Hayat getiren (Acımasız eleştiri serbest)

Geçen ay katıldığım öykü seçkisinde (Zaman Büyücüsü) kullandığım zaman büyücüsünün de kurguya dahil olduğu bir roman projem var. Ağır aksak da olsa üzerinde çalıştığım kitabın giriş bölümünü, siz değerli üyelerden çekinmeyerek, aynı açık yüreklilikle yapılacak eleştirilere gönlümü açaraktan paylaşmak istiyorum. Her türlü düzelti, öneri ve eleştiri başım üstüne.

Giriş

Karanlığın kıskandığı, aydınlığın ise bayağı bulduğu bir alacakaranlık vardı. Alacakaranlık, her şeyden birer parça almıştı. Biraz günah, biraz sevap; biraz iyilik, biraz ise kötülük… Yani tam da insanoğlu gibi, tüm kirlenmişlik ve arınmışlığıyla doğanın bütün zıtlıklarından sentezlenmiş kıskanılası bir havası vardı.

Küçüklü büyüklü sayısız ağaç adeta hazine muhafızlığına soyunmuş gibi neredeyse aralıksız yerleşmişti. Toprağı bu kadar bencilce sahiplenmeleri yetmezmiş gibi uzun yıllardır huysuzca silkinerek döktükleri yapraklarıyla yüzeyde kalın bir örtü oluşturmuşlardı. Bunca kalabalık içinde doğanın sessizliğini bozan şüphelileri görmenin tek yolu tepeden bakmaktı. Nitekim çıkardıkları gürültüyle kendilerini gizleme zahmetinde bile bulunmayan iki adam için de bu geçerliydi. Kafalarına pek de sıkı geçirmedikleri kukuletalarını fark etmek için, utangaç gölgelerini takip etmek gerekiyordu.

Bahar aylarında, yani doğanın tüm sevgisini ve cömertliğini sergilediği böylesine bir zamanda, böyle elbiselerle dolaşmanın gereği, pekâlâ birilerinden gizlenmek ya da alacakaranlığın henüz yeşeren gizemine ayak uydurmaya çalışmak da olabilirdi. Hangi sebeple olursa olsun bir parça kırışıklığı saklamak adına, alacakaranlık kadar başarılı olduğu aşikârdı.

Biraz uzakta, sanki çalılıklar yeterince rahatsız edilmemiş gibi, o garip elbiseyi dikkatsizde giymiş bir adam daha, tüm savrukluğuyla yürüyerek ilerliyordu. Elinde taşıdığı şey son derece sessiz bir bebekti. Adımları, engebeli orman zemini için fazlasıyla uyumsuzdu. Ara sıra tökezliyor ancak ellerinden kayıp düşeceği sırada bebeği yeniden kavrıyordu. Kronik bir sakar değilse, bir yere yetişmek için acele ediyor olmalıydı.

Adamın dikkatsiz adımlarından rahatsız olan tek şey, hafifçe esen rüzgâra sırtını dayayıp yemyeşil yapraklarını titreten çalılar değildi. Dağın eteğindeki mağaranın önünde bekleyen kukuletalı adamlardan birisi kafasını sallayarak söylendi. Olabildiğince ağır konuşuyor, sesi derinden ve boğuk geliyordu. Sözcükler dudağını öylesine isteksizce terk ediyordu ki sanki anlaşmanın başka yolunu biliyor olsa soluk dudaklarını birbirinden hiç ayırmayacak gibi duruyordu. Ödünç aldığı nefesi geri vermek hususunda ise fazlasıyla tutumluydu. “Henüz karanlık çökmedi.” diyerek duraksadı. Zoraki bir tıslamayla devam etti. “Daha yavaş olabilirsin. Ufaklığı incitmek istemeyiz.”

Daha şimdi birkaç söz sarf etmiş olan adamın yanında dikilen kişi ise taştan yontulmuş bir heykel olmadığını belli etmek istermiş gibi ara ara kımıldıyordu. Bebeği taşıyan adam, mağaranın önüne doğru iyice yaklaştıktan sonra boğuk sesli olanı yine söze girmeye yeltendi. Doğanın ve yanındaki adamın sessizliği göz önüne alındığında civardaki en geveze canlı oydu. Kuşlardan böceklere varana dek herkes son derece suskundu. Suskunluğun; saygı, korku ya da dehşet gibi birbirinden farklı birçok sebebi olabilirdi. Lakin hüküm sürmekte olan ürkütücü sessizliğin sebebi bunlardan hiçbiri değildi.

“Umarım pek gürültülü olmamıştır.”dedi başını hafifçe kaldırarak. Sanki bu sözde genç bedeni ele geçirmiş bunak ruh, zamanın adaletli sirayetinden kurtulup, geri kalan ömrünü suskunlukla geçirerek inzivaya çekilmek istiyor gibiydi. Bu uzunlukta bir cümle kurmak bile onun için surat ekşitici olabilirdi.

Bebeği taşıyan adam onu usulca yere bıraktı. “En az şimdi olduğu kadar sessizdi.”

“Özellikle hayati bir iş üstündeysek sessizliğin dozunu önemsediğimi iyi biliyorsun.” Her ne kadar uzun cümleler kurmaya başladıysa da arada bıraktığı boşluklara kısa hikâyeler ya da birkaç cümle daha sıkışabilirdi.

