Çok teşekkür ederim, sizi de meşgul etmek istemem ama işin içinden çıkamadığım bir durum olursa yazarım. Doğrusu ödev olarak kitaptaki özel isimlerin çevirisini inceleyeceğim, çok da zorlanmam diye düşünüyorum.
En son bitirdikten sonra göz atmayı düşünüyorum zaten. Okudukça bakmayı beceremedim sadece, sonraki bölümü okumak daha cazip geliyor.
Zaten ödev hakkında beyin fırtınası yaparken en çok aklımdan Yırtıkyelken ve Tez Ben geçti. O yüzden üzerine bayağı düşündüm aslında. Sonuç olarak iki çeviriyi de beğendiğime karar verdim. Tattersail’deki T ve A harfleri ile Yırtıkyelken’de Y, K ve I, E harflerinin tekrarlanması (aliterasyon ve asonans) akılda kalıcılığı arttırıp ahenkli bir okuma sağlıyor. Quick Ben’deki quick de anlamına yakışan bir şekilde hızlıca telaffuz edilebilen tek hecelik bir kelime. Bunu Tez Ben olarak çevirince yine tek hecelik çabuk telaffuz edilebilen bir çeviri ortaya çıkıyor, üstüne bir de ortadaki E harfleri asonans oluşturuyor. Sonuç olarak iki çeviri de gerçekten bunlar gözetilerek yapıldıysa ki öyle olduğunu düşünüyorum gayet güzel olmuş.
Tabii Erikson bu isimleri verirken Tattersail diyeyim de şu harflerle söz sanatı yapmış olayım, Quick tek hecelik olduğu için anlam olarak uyumlu öyle kullanayım demiş midir bilemiyorum. Böyle durumlarda genelde çevirmenler ve eleştirmenler kendi hayal dünyasına göre yorum yapıyor.
Tam kitabı elime alıyorum, vicdanım diyor ki; bu dersi kim çalışacak, kim yetiştirecek? Kitabı olduğu yere bırakıyorum. Bu ruh halinden bir türlü çıkamadım.
Teşekkür ederim, elimden geleni yapıyorum. İnşallah sonucu da güzel olacak.
Kitabı bitirdikten sonra birkaç yorum yapmak istedim.
Öncelikle kitaba başladıktan sonra belli bir süre, “Ben ne okuyorum?” diye sorduğum kısımlar oldu. GRRM, Tolkien, Brandon Sanderson gibi yazarlardan sonra Steven Erikson’un benimsediği tarz biraz benim için alışılmışın dışında oldu. Ama sayfalar ve bölümler ilerledikçe hem karakterlere hem hikayeye hem de coğrafyaya daha iyi adapte olduğumu hissettim. Önceki yorumlarımda da belirttiğim gibi sadece Köprüyakarlardan bir kitap oluşsa onu bile okurdum. Beni kendilerine iyi bağlayan bir grup oldular. Laseen ve Lorn’dan bir villian ruhu alamadım fazla. Gerçi sonra Anomander Rake hikayeye sağlam bir şekilde dahil olunca asıl villian ruhu oymuş meğer diye kendi kendime söylendim. Gerçi hem Laseen hem de Anomander Rake, hakiki manada villian mı ona da tam emin değilim. En azından ilk kitabı okuduktan sonra buna hala emin olamıyorum. Çünkü Jaghut Tiran’ı gördükten sonra acaba başka kötü karakterler de ortaya çıkacak ve asıl villian onlar mı olacak diye kuşkuya düşer hale geldim. Misal ASOIAF’ta Akgezenler ve Night King, LOTR’da Sauron için bunu seriye başlar başlamaz diyebiliyorduk. Ancak Ay Bahçeleri’nde net bir çıkarım yapamadım. Belki ilerleyen kitaplarda bu çizgiler daha net oturacaktır.
