Buradaki örnekler üzerinden yorum yaptım. Kitabın geneli nasıldır bilmiyorum. Tamamını Türkçe okudunuz ve sadece bunlara takıldınız sanmıştım yorumum o yüzdendi.
Kitap : Ölühane Kapıları - Steven Erikson (s. 587)
Mamafîh, Felisin, seni tek başıma koruyamam.
Nonetheless çevirisi böyle. Mamafih’i en son Süleyman Demirel’den duymuştum sanırım. Bir de “tevekkeli” vardı önceki sayfalarda. “Bacım” sonrası şaşırmadım gerçi.
Şimdi hatırlayamadım ama uzun bir kitap ya da seride bir çevirmen de çok kullanıyordu yine fantastik bir kitaptı Mamafih seviliyor demek
Belki yine Karamancı’dır ama bilemedim şimdi.
Ölühane Kapıları’nda beni daha çok rahatsız eden çeviri ; aşıboyası . Böyle bir renk var tabi ama bizim dilimizde böyle bir kullanım yok yav, 50 kere geçiyor kitapta.
Kim pantolon-gömlek alırken “aşıboyası renginde olanı ver abla” diyor Aşıboyası aşıboyası hadi çölde iken kullandın başta anladım, ileri kısımlarda kıyafet tanımlamasında filan da kullanıyor. Arada koyu sarı de, toprak rengi de ne bileyim bejin tonu de…
Etkinlik sayfasında yazacaktım hatta sonra takılmamış olan mesajımı görünce benim gibi takıntı yapmasın dedim Bir de @ilydious tu galiba bir ara çeviri programının kullanımı anlatan detaylı çok güzel bir mesaj yazmıştı. Orada bir kelimenin çevirisi yapıldığında çevirmenin tercih ettiği kelime karşılığını programın hafızada tuttuğu ve aynı metin içinde tekrar o kelime geldiğinde direk o tercihi sunduğunu filan anlatmıştı. Tahminimce çevirmen de bu programlardan kullanıyor ve umber kelimesine oto aşıboyası geliyor diye düşündüm.
Umber mi? Aşıboyası dediğinin Ochre olması gerek.
Bu arada bu Ochre konusu da Malazan dünyasında biraz komik bulunuyor.
Şunun yorumları da çok iyi mesela.
Aynen odur o zaman bakmadım ki kaynak metin yok elimde Renk olarak bol bol Ochre kullanıyorlarsa kelime odur. Bakayım boşlukta videolara. Ama onlar da garipsiyor anladığım çünkü böyle tek bir renk yok
Bizim dilimizde ekstra garip çünkü normal hayatta biz renk olarak hiç kullanmıyoruz yani aramızda resim öğretmeni falan yoksa hayatında aşıboyasının yer ettiği kimse yoktur
.
Aşıboyası doğal yollarla elde edilen bir renk olduğu için böyle bir bağlamda kullanımı normal bence. Hatta ilk boyalardanmış. Farklı bir evrende ve eski çağlarımıza denk gelen bir zamanda geçtiği için yabancılığını kelime seçimleriyle görüyoruz bence. Erikson da bu sebeple tercih etmiş olmalı.
Kitap çevirmenleri genelde program kullanmıyor. Direkt word üzerinden çalışıyorlar. Ama ochre çok spesifik bir kelime olduğu için aynı karşılığı kullanmaya devam etmiştir.
Ben ilk çevirisine baktığımda “toprak rengi, koyu sarı” gibi düşündüm. Aşıboyası’nı tercih etmezdim.
Evet @isos81 un paylaştığı videolara da hızlı hızlı baktım birazcık ( spoiler yerim diye atlamaca yaptım korka korka ) onlarda da kullanımı antik belli ki, zaten çöldeki o kadimliği yansıtmak için tercih edilen bir kelime. Dune esinlenmeleri de bol bol var ki yazarlar da şakayla karışık değinmişler ufaktan. Çok uzun dinleyemedim .
Ama buradaki asıl sıkıntı, böyle bir renk yok Yani bu geçmişte doğal yollarla elde edilen bir renk pigmenti gibi bir şey. Bunun doğal oluşumunda ya da yapay oluşturulmasında içine ne kadar demir oksit konursa ( ya da doğada ne kadar oksitlenmişse işte ) ona göre bir sürü tonu oluşuyor. Bu tonlar da günlük hayatta kullandığımız bir sürü farklı isimde renk zaten. Yani demir oksidi az ise aşıboyası bej de olur, sarı da hardal da olur. Fazlalaştıkça kızıl, kiremit kırmızı, kahverengi… Benim bilmediğim bir sürü tonlama olur işte
Olasılık çok.
