nesne için doğal olarak o nesneye özgü bir araç ile gerekli nesneye buna uygun şekli vermemiz gerektiğini, onun doğasına uygun hareket etmemizin zorunlu olduğunu mantıksal çıkarımıyla örnek vererek kanıtlar: (Dikiş mekiği yapan bir ustanın dokuma ile ilgili nesnelere dikkat etmesi gerektiği gibi ne tür bir elbise ortaya çıkarmak istersek isteyelim, yine de dokuma mekiğin biçimine sadık kalınması gerekir.). Daha sonrasında ise diyalog, bir şeylere isim vermenin sıradan insanların yapabileceği bir türden iş olup olmayacağı sorusuna yönelir. Sokrates’e göre bir şeye isim vermek, sıradan insanların yapabileceği bir iş değildir. Bir müzik aleti üreten ustanın işini bitirdiğinde yaptığı şeyin iyi mi yoksa kötü mu olduğunu en iyi kendisinin bileceğini örnek göstererek isimlendirme işinin de dil ve heceleri iyi bilen insanlar tarafından yapıldığını söyler. Varlıkların isimlerinin laf olsun diye ortaya çıkmadıklarını ispatlamaya girişen Sokrates tanrıların, güneşin, ayın ve havanın ad kökenlerini incelemeye başlar. (Örneğin şeyleri havaya kaldırmak anlamına gelen airein kelimesinden aer yani hava kelimesinin türetilmiş olması gibi.)

İkinci paragrafı aldığım bu siteden aldım: Platon: Kratylos Diyaloğu Üzerine Bir İnceleme | Gece Dergi

5 Beğeni

image

Daniel Suarez’in Bilimkurgu romanı Akın kitabını öneri üzerine okudum. Beklentimin yüksek olması nedeniyle kitap hakkındaki şu anki düşüncem biraz olumsuz. Kötü değil ama çok da iyi değil. Bir de iyi diyesim de pek yok. :smiley:

Kitabın başları bilimsel. Ortası heyecan verici. Finali ise aceleye gelmiş. Daha iyi olabilirdi. Ama bununla yetineceğim artık. Okumayın demiyorum. Okuyun ama beklentiyi yükseltmeden okuyun.

13 Beğeni


Recep Peker’in 1935’teki İnkılâp derslerinden derlenen bu kitabı okuyorum ve gayet iyi geldi. Türk İnkılâbı’nı basit bir şekilde okumak ve anlamak isteyenler için birebir. İstiklâlin inkılâp ile ilişkisi, bizim inkılâbımızın diğer ülkeler ile farkı gibi konulara değiniliyor. Türk İnkılâbı’nı merak edenler okuyabilir.

7 Beğeni

Namık Kemal - İntbah bitti.

İyi bir ailede iyi bir eğitim ve terbiye almış Ali Bey kardeşimiz bir gün Mehpeyker adında hafifmeşrep bir kadınla karşılaşır ve aşık olur. Sonrasında olylar gelişir. Dram, dram, dram…

Kendisi Türk edebiyatının ilk edebi romanı kabul edilyor. Eski dramatik Türk filmlerini az çok izlemişseniz o filmlerin nereden esinlenmeye başladığını fark edeceksiniz. Güzeldi, kötü değildi.

:star: :star: :star:

8 Beğeni

Franz Kafka - Milena’ ya Mektuplar bitti.

Kafka’ nın okuduğum ikinci kitabı. Dönüşüm’ ü ne kadar severek okuduysam bunda da o kadar sıkıldım.

:star: :star:

8 Beğeni

Kadınsız Erkekler - Haruki Murakami

Murakami okuyanların alışık olduğu temaları tekrar bu kitapta da görüyoruz. Murakami denildiğinde akla gelen kadın-erkek ilişkileri, erotizm, yalnızlık, insanın arzuları öykülerin odak noktasını oluşturuyor.

Öyküler için aşırı iyiydi diyemem bana kalırsa belli bir standartın altına düşmeyen keyifli öykülerdi.
Murakami’ye başlamak için bence ideal bir eser değil, onun sanatının çok daha görkemli bir şekilde karşımıza çıktığı romanları mevcut. Eğer romanlarını okuduysanız veya kısa bir kitap arıyorsanız faydalı olabilir.

