Miki de Goodaboom, depremler doğanın insana getirdiği yıkımlar değildir. Yaşadığımız dünyayı, yaşanamaz kılmış olanların “depreme felaket “ demesi iftiradır diyenlerden…
Sophie Anderson, After the Earthquake / Depremden Sonra, eserinde Capri Adası’nda da büyük can kaybına yol açan 1884 depremini işliyor… “Artık kimsem yok” demek zorunda kalan inşaların bütün acısını minimal bir teknikle veriyor.
Wang Jixin, Wenchuan’da (Sichuan) depremi serisi, sosyalist görünümlü kapitalist Çin’in yoksulların barınma hakkını, onları dayanıksız konutlara tıkıştırarak geçiştirdiğinin eleştirisidir aynı zamanda. İnsana yaşarken çöp gibi davrananlarının, depremle gelen kitlesel ölümlerden bizatihi sorumlu olduğunu da haykırıyor üstteki iki…
Güzel paylaşım teşekkürler. üçüncü resimdeki detaylar müthiş.
Keman Çalan Ölüm ile Otoportre - Arnold Böcklin
"Bu zamana kadar yapılan çoğu otoportre, yalnızca sanatçının becerisini test etmek amacıyla yapılmıştır. Ancak İsviçreli sembolist ressam Böcklin, bu otoportresi ile alışılmışın dışına çıkarak diğer sanatçılardan farklı bir yöne doğru yöneliyor.
Böcklin’in otoportresi, daha önce pek çok sanatçının yaptığı gibi bir aynaya bakıp gördüklerini tuvale kopyalamak yerine, geçmişte yaşadığı şeylerin peşini bırakmadığı bir adamı özetliyor adeta. İsviçreli ressam, küçük kızının ölümünün ardından ölümü bir saplantı haline getirdi ve bunu eserlerine de yansıttı. O andan itibaren, 'Keman Çalan Ölüm ile Otoportre’de olduğu kadar açık olmasa da, ölüm konusu çalışmalarının ana teması haline geldi.
Bu eserde Böcklin kendine bakmıyor; onun yerine ölümün sesini dinliyor. Ölümün büyüleyici sözlerini dinlerken, hastalıklı hayalet onu sürekli sırtında gözetliyor. Ölümün kemanı, Böcklin’e hayatın kırılgan olduğunu hatırlatmak için tek bir tele sahiptir. Bu tel her an kırılabilir ve şarkı biter bitmez Böcklin’in hayatı da sona erebilir."
Kaynak: the8percent
The Lady of Shalott - John William Waterhouse
"Britanyalı ressam William Waterhouse, bu tabloyu yaparken Victoria Dönemi’nin en önemli şairlerinden Alfred Tennyson’ın aynı isimdeki şiirinden esinlenmiş. Bu şiir ortaçağın başlarında yaşadığına inanılan Kral Arthur döneminde geçerken, lanetlenmiş bir şekilde acı çeken bir kadını anlatıyor. Bu kadın ise tabloya ve şiire ismini veren Shalott Leydisi Elaine.
Elaine, kralın bulunduğu Camelot şehrinde akan bir nehrin ortasındaki bir kulede izole şekilde yaşıyor. Dış dünyayı ise, yalnızca odasındaki aynasının yansımasından görebiliyor çünkü kuleden dışarı baktığında lanetlenecek ve acı çekmeye başlayacaktır.
Ancak bir gün, hapis hayatı yaşadığı kulenin yakınlarından şarkı söyleyerek geçen bir şövalyenin aynaya yansıyan görüntüsünü görür ve sesini duyarak camdan bakmaktan kendini alamaz. Bakmaması gereken cama koşar, ayna paramparça olur ve Elaine lanetlenir. Ardından adadan kaçmaya karar verse de bunu başaramaz ve nehir kyısına varamadan hayatını kaybeder.
Shalott Leydisi’nin, nehirde kayıkla kıyıya doğru yol alırken resmedildiği bu eserde, yüzündeki iç çekmeyi andıran ifadesi onun lanetlendiğini ve ölüme doğru ilerlediğini bildiğine işaret ediyor. Kayığın üzerinde üç mumdan yalnızca birisi yanıyor. O da sönmeye çok yakın, tıpkı Elaine’in hayatı gibi."
Kaynak: tateorguk