KR Kitap Kulübü Soru Cevap #4 - Doğu Yücel

Merhaba KR Kitap Kulübü sakinleri. Kulubün 2019’daki son etkinliğine hoş geldiniz!

Kulübümüzün 12. etkinliğinde Doğu Yücel’in Can Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı "Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler"i ağırladık. Ölüm sonrası kendimizi sorguladık, İstanbul’da varoluş savaşı verdik, paranın oyuncağı olduk.

Şimdiyse sıra özel etkinliğimize geldi. Burada yazara hem kitabıyla hem de genel olarak edebiyatla ilgili sorularımızı yönelteceğiz. Kendisi de bu cumartesi (28.12.2019) günü forumumuza konuk olarak gün boyu sorularımızı yanıtlayacak.

Sizlerden ricamız, etkinliğimizin keyifli geçmesi açısından sorularınızı açık ve net olarak yazmanız. Aklınıza geldiği sürece bu başlığa şimdiden merak ettiklerinizi yazmaya başlayabilirsiniz.

Doğu Yücel’e davetimizi yanıtsız bırakmayıp KR Kitap Kulübü’ne konuk olacağı için şimdiden teşekkür ediyoruz.

Sorularınızı merakla bekliyoruz!

2 Beğeni

Soruları hazırlıyorum :+1:

Sayın Doğu Yücel;

Öncelikle soru-cevap etkinliğine katıldığınız için çok teşekkür ederim. Sizi Blue jean dergisindeyken takip ederdim. Konser ve albüm yazılarınızı hatırlıyorum.Sorularıma geçeyim.

  1. Öldüğünü Google’dan öğrenen adamı takip eden yeni bir çalışmanız var mı? Var ise ne zaman bizimle buluşur?
  2. Metal müzikle aranızın çok iyi olduğu biliyoruz.Metal müzikle alakalı biyografi türünde kitap yazmayı düşünür müsünüz ? Örnek Iron Maiden - Motörhead - Ayrıca kendi başına bir Lemmy - Megadeth biyografisi gibi.
    3.Yazarken tercih ettiğiniz, dinlediğiniz sanatçılar var mı? Ayrıca okumayı sevdiğiniz yazarlar kimlerdir?

Akşam burada olamayacağım için sorularımı erkenden yazmak istedim. Cevaplar için şimdiden çok teşekkür ederim.

Hoş geldiniz Doğu Bey,

Sorularımın bir kısmı, hikâyecilik anlayışınız hakkındaki görüşlerime dayanıyor:

Hikâyeciliğinizde Alacakaranlık Kuşağı’nın (The Twilight Zone) etkisi hissediliyor. Elbette, Doğu Yücel’e has bir etkilenme. Tarzınız, Alacakaranlık Kuşağı’nın dehşete düşürerek/ürküterek düşündürmeye sevk eden, yumruk etkisi yaratabilen tonundan farklı. AK’nın araçlarını alarak, “Neler, neler, olmuyor ki ya da olabilir ki şu hayatta, öyle ya da böyle adapte olup yaşıyoruz/yaşama çalışıyoruz,” hissiyatı uyandıran bir anlatıma sahipsiniz. AK’nı kâbus anlatısı olarak tanımlarsam, sizin hikâyecilik anlayışınızı da anlamlı ama anlamını açıklaması güç düşlere benzetiyorum. Hikâyeleriniz, içeriği ne olursa olsun, olay örgüsü gereği tuhaf, ama bu tuhaflık karakterlerin eylemleri gereği yabancısı olunamayacak kadar olağan gelen düşünce ve duygulara sahip. Spekülatif kurgunun önemli özelliklerinden birinin sizin hikâyecilik anlayışınızda biraz daha tersyüz edilerek işlendiği kanaatindeyim. Spekülatif kurguda, bambaşka gerçekliklerde ve hatta bambaşka dünyalarda geçen hikâyeler anlatırken, aslında her şeyiyle kendi gerçekliğimizin yansımalarını anlatabilme mevzusuna alışkınız. Sizin hikâyeleriniz de bu çizgide, fakat tek farkla, her şey yine bu dünyada olup bitiyor, sıradan insanlar sıra dışı diyarlara konuk olmuyorlar, bilmedikleri veya da fark edemedikleri her neyse onun ayırdına vararak bildikleri gerçekliğin bir başka yönüyle yüzleşme durumunda kalıyorlar. Evet, hikâyecilik tarihi açısından başka yazarlar ve çalışmaları da örnek gösterilebilir. Misal, ana karakter gizli kapıdan geçerek büyülü diyara ayak basar. Doğu Yücel’e özgü bulduğum şey, o diyara ayak basmanın sıradan dünyanın dertleriyle cebelleşen karakterlerin iç dünyası için dert üstüne dert eklemekten öteye gidememesi. Karakterlerin sıra dışına yaklaşımı “Uğraşılması gerekilen yeterince şey varken ‘uğraşılması gerekilenler’ listesine yepyeni şeyler ekleniyor” ile “Benim başıma gelseydi pek farklı davranmazdım” ayarında. Sıradan hayattan edinilen edinimlerin gölgesinden kurtulamama, sıra dışıyı ancak sıradandan edinilen bilgi ve tecrübe kadarınca kavrayabilme, sıra dışına ister istemez sıradan muamelesi yaparak çözüm arama/kavramaya çalışma eğiliminde gibi.