Onun dışında öyküler zaten kısa olduğu için ne söyleyebilirim bilmiyorum, genel Murakami temalarının işlendiği fakat tematik olarak her öykünün odak noktasının kadın-erkek ilişkisi ve ayrılığın olduğu bir eser.

3/5

7 Beğeni

Halide Edip Adıvar - Kalp Ağrısı bitti.

Yine bir Türk filmi tadında, içinde bol miktarda dram barındıran, edebiyatıyla göz kamaştıran, akıcı, değişik anlatım teknikleriyle yazılmış bir roman. Kocaman bir aşk altıgeni.

:star: :star: :star: :star:

6 Beğeni

İlk kitaptan daha iyi buldum. ama işte eh… Kuantum süperpozisyonu büyücülük ile birleştireren güzel bir aksiyon. Büyüsel bilimkurgu diyelim bu türe.

7 Beğeni

image

Akıcı, sade, eğlenceli, erkeksi, vahşi, vurdulu kırdılı… Kitap, bu kelimelerin fantastik sosuyla mükemmel bir biçimde harmanlanmasından oluşuyor. Olay kurgusu “kaybedileni geri alma” olgusu üzerinde şekilleniyor fakat yazarın küçük de olsa felsefi/ahlaki mesaj verme kaygısı yok; Conan, hileyle kendisinden çalınanı bileğinin hakkıyla geri alıyor.

Çerezlik olarak müthiş bir kitap, tavsiye ederim. Conan severseniz önceki hikayeleri okumak sizin için daha iyi olacaktır. “Conan evrenini tanımak istiyorum.” derseniz sizin için iyi bir başlangıç kitabı olabilir.

Not: Kitapta bir ejderha yok. (Ejderhanın saati de yok.)

Çerezlik kitap kriterlerime göre 8/10 puan veriyorum.

16 Beğeni

Dazai’nin İnsalnlığımı Yitirirken kitabını bayıla bayıla okuduktan sonra diğer kitaplarına olan beklentim artmıştı. Biraz fazla artmış olacak ki Koş Melos! kitabı beni hayal kısıklığına uğrattı.
Kitaba da adını veren Koş Melos öyküsünün anlatımı bana çok eksik geldi. Olaylar detaylı değil hızlıca anlatılmış muhtemelen ondandır. Diğer öykülere hızlıca değinmem gerekirse Karlı Bir Gecenin Hikayesi Dazai’den beklemeyeceğim şekilde pozitif bir hikayeydi. Tak Tak öyküsünü sıkıla sıkıla okudum ve beğenemedim. Eski Heidelberg ve Villon’un Karısı öykülerini ise oldukça beğendim. Kitaptaki son öykü Öğrenci Kız için ise beklentim yüksekti. Beğendimi söyleyebilirim ama beklentimi tam olarak karşılamadı, ben daha karamsar bir öykü bekliyordum. Genel olarak kitabı böyle özetleyebilirim. İçinde güzel öyküler vardı ama beklentimi karşılayamadı.

8 Beğeni

Jack London - Martin Eden bitti.

Zengin kız fakir oğlan. Burjuva kız işçi adam. Martin Eden’ ın azmi, çalışması ve bu çalışmasının sonuçları.

:star: :star: :star: :star:

13 Beğeni

Berbat bir okuma oldu benim için.
Malum dörtlemeyi bitirebilmek için yarısından sonrasını geçe geçe okudum.

Hamlet ve Machbet gibi başyapıtlarla bu kitap nasıl aynı kefede tutyluyor anlayamadım.

Karakterler olaylar hepsi birbirine giriyor, hepsi bölük pörçük.

9 Beğeni

Bence ilerde bir şans daha verin. Kral Lear hikayesiyle, karakterleriyle, özellikle soytarı karakteriyle çok keyifli bir oyundur. Bu kitapla yanlış zamanda karşılaşmışsınız. İlerde yeniden dönerseniz o zaman fikriniz muhtemelen değişir (belki de değişmez, ama yeniden okumaya değer).

