Daha kötüsü olamaz demiştim, varmış. 10 sayfalık Poe (Bay Valdemar Davası Hakkında Tanıklık) çizimleri eşliğinde “mesmerizm” anlatısı dışında dişe dokunur bir şey yok. Poe’ya da “alkolik bir hayalperest” denmiş zaten. Kayış bende Dog’un “Alacakaranlık Kuşağı” terimini ilk kez duyduğunu söylemesinde koptu. 0 verebiliyor muyuz?
Yaşamla ölümün arasında bir yerde sıkışıp kalmış yarım düzine insan, Magus adlı kim olduğu bilinmeyen (Fowles’e gönderme?) ev sahibine en korkunç anılarını anlatırlar. Dylan içeriden nasıl hayata döneceğini bulmaya çalışırken, dışarıdan da tanıdığı en güçlü medyumdan yardım ister. Sonu duygusala bağlasa da, keyifli bir maceraydı. Karakterlerden biri android bu arada ve Dog evreninde Stepford diye bir bölge var:
İlki Frankenstein esintili, ikincisi Afrika büyüleri, üçüncüsü ise sanatın yaratım güdüsünü somutlayan “Holly” adlı "Pandora’nın Kutusu"nu temalayan üç sayı.
Sinema sektörüne giriş yapmış vampirlerle yine vasat altı bir sayı. Fazla tekrara sarmaya başladı. Başka başka maceralarda karşıma çıkan Rama, Ehrimen vb. bahisleri Mystere’deki gibi hikayeye hizmet etmiyor. Yarıdan terk geçtiklerimi anmadan tura devam ediyorum.
2 Beğeni
Lorem
(Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure)
1139
Asimov’un Vakıf serisini okuyorum. Şu anda serinin üçüncü kitabı olan "İkinci Vakıf"tayım.
Yüzeysel incelememe nereden başlayacağım konusunda emin olamıyorum çünkü Vakıf’ın ne kadar iyi bir eser olduğunu anlatabilecek uygun kelimeleri bulmakta zorlanıyorum. Bu yüzden kısaca, çok iyi bir eser diyeceğim. Diğer türlü, yazarın psikotarih üzerinde şekillenen kurgusuna girersem “Çok Çok Detaylı İnceleme” adında bir konu oluşturmam gerekir.
Kısa bir polisiye kitabı. Okuması çevirinin sadeleştirilmemesi yüzünden biraz zor. Diğer yandan İthaki’nin de son okuma yapmaması çoğu yerde hataya davetiye çıkarmış. Kötü ve iyi arasında bir hikaye var. Dedektifimiz bilindik dedektifler gibi çok zeki değil. Olay kendiliğinden çözülüyor.
Yine de okunabilir bir eser. Yazarın diğer kitaplarını da okuyarak bir karşılaştırma yapılabilir.
Neverland sakinleri ve Gorgonlarla geçen iki sayı, Martin Mystere maceraları tadını vermeyi başardı. Bu ikisinden hangisi daha sert derseniz, ilginç şekilde, twisted fairy tale mevzuunu bile kan donduran bir eylemle +18’e taşıyan “Zamanın Akışı” derim. Keşke o kısmı farklı şekilde işleselerdi.
Gorgonların sayı ise, beklenmedik biçimde duygusal. Kazı yapılan alanda bulunan Medusa başı ve kalkan, Perseus efsanesi, Medusa’nın diğer kardeşleriyle bağı vb. derken, bayağı keyifli bir serüven okudum.
Bu seride en gıcık olduğum nokta, HIMYM uyuzu gibi, Dylan Dog’un da sürekli “aşık olmaktan korkuyorum” repliğiyle, on yüz bin milyon kere aşık olması. Mystere’de buna gerek kalmıyor en azından. Groucho’nun ilk fasikülden bir karesini de paylaşarak iki maceraya ortak bir puan vereyim.
Evet, tip olarak öyle. Karakter olaraksa, o değilmiş, onu taklit eden ve girdiği kişilikte kalan bir asistanmış. Hayal kırıklığına uğradığım için bunun anlatıldığı Numara İki Yüz’ü almadım.
Fransa, İngiltere, Sicilya, Antakya ve hatta Ankara’da bile devlet kuran Normanların hikayelerini anlatıyor. Biraz sağa sola zıplasa bile uzunluk ve detay bakımından ideal bir kitap.
Doktor Jekyll ile Bay Hyde
Kitap hakkında çok yazılıp çizilmiştir üzerine farklı bir şey söyleyemem büyük ihtimalle. Zaten gerek film sektöründe işlenen bir konu olması sebebiyle (Mumya filminde Russel Crow) gerekse de kitabın kapağında olayın iç yüzünün ortaya konması sebebiyle kitabın gizemli olayını biliyordum ama bunu bilmeme rağmen kitabı okurken keyif aldım. Açıkçası ben Kırmızı Pazartesi gibi ortada olan bu gizemi okurken yazarın anlatımına hayran kaldım. Zaten gizem/ korku kitaplarında bu tarz anlatıma bayılıyorum. Kitabı beğenme sebeplerimden bir diğeri de bana hatırlattığı kitaplar oldu. Bu kitaplar Kabus (Dan Simmons) ve Golem. Nedense Kabus’taki batakhanelere, yer altı mezarlarına tekrar gittim geldim. Drood’un peşine düştüm tekrar. Golem ile olan bağlantısı da kapısız penceresiz bir evde kat kat giysiler içerisinde kendimi bulunca gerçekleşti. Şimdilerde twistlik bir yanı kalmamış olsa bile hikaye nasıl anlatılırı gösterdiği için okunmalı.
Hazır adını anmışken Drood ayarında şu kitabı da basan çıksa keşke. Gerçi daha Terror yok piyasada.
Dan Simmons gibi dev bir yazarın ülkemizde bu kadar az eserinin çıkması nereden baksak çok üzücü bir durum. Terör okuduğum en iyi korku romanı olmasının yanında aynı zamanda okuduğum tüm kitaplar içinde de ilk 10’umda.
İlk kitaptan farkli şekilde bir biyografi kitabı değil. Daha çok dönemi detaylı anlatan bir anlatı-tarih kitabı hüvviyetinde. Bu bağlamda beni ters köse yaptı. İlk kitapla Atatürk’ün ayak izlerini takip ederek o havayı sanki onunlaymış gibi soluyarak ilerlemiş, bayağı da hoşuma gitmişti. Umarım 3.kitapta tekrar eski şekline geri döner.
Kitaba değil ama yazara ikinci kitapta çizgisini değiştirdiği için 5/3…