Hikâyeciliğiniz hakkındaki bu görüşümden yola çıkarak size sormak istediğim sorular şöyle:

  1. Dehşete düşürme/ürkütme/rahatsız etme vb. itkileri uyandırma yoluyla okuru/izleyiciyi etkilemenin ve/veya düşündürmenin hikâyecilikteki rolü hakkında görüşünüz nedir?

  2. Korkuyla özdeşleştirilen temaları ve/veya anlatım kalıplarını okurda saf korku uyandırma maksadıyla kullanmıyorsunuz (Hikâyeciliğinizi Alacakaranlık Kuşağı’dan ayıran bir diğer nokta). Korku edebiyatının edebi ve düşünsel nitelikleri hakkında, kişisel ve yazar olarak görüşleriniz nedir?

  3. “Düş” kavramının hikâyecilik anlayışınız üzerinde etkileri oldu mu? Olduysa hangi yönlerden etkilendiniz?

  4. Eski öykülerinizi yeni baskıları vesilesiyle gözden geçirdiğiniz oldu. O süreç içerisinde hikâyelerinizi ve hikâyeciliğinizi sahibi olarak tekrar yorumlama ve değişikliğe gittiğinizde ne gibi yollar izlediniz? Hikâyenin sahibi olarak mı, yoksa bir editör gibi yaklaştınız? Bir tür keşif süreci miydi, yoksa artık hata gibi gelen şeyleri düzeltme süreci mi? Yazar olarak size ne gibi kazanımları oldu?

Cevaplarınız için şimdiden teşekkür ederim.

Hoşgeldiniz Doğu Bey;
“Kimdir Bu Milat Karaman?” kitabına bir devam yazmayı düşünüyor musunuz? Malum, sonu buna işaret eder şekilde bitmişti.

Forum’a hoş geldiniz Doğu Bey.

  • Son kitabınız özelinde kimi öykülerinizde didaktik bir yan dikkat çekiyor. Bu konuda sınırı nasıl çiziyorsunuz, aşırıya kaçmak gibi bir endişeniz oluyor mu?

  • “Kimdir Bu Mitat Karaman?” romanınızın olası uyarlamalarına dair haberler almıştık. Bizimle paylaşabileceğiniz yeni gelişmeler oldu mu?

  • Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam’daki öykülerden yola çıkarak yeni uyarlamalar karşımıza gelebilir mi? Özellikle Son İstanbullu öyküsünü, yerli bir video oyun olarak görsek harika olmaz mıydı?

  • Uyarlamalardan giderek bir soru daha eklemek istiyorum, malum devir uyarlama devri :slight_smile: . Edebi bir eserden sinemaya/televizyona/video oyunlara uyarlanan işlerde; kaynak materyale ne ölçüde sadık kalınmasını bekliyorsunuz? Sizce iyi uyarlamanın temel ölçütleri nelerdir?

Cevaplar için şimdiden teşekkür ediyorum.

