Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

SUİASTÇININ ÇIRAĞI

@Raistlin seriyle tanışmamda aracı olduğun için ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.

Forumda oldukça fazla kişinin seriyi kitaplığına dahil ettiğini gördüm. Fakat yorumumu yaparken sözlerimi sakınmayacağım. Gerçeklerimi hiçbir zaman sakınmadım da. Öznel düşüncelerimi aktaracağımı belirteyim. Şevkinizin kırılıp kırılmayacağı umurumda değil.

Sayın Alfa, yaptığın Farseer hizmetinden çoğunluk memnun; ciltlisi, kapağı, çevirisi, fiyatı. Benim için aslında bir kitap alırken en büyük kriter öncelikli olarak çeviri, ardından fiyat/performans gelir. Tebrik ediyorum. Umarım okuyorsunuzdur. Lütfen çizginizi bozmamaya devam edin. Bazı çevirileriniz özensiz olsa da genel anlamda gerçekten işin hakkını vermeye çalıştığınızı görebiliyorum. Sizi övdüm. Ama İthaki düşmanlığımdan falan değil, bazı arkadaşların beni öyle atfetmesinin aksine. İthaki ile beraber favori yayınevlerimden birisiniz. Bilimkurgu ve fantastik kurgu okuyucusu olarak aksi de zaten beklenemezdi. Ancak çok sevdiğim İthaki nasıl saçma sapan işler yapıyorsa, siz de bir o kadar doğru işler yapmaya özen gösteriyorsunuz. İthaki’nin Unutulmuş Fantastik Öyküler serisini ve genel olarak kapak tasarımlarını başarılı bulduğumda iyiyim, ama kötü işlerini söylediğimde düşmanıyım. İdaGiYe NaSılL LaF SuYleRsİn LaUnnN! HeyyT!!! Ben böyle düşünüyorum. Eğer eleştirim bir şeyleri düzeltecekse, kötü adam olmaya razıyım. (İki kısımda da tanıdığım veya düşmanım yok. Bir şeyleri eleştirirken bunu belirtmenizi tavsiye ederim. Her eleştirene aynı ithamda bulunacak kadar, o denli gerzek insanların olduğun sanmıyorum. Ama belli de olmaz.)

Kitabı okuyup bitirdiğimde, hakkında söyleyebileceğim ilk şeyin ne olduğunu düşündüm. Cevap çok basitti: Bu, bir giriş kitabı falan değil, girişi olmayan ve usul bir ırmak gibi seyir alan bir roman. Ağır, temposuz ve dram yönü ağır basan biyografi tarzı bir epik fantastik. Bu kitabın düşük tempolu olmasının sebebi low fantasy serilerin üstüne yaftalama olarak kalmış ‘‘Low fantasy düşük tempo’’ algısıyla ilişkilendirilmemeli. Tam anlamıyla bir biyografi hissiyatını yansıtan bir roman.

Kralkatili gibi şiirsel, Yerdeniz gibi zarif veya Kadim Kanunlar gibi sert bir dile sahip değil. Durgun ve sade.

Geçişlerin ani ve hızlı olduğu konusunda da uyarmalıyım. İki kelime sonrasında Fitz’i kalede veya ahırda bulabiliyorsunuz. Bu sık yaşanıyor fakat bir yandan da oldukça akıcı kılıyor. Sorun sayılabilecek tek unsur hikayenin iddialı ve güçlü kısımlarında hızlı geçiştirilmiş gibi bir his bırakması. Bu, bence kitabın en kötü yönü. Hatta bazen amatörce hissettirdiği bile oldu. Çünkü en güçlü sahnelerin ve duyguların verilmesi gereken yerler el çarpmaya benziyor; duyduğunla yitirdiğinin bir olduğu o kısacık şak sesi. Bazen bunu yaşadım. Bu bence genel anlamda tüm kitaplar için en önemli unsur. Fakat bazı duyguları da o kadar iyi hissettim ki, bu kaybı nötrlediler.