Adam sadece evet anlamına gelecek şekilde başını salladı. Sessizliğin önemine henüz vurgu yapılmışken, söyleneni konuşarak onaylaması ahmaklık olurdu. Nitekim uzun süredir yanında dikilen adamın da yaptıkları bundan fazlası değildi.

Yavaş konuşan adam eğilip bebeği kavradı. Eğilmek ve kalkmak konusunda, konuşkanlığında olduğu kadar tembel değildi, hatta fazlasıyla çevik bile sayılabilirdi. Hareketleri nispeten genç biri olduğu gerçeğini alacakaranlıkta dahi ortaya koyabildiğine göre konuşmasındaki ağırsamanın sebebinin kütürdeyen çenesi olmadığı açıktı.

Adam yeni aldığı bir eşyayı tanımak istermiş gibi bebeğin tüm hatlarını, hiçbir noktayı ıskalamadan inceliyordu. Dokunuşları hayranlık uyandırıcı ya da sevecen değildi. Nefes verirken gülecekmiş gibi kesik bir ses çıkardı. “Kendi malımı kullanırken ne zamandan beri başkasına soruyorum? Seni o aymazlardan zor kurtardık. Özellikle baban çok direndi.” Bebeği okşamaya ve elinde çevirmeye devam ediyordu. Birden hiddetlenir gibi oldu. Şimdilik duygularını belli eden tek şey kesik kesik gelen nefes verişinin içine garip ıslık sesleri ve tıslamalardı. Üstelik şaşırtıcı şekilde heyecanlanmış ve konuşmaları hızlanmıştı.

Yanındaki iki kişi ya konuşmaları onaylıyor ya da kayıtsızlıklarını koruyarak söylenenlere eşlik ediyordu. Hiddet ve sevinç arasında gidip gelen dalgalanmalara müdahil olmamak konusunda hemfikir gibiydiler.

“Ne yazık ki kraliyet soyundan olanlar da yanılabiliyor. Baban bir acemi mi? Hayır, hayır.” Gülümsedi. “Onca yaşına rağmen, çocuk sahibi olduğunda onun artık hükümdarın-“ Duraksadı. Heybetli bedenine sinsice ilişen kamburunu düzeltti. “Benim malım olduğunu hâlâ kavrayamamış. Bunun için babana daha fazla mı süre vermeliydik?” Biraz durduktan sonra kendi sorusunu kendisi yanıtladı. “Hayır, ufaklık. Bu haksızlık olurdu. Halkar’a yeterince tolerans tanıdık. Hatta herkesten daha fazlasını…” Ellerini bebeğin seyrek saçlarında gezdirdi. “Benim olmaktan hoşnutsun, öyle değil mi?” Bebek tepki vermeksizin boşluğa baktı. Bu durum, kendini hükümdar olarak niteleyen, yanındakilere göre geveze sayılabilecek adamın lisanında evet anlamına geliyor olsa gerekti. “Ben de öyle düşünmüştüm.”

Mağaranın girişinde küçük engebeler ve duvarlarında özenle yerleştirilmiş, hepsi birbirinden benzersiz görünen granit taşlar vardı. Neredeyse bütün taşların burnu aynı hizadaydı. Tüm kenarlar nehrin şefkatli kollarında zamanın sabrıyla yuvarlatılmış gibiydi. Bazı yerlerde gelişigüzel araya sıkıştırılmış izlenimi verenler ise nizamı bozan birer isyancıdan çok benzersizliği süslemek adına oraya kondurulmuş gibiydi. Girişteki mimarinin tatlı çarpıklığı insan elinin buraya sirayet ettiğinin şüphesiz bir ispatı niteliğindeydi.

Hükümdar, elindeki bebekle mağaraya doğru yöneldi. Diğerlerinin onu takip etmesi için herhangi bir işaret vermesine ya da imada bulunmasına gerek yoktu. Zira omurgasına bağlı bir kuyruk gibi uyum içerisinde onun adımlarını takip ediyorlardı.

Mağaranın nemli ve yosunlu zeminine ayak bastılar. Açık renkli ve yapışkan olan bu yosunlar ışık konusunda oldukça kanaatkâr olmalıydılar. Çok değil, birkaç metre ötede sağlı sollu iki tane karaltı duruyordu. Mağaranın soğuk sureti rüzgâr estiğinde daha da ürkütücü oluyordu. Alacakaranlık, bütünüyle karanlığa teslim olmaya başlamışken karaltıların birer heykel olduğunun fark edilmesi çok uzun sürmedi. İçeridekiler muhtemelen daha iyi görebilmek için başlıklarını çıkarmışlardı. Yalnız yine de suratları seçilmiyordu.

Hükümdar, bebeği, onu getiren kişinin kollarına bıraktı. Taş bedenlere dokunmaya, parmaklarıyla yoklamaya başladı. “Nihayet buluşabildik.” Sağdaki heykelin elinde, iki tarafında koç boynuzuna benzeyen helezonlar halinde izler bulunan bir fener lambası vardı. Soldakinin elinde ise kalın ipe bağlı, sağ yukarıya hareketi yarım kalmış bir sarkaç vardı. Eşyalar da heykellerin uzantısı şeklinde donuktu. Muhtemelen gri taştan yapılmaydı. Her an hareket edeceklermiş gibi görünmeleri taştan yapıldıkları gerçeğini değiştirmiyordu.