Karakterler özelinde bir şeyler demem gerekirse, Kruppe karakteri beni fazla kendisine bağlayamadı. Onun bölümlerinde, özellikle kitaba dahil olduğu ilk bölümlerde yer yer sıkılarak okudum. Paran, Crokus ve Köprüyakarların açısından baktığımız bölümleri ise çok sevdim. Akıcı ve merak uyandırıcı bölümlerdi. Yırtıkyelken’in ejderha destesi olaylarına da pek ısınamadım. Lorn’un bölümleri genel olarak güzeldi. Anomander Rake’in bölümlerini de çok sevdim. Darujhistan suikastçileri arasında gerçekleşen mücadeleleri ve gruplaşmaları ise fazla çözemediğimi itiraf etmeliyim. O sebeple o bölümlere dair net bir beğeni değerlendirmesi yapamıyorum.
Gelelim benim için hayal kırıklığı olan ve kitaba Goodreads değerlendirmesi ile beş yıldız verecekken dört yıldıza düşürmeme neden olan yere. Son üç bölüm beni açıkçası pek tatmin etmedi. Çünkü tam seriye ve olaylara çok yükseldiğimiz yerde kitaba “İşte bu!” dedirtecek bir final bekledim. Ancak kendi adıma bu final beni tatmin etmedi. Çünkü bir anda oldu bitti ve Jaghut Tiran abartıldığı yıkıcılığı yaratamadı. Höyükten çıktıktan sonra her yeri yıkarak ve parçalayarak ilerleyen bu karakterin, Anomander Rake ile yaptığı final savaşında etkisize yakın mücadele etmesi bende tatminsizlik yarattı. Tamam belki Rake de mücadele sonunda ağır yaralandı ancak bu dövüşün bize bu ağır yaralanmayı sonuna kadar hissettirecek cinsten olmasını isterdim. Açıkçası bunu son elli sayfaya geçtiğimde gönülden dilemiştim. Olmadı ancak seriye bakışım açısından büyük problem teşkil etmiyor. Ben şimdiden serinin ikinci kitabını merakla bekliyorum. Başta @isos81 olmak üzere okuma etkinliğine katkı veren, birlikte okuyarak böylesine faydalı bir etkinliğe ortak olan herkese teşekkür ederim. Devam kitapları için yapılabilecek yeni etkinliklerde görüşmek dileğiyle.
Kitabı beğenmene çok sevindim. 4 yıldız da ilk kitap için ortalamanın üstünde. Ayrıca çok güzel noktalara değinmişsin. Eleştirilerin neredeyse tamamı sonraki kitaplarda düzeliyor, o konuda içim rahat.
Raest’le ilgili olarak:
Raest biliyorsun ki Finnest’ini yani gücünün büyük kısmını içeren nesneyi ele geçiremedi, yani yarı gücünde bile değildi. Ayrıca öncesinde de Silanah dahil 5 ejderha ile savaştı. Üstüne bir de Azath evi çıkınca yapabilecek bir şeyi kalmadı. Şu aşamada bazı karakter ve nesnelerin güçleri hakkında çok bir şey bilmediğimiz için iki tokat yedi diye öldü gibi düşünüyoruz ama aslında öyle değil.
.
Normalde şöyle dememiz gerekiyordu: Yuh! Azath evi oluştu. Raest hayvan gibi güçlü bir karaktermiş demek ki Ama Azath evi nedir, ne zaman çıkar, ne yapar bilmeyince bir de üstüne yukarıda yazdıklarım olunca sanki Raest balonmuş gibi hissettiriyor..
Evet o bahsettiğin hususların varlığı da mevcut. Olaylara o şekilde bakınca bazı şeylerin muğlak gibi gözüküp sonradan parlayacak seviyeye gelmesi muhtemel gözüküyor. Beni en çok tatmin eden husus Steven Erikson’un bize dolu ve sağlam temelli bir dünya vaat ediyor olması. Bu açıdan baktığımda Malazan Serisini ülkemize gelmekte bir hayli geç kalmış bir seri olarak düşünüyorum. Ama geç olsun güç olmasın demişler, İthaki bassın biz okuyalım Satış durumu umarım iyidir de seri sekteye uğramadan öngörülen takvimlerde ilerlemeye devam eder. Yoksa halimiz harap.
