Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

images (4)

22 Beğeni

İtaat

Yaklaşık 1 yıl önce haberdar olduğum, sene başında da Türkçe’ye çevrilince havalara uçtuğum kitap. Fakat ne yazık ki bana beklediğimi veremedi. Ne yalan söyleyim daha distopik, kafa kesmeli, acı ve vahşetin eksik olmadığı bir kitap bekliyordum ama kitap buna rağmen yine de çok güzel.
Fransa’da Müslüman Kardeşler’in lideri Mohammed Ben Abbas’ın seçilmesinin ardından Fransa’da olan değişimi görüyoruz. Houllebecq, o kadar güzel işlemiş ki adeta bir akademisyenin otobiyografisini okuyor gibi hissettim. Kurgu, tamamiyle gerçek temeller üzerine oturtulmuş. Kitapta +18 ögeler olsa da 18 yaş üstü herkese bu kitabı önerebilirim.
Konusunu daha da açmayacağım çünkü açtıkça kitabın bir zevki kalmaz. Ama beklediğimin aksine kitapta İslam’a sövgü yok. Hatta yer yer övmüş bile diyebilirim.

9/10. 1 puan kırmamın sebebi ise distopik bir hikaye beklerken bambaşka bir şeyle karşılaşmam.

12 Beğeni

Artık var :grin::v:

1000k ya inceleme koyacağım.

1 Beğeni

Başka Yasalar - Anıl Alacaoğlu (@AnilAlacaoglu)

Kupkuru bir ağacın üzerinde kalan, tek bir yaprağı hazla koparan; yoğun bakım ünitesindeki müzmin hastanın fişini zevkle çeken hikâyeler var Başka Yasalar’da. Organlaşan insanlar, insanlaşan organlar. Kaçıp gitmeler, kalıp solmalar. Hayalete dönüşen bastırılmışlıklar. Gündeliğin gotiği ya da gotiğin sıradanlıklarına kaçamak bakışlar var. Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurken bedenlenen hisler, hislenen bedenler var. Bedenler, evet, bedenler! Büyüyen bedenler, küçülen ruhlar, harikalar diyarından kovulan Alice’ler. Metalaşmanın kaçınılmaz tanrısallığında boğulan kadınlar, fallik figürlere dönüşen sıkışmış erkekler.

Anıl Alacaoğlu sekiz öykü anlatıyor bize Başka Yasalar’ın ucubeler sirkinde: Ailenin köküne ya da cami duvarına işemekten çekinmeyen, paylaşılmış hezeyanlarımızı suratımıza çarpan sivri dikenler bunlar. Anneyi ve babayı öldüren, aşkın üstüne ilk toprağı atan hikâyeler. Adalet nedir sahi, duyarlı olmak nerede başlar ve sahi, biter mi hiç? Kendi içimizde çürüyen hayallerin bir mezarlığı mıdır toplum? Sahi inci tanesi gibi pilavlar, şeker gibi taze fasulyeler yediğimiz masalar ne zaman kuru ekmekten ibaret kadük kalmış sofralara dönüşür? Anıl Alacaoğlu, tüm bu soruları soruyor okuruna ve kendisine ve hiç kimseye. Çünkü bazı soruların cevapları ölü doğar, çünkü bazen uşakların bizi yönettiğini hissedemez oluruz. Çünkü bazen, çünkü her zaman, çünkü sonsuza dek yalnızızdır bu evren denen lunaparkta. Kalabalıkların cehalet karnavalında solan renklere, kurumuş bir demet gerbera. Başka Yasalar ama aynı insanlar. Bizim büyük sıkışmışlığımız.

Başka Yasalar, çevirmen Anıl Alacaoğlu’nun kaleminden. O çok sevdiği çalışma köşesinde onu izleyen bir karaltı olduğuna eminim. Röntgenci bir ilham perisi.

11 Beğeni

Eski baskısı elimde bulunsa da Asimov okumayı bilerek geciktirdiğimden okumadığım bir romandı İşte Tanrılar. Hazır İthaki yeni bir baskı yapmışken alıp okudum hemen. Dün sabah başlayıp bu akşam bitirdim haliyle.

