Aylardır yazamadığımdan bahsetmiştim. Ne aklıma fikir geliyor, ne de elim bir şeyler yazmaya varıyordu. Aniden kafamda bir hikaye belirdi, yazabilecek miyim diye denedim, beni şaşırtan şey yazabilmem oldu. Aslında hikayeyi çok beğendim. Ulan harbiden kafam çalışıyormuş, dediğim anlardan biri oldu. Bunu kendime saklasam mı diye düşündüm. Sonra vazgeçtim. Yayınevine yollasam kabul edilmeyecek zaten. Tarihin en iyi kurgusunu yazsam bile okuyacaklarını düşünmüyorum. Eğer sizler tarafından da beğenilirse, hikayeye forumda devam etmek isterim. Forum için özel bir hikaye yazmış olmak hoşuma gider. İlk bölümü şöyle huzurlarınıza sunup kenara çekileyim.
1.Bölüm - Talim Alanının Ardı
Başçavuş Vanueila, ağzındaki sigara bitmeden yenisini yaktı. Dibi görmüş sigarasından ufak duman daha alıp bir kenara fırlattı. Ağzına koyduğu yeni sigarasından uzun bir duman çekti. Sonra geniş geniş üfledi dumanı. Bacak bacak üstüne attı, elini masanın köşesine dayadı: ceviz ağacından yapılmış, eski püskü bir masa, üzerinde kınında olan bir kılıç duruyordu. Vanueila, orduya yeni katılmış talim gören askerleri seyrediyordu.
Masanın öbür köşesinde ise Onbaşı Gauvba oturuyordu. Kalkıp bıyıkaltından söylenerek Vanueila’nın fırlattığı sigaranın üstünü çiğnedi.
Oturdukları yer geniş, düz bir ovaydı. Fakat arkaları ise sık, ağaçlık bir orman.
Vanueila rahat biriydi özünde. Haddinden fazla rahattı sanırım.
Gauvba kesinlikle onun aksiydi: Yükselmek, şan, şöhret ve para; Gauvba bunları düşlüyordu. Yetenekleri el verir miydi meçhul. Bunun için ne kadar çaba sarf ediyordu, bu da başka bir bilinmezlikti.
Onbaşı Gauvba tekrardan sandalyesine oturdu ve kollarını göğsünde bağladı. ‘‘Berbat bir gün. Şu an fahişe göğsü emiyor olmamız lazımdı.’’
Başçavuş Vanueila sigarasını ağzının kenarında tutuyordu. Dumanı yakmasın diye sol gözünü kısmıştı. Sigarasından nefes alıp dumanını Gauvba’ya taraf üfledi. ‘‘Aynı zamanda talim yapıyor olmamız lazımdı. Demek bazı şeyler olmasa da olurmuş.’’
Onbaşı Gauvba sıkkın bir nida patlattı. ‘‘Neden bir şeyler yapmıyoruz? Akşamları takılmak, sigara tüttürmek, bunlar tamam. Neden kadınların tadına bakmıyoruz?’’
Vanueila sigarasını hafifçe dürtükleyip ucundaki külün birazını düşürdü. Arkadan bağladığı uzun, kumral saçlarını çözdü. ‘‘Çoğul konuşma.’’ Sigarasını ağzına götürüp geniş geniş içine çektikten sonra üfledi tüm dumanı. ‘‘Sen yapıyorsun. Hem de her gece. Bu kafayla gidersen en fazla Teğmen olursun. O da bu sıkıcı, sakin hayattan kurtulur da savaş görürsek, belki.’’
Gauvba yeni tıraş ettiği yanağını kaşıdı, Vanueila’ya çirkin bir bakış attı. ‘‘Sigara içmekten iyidir, hem en azından senin rütbeni geçiyorum,’’ diye sessizce söylendi.
O sıra talim alanından biri yaklaşıyordu.
Bir rütbeli: Binbaşı Cadatrel. Daha 100 metre kadar uzaklıktaydı fakat Gauvba ayağa fırladı. Oturduğu sandalyeye astığı ceketini giydi, üstündeki kırışıklıkları olabildiğince dövdü ve yaz sıcağının altında pişmiş ayaklarını tekrardan botlarına geçirmeye çabaladı; sağ ayağını geçirdi, bağcıklarını halletti ancak öteki ayağına botu giydirmeye çalışırken soluna doğru ağdı ve yere düştü. Ağız dolusu küfürler ederek ayağa kalkmasının ardından Binbaşı Cadatrel ile göz göze geldi.
Onbaşı Gauvba hemen selam verip tekmil duruma geçti.
Binbaşı Cadatrel başını sertçe aşağı salladı.
Başçavuş Vanueila ise yeni sigarasını yakmak için gömlek cebindeki sigara paketini aldı.
Saçları ağarmış Binbaşı Cadatrel, ‘‘Başçavuş ile konuşacaklarımız var,’’ dedi babacan sesiyle.
Onbaşı Gauvba kısa bir baş selamlaması verdi ve sol ayağındaki botun bağcıklarını içine sıkıştırıp hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.
Binbaşı Cadatrel, Gauvba’nın gidişini seyretti. Ve sonra döndü, ‘‘Rahatsız etmiyorum ya,’’ dedi kinayeli bir ses tonuyla.