Teşekkürler. Evet Mitat’ın devamını yazmayı düşünüyorum. Roman bittiğinden beri bazı notlar alıyordum. İlk taslağa 2020’nin ilk günlerinde başlayacağım. Şu anki planıma göre Mitat 2’yi Kasım’da yayımlanmak üzere hazırlamayı düşünüyorum. Ama hiç belli olmaz bu işler. İkinci kitabın daha farklı daha “arıza” bir konseptte olmasını istiyorum. İlkinde olduğu gibi yine polisiye öğeler olacak ama bunu korku ve biraz şehir fantazyasıyla buluşturmaya çalışacağım. Ama bu da hiç belli olmaz :slight_smile:

1 Beğeni

Öncelikle hoş geldiniz sayın @DoguYucel,

Sorum biraz daha genel olacak ama merak ediyorum:

Geçen günlerde yaşanan Google erişim problemi sonrası ne hissettiniz?

Selam Erman,

Şu sıra önceki yanıtta olduğu gibi Mitat Karaman’ın devam romanı üzerine kafa yoruyorum. Ayrıca Mitat’ın senaryosunu yazdım. Bunlardan ayrı olarak başka bir senaryo çalışması ufukta görüntü ama net değil. Trendeki Yabancı’nın (Can Yayınları’nın öykü aplikasyonu) Ocak sayısı için “Hayalinizdeki Sevgili %50’ye Varan İndirimlerle” diye yeni bir öykü yazdım. Başka öykü fikirlerim de var. Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam’ın kapağında dikkat edilirse #1 yazıyor. Bu durumda bu kafadaki “tuhaf” öykülerin devamı olan başka bir öykü kitabı da planlıyorum. Umarım tüm bunları önümüzdeki 2-3 senede sizlerle paylaşabilirim.

  1. Çok isterim ama zaman bulamıyorum. Iron Maiden biyografi kitabı düşünüyordum, kaynaklarım her şeyim hazır ama sıkı bir çalışma lazım bunun için. Bir de bunlardan ayrı olarak heavy metal kültürü ve heavy metal dinleyicilerini / müzisyenlerini merkezine alan bir roman projem var.

  2. Yazarken müzik dinlemeden edemiyordum eskiden. Son 5-6 yıldır ise tam tersi oldu, tamamen sessizlik arıyorum. Fakat beni yazarken özellikle besleyen gruplar var, bunları mola verdiğimde dinliyorum. Iron Maiden, Nightwish, Dio aklıma ilk gelenler.

Okumayı sevdiğim yazarlar da çok, bir çırpıda aklıma gelenler: Lovecraft (başucu yazarım diyebilirim), Poe, Douglas Adams, Stephen King, Boris Vian, Dino Buzzati, Calvino, Paul Auster, Bret Easton Ellis, Murakami (bazı kitapları), son yıllarda Umut Sarıkaya.

3 Beğeni

Bunlar çok güzel haberler cidden. Gidişattan böyle bir şey beklemiyordum açıkçası… Şimdiden iyi çalışmalar :slight_smile:

Hoş bulduk the lord :vulcan_salute:
Hehe. Evet komik oldu. Bir tweet atıldı: “hadi yine iyisiniz ölüler, ölü olduğunuzu öğrenemeyeceksiniz” diye, ona çok güldüm.
Bir yandan da anlamlı bir tesadüftü. Malum, google çağında yaşıyoruz ama bazı okurlar, mesela edebiyatın klasik edebiyattan veya yüksek edebiyattan ibaret olduğunu düşünen okurlar google gibi teknolojiyle ilişkilendirilen konuların edebiyata girmesini uygun görmüyor. Can Yayınları’nın okur kitlesinin bir bölümü de bu yönde düşünüyor. O yüzden kitabımın başlığını görüp “ne saçma başlık, can yayınları’na yakışmıyor” gibi yorumlar gelmişti. Bu google’un birkaç saatliğine kaybolduğu anlar umarım onlara google çağında yaşadığımızı ve hayatı bu kadar etkileyen bir olgu üzerine hikayeler yazabileceğimizi göstermiştir.

3 Beğeni

Hoş geldiniz @DoguYucel. :slight_smile: KR Kitap Kulubü olarak sizi ağırlamak çok güzel. Hemen sorularıma geçeyim.

