Merhaba Nemo / Cem, ben de burada olduğum için mutluyum 
1- Google’dan Öğrenen Adam, kendi adımı google’larken aklıma gelen bir öykü
Aslında herkes bunu az ya da çok yapıyor. Ben bir kitap çıkardıktan sonra biraz daha sık yapıyorum galiba
Ama kitabınıza dair yorumları okumanın daha doğru bir yolu da yok, napayım
Neyse bir gün yine sabah erken kalktım, kahvaltımı ettim, ofise doğru yola çıktım, otobüse bindim, indim, hiç kimseye günaydın demeden / hiç kimse bana günaydın demeden masama yürüdüm, bilgisayarımı açıp kendi adımı google’ladım ve “ya şimdi kendi ölüm ilanımla karşılaşsam” diye düşündüm. Sonuçta sabah kalktığımdan itibaren hiç kimseyle en ufak bir irtibatım olmamıştı, belki de 6th Sense’teki Bruce Willis gibi ölüydüm ve farkında değildim!
Bu tip öyküleri çok severim bir de, yani “hayaletin ölü olduğunu fark ettiği” öyküler. The Others böyledir mesela. Hatta senaryosunu yazdığım Küçük Kıyamet de böyle bir hikaye. Aslında bu konunun öyküleştirildiği -benim bildiğim en eski örneği en azından- Ambrose Bierce’in Owl Creek Köprüsünde Bir Vaka isimli öyküsüdür. Neyse işte, öyle bir fikir geldi aklıma ve buradan güzel, ilginç, anlamlı bir öykü çıkarabileceğimi düşündüm. Sonuçta Google ve internet bireylerin kendi varlıklarını kanıtladığı yerler oldu artık. Yaşadığımızı burada kanıtlıyoruz, öldüğümüzü neden buradan öğrenmeyelim? gibi bir beyin fırtınası ve sonuç bu öykü…
İstanbullu öyküsünün hikayesi ise Kıbrıs’ta oynadığımız bir futbol turnuvasına dayanıyor. Epeydir Türkiye Yazarlar Milli Takımı olarak dünyada benzer takımlarla maçlar yapıyoruz. Kıbrıs’ta 8 ülkeden 8 takımın katıldığı bir turnuvaya gittik. Gazimağusa’da bir stadyumda maçlar oynanıyordu. Ben tribünde bizden önceki Almanya - Fransa maçını seyrediyordum. Stadın hemen yanında Kıbrıs Savaşı’ndan sonra kapatılan hayalet şehir KapalıMaraş’ı gördüm. Biliyorsunuz burası iki tarafı ayıran, bir tampon bölgesi olma amacıyla belki de 40 yıldır kapalı. Binalar çökmüş, çatlamış, yosun tutmuş vaziyette. Duvarlarla kapatılmış, duvarların üstünde dikenli teller var. Kimse girmesin diye gözetleme kuleleri var ve nöbetçiler görülüyor orada. Gerçek bir hayalet şehir. Kısacası: bir yanda bir zamanlar savaşan ülkelerin takımları dostça maçlar yapıyor, hemen yanında yalnız bırakılan bir kentin dramı. Bu görüntüyü gördükten sonra aklıma şu geldi: 2017 yılıydı sanırım, Doğu Paktı mı kuruluyor, Batı buna ne diyecek diye haberler çıkıyordu. Zaten hep bir 3. Dünya Savaşı gerilimi yaşıyoruz. Peki Doğu paktı ve Batı arasında bir savaş çıksa tam ortada hangi şehir var? İstanbul. Peki ya İstanbul tampon bölge olsa ne olur? İşte bu hikaye de böyle bir beyin fırtınasının sonucunda çıktı.
Soruyu hatırlatmak anlamında : “bunun dışında son zamanlarda sizi etkilediğini ve kitabınıza yansıdığını düşündüğünüz müzik, film ve kitaplar var mı?” Hımmm mutlaka vardır. Sürekli yeni kitaplardan, filmlerden, müziklerden beslenmeye çalışıyorum, başka türlü yazarlığınızı “taze” ve “zamana uygun” kılamazsınız. 2000’lerde Lost dizisi beni çok etkilemiş olabilir. O anlamda son etkilendiğim dizi Breaking Bad’dir. Mizah olarak Umut Sarıkaya diyebilirim. Bir de Taiki Waitata diyebilirim. Yazar olarak Roald Dahl’dan çok etkilendim özellikle bu kitapta Kusursuz Bir Ayrılık gibi hikayelerde onun izi görülebilir. Film söylemedim. İspanyol korku-gerilim sineması olabilir… Çok var aslında ama bu gece aklıma bunlar geldi.
Star Wars’çuyum ben ama Star Trek’in felsefi altyapısı ve tabii ki Spock karakteri beni çok etkilemiştir. Hep bir Vulcanlı gibi hissetmişimdir. Live long and prosper 'ı "güç seninle olsun"dan daha çok severim. 
Kitap kulüplerini çok seviyorum. Hatta en son bir kitap kulübünde söyleşiye gittim ve o kadar keyifli geçti ki kulübe girdim. Şimdi yıllar sonra kulüp ödevi olarak Siddhartha’yı tekrar okuyorum. (Spelling’ini kesin yanlış yazdım)
Ben de teşekkür ederim 