En başta çok mu sürükleyiciydi? Buna cevabım evet olur. Çünkü Asimov çok farklı bir hikaye yazmış ve bunu da güzel kurgusuyla süslemiş. Romanda yer yer heyecanlanıp yok artık dediğim yerler oldu ve bu, kitabı çok çabuk bitirmemdeki en büyük etkendi. Ama kitabın bazı yerlerinde de yer yer sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Özellikle para-evrendeki uzaylıların yaşam biçimleri çok zorladı beni. Bunun yanında Selene karakterinin Denison ile olan aşklı meşkli konuşmaları da sevmediğim kısımlardı

Hikayenin ilginçliği kitabın en albenili yönü. İnsanlık sınırsız bir enerji kaynağı bulmuştur ve artık önlerinde bir engel kalmadığı düşünülür. Hallam adlı fizikçinin keşfettiği pompa sistemiyle yapılan madde transferi sınırsız enerjinin kaynağıdır. Dünya kendisi gibi başka bir evrende bulunan Dünya ile karşılıklı madde transferi gerçekleştirmeye başlamıştır. Kitabın bu bölümünü ve daha birçok bölümünü anlatan kısımlar fizik terimleri açısından biraz zorlayıcı oluyor. Asimov da bu kısımları anlatabileceği en basit şekilde aktarmış yine.

Toplayacak olursam; beğendiğim ama daha çok beğenebileceğim bir romandı İşte Tanrılar. Asimov sizi bir yerlere doğru sürüklerken birden suratınıza su çarpabiliyor. Neye uğradığınızı şaşırabilirsiniz yani. Tabii ki kötü anlamda. Keşke roman uzaylıların ve insanlığın temasına daha çok değinseydi.

7/10

@alper hocam sanırım siz de değindiğim yerler nedeniyle kötü hikaye dediniz.

25 Beğeni

Beni de en çok sıkan ve beğenmediğim yerleri para-evrendeki canlılar ile ilgili anlatılanlar oldu.

Hikayenin bu bölümlerini pek sevemedim. Aslında bu bölümde güzel bir fikir var. Burası şaşırtıcı ve güzeldi. Yine de bu bölümleri okurken sıkıldım ben …

Para-evrende bir arada yaşayan, yaşamlarının ve türlerinin devam etmesi için birbirlerine ihtiyacı olan üç farklı özellikte uzmanlaşmış canlıların birbirlerinin içinde eriyerek(bunu başka nasıl adlandırmalı bilemedim) eski yaşamlarını da unuttukları ve toplumlarının liderleri, öğretmenleri olan bir canlıya dönüşmeleri. Bu ilginç ve şaşırtıcıydı.

Para-evren bizim yaşadığımız evrene göre farklı fizik yasalarının olduğu bir evren. Anlaşılan canlılar bizden daha zeki ve onlar bizim evrenimizi bulduğu için teknolojileri bizden daha ileri ama bunlara dair hiçbir şey okuyamadık. Okur olarak Asimov’un hayal dünyasından bu farklı fizik yasalarının olduğu evren ile ilgili daha çok şey okumak isterdim, biraz bunların olmayışı hikayeyi çok beğenmeme neden oldu.

6 Beğeni

Eski baskısını ben de almıştım ama bir türlü okumaya fırsatım olmadı. Şimdi yeni baskının Kidega’dan gelmesini bekliyorum.

2 Beğeni

@SJack sizlere katılıyorum. Bence detaylandırılarak üç farklı kitap çıkabilirdi bu kitaptan. Klasik Asimov demek istiyorum, yine çok iyi fikirler, biraz yavan anlatım ve kopukluk. Her ne kadar ben sevsem de Asimov’u, tarzını sevmeyenlere bu konularda hak veriyorum. Bu kitapla alakalı, yani fikirler iyi ve yaratıcı dediğiniz gibi ama bağlantılar fazla zayıf. Para-evrendeki canlılar gerçekten çok iyi düşünülmüş, farklı bir tür ve yaşam olarak kurgulanmış ama insanlarla olan temas yeterli seviyede değil. Bir de onların anlatıldığı bölüm harbiden yer yer sıkıcı ilerliyordu. Detayları tam hatırlamıyorum ama son bölüm daha iyiydi ve kitabı kurtaran taraftı diye hatırlıyorum. O bölümü sevmiştim. Yani beğenmiştim ama çok daha iyi olabilirdi bu kitap.