Hükümdar heykelleri baştan aşağıya incelerken elinde bebek tutmayan üçüncü kişi mağaranın daha içerilerine gidip, yanında yürümeye daha yeni güç yetirebildiği her halinden belli olan iki çocuk ve kucağında bir bebek ile döndü.

Yeni gelenler de en az çalılıkların içinden gelen bebek kadar kayıtsız duruyordu. Bu halleri kudretli bir tılsımın esiri olduklarının ya da şaşırtıcı şekilde işbirliği kurmak konusunda istekli oluşlarının göstergesiydi.

Zifiri karanlık, alacakaranlık gibi değildi. Güzele de, çirkine davrandığı gibi davranır, her şeyi göz önünden silerdi. Hükümdar dört bebeği bir arada görünce mutlu olmuştu. En azından, karanlığın hükmü geçerli iken böyle yorumlamakta bir sakınca yoktu.

Kollarını çemredi. Her ne yapmayı planlıyor ise olağandan daha aceleci olduğu her halinden belliydi. Derin derin nefes alıyor, gözlerini kapayıp açarak silkinip, titriyordu. Elleri yaldızlı bir parlaklıkla ışıldamaya başladı. Işığın şiddeti oldukça azdı ama titredikçe giderek artıyordu. Işık damarlarından akarak yavaş yavaş parmak uçlarına doğru toplanıyordu. Başparmağını, serçe parmağından başlayarak sırayla, işaret parmağında sonlanacak şekilde diğer parmaklarına sürtüyordu. Bu hareketi kesintisiz şekilde yaptığında sarımtırak ışık, parmağının ucundan dışarıya taşıyordu.

Sağdaki heykelin boşta kalan eline doğru yanaştı. Parmak uçlarından akan sıvıyı damla damla olacak şekilde eline dökmeye başladı. Her damlada vücudundan bir şey eksiliyor, bir parçasını kaybediyor gibi daha şiddetle sarsılıyordu. Heykel çok geçmeden hareketlenmeye başladı. Parmakları kımıldamaya başladı. Hareketler yavaş ama istikrarlıydı. Karanlıkta fark edilecek kadar büyük bir kımıldama olmasa bile taştan parçaların birbirine sürtünme sesleri duyulabiliyordu.

Soldaki heykelin yanına vardığında, bebeklerin iki heykelin ortasına getirilmesini işaret etti. Beklendiği gibi itiraz etmeksizin ortaya getirildiler. Hükümdar histerik halini bozmaksızın diğer heykelin yanına geçti. Aynı şeyleri yine yaptı. Parmak uçlarından süzülen ışık damlalarını, heykelin boşta duran sol eline damlattı. Çok geçmeden o da kımıldanmaya başladı.

“Bunu bir kez daha yapmak için belki de seneler beklememiz gerek. Hayatları tekrar çekilmeden önce acele etmeliyiz.” Sarkaç ve fener lambası sallanmaya başlamıştı. İçeride tarifi zor bir enerji kümesi dalgalar halinde yayılıyordu. Az önce tamamen taş olan heykeller an itibariyle, tam olmasa da canlıydı.

Enerji dalgaları gittikçe ortada yoğunlaşıyordu. Bu umulmadık gücün boyunduruğu altında bebeklerin kayıtsızlığının yanına bir parça şaşkınlık ve biraz tedirginlik eklenmişti. Nitekim bu büyük ve eşine az rastlanır büyü karşısında direnç gösterebilmek imkânsızdı. Heykeller iyice canlanıp boyunlarını kımıldatmaya başladıklarında bebekler yok olmanın eşiğine gelmişti. Bedenleri görünmezlikle varsanı arasında deviniyordu. Canlanan heykeller enerjilerini yitirdikçe tekrar taşlaşmaya başladı. Sarkaç ve fener lambası tamamen durduğunda bebekler çoktan yok olmuştu.

“Güle güle ölümsüzlük umutlarım… Görüşmek üzere.”

4 Beğeni

Bu cümle biraz yamuk olmuş sanki. :sweat_smile:

Yanlış bilmiyorsam burada “ki” den sonra virgüle gerek yok. Orada zaten bir vurgu, duraksama olarak kullanılıyor. Hani bu çok sırıtmıyor ama aynı şeyi sonra da yapma diye yazdım. Yine de bir araştırsan iyi olur. Başka arkadaşlar da fikir belirtebilir.

Bir önceki betimlemeye göre çok uzun bir cümle olmuş bu. Daha kısa, daha net ve nedense yine önceki betimleye göre daha aksi bir uyarı olmalı sanki?

Geri kalan kısımlar için bir noktada benim kafa gitti. İkinci kişi kimdi, üçüncü ne yapıyordu? Az konuşan adam ne ara hükümdar oldu? Yoksa o hükümdar başkası mı? Sanırım orada bende bir karışıklık oldu. Anlatım dilin için diyebileceğim bir şey yok yine harikaydı. Bir de ilk paragraflarda sürekli “kukuleta” okumak biraz boğucu. Belki bir iki tanesi başlık vb. bir kelime olabilirdi. Orada bir yığılma olmuş.

1 Beğeni

İlk taşı günahsız olanımız atmış :slight_smile:

Olduğu olacak orası.

Tabii ki gerek yok çok haklısın. :smiley: Okurken onu kim koymuş oraya dedim içimden. Düzenleme yaparken dalgınlığıma gelmiş olsa gerek. Üç adama yeniden göz gezdireceğim. Teşekkürler.