Şimdi bunu kalkıp ochre/aşıboyası kum fırtınası olarak kullandığında sorun yok çünkü insanın çöl ve kum hakkında belirli fikirleri var. Rengini biliyoruz Kafada bir şeyler canlanıyor. Ama kıyafete kadar kullanırsan sıkıntı işte. Gerçi çevirmenin de çok suçu kalmıyor, yazar bilerek böyle kullanıyor. Bunu çevirirken tonu kendi belirleyemez anlatılmıyorsa.
Ben zamanında doğal boyalar kullanarak bir şeyler yapan yerlilerin olduğu bir belgeseli izlerken öğrendiğimden aklımda kalmıştı. Aşıboyasının ne olduğunu bilince çok takıldım belki de .
“Bununla birlikte” veya “durum böyleyken” demek çok mu zor acaba çevirmen için. Mamafih nedir cidden? Ben böyle çevirileri komik buluyorum.
Kristalin Hizmetkarı
İngilizce metin;
“Too many layers,” Entreri said more calmly, his rage played out.
Çevirisi;
“Çok fazla katman,” dedi Entreri daha sakin bir sesle, hiddetini çıkarmış bir şekilde.
‘‘Kızım’’ ve '‘yavrum’'u kullanmadan ‘‘bacım’’ deseydi katılırdım ama ‘‘kızım’’ ve '‘yavrum’'dan sonra ‘‘bacım’’ biraz bozuyor gibi geldi.
Burada bir standart belirlemek lazım aslında. @Blackheart’ın bahsettiği gibi eğer “emmi” vb. benzeri kelimeler kullanılmıyorsa, “bacım” da gereksiz.
Keza mamafih de, filhakika da, tevekkeli de öyle.
Orası da doğru. Bir de ‘‘yavrum’’ ve ‘‘kızım’’ kelimelerini kullandıktan sonra ‘‘bacım’’ pek olmuyor, tuhaf geldi biraz bana. Keşke o kelimenin olduğu yeri madem hep ‘‘kızım’’ ve ‘‘yavrum’’ olarak çevirseydi.
Bacım dediği yerde bu ikisinden birini kullanamazdı ama. Kızım hitabı büyük ihtimal Felisin için kullanıldı. Yaşı küçük olduğu için uygun. Yavrumu da Beneth, Felisin’e diyordu diye hatırlıyorum ki aralarındaki ilişkiye bakıldığında bu da doğru bir seçim. Bacımı ise Kalam yolda karşılaşıp yardım ettiği gruptaki kadın için kullanıyor. Kızım ya da yavrum demesi uygunsuz olurdu. Kızım demek için fazla büyük, yavrum dese zaten orada yüzbaşı kendine gelip iyi bir tokatlardı Kalam’ı. Hanımefendi falan gibi bir kullanım da gereksiz resmi kaçardı sanırım. Başka bir seçenek vardır belki ama bacım sırıtmıyor böyle bakıldığında. Lass hitabı İngilizcede bu bağlamların hepsinde rahatça kullanılıyor olabilir ama bizde bu üç duruma da uyacak ve kelimenin yerelliğini hissettirecek bir kelime yok. Bu sebeple farklı karşılıklar bulmak gerekir. Bir de tüm bu ayrıntıları 900 sayfalık bir kitabı cümle cümle çevirirken düşündüğünüzü farz edin.
Bağlaçların çevrilmesi konusunda da sürekli aynı bağlacı kullanmamak (örneğin üst üste aynı anlamlara gelen bağlaçlar kullanıldıysa) çeşitlilik olsun diye tercih edilmiş olabilir. Üstte dediğim gibi kitaptaki eski çağları anımsatan havayı vermek için dilimizin daha eski kelimeleri tercih edilmiş olabilir. Yakınlardaki bir cümlede yine başka bir yerel kelime kullanıldıysa ve bunu karşılayamadıysa bu cümlede mamafih vs. kullanarak telafi etmeye çalışmış olabilir… Neden öyle çevirdiği hakkında çok fazla olasılık var bence.
Yani her şeyi gereksiz yerlileştirme olarak görmemek lazım sanki. Steven Erikson’ın İngilizce olarak tercih ettiği daha yöresel kelimeleri (bu durumda lass gibi) Türkçede de buna uygun bir dille abartıya kaçmadan karşılamak uygun bir strateji diye düşünüyorum. Tutup da Allah, maşallah, bismillah da desin değil olay. Emmi gibi daha başka kelimeler kullanmak gerekmemiş demek ki kitapta ya da kullanılabileceği bir bağlam geçtiyse bile aklına gelmemiş veya daha uygun başka kelime bulmuştur.
Orası öyle tabii. Garip gelmesi ya da hoşunuza gitmemesi normal. Ama çevirmen de eldeki malzemeye göre işini yapıyor işte.