‘‘Ediyorsun,’’ dedi Başçavuş Vanueila. ‘‘Önümden çekilirsen talimi izlemeye devam edebilirim.’’
Binbaşı Cadatrel gülümsedi. Neyse oydu Başçavuş. Cadatrel ağzının payını verebilirdi ama bunu yapmayacaktı. Zaten kimse de uğraşmak istemezdi onunla.
Cadatrel masanın etrafından dolaştı ve daha önce Gauvba’nın oturduğu sandalyeye oturdu. Binbaşı Cadatrel bakışlarını Başçavuş Vanueila’ya dikti.
Başçavuş oralı olmadı. Kızıl, kor ateşini andıran gözleriyle talimi seyrediyordu.
Binbaşı Cadatrel yeni tıraş olduğundan dolayı yanakları pembeye çalan bir kırmızı tondaydı. Kahverengi gözleri vardı. Bakışları sertti. Saçları gibi kaşları da ağarmıştı. Fakat yaşına göre diriydi vücudu. Yüzündeki kırışıklıklar fazlaca olmasa da derindi; bir de çenesinde eski bir yara izi vardı: savaş hatıralarını, gururun sembolünü, muharebenin anılarını taşıyordu.
Binbaşı Cadatrel arkasına yaslanıp kafasını iki yana salladı. ‘‘İğne olabilirdin… İğne olmalıydın. O mevkiyi sen hak ettin.’’
Vanueila yeni yaktığı sigarasını tüttürmeye devam etti. Binbaşı’yı umursadığına dair herhangi bir kıpırtı göstermedi.
‘‘Makam, kadınlardan daha değerlidir.’’
Başçavuş Vanueila kafasını çevirip Binbaşı Cadatrel’e dik dik baktı. ‘‘Ne istiyorsun?’’ Kaşlarını çattı. Kızıl gözleri şimdi daha da haşin gözüküyordu.
Aniden sert bir rüzgar esti; Vanueila’nın uzun saçları dalgalandı, Cadatrel’in kır saçları kıpraştı.
Binbaşı Cadatrel’in bakışları masadaki kınına takılı kılıca kaydı: Kılıcın kabzası ateş kızılı rengindeydi.
‘‘Kılıcın hakkında söylenenler doğru mu?’’ diye sordu Binbaşı Cadatrel. ‘‘Sen dışında bir başka biri dokunduğunda, o kişinin yaşam enerjisini emdiğine dair söylentiler.’’
Başçavuş Vanueila dirseğini masaya dayadı, ayak değiştirip bacak bacak üstüne attı ve sigarasından bir duman daha aldı. ‘‘Önünde duruyor. Merak ettiysen deneyebilirsin.’’
Binbaşı Cadatrel kılıcı süzdü, uzunca bir süre, hatta kılıcı eline alıp tartmayı bile düşündü. Ama eli varmadı. ‘‘Rütbeni bilmiyorsun, Başçavuş,’’ dedi düz bir sesle. ‘‘Küstahlığın yüzünden kimse seni sevmiyor. Arkadaşın yok. Hiçbir komutan yüzünü dahi görmek istemiyor. Ordunun itibarını zedeliyorsun. Savaş hepimizden bir şeyler aldı. İğne yıllardır berduş hallerine göz yumuyor. Ancak bir gün sabrı taşacak, bunu biliyorsun.’’
Vanueila sigarasından çektiği dumanı burnundan ve ağzından üfledi. Çatık kaşları gevşedi. Yer edinmiş bezgin yüz ifadesi yerini buldu. ‘‘Neden burada olduğunu söylemeni bekliyorum,’’ dedi kayıtsızca. ‘‘Laflamayı pek sevmem.’’
Binbaşı Cadatrel uzun uzun baktı Başçavuş Vanueila’ya.
‘‘Kızım seni beğenmiş, Vanueila,’’ dedi Cadatrel. ‘‘Seninle evlenmek istiyor. Hakkında araştırmalar yaptım: Kadının yokmuş, fahişelere yolun düşmezmiş ve alkol kullanmazmışsın. Bunların hepsine sahip olsan bile, inan bana Başçavuş, kızımı sana verirdim. Sahip olduğun hünerleri kıtanın öbür ucundaki bilir. Kızımla olan evliliğin, siyasi olarak seni olduğun yerden daha refah konuma taşıyacaktır. Kalan ömrünü huzur dolu geçirebilirsin.’’
Başçavuş Vanueila kafasını talim alanına çevirdi. Sigarasından ciğerlerini neşelendiren bir duman çekti. Sonra dibi görmüş sigarasını masadaki küllüğe basıp ezdi. ‘‘Ne kızınla, ne de siyasetle ilgileniyorum, Binbaşı.’’ Vanueila gömleğinin cebinden paketi çıkardı ve içinden bir sigara daha alıp ağzına koydu. ‘‘Hayatımdan memnunum.’’ Kibriti eline alıp sigarasını yaktı ve bakışlarını Binbaşı Cadatrel’e çevirdi. ‘‘Madem günlerimin huzur dolu geçmesini arzuluyorsun, bu işe beni yalnız bırakarak başlayabilirsin.’’