1 Beğeni

Merhaba.
Yorumumun daha işe yarar olması için elimden geldiğince “adım adım” konuşacağım.
Ama, ilkin şunu belirteyim: Ben pek de harika öyküler yazmayan, genelde çok düşünmeden konuşan ve diğer herkes kadar yanılabilen birisiyim. Gördüğümü sandığım ya da “şöyledir!” diyerek eminliğimi vurguladığım konular bile tartışmaya açıktır. Kafana kafana vurmamı salık verdiğin için biraz daha saldırgan yorumlayacağım. Bu yüzden, eğer herhangi bir sözüm sana haksızmış gibi gelirse, o sözümü görmezden gel lütfen :slight_smile:

*“tüm kirlenmişlik ve arınmışlığıyla doğanın bütün zıtlıklarından sentezlenmiş kıskanılası bir havası vardı.”
Paragrafın ilk cümlesinde “kıskanma” edimi karanlığa yüklenmiş. Son cümlesinde de bize yüklenmiş. Paragraf her ne kadar şairane görünse de “karanlık biziz” imajı özellikle oluşturulmadıysa bir hata barındırıyor. Önerim, farklı bir kelime kullanılması.

*“Küçüklü büyüklü sayısız ağaç adeta hazine muhafızlığına soyunmuş gibi neredeyse aralıksız yerleşmişti.”
Benim de pek emin olmadığım bir durum var burada. “gibi” ve “adeta” aynı cümlede kullanılabilir mi? “gibi” yerine bir virgül ekleyip hem cümleyi kısaltarak okuyuşa güzel bir ahenk katabilir hem de olası anlatım bozukluğundan kurtulabilirsin

*" Toprağı bu kadar bencilce sahiplenmeleri yetmezmiş gibi "
Ayrıca, buradaki "gibi"yle birleşip sık sık tekrarlanmış gibi görünmesini engellemiş olursun :slight_smile:

*“Bunca kalabalık içinde doğanın sessizliğini bozan şüphelileri görmenin tek yolu tepeden bakmaktı.”
Bu söyleyeceklerimin geçerliliğinden emin değilim ama bana öyle geliyor ki virgülleri daha sık kullanmak, anlatının ahengine olumlu katkı sağlar. Burada “yolu"dan sonra bir virgül eklemeni ve bu tarz virgül eklenebilecek diğer yerlere de aynısını yapmanı öneririm. Noktalama işaretleri, anlatının “büyük bir resim” gibi görünmesini engeller ve sindirilerek, daha da yoğun denemeye imkan tanıyarak tüketilmesini sağlar.
*” Nitekim çıkardıkları" Buradaki "nitekim"den sonra da virgül olabilir mesela. Örnek saysını arttırmak için söyledim bunu. Virgülle ilgili benzeri örnekleri es geçeceğim cevabım gereksiz uzamasın diye :slight_smile: Okurken bulursun oraları eminim.

*Yukarıdaki alıntılarımın geçtiği paragrafta “daha kısa yazılsa da anlam kaybına uğramazdı” dediğim bazı kısımlar oldu.
“Nitekim çıkardıkları gürültüyle kendilerini gizleme zahmetinde bile bulunmayan iki adam için de bu geçerliydi. Kafalarına pek de sıkı geçirmedikleri kukuletalarını fark etmek için, utangaç gölgelerini takip etmek gerekiyordu.” kısmını ele alalım.
Bu cümleden önce “tepeden bakma” bahsini geçirdik mi? Demek ki, artık sanki tepeden bakmaya başlamışız gibi sürdürebilriz anlatıyı.
“Şurada gördüklerimiz buna güzel örnek olabilirdi. Onlar şöyle böyle insanlardı ve şunu yapıyorlardı.” gibi bir şey söylenerek hem anlatının canlandırılması kolaylaşır hem de cümleler arşa kadar uzamaz :smiley:

*“Bahar aylarında, yani doğanın tüm sevgisini ve cömertliğini sergilediği böylesine bir zamanda, böyle elbiselerle dolaşmanın gereği, pekâlâ birilerinden gizlenmek ya da alacakaranlığın henüz yeşeren gizemine ayak uydurmaya çalışmak da olabilirdi.”
Gereksiz bir uzatma daha seziyorum burada.
“Baharın tüm sevgisiyle serildiği böylesi cömert topraklarda bu elbiseleri giymek… Ya birilerinden gizlenmek ya da alacakaranlığın henüz yeşeren gizemine gömülmek içindi. Sebebi her ne olursa olsun, bu aşk örtüsünde minik bir kırışıklık yarattıkları aşikardı.”
Cümleyi uzun uzun düşünerek yazmadığımdan pek güzel olmadı ama sanırım ana fikri verebildim? Kısa, bol ve farklı noktalama işaretli, gerçekten anlatıyormuş gibi. Sonsuzluğu körükleyen ciğerleri varmış gibi değil.

*“o garip elbiseyi dikkatsizde giymiş bir adam daha” :slight_smile: Hepimiz harf basım hatası yapabiliriz. "dikkatsizce"den fışkıran şeyler işte :slight_smile: Ama bunları editörler falan hallediyor diye biliyorum ticari işlerde.