Bir mekanda hatırı sayılır bir zaman geçirilecekse bizlere betimleme sunuyor. Çalçene olmadan kısaca tasvirini ediyor. Tek sorun boğmamaya biraz fazla özen göstermiş. Genellikle fantastik kurgu alanında spesifik olarak betimleme konusunda edinilmiş huy ve alışkanlık vardır: İlla, durmadan bir şeyler betimleyeyim. Robin Hobb’un bu çılgınlığa kapılmaması yazım stilinde bir farklılık yaratmış şahsen. Bu alanda nedense sade anlatımlar beni benden alıyor. Ama bu kitabın sorunu sahiden betimleme konusunda yetersiz. Yani mekanın içine çekilmek bazen zor olabiliyor. Mesela Kadim Kanunlar serisinde betimlemenin tutarlılığı kesinlikle muhteşemdi. Farseer serisinde (ilk kitap için) betimleme yönü zayıf. Aslında ben betimlemelerin bol olduğu serilerden daha çok hoşlanırım. Çünkü kitabın içine daha çok çekiliriz. Ama eğer o betimlemeler sahiden bir farklılık gösterecek beceriye ve keskin bir zekaya sahipse severim. Mesela Scott Lynch’in Centilmen Piç serisini beğenmem. Bana tipik bir klişe Hollywood aksiyon-komedi filmlerini andırır. Ama adamın zekası ortada. Kendisini yazar olarak inanılmaz kabiliyetli bulurum. Belki çok yaratıcı birisidir, fakat şu an o yönünü diğer kalemdaşları kadar göstermemiş bulunduğu için ben onun müstehzi diline ve kıvrak zekasına hayranım. Serisini beğenmem o ayrı, ama ayıya ayı, dayıya dayı demesini bilirim. Genelde bir serinin hikayesi güçlü, farklı ve özgün olsun, en azından kendi sesi olsun ve dili de yeterli olsun daha fazlasını ummam. Kısacası; Twilight’ı Shakespeare yazsa okumam. Güzel bir hikaye olduğu sürece dilin yeterli olması kabulümdür. Mesela Brandon Sanderson’ın hiç dil üzerinden övüldüğünü görmedim. Adam o kadar güçlü büyü sistemleri, evrenler ve hikayeler yaratıyor ki dilinin bir Rothfuss, bir Guy Gavriel Kay, bir Mervyn Peake veya bir Ursula kadar özenli olup olmadığı önemsenmiyor. O kadar yerden dolanıp şimdi yine Farseer’a gelmek garip olacaktır, ama bir şeye değinmek istiyorum: seri daha çok karakterlerin üzerine durduğu için bir okur olarak da betimleme eksikliğinin göz ardı edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Yine iki satırda anlatılacak bir konuyu uzattım. Yazarın betimleme eksikliği dışında bir sorunu görünmüyor. Ben kendimce bu seriyi onaylıyorum. Öyleyse varım.

Asoiaf’ın dahiyane bir akılla yazılmış olmasının yanı sıra karakterlerini okuyucularına bir insan, içimizden biri olarak kabul ettirmesi, kendimce gördüğüm en güçlü yönlerinden bir diğeridir. Bu güç Robin Hobb tarafından da başarılı bir şekilde yansıtılmış. Yani Fitz şöyledir, böyle akıllıdır, böyle yapar diyemiyorum. Aptallık da yapıyor, zekasını gösterebiliyor, başarıyor, batırıyor, ihtiraslara kapılıyor, öfkesine yenik düşebiliyor; Fitz tam anlamıyla bir insan. Onu birkaç kelimeyle özetlemek zor. Zaten bir insan nasıl özetlenir ki?

Kvothe gibi süper-dahi, letafet, zarafet, on parmağında yirmi marifeti olan bir karakter olmasa da ona çok uzak da değil açıkçası. Kısacası potansiyelli birisi. Serinin devam kitaplarında batırabilir veya potansiyelini yansıtabilir. Bu konuda bir tahmin yürütmek zor. Mesela bir süre sonra Kvothe’un mükemmel bir insan oluşu göze batıyordu ve onu nasıl yaptı, bu kadar da olmaz demiyordunuz. Ama Fitz büyük bir iş başarsa ya da bir işi berbat etse şaşırmam. Çünkü potansiyelini hala değerlendirme fırsatını ya da harcama aptallığını elinde tutuyor. O, olmayı umduğumuz kişi değil. İçimizden birisi.