Ben aynı kişiye karşı kullanmış gibi algıladığım için yazılardan, ondan dolayı öyle oldu
Çevirmenin metne eski çağları anımsatan bir hava vermek için Osmanlıca kelimeleri kullanmak gibi bir görevinin olduğunu sanmıyorum. Mamafih, filhakika, tevekelli gibi kelimeleri kullanmayınca biz o eserin eski bir çağda geçtiğini anlayamıyor muyuz? Kuşkusuz bunu herkes anlıyor. Çevirmenin böyle bir çaba harcaması gereksiz. Bu, bildiğimiz üzere daha çok Osmanlı döneminde, sonraları da Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kullanılan Türkçe. Başka kültürlerle ne ilgisi olabilir. Ben örneğin iki karakteri konuşurken hayal ettiğimde “bacım… mamafih bunu böyle yaparsak… filhakika bilmem ne” gibi kullanımlar yerine oturmuyor. Çok Osmanlı duruyor. E iyi de elimizdeki eser böyle bir eser değil ki. İlgisi dahi yok. Yine bir örnek vereyim; Jules Verne’in İnatçı Keraban isimli romanı Osmanlı dönemi İstanbul’da geçer. O romanda bol bol bu tür kelimelere rastlarız. Ve bunu garipsemeyiz. Çünkü eserin konusu zaten bizim kültürümüze ait. Karakterler bizden kişiler, coğrafya bizim coğrafyamız. O dönemde, o coğrafyada bu kelimelerin kullanımı normaldir. Dolayısıyla çeviri de eğreti durmaz. Ama Malazan vs gibi bizim kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi olmayan eserlerin çevirilerinde bu kelimeler eğreti duruyor. Bana göre çeviri duru olmalıdır. Tabii bunlar benim düşüncelerim.
Hocam dediklerine katılıyorum, ama bence bu örnekteki sözcük seçimi eski bir çağı anımsatmak amacı gütmemiş.
Nonetheless, nevertheless, notwithstanding gibi kelimeler Orta İngilizceden kalma, hafif eskimiş deyimler. Günümüzde ana dili İngilizce olan ortalama bir kişi muhtemelen however, yet gibi daha modern sözcükleri kullanır.
Kitapta nonetheless diyen kişiyse Heboric adındaki yaşlıca bir rahip. Biraz böyle eskimiş bir üslupla konuştuğu oluyor zaman zaman. Çevirmen sanırım eskimiş bir İngilizce sözcüğün eskimiş bir Türkçe karşılığını aramış.
Filhakika, tevekelli gibi sözcükleri de bu arkadaştan mı duyuyoruz bilmiyorum, ama herhalde çevirmen böyle bir yol tutturmuş.
“I’ll grant you,” Heboric went on after a moment, “I’ve acquired…senses…that make my blindness less of a liability. And these hands of mine, reborn…Nonetheless, Felisin, I’m not enough to guard you. And besides, there is no guarantee that these two will let us walk away from them, if you understand my meaning.”
“History recounts similar rebellions, lass, and the tale is an endless echo. Glorious ideals lend a vigor of health to Hood’s bleached grin, but it’s naught but a glamor, and righteousness—”
Hocam teşekkür ederim. Tabii ki sizin bu açıklamanız da çok mantıklı. Çok eski İngilizcenin kullanımından kaynaklanan çevirilerin zor olabileceğini kabul ediyorum. Ancak bunun yolu Osmanlı Türkçesinden karşılıklar bulmak mıdır, ondan emin değilim. Hatta affederseniz eğer, buna itiraz etmek isterim. Yani çeviride karşılık bulma işinde eskiye gidilecekse eğer, o zaman örneğin Orhun Türkçesi daha eski. Ordan karşılık bulmak bir yerde daha anlamlı olabilir. Çünkü öz Türkçe. Tabii ben şu anda işi biraz espriye döktüm de, yani bence işin çözümü bu değil. Çünkü ortada kültür farkı var hocam. Kültür farkından dolayı o kullanılan kelimeler eğreti duruyor. Örneğin karşımızda Malazan dünyasından bir savaşçı veya büyücü vs değil de bir Osmanlı beyefendisi duruyormuş gibi oluyor. En azından ben öyle hissediyorum. Veya @isos81’nun dediği gibi Süleyman Demirel
Bilemiyorum hocam, peki çözümü ne derseniz, çok gerekmedikçe bu yola başvurulmamalı, okuyucuya duru bir çeviri sunulmalı derim. Diyelim ki çok gerekli bir durum olur, o eski kelime çok önem arz eder, illa ki o havayı vermek gerekli olur, buna çok itiraz etmem. Ama mamafih vs gibi kelimeler çok gerekli kelimeler değil ki. “Bundan dolayı” da dese çevirmen, ruh olarak bir fark yaratacağını düşünmüyorum.
Saygılar hocam.
Ben de bundan bahsetmiştim aşağı yukarı.
Başlığı tekrar sessize alma zamanım geldi galiba.