*" Elinde taşıdığı şey son derece sessiz bir bebekti. Adımları, engebeli orman zemini için fazlasıyla uyumsuzdu. "
Böyle bir dil kuralı yok ama cümlelerdeki gizli özneler, sadece bir önceki cümlenin öznesiyle değil, aynı zamanda nesnesiyle de yorumlanma eğilimi taşır. Bu cümleyi okuduğumda uyumsuz adımları olan kişiyi bebek sandım ilkin. Evet, bu iki cümleden bu mana çıkmaz normalde ama kitabını her türlü insan okuyacak. Gizli özne ve nesne konusunda biraz daha dikkatli olmanı öneririm.

*“Dağın eteğindeki mağaranın önünde bekleyen kukuletalı adamlardan birisi kafasını sallayarak söylendi.”
Mağara bahsi daha önce geçmedi. Bu insanların orada beklediğiyse hiç söylenmedi. Belli ki bu cümle o insanların pozisyonunu olabildiğince “tek celsede” anlatmak için bu şekilde kurulmuş. Ama, “madem öyle yapabiliyoruz, o halde neden tüm öyküyü sıfat tamlamaları festivaline dönüştürmeyelim?” de diyebiliriz.
Söylemek istediğim, yukarılardaki o güzel betimlemeyi bozmamak için mağara bahsini oraya yerleştirmemiş olabilirsin ama bunu yapmak zorundasın. Mağarayı da o estetikliğe ekerek başarmalısın.
Benzer şekilde, kukuletalı olduklarını vurgulamak istemiş olabilirsin ama orada yeterince sıfat ve tanımlama var. Bu kukuleta bahsini başka bir cümlede geçirmelisin.

*“Sözcükler dudağını öylesine isteksizce terk ediyordu ki sanki anlaşmanın başka yolunu biliyor olsa soluk dudaklarını birbirinden hiç ayırmayacak gibi duruyordu.”
Sanki-gibi konusunda yukarıda söylediklerim aynen burada da geçerli. Ama bu defa virgül yerine “ayırmayacaktı” diyip sondaki "duruyordu"yu da atarak iki kelimelik tasarruf yapabilirsin.

*“Olabildiğince ağır konuşuyor, sesi derinden ve boğuk geliyordu. Sözcükler dudağını öylesine isteksizce terk ediyordu ki sanki anlaşmanın başka yolunu biliyor olsa soluk dudaklarını birbirinden hiç ayırmayacak gibi duruyordu. Ödünç aldığı nefesi geri vermek hususunda ise fazlasıyla tutumluydu. “Henüz karanlık çökmedi.” diyerek duraksadı”
Normal şartlar altında burada bahsedeceğim şey çok da sorun değil bir internet öyküsü için. Ama, bu ticari bir ürün olacaksa her şeyiyle harika olmak zorunda.
Şimdi, buradaki amacın elemanın isteksiz ve uzata uzata cevap verişini okuyucuya deneyimletmekse, internet öyküsünde denenebilir (ticari üründe böyle denemelere girişmek risk getirir). Ama, amacın böyleli bir şey değilse, birisinin konuşmaya başladığını betimledikten sonraki sözlerinin o konuşmanın kendisi olmasını öneririm. Okuyucu kendisini o sözleri işitmeye hazırlıyor fakat ne söylendiğini okumak için aynı şeyin bir de teki taraftan ve biraz daha havalı sözlerle betimlemesini okumakla yetiniyor. Bu yüzden, ya orayı “transit geçiyor” ya da hevesi kaçıyor.
Önerim, hazır cümleyi ikiye bölmüşken, buradaki güzel betimlemerden birisini bölümlediğin o aralığa uyarlayarak yerleştirmendir.

*“Daha şimdi birkaç söz sarf etmiş olan adamın yanında dikilen kişi ise taştan yontulmuş bir heykel olmadığını belli etmek istermiş gibi ara ara kımıldıyordu.”
:smiley: Uzun cümleler hakkında daha fazla konuşmayacağım. Bunları bölmeni öneririm. Varsın kelime sayısını arttırsın. Ama, cümleler bölük kalsın. Şu halde tek seferde tüm manzarayı verip girmeye çalışan ressamın tuvale renkleri gelişine fıcıttırması gibi geliyor.

*Bu ikilinin ve “biraz uzakta” çocuk taşıyan elemanın birlikte hareket ettiğini düşünmemiştim. “biraz berilerinde” diyebilirsin orada ve belki de onları takip ettiği bahsini ekleyebilirsin.
Ben “biraz uzakta” diyince, ormandaki bir başka patikayı ya da aynı patikanın çok alakasız bir başka kesimini düşünmüştüm. Neden? Çünkü şimdiye kadarki orman betimlemeleri hep "büyük büyük"tü. Manzaraya o kadar yukarıdan baktım ki, bu ölçekte “biraz uzak” kavramı gerçekte kilometrelere karşılık gelebilir.