6 Beğeni

Malazan Book of the Fallen - Gardens of the Moon

Malazan serisinin ilk kitabını sonunda bitirdim. Kitap başlar başlamaz zaten neye uğradığımı şaşırmıştım ama sonuna doğru yükselen tansiyon ve anlatılan yeni şeyler itibariyle bazı bölümleri tekrar tekrar okumam gerekti. Dili itibariyle de yoğun bir okuma süreci olduğunu kabul etmem lazım. Tor Books’un sitesinde yer alan read-alongların gerçekten çok yardımı dokundu. Kitabı okurken Oponn’un oyuna dahil olduğunu farkedemedim ve kötü şansım nedeniyle okumaya 2 ay gibi bir ara vermek zorunda kaldım ve bu dönemde hiç kitap okuyamadım. :slight_smile: Bir akşam Kruppe’nin rüyasında uyandım ve K’rul beni seriye tekrar başlamam için ikna etti. O sırada da şansım iyiye dönmüş olacak ki seriye geri döndüğümde read-alonglar yardımıyla tekrar olanları anımsamaya başladım. Harcadığım zamana ve emeğe değdiğini düşünüyorum ve sanırım maalesef oyuna dahil oldum. Güç gücü çekiyor olsa gerek.

İlk kitap için genelde yazılanlar kitabı atlattıktan sonra kazanımları devam kitaplarında elde ettiğimiz yönünde. Ben kazanımlarımı ilk kitaptan itibaren almaya başladığımı düşünüyorum bu eleştirilerin aksine. Kitapta yazar sizi savaş alanının ortasına bırakıyor ve cesediniz üzerinde büyücüler, cadılar, tanrılar, ascendantlar(:slight_smile:), ejderhalar, kadim varlıklar savaşıyorlar. Siz de Death’s Realm’e doğru yol alırken Hood’un kapıları önünde en ön koltukta olayları takip etmeye çalışıyorsunuz ve tabii olan bitenin birçoğunu da ilk seferde anlayamıyorsunuz. Tabii arada Tor Books Warren’ımı açtığım için de birçok şeyde de geri kalmadım.

Türkçe konuşmak gerekirse, kitap benim daha önce okuduğum hiçbir fantastik seriye benzemiyor. Hiç benzemiyor. Gerçekten benzemiyor. Vallahi benzemiyor. Bir tane bile klişe bir şey görmedim sanırım. Ne, nedir; ne, ne değildir anlayamıyorsunuz. Bundan dolayı ne kadar keyifliyim anlatamam. Çok süper miydi, değildi çünkü henüz bütün bir kitabın sanki birkaç bölümünü okumuşsunuz hissi veriyor kitap. Kendi içerisinde başlangıcı ve sonu tabii ki var ama o kadar devasa bir evren söz konusu ki anlatılanların birçoğu gelecek kitaplara referans niteliğinde ve dolayısıyla her şeyi anlayamıyorsunuz. Beğendiğim kitapları insafsızca övmek gibi bir huyum olduğu için de beklentiyi çok yükseltiyor olabilirim buna dikkat edilmesinde fayda var. Herkese hitap edecek bir seri başlangıcı değil onu söylemem lazım. Yine de Türkçe olarak çıktığında okuyun ve okutun demekten başka bir şey gelmez elimden.

Herkese şimdiden iyi okumalar.

20 Beğeni

:joy:

Evet, maaesef öyle. Belki de birçok kişi “bu muymuş” diyecek… Ama ilk kitabı sevdiyseniz, kalanına hayran olmamanız için hiçbir sebep yok. Hemen Deadhouse Gates’e başlayın. :slight_smile:

Dün bunu düşünüyordum ben de. Malazan ile ilgili söylenen en önemli şeylerden birisi, kıymetinin ikinci, hatta üçüncü okumada daha net anlaşıldığı yönünde. Bu, benim de katıldığım bir önerme. Ama böyle olması da gerekmiyor, ilk okumada da dibine kadar faydalanmak mümkün ama bir rehber gerekiyor. Benim için o rehber Bill olmuştu Tor reread’te, ufkumu açmıştı. O yüzden hem tavsiye ediyorum hem de eğer ben ölmeden çıkarsa ve vaktim de olursa, Tor’da yazılanları Türkçeleştirmek niyetindeyim.

Tam dövme yaptırmalık resim. :heart_eyes:

9 Beğeni

images (1) (2)

Roman oldukça kısa olduğu için olaylar çok hızlı başladı ve bu yüzden de kitabın başını pek anlayamadım. Onun haricinde kitap oldukça akıcı, basit değil. Ben 2 - 3 hafta kitap okumadığım zaman öyle kolay kolay tekrar eski tempomu tutturamam ama bu kitabın dili sayesinde eski performansıma geri döndüm gibi.