Ayrıca bir şey fark ettim; herkesin bayıldığı Patrick Rothfuss (Kendisi favori yazarlarımdan biridir) hep eskilerinden örnek alıp onların kendi seslerine de kitabında yer vermiş. Bunu araklayarak mı yapmış, yoksa sevilen tüm eserleri ortaya karışık çerez yapayım beğenilir mi diye düşünmüş ya da istemsizce bilinç altı buna yer mi vermiş, veya sadece ben mi böyle düşünüyorum bilmiyorum; fakat Martin’in sık sık yaptığı eşsiz metafor kullanımını, Ursula’nın isimlendirme sistemini ve dil üzerindeki titizliğini ve Farseer serisinin biyografik yönünü serisine pay etmiş diye düşünüyorum. Bunu düşünüyorum, çünkü saydığım kitapları okurken bana bir şeyler anımsattığını fark ettim. Zaten romancılık da böyledir. Hayranı olduğun insanları örnek alırsın ve ister istemez kendi yarattığın evrene onların sesi bir tutam da olsa ilişir. Böyle olmasaydı edebiyat diye bir şey olmazdı. En iyi romancı olarak görülen Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarların da idol edindiği kişiler var. Dil konusundaki titizliği diğerlerinden kendisini ayırıyor, ama inanın ben bir kitabın üzerinde 14 sene çalışsaydım ve kitabımı yayınlatabilme şansını bulsaydım,
veya bunu herkes için söylüyorum; biz ve Rothfuss dil konusunda yarışıyor olurdu.

Edebiyat iyi ki güzel bir yazımla özetlenebilecek kadar basit bir sanat değil. Zaten sadece roman okuyarak da iyi bir yazar olunmaz. Kendisine kırgınlığım olsa da Rothfuss’un Martin seviyesindeki zekasına hayranım. Aşk başka iş başka.

Yine berbat ötesi, kaotik bir değerlendirme oldu. Sanırım bu işi hiç beceremiyorum. Farseer diye yola çıkıp diğer yazarlarla bitirmek bayağı tutarlı.

Farseer serisini önerir miyim? Hayır. Bu seriyi kendime saklamak istiyorum, çünkü gerçekten içine çekilmesi zor bir kitap ve beğenilmediğini görmek beni yaralardı.

Seri üzerine fikirlerin ne kadar sabit kalabilir? Bu seri üzerinde düşüncelerimin %90’ı falan muhtemelen sabit kalacak. Beni korkutan tek kısım serinin diğer iki kitabının gittikçe kalınlaşması ve aynı tempo diğer iki kitapta devam ediyorsa akıcılığını ne kadar sürdürebilir.

Entrika görmek istiyorum, entrika yönü güçlü mü? Benim için Asoiaf ve diğerleri vardır. Maalesef bu da diğerleri kısmında yer alıyor fakat bu kötü olduğu anlamına gelmiyor. Asıl sorun, ana konusu entrika olan bir konunun tek bir kişiden anlatılıyor oluşu. Şimdi durum böyle olunca entrikalar haliyle asoiaf serisinden daha gizemli kalıyor. Ancak oradaki kadar kadar güçlü bir duygu vermiyor. Asoiaf çok uçuk bir örnek oldu; yani kısacası tek bir kişinin gözünden entrika takip etmek entrika-gizem unsurunu bir arada harmanlıyor. Bu tabii ki güçlü ve okuması keyifli bir ikili, ama diğer karakterler çıkarları için belki de muhteşem akıl oyunları yapıyor ve bu durumdan mahrum kalabiliyoruz.

Serinin yan karakterleri iyi mi? Başarılı. Hatta ben serinin yan karakterlerini çok sevdim ve onları daha çok görmek istedim. Ve klişeleşmiş bir söylem vardır: bir seri yan karakterlerini sevdirebiliyorsa, o başarılı bir seridir. Farseer karakterlerinin hepsi oldukça kaliteli ve görmekten sıkılmayacağınız
özelliklere sahip. (Burrich, sana tapıyorum ters mizaçlı öz abim. Önderliğin karşısında sadakatimi sakınmayacağımı bilesin.)

Tahmin edilebilir, öngörülür bir seri mi? Kurgusal yapımlara aşina olduğum için beni şaşırtması gereken yerleri önceden tahmin ettiğim oldu. Bunu övünmek için falan söylemiyorum. Eğer benim gibi alan fark etmeksizin izlemiş ve okumuşsanız, illa bir şeylerin farkına daha önceden varacağınız kısımlar oluyor.

Daha fazla şey yazmak istiyordum, ama bu gittikçe uzar. Nerede duracağımı bilemediğim için kısa kesiyorum. Spoiler içerikli değerlendirme yazmaktan nefret ediyorum ve gidişat o yöne doğru kaymadan bırakıyorum.

23 Beğeni