*Kişilerin hangisi hakkında konuştuğunu anlatma konusunda sıkıntı yaşıyorsan, ve bu yüzden bu kadar uzuntamlamalar kullanıyorsa, önerim karakterlere özel ayrıntılar eklemendir. Cinsiyet, saç rengi, bakış, yürüyüş tarzı… Ve, bu ayrıntıyı bir kere verdikten sonra, o ayrıntıyı uzun uzun tekrar yazmak yerine o ayrıntıyı cümlenin efektif bir ögesi yapabilirsin. Söz gelimi, eleman somurtkandır. Bunu bir şekilde başta söylemişsindir. Sonrakinde birisinin somurtarak bir şey yaptığını söylersen hem zamirdir bilmemnedir derdinden kurtulursun hem de tamlamalara boğulmadan “eylem anlatarak” okuyucuyu canlı tutarsın.
Öykülerde, eğer özel bir amaç yoksa, mümkün olduğunca çok eylem kullanılmalıdır ki “bir şeyler oluyor” diyen okuyucu takibe dalsın, manzara seyreder gibi kalmasın. Aktif olsun. Canlandırsın. Sıfatlar vs. mevzuyu doğrudan verir ama eylem bahisleri canlandırtır.

*“Bebeği taşıyan adam, mağaranın önüne doğru iyice yaklaştıktan sonra boğuk sesli olanı yine söze girmeye yeltendi.”
iyice-biraz uzakta… Bunlar çok yakın kavramlar. Daha az önce "biraz uzakta"ydı bu arkadaş. Şimdi, ikili mağara girişinde olduğuna göre bu “iyice” yaklaşmış arkadaş tam olarak ne kadar uzakta? Peki, tam olarak ne kadar uzakta olduğunu santim santim vermeye gerçekten ihtiyacın var mı? Bence, özel bir şeyi amaçlamıyorsan, yok. Buraları öyle bi yazmalısın ki okuyucu santimleri ölçmek yerine zihninde zaten senin ölçtüğün santime düşürmeli karakteri. Sen santimleri verme, okuyucu anlasın sadece.
Bu bahsettiğim sorun dövüş sekanslarında da çok olur. Yazarlar aktif hareket ve pozisyonları doğrudan veremezler öykülerinde. Verdiklerinde de sırıtır. Bunu aşmanın yollarından birisi o dövüş hareketlerine Zaman Çarkı’nda olduğu gibi uydurma adlar yüklemektir. “Gururlu Balıkçıl, Uzun Engerek’i karşıladı. Ardından Bin Rüzgar ile ağaç kalkanını yardı” gibi.
Ha, bu dövüş sahnelerinde geçerli. Ama demek istediğim… Bizim işimiz göstermek değil. Onu çizgi romanlar falan yapıyor. Bizim işimiz hayal ettirtmek.

*“Doğanın ve yanındaki adamın sessizliği göz önüne alındığında civardaki en geveze canlı oydu.”
Bu, uzatmalı cümleler hakkındaki son bahsim olsun. Cevabım aşırı uzun olmaya başladı çünkü :smiley:
“Doğanın sessizliğini onun gevezeliği yırtıyordu” demekten seni alıkoyan nedir? Ya da, “Doğanın insan kulaklarını tırmalayan sessizliğine onun gevezeliği çare oluyordu” gibi daha “sanatlı” bir cümle kullanmaktan?.. Kavramları ille de kullanacaksan, çarpıcı olanları kullan.

*"“Umarım pek gürültülü olmamıştır.”dedi başını hafifçe kaldırarak."
Karakter basım hatası. Tırnaktan sonra boşluk olmalıydı.

*"“Özellikle hayati bir iş üstündeysek sessizliğin dozunu önemsediğimi iyi biliyorsun.” "
Neler döndüğünü anlatmak için özellikle kurulmuş bir cümle gibi duruyor. Bu etkiden onu kurtarmanın en bariz yolu, bu cümleyi karakterin kendi tarzında söylemesini ya da bir başkasının söyletmesini sağlamak. Ne demek istedim? Şunu demek istedim. Karşıdaki zaten biliyorsa bunu neden söyler? Söylerken neden uzun uzun anlatır? Karşıdaki biliyorsa, ortak geçmişlerine dayanarak, çok daha kısa bir cümleyle ifade edemez mi? Biz de böyle yaparız zaten günlük konuşmalarda. Ama bu… Sanki bir polis raporuymuş da tutanak tutulurken görevli birazcık hikayeleştirerek, sözleri birebir alıntılamaya çalışarak yazmış gibi…

*“Nitekim uzun süredir yanında dikilen adamın da yaptıkları bundan fazlası değildi.”
Mesela, az önce bahsettiğim “ortak geçmiş”, biz ve bu karakterler arasında kuruldu. Bu ortak geçmişe dayanarak bu cümle çok daha kısa yazılabilir. Çünkü zaten daha önce söylendi sessizliğin önemi. Tekrarlamaya gerek yok ki bu noktada o tekrarlar “vurgu” da sayılamıyor zaten.

*“Yavaş konuşan adam eğilip bebeği kavradı. Eğilmek ve kalkmak konusunda, konuşkanlığında olduğu kadar tembel değildi, hatta fazlasıyla çevik bile sayılabilirdi. Hareketleri nispeten genç biri olduğu gerçeğini alacakaranlıkta dahi ortaya koyabildiğine göre konuşmasındaki ağırsamanın sebebinin kütürdeyen çenesi olmadığı açıktı.”
:smiley: Uzun cümlelere bir daha deyinmeyeceğimi söyledim ama dayanamadım :smiley: Bu uzun. Süper uzun. Niye? Bir amacı varsa tamam ama yoksa, burası kısaltılmalı. 4-5 cümle edecek (bağ cümleler dahil) hiçbir şey yok burada.