Kitap 120 sayfa civarında olsa da Katilbot, şimdiden benim arkadaşım oldu. Kvothe, Roland ve Locke’un yanında yer aldı. Gerçekten oldukça kısa olmasına rağmen kitap oldukça doluydu. Onun haricinde kitabın yan karakterleri de oldukça hoşuma gitti özellikle doktor Mensah ve Ratthi.

Umarım bi 10-15 kitaplık bir seri olur. Gerçekten ilk kitaptan çok beğendim.

16 Beğeni

image

Underlord - Will Wight (Cradle #6)

Cradle serisinin 6. kitabı olan Underlord, spoiler gibi bir isme sahip. :slight_smile: Keşke başka bir isim seçseymiş yazar da biz de ne olacağını bilmeseymişiz. Gerçi bu seri üzerinde çok düşünülecek bir seriden ziyade, keyifli zaman geçirten bir seri. Mesela 7. kitabın nasıl biteceğini sanırım 6. kitabı okuyan herkes tahmin ediyordur. O yüzden çok da bir itirazım yok.

Bu kitapta Lindon ve arkadaşları yine “hızlandırılmış” yoldan istediklerine kavuşuyor. Ben bu hızlandırma işi yerine, acaba yazar olayları daha ağırdan alsa, karakterler daha acı çeke çeke gelişse nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Keza Abidan işi de ne kadar gerekli, ona da emin olamıyorum. Ben mesela sanırım içinde Abidan olmayan, Lindon’ın “kolay” ve “pratik” yollardan gelişmesi yerine, daha Naruto tarzı uzun ve zorlu yollardan geçerek gelişmesini okumayı tercih ederdim. Yalnız yineleyeyim, buna da itirazım yok, sadece o şekli sanki daha iyi olurdu gibi geliyor.

Serideki en sevdiğim kitap bu oldu heyecan bakımından, önceki görece durağan kitaba göre daha iyiydi. Yerin’i bu kez hızlandırılmış okumadım, onun karakterini de içselleştirebildim. Mercy’nin de yeni pozisyonuna sevindim. Spoiler olmadan ancak bu kadar anlatabiliyorum. :slight_smile:

Seriyi tavsiye etmeye devam ediyorum, kitaplarda genel olarak bir gelişim de söz konusu. İşler de yavaştan karışıyor ve merak seviyesi de giderek artıyor. Normalde ara veriyordum, birkaç kitap okuduktan sonra devam ediyordum ama kişileri ve olayları unuttuğumu fark ettim, o yüzden beklemeden 7. kitap ile devam etmeye karar verdim.

13 Beğeni

LETTERS FROM A STOIC

Epistulae Morales ad Lucilium’dan seçilmiş mektupları içeren bu kitap, Seneca’nın hayatını ve Stoacılık’ın tarihini içeren kısa bir girişle başlıyor. Mektuplarda Seneca, dostu Lucilius’a öğüt ve tavsiyeler veriyor. Bu öğütler yoğunlukla felsefe ve iyi yaşam üzerine olmakla birlikte; arkadaşlık, yaşlılık, intihar, kölelik, yas, fiziksel aktivite, beşeri bilimler ve edebi üslup gibi farklı konulara da değiniyor.

Sindirmesi kolay, cebinizde taşımak isteyeceğiniz bir hayat kılavuzu. Çok beğendim, Seneca’nın diğer yazılarını da okuyacağım.

15 Beğeni

Son zamanlarda okuduklarım:

Tanrı’nın Bir Kulu

Sıradan hayatın içinden olaylar diye başlayıp çarpıcı bir şekilde devam eden harika bir kitap. Çok yalın olmasına rağmen edebi doygunluk da veren bir dile sahip. Cormac dayının okuduğum üçüncü kitabı oldu. Bunu da çok sevdim.

Sapık

Filmini izlemesem belki daha çok şaşırırdım ama bu haliyle bile epeyi beğendim. Aşırı sürükleyici. Norman Bates’in psikolojik sorunları harika bir şekilde anlatılmış. Karanlık kitaplık içinde Dracula ile birlikte zirveye oynuyor şu anda benim için.

Bayan Yalnızkalpler

İyi anlamda çok bunaltıcı bir hikaye. Dindar bir insanın, gerçek sorunları olan insanları dinlemesiyle hayatın sillesini yemesi, devamında karakterin içinde bulunduğu bunaltıcı psikoloji ve tam bu kitaba yakışacak bir final ile sonlanan güzel bir eser.

