Vakanüvis
(isim, tarih, (vakanüvi:si), Arapça vaḳʿa + Farsça -nuvīs)
Osmanlı Devleti’ nde zamanın olaylarını tespit etmek ve yazmakla görevli devlet tarihçisi.
Vakanüvis
(isim, tarih, (vakanüvi:si), Arapça vaḳʿa + Farsça -nuvīs)
Osmanlı Devleti’ nde zamanın olaylarını tespit etmek ve yazmakla görevli devlet tarihçisi.
Basileus = İmparator
Kaynak olarak Umberto Eco’nun Ortaçağ serisinin 2. cildini gösterebilirim ama internetten araştırınca fesleğen gibi bir anlam çıktı. Econun küçük bir şakası olabilir.
Tefrik (Arapça): Ayırma, ayırt etme.
Zayi (Arapça): 1. Kaybolma, yitme. / 2. Kayıp. / 3. Yok olmuş, elden çıkmış, mahvolmuş. / 4. İşe yaramayan, yararsız, boş.
Sintine (İtalyanca): Geminin içinde en alt bölüm.
Yeke (Rumca): 1. Kayıkta dümeni kullanmak için dümenin baş tarafına takılan kol. / 2. İri, kocaman.
Hariçten gazel okumak (veya atmak)
1. teklifsiz konuşmada bir konuyu iyice bilmeden görüş ve düşünce ileri sürmek.
2. bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak.
Diplomasi
[(l ince okunur), Fransızca diplomatie]
1. (isim) Uluslararası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü.
2. (isim) Yabancı bir ülkede ve uluslararası toplantılarda ülkesini temsil etme işi ve sanatı.
3. (isim) Bu işte çalışan kimsenin görevi, mesleği:
" Benim için diplomasinin birbirinden tuhaf birçok icaplarına uymak belki mümkün olmuştur." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
4. (isim) Bu görevlilerin oluşturduğu topluluk.
5. (isim, mecaz) Güç bir görüşme sırasında gösterilen ustalık ve beceriklilik.
Jiroskop: Türkçe adıyla düzdöner, dönüş ekseninin kendi kendine herhangi bir yönü kabul etmekte özgür olduğu dönen bir çark veya disktir. Açısal hızın korumasına göre dönerken bu eksenin yönü devrilmeden veya dayanağın yönünden etkilenmez. Bundan dolayı jiroskoplar yönü ölçmek veya elde etmek için yararlıdır.
Andaç (Türkçe): 1. Ajanda. / 2. Yadigâr.
Tahsil (Arapça): 1. Parayı alma, toplama. / 2. Öğrenim
Tahsil görmek: Eğitim almak.
Muhayyile (Arapça): Hayal gücü.
Fule (Fransızca): Adım aralığı.
Tekmil (Arapça): 1. Tamamlama, bitirme. / 2. Bütün, tüm. / 3. Eksiksiz. / 4. Tamamıyla. / 5. Tekmil haberi (askerlik) .
Tekmil olmak: Tamamlanmak.
Salvo (İtalyanca): 1. Yaylım ateşi (askerlik). / 2. Yoğun bir biçimde yapılan atak.
Nepotizm
(isim, Fransızca népotisme)
Akraba ve yakın arkadaşları kayırma.
Melanet (Arapça): Büyük kötülük, lanetlenecek iş veya davranış.
Ayyuk (Arapça): 1. Göğün en yüksek yeri. / 2. Göğün kuzey yarım küresinde bulunan bir takımyıldızın en parlak yıldızı.
Ayyuka çıkmak: 1. Ses yükselmek. / 2. Dedikodu herkesçe duyulmak, yayılmak.
Liyakat (Arapça): 1. Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim. / 2. Kifayet.
Mukavele (Arapça): Sözleşme (hukuk):
Emsal (Arapça): 1. Benzer, eş, denk. / 2. Yaşıt. / 3. Örnek. / 4. Katsayı (matematik).
Timsal (Arapça): Simge.
Diptik (?): Yan yana ve birbiriyle ilişkili iki resmin oluşturduğu pano şeklindeki resim.
Lümpen
(Almanca lumpen)
1. (sıfat) Sınıfsız.
2. (isim) Ayaktakımı:
" Turist Ömer gülmeyi unutmamış, horlandıkça iyimserliği pekişmiş bir kesimin simgesidir, lümpenin çaresizliğidir." - Selim İleri
Pederşahi
(sıfat, eskimiş, toplum bilimi, (pederşa:hi:), Farsça peder + şāh + Arapça -ī)
Ataerkil:
" Devlet adamı, pederşahi toplumlarda kalabalıkların idealize ettiği bir örnek kişilik olmak zorundadır." - Haldun Taner
Nanemolla
1. (sıfat, mecaz) Çok sık hastalanan, sağlıksız (kimse):
" Nanemollalar gibi boyuna hastalık derken, derdi nedir diye içine vesvese girecek…" - Sermet Muhtar Alus
2. (sıfat, mecaz) İşten kaçınan, üşengeç.
3. (sıfat, mecaz, alay yollu) Güçsüz, dayanıksız (kimse).
Popülizm
(Fransızca populisme)
1. (isim) Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika.
2. (isim) Halk yardakçılığı.
Bazı İslâm devletlerinde başlıca görevi hükümdarın özel kâtipliği olan memur; Memlükler’de Dîvân-ı İnşâ başkanı.
Efkârıumumiye
(isim, eskimiş, (efka:rıumu:miye), Arapça efkār + ʿumūmiyye)
Kamuoyu.
Meliorist: Dünyanın insanın çabasıyla iyileştirilebileceğini savunan görüş yanlısı.
Serikenist: Kıvırma, düştüğün zor durumu son anda kurtarma.
Anomi
Kanunsuzluk, sabit bir kanun yokluğu.
Estetik, -ği
(Fransızca esthétique)
1. (isim) Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii, bediiyat:
" Boğaziçi’nin, Sarayburnu yarımadasını, tarihî üslup ve estetiklerini korumak için çok iyi hazırlanmış projeler var." - Haldun Taner
2. (sıfat) Güzellik duygusu ile ilgili olan.
3. (sıfat) Güzellik duygusuna uygun olan:
" Büyük bir kısmında edebî ve estetik bir kültüre delalet eden bir lisan kullanılmıştır." - Asaf Halet Çelebi
4. (isim, felsefe) Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzel duyu, bedii.
5. (sıfat, tıp) Kusurlu bir organı düzeltmek veya güzelleştirmek amacıyla uygulanan (yöntemler):
Estetik cerrahi.
Mey (Farsça): Şarap. (Meyhane buradan geliyormuş.)
Yek (Farsça): Bir, tek.
Yekten: 1. Birden, birdenbire, ansızın./ 2. Durup dururken.
Haşmetmeap (Arapça): Osmanlı Devleti’nde yabancı kral ve imparatorlar için kullanılan “haşmet sâhibi” anlamında unvan sözü, majeste.
Müşteki (Arapça): Yakınan, sızlanan, şikâyetçi.
Batın (Arapça): 1. Karın. / 2. Kuşak (toplum bilimi).
Bâtın (Arapça): 1. İç. / 2. Gizli, görünmeyen.