*"Adam yeni aldığı bir eşyayı tanımak istermiş gibi bebeğin tüm hatlarını, hiçbir noktayı ıskalamadan inceliyordu. Dokunuşları hayranlık uyandırıcı ya da sevecen değildi. Nefes verirken gülecekmiş gibi kesik bir ses çıkardı. "
Çok ama çok fazla “an ve an” anlatımına giriyorsun. Bu yüzden de her şeyi uzun uzun, gereksiz yere anlatıyorsun. Anlattıkça, daha da uzatıyorsun. Ve, tam da bu yüzden, okuyucuyu diyaloglardan kopartıyorsun. Yukarıda da demiştim, betimlemeler donuktur. Ama okuyucuyu hayal etmek için okur. Betimlemeye kaliteli eserlerin çoğunda “giriş” bölümünden sonra pek girilmemesinin sebebi budur. Sekans başı betimleme yapılır, okuyucu oradaki mevzulara hazırlanır ve kalanında olay akar. Okuyucu hayal ettiği için zevk alır. Söylenenleri dinlediği için değil.
Bu betimlemeden önceki sözleri ve ondan öncekileri unuttum gitti. Çünkü bakışım, sırf karakterler hakkında biraz daha ayrıntı vermek için uzatılan betimlemelere çekilmişti. Ne söylediklerine değil.

*Mesela, tam da yukarıda bahsettiğim sebep yüzünden karakterlerin söylediği hiçbir şeyi anlamadım. Bilgi bombardımanı da cabası. Cyberpunk öykü ve romanlarda kullanılır bu bilgileri yığma durumu. O bir tarzdır ve özellikle yapıldığı için cyberpunk okuyucusu bundan rahatsız olmaz. Amaç zaten o çağın bilgiler içinde yolunu bulamayan, kafası uçuk hackerlerinin durumunu okuyucuya yaşatmaktır. Ama senin okuyucun o kişiler olmayacak. Bilgiyi öykünde dağıtmalısın. Ve bunu öyle bir yapmalısın ki kurgun “göze hoş gelen sahnelerin betimlemesi” değil, “bilginin anlatılması için kurulmuş neden-sonuç zinciri” şeklinde olmalı. Bir bahis bir diğerini açmalı. Bir bahisten sonra diğeri tıkıştırılmamalı. Böylece, "takip edilebilir"lik artar.
Bunun en kolay yolu, taslağında paragrafların yerlerini önceden belirlemektir. Böylece, uzaktan baktığında, neyin orada fazlalık ya da eğreti durduğunu görebilirsin ve o şeyin bahsini ya silersin ya da başka yere taşıyabilirsin.

*“Alacakaranlık, bütünüyle karanlığa teslim olmaya başlamışken karaltıların birer heykel olduğunun fark edilmesi çok uzun sürmedi.”
“fark edilmesinin uzun sürmemesi” karakterler için mi bizim için mi? Karakterler oraya daha önce geldilerse ya da benzeri yapıları biliyorlarsa bu cümle hatalı. Çünkü, okuyucu oradaymış da bir şeyleri fark etmiş gibi anlatıyor. Bu anlatı çizgiroman senaryolarında, çizerin sahneyi zihninde daha iyi canlandırması için kullanılan anlatıya benziyor. Ama bu bir roman/öykü. Böyleli şeyler yapma derim. Okuyucunun ne hissettiğini özel bir sebeple belirteceksen, o ayrı konu.
Bazı anlatılar vardır, okuyucu adına konuşur. Oralarda kullanılabilir böyleli bir cümle.

*“Hükümdar, bebeği, onu getiren kişinin kollarına bıraktı. Taş bedenlere dokunmaya, parmaklarıyla yoklamaya başladı.”
Zamirlerde kayboldum. Kim bebeği getirdi? Kim hükümdar? Kim beden dokunuyor?
Bunların hepsinin daha önce bahsedildiğine eminim ama bunları hatırlamak benim işim değil. Bunları unutturmamak senin işin ama. İşte bunlar hep diyaloglar arasına dağlar girmesinden :smiley:

*“Hükümdar heykelleri baştan aşağıya incelerken elinde bebek tutmayan üçüncü kişi mağaranın daha içerilerine gidip, yanında yürümeye daha yeni güç yetirebildiği her halinden belli olan iki çocuk ve kucağında bir bebek ile döndü.”
Aynı karmaşa… Kim kimdir, nedir, ne ediyor? Anlamıyorum. Koptu bende. Karakterlere bariz özellikler verilmiş olsaydı belki bu sıkıntı yaşanmazdı. “ötekisi gene telaşla gitti. Diğeri sakalını kaşıyıp şunu yaptı” vs.

*“olduklarının ya da şaşırtıcı şekilde işbirliği kurmak konusunda istekli oluşlarının göstergesiydi.”
“Şaşırtıcı şekilde” kısmı burada biraz… Tuhaf kaçıyor. Zaten tüm cümle süper uzun ama ille de bu uzunlukta kalacaksa, "şaşırtıcı şekilde"yi - çizgisi arasına yazmanı öneririm. “olduklarının ya da -şaşırtıcı şekilde- işbirliği kurmak konusunda istekli oluşlarının göstergesiydi.” gibi. Noktalama işaretlerinin hepsini kullan. Öykünde hiç noktalı virgül yok mesela. Neden? Bu, bir dildeki kelimelerin yarısını kullanmadan öykü yazmak gibi bir şey. Anlatı kabiliyetini ve kurabileceğin cümle çeşitliliğini süper süper azaltıyor.