  • Kitaba adını da veren Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve İstanbullu en beğendiğim öyküler oldu. Bu öykülerin biraz arka planını anlatabilir misiniz? Nereden esinlendiniz, yazarken neler düşündünüz?
  • Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam ve Diğer Tuhaf Hikâyeler’in başında yer alan alıntılardan esinlendiğiniz eserler hakkında fikir sahibiyiz. Ancak bunun dışında son zamanlarda sizi etkilediğini ve kitabınıza yansıdığını düşündüğünüz müzik, film ve kitaplar var mı?
  • Bir de klişe soru sıkıştırayım. Hangisini daha çok seviyorsunuz ve neden? Star Wars mu, Star Trek mi?
  • Son olarak kitap kulüpleri hakkındaki düşünceleriniz neler?

Cevaplarınız için çok teşekkürler. :krs:

Hoş bulduk Devrim :metal:

Kesinlikle endişeleniyorum. Çok doğru bir denge tutturmak gerekiyor bu noktada. Didaktik tınlamadan, öğreten adam olmadan hikayemi anlatmaya çalışıyorum ama evet bazı hikayelerim, özellikle bu son kitapta biraz didaktik. Mesela, Denizler Altında öyküsü didaktiğin allahı :slight_smile: Ama orada hikayenin didaktik oluşuyla dalga geçme gibi bir durum da var. Ve o didaktik mesajın insanoğlu tarafından unutuluşuna, insanoğlunun yine aşk meşkle ilgili durumundan bahsettiğine tanıklık ediyoruz. Yani bu hikayedeki didaktik pasajlar yerine beni yazar olarak bu ikilem hoşnut etti.

Editörüm bu öyküdeki didaktik durumu azaltabilirsin demişti, azaltabilirdim gerçekten. Fakat sonra şunu düşündüm: Beni yazmaya iten şey ne? Evet, ilginç hikaye anlatmak, hayal gücümü göstermek, ne bileyim entelektüel birikimimi saçmak, güzel bir dille hikaye anlatıcılığı yapmak, insanların bir hikayeye/maceraya sürüklemek… Tüm bunlar var.

Ama bir yandan da ben dertli bir yazarım. Etrafımda gördüklerim, beni endişelendiren, kızdıran şeylere itiraz ettiğim için de masaya oturup hikaye yazıyorum. Bu dertlerimi biraz daha öne çıkarmam, eğer hikaye de bunu gerektiriyorsa neden olmasın? Sonuçta Jules Verne öyküleriyle büyüdüm. Jules Verne’in didaktik öyküleri sayesinde çevre bilincine, Wells sayesinde hayvan sevgisine, LeGuin sayesinde kadına şiddet konusunda bilinç sahibi oldum. Benim okurlarımın birçoğu genç, liselerde çok etkinlik yapıyorum. O yüzden yer yer, hikaye de buna izin veriyorsa didaktik olmakta sakınca yok diye düşünüyorum. Bu yanıt çok uzun oldu yeni kutu açacağım şimdi :slight_smile:

5 Beğeni

Hoşgeldiniz. Geldiğiniz ve soruları yanıtladığiniz için tesekkurler öncelikle.

Çok kısa bir sorum var : Senaryo yazarlığı konusunda kendisini gelistirmek isteyenler için tavsiyeleriniz nelerdir? Ne okumaliyiz? Hangi materyalleri edinmeliyiz? Hatta reklama girmeyecekse tavsiye edebileceginiz bir kurs vs. var mı? da demek isterim? Bir websitesi önerebilirsiniz.

Merhaba lonewolf. Fotoğraftaki kitaplar senaryo yazarlığında sana ilham verecektir. :slight_smile: Kurs olarak ise: kursun programını ve kurs vereni çok iyi incelemenizi öneririm. Şu an aklıma gelmedi.

4 Beğeni

Teşekkür ederim Doğu Yücel :slight_smile:

Tekrar selam. 2. sorudan devam. Suç Unsuru filminin yönetmeni Süleyman Arda Eminçe’yle filmin senaryosunu yazdık. Bazı sahnelerin story boardlarını bile yaptık. Casting’le ilgili birçok iyi oyuncuyla prensipte anlaştık. Sadece para bulamıyoruz. Ama bazı umut vaat eden gelişmeler oldu, şu an söyleyemediğim :slight_smile:

Öykünün adı “İstanbullu” ama düzeltmeye gerek yok çünkü hakikaten bir ara Son İstanbullu olsa mı diye düşünmüştüm :slight_smile: Ben o öyküyü çizgi roman gibi düşünmüştüm aslında ama sen söyleyince bilgisayar oyunu gibi de canlandı kafamda. Drone’uyla birlikte boş İstanbul sokaklarında takılan bir adam… Neden olmasın? Buradan oyun yapımcılarına sesleniyoruz!