Şu anda da M.R. James Hayalet Öykülerini okuyorum. Karanlık kitaplık içerisinde dili bu kadar yalın olan bir kitaba ilk defa rastladım sanırım. İlk öyküyü okudum sadece fena değildi.

12 Beğeni

Marcus Aurelius ve Epictetus’un eserlerini de öneririm, aşina olan arkadaşlar da benimle aynı fikirde mi bilmiyorum ama stoa felsefiyle tanışıp sindirmeyen kişilere üzülüyorum.
Tamamen hayat değiştirici bir felsefe

1 Beğeni

image

Kar Kokusu - Ahmet Ümit

Diğer Ahmet Ümit kitapları kadar sevemediğimi itiraf ederek başlayayım, sanırım konusu çok ilgimi çekmediğinden olsa gerek. Rusya’da komünist eğitim veren bir okulda işlenen cinayeti, komünizm ve istihbarat teşkilatları çerçevesinden anlatıyor Ümit. Çok karmaşık ya da çok gizemli bir cinayet de değil. Sanırım bu kez Ümit cinayeti, politik fikirlerini aktarabilmek için araç olarak kullanmış.

Bir türlü kitabın içindekileri yaşayamadım, hayal edemedim zihnimde (okurken genelde böyle oluyor bende ama bu kez olmadı). Konusu aslında ilgi çekici olsa da cinayetin pek gizemli olmayışı ve olayların aktarılışının soğukluğu (bu soğukluk Rusya’dan dolayı da olabilir) sebebiyle bu kitap hayatımda yer edemedi maalesef.

İlk kez Ahmet Ümit okumak isteyenlere tavsiye etmiyorum, sonradan okunmalı diye düşünüyorum. Başka yorumları da inceledim, fikirlerim genel kanıyla uyuşuyor, yani pek tutulan bir Ümit kitabı değil. Yine de politik-polisiye merak edenler var ise onlar doğrudan dalabilirler kitaba. :slight_smile:

17 Beğeni

Kar Kokusu ve Kukla kitapları Ahmet Ümit’in polisiye kitaplarından temelde politik kurgu olması nedeniyle ayrılıyor.

Belki de genel olarak Ahmet Ümit okurlarının en az beğendiği iki kitabı olabilir. ( Bu arada geçenlerde bazı okurların talepleri nedeniyle sonraki kitaplarından birisi yine politik bir kurgu olabilir dedi. :slight_smile: )

O günlerde Sovyet Rusya tipi sosyalizm (reel sosyalizm) sosyalist devletin yerini alan sosyalist bürokrasi “kirlilik” de 3. dünya burjuva demokrasilerinden bile daha “rezil” durumdaydı. Faşizan uygulamalar, zapturapt altına alınmış toplum, gizli servis ile kontrol edilen, manipüle edilen toplum, işkence, parti içi demokratik merkezciliğin yerini alan merkez komite ve politbüro diktası vs vs … Bir diğer yanıyla da hala “Altınçağ” düşü ile kendi ülkelerinde “hayaller” kuran komünist veya sosyalist partilerin yozlaşmış sovyetler üzerinden besledikleri umutları ve parti kadrolarını eğitmek için bu ülkeye göndermeye devam etmeleri. O kadroların ise kendi ülkelerindeki “hesaplaşmalarının” yankılarının sovyetler de sürdürmeleri ve o ülkelerin gizli servislerinin de araya sızmaları vs vs

Daha fazla detaylandırmayayım, okuyacaklar için sürpriz kaçırmayayım.

Cinayet biraz hikayenin sosu olarak kalıyor. Kitap aslında önemli oranda otobiyografik özellikler taşıyor. Ahmet Ümit sovyetlerin çözülmesinden önce Sovyetlere TKP’nin (bugünkü TKP değil, tarihsel gerçek TKP) gönderdiği son kadrolardan birisi.

Kitapta şöyle bir şey diyordu: (kelimesi kelimesine hatırlamıyorum) Nereye giderse gitsin ülkesinin düşüncelerini, davranışlarını kendiyle götürür insan ve bir anda ne olduğundan bağımsız o düşünce ve davranışlar ortaya çıkar. Kitapta da yoz sovyet iklimi ile birlikte kendi ülkeleri içinde başlayan bir “hesaplaşmanın” ve kuşkuların devam eden yankılarının yansımalarını okuyoruz.

Hem Kar Kokusu hem de Kukla’da anlatılan genel politik olaylardan dolayı (Bunlara Sis ve Gece’yi de ekleyeyim) galiba okurken benim en çok sevdiğim Ahmet Ümit kitapları diyebilirim.