*" Her ne yapmayı planlıyor ise olağandan daha aceleci olduğu her halinden belliydi. "
Bu bir anlatı tercihidir. Karışmak bana düşmez ama bu cümlenin de yukarıdaki gibi “okuyucu yerine okuyucunun bakışını kullanmak” sınıfına girdiğini ve kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. “böyle yaptı ama ne planlıyor acaba?” bu benim düşüncem. Sen, karakterlerin anlatıcısı olarak onların planlarını bilen kişisin. Eğer ki planladıkları şeyler karşısında heyecan duymamı, beklentiye girmemi vs. amaçlıyorsan, bunu daha “sanatsal” yollardan sağlamalısın. Mesela, “yapacakları için sabırsızlanmış, şöyle böyle yapmıştı” diyebilirsin. O "yapacakları"nın ne olduğunu söylemeden benim merakımı oraya çekebilmelisin.

*“Başparmağını, serçe parmağından başlayarak sırayla, işaret parmağında sonlanacak şekilde diğer parmaklarına sürtüyordu.”
:smiley: Uzun cümle. Dayanamadım. Bunu ışığın akışını bir takım şeylere benzeterek ya da “hipnotize edici” gibi sıfatlamalarla süper kısa şekilde yapabilirsin.

*"Heykel çok geçmeden hareketlenmeye başladı. Parmakları kımıldamaya başladı. "
Mesela, şuradaki iki cümleyi noktalı virgülle ve “başladı” tekrarına dalmadan kurabilir, daha ritmli bir okuyuş sağlayabilirsin.

*"“Bunu bir kez daha yapmak için belki de seneler beklememiz gerek. Hayatları tekrar çekilmeden önce acele etmeliyiz.”"
Okuyucuya anlatma şeysi burada da var. Öyküne yedir. Öykünde söyleme.

*“Sarkaç ve fener lambası”
fener lambası?

*" Az önce tamamen taş olan heykeller an itibariyle, tam olmasa da canlıydı."
Virgülü "da"dan sonra tekrar kullanmanı öneririm. Böylece “tam olmasa da” bir ara cümle olur ve cümlen biraz daha kısa algılanır, o arada kalan kısım daha ahenkli okunabilir.
“Az önce tamamen taş olan heykeller an itibariyle, tam olmasa da, canlıydı.”
Ama, bence o ara cümle yerine başka bir ifade seç.

*"Heykeller iyice canlanıp boyunlarını kımıldatmaya başladıklarında bebekler yok olmanın eşiğine gelmişti. Bedenleri görünmezlikle varsanı arasında deviniyordu. "
“eşiğine geldikleri” sürecin başlangıcı daha önce bahsedildi mi? Araya öyle çok başka şey giriyor ki takip edemedim.

*Öyküyü takip etmekte zorlandığım için (birazı da buraya dönüp bir şeyler yazmamdan ve seninle daha önce konuştuğumuz kafa yorgunluğundan geliyor elbette) son paragrafta bir vurgu varsa onu sezemedim. Çarpıcı olması umulan bir son muydu? Neler döndüğünü anlayamadığım için o son paragrafın etkisine giremedim.

Başta da dediğim gibi, sözlerim sadece sözden ibaret. Ve, lafla peynir gemisi yürümez :slight_smile: Yolu yordamı bilsem kendi öykülerimi daha düzgün yazarım zaten :smiley: Ama, bir okuyucu olarak ve senin talebine uyarak bunları söylüyorum.
Genel önerim, anlatı ve taslaklama yöntemini geliştirdikten sonra roman gibi süper zaman ve emek isteyen bir işe girişmen yönünde olur. “Anlatacak enteresan şeyler bulma” konusunda sorun yaşamıyorsun fakat bunları anlatma şeklin biraz… Sıkıntılı bence. Bulacağın yeni teknik öyle bir şey olmalı ki hem yazarken sana kolaylık sağlamalı hem de okuyucu senin anlatına kapılabilmeli.

Bir gün daha güzel şeyler başaracağına inanıyorum. Bu yola girmeyi düşünmek ve ilk adımları atmak, devamını getirmek bile zaten birer başarı olduğu için o konuda da tebrik ediyorum seni.
İyi çalışmalar :slight_smile:

3 Beğeni

Vurguladığın bazı noktalar daha önce hiç düşünmediğim şeyler gerçekten. Bazıları da hatalı olduğunu bildiğim ama neresinin hatalı olduğunu çözmekte zorlandığım yerler. Bu açıdan teşekkür ederim. Aslında bu sahne kitabın başlangıcı olmaktan ziyade bir flashback sahnesi. Bu adamların kim olduklarını çaktırmamak için fazlaca gizlemeye çalışmış olabilirim. Bu da zorlama bazı ara sahnelere yol açmış.

Acımasız eleştiri konusunda hiçbir çekincem ya da alınmam söz konusu değil rahat ol Gökhan. :slight_smile: Alkışlanmayı istesem wattpad’de paylaşırım. Öte yandan kimi yerlerde de söylediğin gibi birtakım ifadeler benim tercihim ve anlatı tarzımdan kaynaklanıyor. Bunları bir noktaya kadar değiştirebilirim. Diğer bahsettiklerini ise iyileştirmeyi deneyeceğim.

Teşekkürlerimle.

1 Beğeni