Bence romanların çoğunda serbest davranmakta fayda var. Ama mesela Mitat üzerinden düşünürsek… ben aynı zamanda senarist de olduğum için Mitat’ı bir film yazar gibi yazmıştım. Önce filmlerde olduğu gibi tretman çıkarmıştım. Bu yüzden oldukça sinemaya uyarlanabilir bir yapısı vardır. Fakat romanların çoğunda romancı böyle davranmaz. O yüzden romana sadık kalındığında sıkan, sarkan filmlerle karşılaşırız. Mesela bence son Doctor Sleep uyarlaması romana sadık kalsa da sadık olduğundan kaybeden bir film. Diğer yandan bir başka King uyarlamasından düşünürsek Shawshank Redemption Rita Hayworth’u Seven Adam ve Shawsank Redemption novellasının serbest uyarlamasıdır ve mükemmeldir. Ya da aklıma gelen bir başka örnek: Şeytanın Avukatı.

ben de teşekkür ederim sorular için. (forumdaki tüm sorular için)

2 Beğeni

Merhaba Nemo / Cem, ben de burada olduğum için mutluyum :slight_smile:

1- Google’dan Öğrenen Adam, kendi adımı google’larken aklıma gelen bir öykü :slight_smile: Aslında herkes bunu az ya da çok yapıyor. Ben bir kitap çıkardıktan sonra biraz daha sık yapıyorum galiba :relaxed: Ama kitabınıza dair yorumları okumanın daha doğru bir yolu da yok, napayım :slight_smile: Neyse bir gün yine sabah erken kalktım, kahvaltımı ettim, ofise doğru yola çıktım, otobüse bindim, indim, hiç kimseye günaydın demeden / hiç kimse bana günaydın demeden masama yürüdüm, bilgisayarımı açıp kendi adımı google’ladım ve “ya şimdi kendi ölüm ilanımla karşılaşsam” diye düşündüm. Sonuçta sabah kalktığımdan itibaren hiç kimseyle en ufak bir irtibatım olmamıştı, belki de 6th Sense’teki Bruce Willis gibi ölüydüm ve farkında değildim! :flushed: Bu tip öyküleri çok severim bir de, yani “hayaletin ölü olduğunu fark ettiği” öyküler. The Others böyledir mesela. Hatta senaryosunu yazdığım Küçük Kıyamet de böyle bir hikaye. Aslında bu konunun öyküleştirildiği -benim bildiğim en eski örneği en azından- Ambrose Bierce’in Owl Creek Köprüsünde Bir Vaka isimli öyküsüdür. Neyse işte, öyle bir fikir geldi aklıma ve buradan güzel, ilginç, anlamlı bir öykü çıkarabileceğimi düşündüm. Sonuçta Google ve internet bireylerin kendi varlıklarını kanıtladığı yerler oldu artık. Yaşadığımızı burada kanıtlıyoruz, öldüğümüzü neden buradan öğrenmeyelim? gibi bir beyin fırtınası ve sonuç bu öykü…