3 Beğeni

Uzun zamandır bir kitaba başlayıp makul süre içinde okuyup bitiremiyorum.
3-5 yarım kitabım varken kısa olduğu ve Shakespeare’i sevdiğim için başlayıp bitirmek amaçlı okudum ama olmadı.
Dediğiniz gibi muhtemelen yanlış zaman.
Teşekkürler

1 Beğeni

NOTRE DAME’NİN KAMBURU

Sanırım önce Notre Dame ne demek onu açıklamalı. Notre Dame söz öbeği Fransızca olup, Türkçede “bizim hanımımız, hanımımız” veya “hanımefendimiz” gibi anlamlara gelir. Anlatılmak istenen kişi Meryem Ana’dır. Dünyada iki büyük Notre Dame katedrali vardır. Biri Paris’te –ki romanımızın ana mekanıdır- diğeriyse Strasbourg’dadır. Bundan başka katedraller olsa da Marsilya, Chartres, Reims, Haut, Kanada’da: Notre-Dame de Montréal Basilica vb.(vikipedia)bizim Notre Dame’mız Paris te olandır.
İkinci kelime ise Quasimodo kelimesidir. Quasimodo kelime anlamıyla Paskalyadan sonra gelen ikinci Pazar günüymüş. Bu kelime aynı zamanda tamamlanmamış, yarım bırakılmış anlamına geliyormuş. Sanırım şöyle de denilebilir “insan müsveddesi”. Bu aynı zamanda romanımızın kahramanlarından biri olan Başdiyakoz Claude Frollo’nun çirkin kimsesiz bebeği evine götürdüğü gün anlamına da geliyor.
Romana gelince, 547 sayfalık ciddi bir roman. İçerisinde 11 kitap –veya bölüm- den oluşuyor. Victor Hugo bu kitabı 1831 yılında ve 29 veya otuz yaşında tamamlamış. İmrenilecek bir durum. Gerçi kendisi daha bu romanı yazmadan önce üstün çocuk, harika çocuk gibi nitelendirmelere sahipmiş ama ne olursa olsun otuz yaşında böyle bir roman yazmak büyük bir başarıdır.
Roman, bir aşk hikayesi. Hem de kavuşmanın olmadığı hüzünlü bir hikâye. Olaylar, güzeller güzeli bir kız –ki papazı dinden imandan çıkaracak kadar- ve onun çevresinde pervane olan dört erkek arasında geçiyor. Kızımız Esmeralda ise içlerinden birine aşık. Roman içerisinde uzun tanımlama bölümleri var. Eğer bir Fransız olsaydım Başkentim Paris hakkında bu bilgilere sahip olmak isterdim ama beni doğrudan ilgilendirmediği için bu bölümler sıkıldığım bölümler oldu. Bu bölümler hangisi derseniz iki ana bölümden oluşan üçüncü kitap. Bu arada mimarlık tarihi açısından değerli bölümler olduğunu da söylemeliyim. Özellikle beşinci kitabın 2. Bölümü olan “bu şunu öldürecek” başlığı altında Mimari ve diğer sanatların karşılaştırılmasının yapıldığı bölümü okumanızı isterim.
İlk başlarda biraz sıkılsam da sonradan elimden bırakamayacak kadar etkiledi beni bu kitap. Sıkılmamın nedeni kişi ve yer adlarının bende bıraktığı etki. Kişileri tanımak, olayların geçtiği yerleri bilmek ve akılda tutmak zor oluyor. Ama inanın yazın denize girmek gibi. Su soğuk olsa da girince alışıyorsun. Eskiden beri eserleri ve olayları, yazıldığı zamanına göre değerlendirmek gerektiğini savunurum. Şimdi bize basit bir aşk hikayesi olarak gelen bir konunun zamanında ne büyük bir devrim yarattığını anlamak zor değil. Bu yönüyle bakıldığında Victor Hugo büyük bir yazar.
Her şeyin açık seçik anlatılmasından sonra ve olaylar birbirine bağlandıktan sonra Quasimodo’nun da kim olduğu belli olsaymış daha iyi mi olurmuş diye düşündüğüm oldu.
Sonuç olarak gereksiz betimlemeleri, uzun paragrafları ve aklımı karıştıran kişi ve yer adlarını bir yana bırakırsak –ki o zaman geriye ne kalacak derseniz haklısınız- Klasik olmayı hak eden büyük bir roman illaki okuyun derim.
Goodreads notu: 4,01 (bu notun 191.900 kişiden oluşan bir juri tarafından verildiğini söylemeliyim)
Benim notum; 9/10

18 Beğeni