6 Beğeni

Evet, yarı otobiyografik bir kitapmış, okumadan önce biliyordum aslında.

Belki dinlemekten, belki ön bir hazırlık yapmayışımdan ötürü çok içine giremedim kitabın. Tarihsel bilgim de kıt olduğu için ilgimi cezbetmedi. Aslında daha rahat bir işe girersem, açık öğretim tarih okumak gibi bir niyetim var (sosyolojiyi denedim ama sevmedim). Bakalım, kısmet. :slight_smile:

Sis ve Gece de keza benim az sevdiğim kitaplardan oldu. Ben sanırım polisiyeden daha çok yaşanmış hayatları okumayı daha çok seviyorum.

1 Beğeni

Hayvan Çiftliği.

1984 gibi bir eserden sonra bunu okumam zaten şart olmuştu ama bu kadar geç kalmış olmak üzdü. Daha acı olanıysa bu kitabı okunabilecek en uygun yer ve zamanda okuyor olabilirim. Bundan ötürü ben de hissettirdiği duygular çok daha çarpıcı oluyor.

2 Beğeni

Dragon Republic

R.F. Kuang – The Dragon Republic
Poppy War – 2

Poppy War serisinin ikinci kitabını da okudum. Yine keyifli bir okuma oldu.

Hikaye ilk kitabın kaldığı yerden devam ediyor ve hemen hemen baştan sona süren bir savaş var. İlk kitabı burada yorumlarken yazarın fantastik bir roman içerisinde Çin tarihini anlatmak istediğinden, kitapta anlatılanların gerçek hayatta yaşanmış olaylara esinlenmenin çok ötesinde benzediğinden bahsetmiştim. İlk kitapta, gerçek hayattaki Çin ve Japonya’nın muadili olan Nikara ve Mugen varken, ikinci kitapta bunların yanı sıra batılı ülkeleri temsil eden Hesperia da olaylara dahil oluyor. Hesperia’nın kitaptaki davranışı ile batılı ülkelerin gerçek hayattaki davranışları da çok benzer. Güçlü gücünü her yerde hissettiriyor.

Seride hoşuma giden noktalar akıcı ve okuyanı içine çeken dili, hikayenin gerçekçi gelmesi, yani kurguda boşluklar veya mantıksızlıkların pek olmaması, varsa da benim fark etmemem :blush:, okuduğum diğer fantastik kitaplara göre strateji ve diplomasi gibi konuların özellikle ikinci kitapta daha ağırlıklı olması sayılabilir. Hikayenin yer yer çok sert olması da bana hitap ediyor.

Benim için çok önemli olmayan ama bazı okuyucuların sevmeyebileceği olumsuz bir nokta olarak kitabın Rin ismindeki ana karakteri söylenebilir. Evlat olsa sevilmeyecek biri :blush:. Bazen “ben bu yaşanan vahşeti nasıl unutacağım” diye söylenirken, sert bir tasvir olduğu için okuyacak bazı kişileri rahatsız edebileceği düşüncesiyle spoiler kodu içerisine yazdığım şu olaya şahit olduğunda (insanların derileri yüzülerek üzerlerine kaynar zehir akıtılması ve acı çekmelerinin seyredilmesi, bu şekilde bütün gece acı çeken insanlar sabaha karşı öldüklerinde cesetlerinin yakılması) “eğlenceliydi, şimdi ne yapıyoruz” diyebiliyor. Ayrıca çoğu zaman mızmız ve şımarık hareketleri de var. Seri tamamen ana karakter odaklı olduğu ve yan karakterlerin (her ne kadar bazıları ilginç karakterler olsa da) çok fazla ön plana çıkmadığı dikkate alındığında, bu kadar sevilmeyecek bir ana karakter yaratmak biraz tuhaf, biraz da cesur bir tercih olmuş. Ben kitap okurken karakterler yerine hikayeye odaklanırım genelde, bu yüzden Rin’in davranışları ve söyledikleri beni rahatsız etmedi. Hikaye ise beni içine çektiği için zevkle okudum.

Kitabın sonlarında hiç beklemediğim bir twist gerçekleşirken Rin’in en sondaki söylemi de Breaking Bad dizisini izlemiş olanların hatırlayacağı “I am not in danger. I am the danger.” sözlerini hatırlattı. Bu şekilde bitince serinin son kitabı da ayrı bir merak uyandırdı bende. Sonuç olarak, heyecanla okuduğum bir seri oluyor benim için.

16 Beğeni