İstanbullu öyküsünün hikayesi ise Kıbrıs’ta oynadığımız bir futbol turnuvasına dayanıyor. Epeydir Türkiye Yazarlar Milli Takımı olarak dünyada benzer takımlarla maçlar yapıyoruz. Kıbrıs’ta 8 ülkeden 8 takımın katıldığı bir turnuvaya gittik. Gazimağusa’da bir stadyumda maçlar oynanıyordu. Ben tribünde bizden önceki Almanya - Fransa maçını seyrediyordum. Stadın hemen yanında Kıbrıs Savaşı’ndan sonra kapatılan hayalet şehir KapalıMaraş’ı gördüm. Biliyorsunuz burası iki tarafı ayıran, bir tampon bölgesi olma amacıyla belki de 40 yıldır kapalı. Binalar çökmüş, çatlamış, yosun tutmuş vaziyette. Duvarlarla kapatılmış, duvarların üstünde dikenli teller var. Kimse girmesin diye gözetleme kuleleri var ve nöbetçiler görülüyor orada. Gerçek bir hayalet şehir. Kısacası: bir yanda bir zamanlar savaşan ülkelerin takımları dostça maçlar yapıyor, hemen yanında yalnız bırakılan bir kentin dramı. Bu görüntüyü gördükten sonra aklıma şu geldi: 2017 yılıydı sanırım, Doğu Paktı mı kuruluyor, Batı buna ne diyecek diye haberler çıkıyordu. Zaten hep bir 3. Dünya Savaşı gerilimi yaşıyoruz. Peki Doğu paktı ve Batı arasında bir savaş çıksa tam ortada hangi şehir var? İstanbul. Peki ya İstanbul tampon bölge olsa ne olur? İşte bu hikaye de böyle bir beyin fırtınasının sonucunda çıktı.

Soruyu hatırlatmak anlamında : “bunun dışında son zamanlarda sizi etkilediğini ve kitabınıza yansıdığını düşündüğünüz müzik, film ve kitaplar var mı?” Hımmm mutlaka vardır. Sürekli yeni kitaplardan, filmlerden, müziklerden beslenmeye çalışıyorum, başka türlü yazarlığınızı “taze” ve “zamana uygun” kılamazsınız. 2000’lerde Lost dizisi beni çok etkilemiş olabilir. O anlamda son etkilendiğim dizi Breaking Bad’dir. Mizah olarak Umut Sarıkaya diyebilirim. Bir de Taiki Waitata diyebilirim. Yazar olarak Roald Dahl’dan çok etkilendim özellikle bu kitapta Kusursuz Bir Ayrılık gibi hikayelerde onun izi görülebilir. Film söylemedim. İspanyol korku-gerilim sineması olabilir… Çok var aslında ama bu gece aklıma bunlar geldi.

Star Wars’çuyum ben ama Star Trek’in felsefi altyapısı ve tabii ki Spock karakteri beni çok etkilemiştir. Hep bir Vulcanlı gibi hissetmişimdir. Live long and prosper 'ı "güç seninle olsun"dan daha çok severim. :vulcan_salute:

Kitap kulüplerini çok seviyorum. Hatta en son bir kitap kulübünde söyleşiye gittim ve o kadar keyifli geçti ki kulübe girdim. Şimdi yıllar sonra kulüp ödevi olarak Siddhartha’yı tekrar okuyorum. (Spelling’ini kesin yanlış yazdım)

Ben de teşekkür ederim :slight_smile:

3 Beğeni

Bunlar çok güzel sorular ve derinlikli yorumlar. Bugün biraz yorucu bir gündü, dinlenip yarın yanıtlayayım bunları.
Kısacası Maz Kanata’nın dediği gibi “Good Question for another time” :vulcan_salute:

3 Beğeni

Tekrar merhaba Bay Karamsar,

Alacakaranlık Kuşağı beni çok etkilemiş bir dizi. Rod Serling hayal gücüyle ve muhalif kişiliğiyle örnek aldığım belli başlı yazarlardan biridir. Gençken edindiğim Öteki Yayınevi’nden çıkan, dizinin önemli bölümlerinin hikayeleştirilmiş hallerinden derlenen Alacakaranlık Kuşağı halen daha başucu kitaplarımdan biri. Fakat dediğin gibi her yazar etkilendiklerinin ötesinde kendine has bir tarzı da yakalamalıdır. O yüzden doğrudan AK gibi hikayeler yazmaktansa onlara kendi açımdan bir bakış getirmeye çalışıyorum denebilir.

  1. Dehşete düşürme, rahatsız etme gibi itkileri okuru uyanık tutmak için kullandığım söylenebilir. Sıradan ilerleyen bir öyküde yaratacağınız şok etkisiyle okurun gözlerini dört açmasına sebep olabilirsiniz, böylece ne kadar rahatsız olsa da öykünün normal seyrine ilgisini kaybetmiş okur tekrar öykünün içine girer. O yüzden dehşet sahneleri benim öykülerimde esas gaye değil, bir geçiş duygusu olarak görülebilir. Ve dehşet sahnelerinin altında da tüm sahnelerde olduğu gibi hikayeyle bağlantılı bir mana olmalıdır. Bir sahneyi hikayeden çıkardığınız o hikaye bir şey kaybetmiyorsa o sahneden vazgeçmelidir yazar. Son olarak: aslında tüm bunları en azından öykünün ilk taslağında çok bilinçli yapmadığımı da söylemeliyim. Sadece hikayeye kulak veriyorum ve onun götürdüğü yere gidiyorum.

Korku edebiyatı aslında biraz muhafazakar bir tür. Yabancılara karşı korku, ötekileştirmek gibi birçok negatif yanını sayabiliriz. Lovecraft’i çok sevsem de adamın ırkçı yanından rahatsızım mesela. Korku sineması da bir dönem resmen Vatikan’ın hizmetindeydi, Exorcist filmi sayesinde kutsal öğretiler taraftar kazandı. Fakat diğer yandan korku öğeleri hikayeciye yaratıcılık anlamında çok fazla alan açıyor. Ve artık çağdaş korkuda, Clive Barker gibi yazarlar sayesinde korku sanatlarının daha derinlikli kullanılabileceğini fark ettik. Ya da sinemada Shyamalan gibi sinemacılar yapıbozumcu bir tavır sergiledir. Village filmi bu açıdan çok anlamlıdır. Bu konu epey çetrefilli, üzerine panel yapılsa sabaha kadar konuşuruz. Şimdilik bu kadar diyeyim :slight_smile:

Gençken hikayeciliğe merak sardığımda yazarlık üzerine kitaplara bakındım. Şu an epey var ama zamanında birkaç taneydi. Sanırım Lajos Egri’nin Piyes Yazma Sanatı’nda okumuştum, rüya yazmanın yaratıcı kanalları açma konusunda faydalı olabileceği yazıyordu. Bu öneriyi okuduktan sonra yatağımın yanında not defteri ve kalem tutmaya başladım ve gece ilginç bir rüya gördüysem o deftere uyanır uyanmaz bunları yazmaya başladım. Mesela ilk kitabım Düşler Kabuslar ve Gelecek Masalları’nın açılış öyküsü Rüya Çocuk’ta yazdığım rüyaların çoğu o dönem gördüğüm ve not aldığım rüyalardır.

Tam olarak editör gibi davranmadım, editör gibi davransam daha çok müdahale etmek durumunda kalırdım. O zaman da öykünün ruhunu zedeleyebilirdim. Hangi esere müdahale ettiysem o yaştaki Doğu yanımdaymış gibi düşünerek müdahale ettim. Bir de tam bu noktada söylemeliyim ki, Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam dışında hiçbir kitabıma ben olması gerektiği gibi bir editör desteği almadım. O yüzden bu kitapların yeni versiyonlarında yıllar içinde kazandığım tecrübeler ekseninde biraz editörlük de yapmış olabilirim. Ama dediğim gibi öykünün ruhuna aykırı olacak değişiklikler yapmamaya çalıştım. Hatta bu yüzden Kayıp Rıhtım yazarlarından Bengü Akagül’e de danıştım, çünkü o Düşler Kabuslar ve Gelecek Masalları’nı çok seviyor, bazı cümlelerde “bunu siliyorum, değiştiriyorum ne dersin?” diye sordum mesela. Bazen çok karşı çıktı, bazen o da kabul etti. Son sorunuz da çok güzel aslında: “Yazar olarak size ne gibi kazanımları oldu?” Aslında yazmakla ilgili her süreç size yazar olarak katkıda bulunur. Bir röportaj deşifresi gibi eziyetli bir gazeteci hamallığı bile size -atıyorum- diyalog yazımında yardımcı olabilir. O yüzden editöryal süreç ya da eski yazdıklarına bakıp onun üstünden geçmek, 10-20 sene önceki yazar kendinle yüzleşmen elbette bundan sonraki yazarlığını olumlu yönden etkileyecektir.

Ben de teşekkür ederim bu güzel sorular için. Başka yok galiba, bitti mi şimdi, n’oldu? :slight_smile:

2 Beğeni