Hocam yanlışım yoksa Rake ile Raest hiç kapışmadı. Rake’in kapıştığı iblis bir Lord idi. Orada da gafil avladığı için yenebildi diye hatırlıyorum ben. I summon@isos81.
Kitabı bitireli bir süre oldu ama yazmaya vakit bulamadığım için şimdi kısa kısa görüşlerimi belirteyim ben de.
Ben kitabı çok beğendim. Yer yer herkes gibi “ne okuyorum ben?” hissine kapılmam beni oldukça rahatsız edip okuma hızımı bayağı yavaşlatmış olsa da öyle ya da böyle bitti ve heyecanla 2. kitabı beklerken buldum kendimi.
Daha önce kitapta karakter derinliği pek yok denmişti. Bence de derinlik yok ama bu şahsen benim karakterlerle bağ kurmamın önüne geçmedi, ki ben her türlü kurgusal üründe en çok karakterlerle bağ kurabiliyor muyum, ona önem veririm. Favori karakterim Yırtıkyelken idi, sonra Annomander Rake geldi ve kendi kendime “yok böyle karizma” diyerek okumaya devam ettim. Serinin devamında kendisiyle ilgili daha fazla içerik görmeyi umut ediyorum.
Bunun dışında şimdiye dek söylenenlerden farklı bir gözlemim olmadı. Ne yalan söyleyeyim son bölümleri heyecandan hızlı hızlı okuduğum ve yeni yeni şeyler dahil olduğu için bazı yerleri hikayeyle bağdaştırırken zorlandım. Yani sahneleri kafamdda hayal ederken sıkıntı yaşamadım ama her şey oldu bitti gibi geldiği için olsa gerek, tam sindiremedim kitabın sonunu.
Benim diyeceklerim bu kadar. Eğer yaz tatilinde falan olsaydık (gerçi artık mezun olacağım için yaz tatili diye bir şey kalmayacak ama neyse) kitabı daha iyi sindirmek ve kaçırdığım noktaları tekrar gözden geçirmek için tekrar okurdum ama okul dönemi böyle bir şeyi hiç istemem maalesef.
Sırma kitabın başından beri bol bol bölümde geçiyordu ama bi anda, hikayeye hiç bir katkıda bulunmadan harcandı karakter. Tazılar parçalasa da ölmedi sanırım? Yine de ölmemiş olsa bile okuyucu şu an öldü olarak biliyor. Gerçi bu soruyu cevaplasanız da cevaplamayı reddetseniz de spoiler benim için Asıl sorum şu; Sırma’nın böyle kendi başına buyruk kaotik bir karakter olduğunu bildikleri halde neden Tez Ben ölmesine izin vermeyip kuklaya hapsetti? Tez Ben’in Sırmadan beklentisi neydi de kuklaya aktardı? Sırma’nın tam olarak amacı neydi? Başına buyruk ve herkese düşmancıl takılmasındaki motive i anlayamadım. Acaba bu sorularıma kitapta cevap verildi de ben mi kaçırdım diye merak ettim.
Aslında bu soruları ilk okumada ben de sormuştum, çok net hatırlıyorum. Hatta Malazan forumuna yazmıştım yanlış hatırlamıyorsam.
Sırma karakteri kaotik evet, QB de bunun farkında ama onla iş birliği haricinde pek şansları yok zira Laseen’in Köprüyakanlar’dan kurtulmak istediğini düşünüyorlar. O yüzden bunu ispatlamak ya da en azından planlarının ne olduğunu öğrenebilmek için Sırma ile iş birliği yapıyorlar.
Ana konu yerine sorularını burada yanıtlamak daha doğru geldi.
Tattersail, Whiskeyjack ve ekibini uyarmak için kovan seyahati yapar ancak etrafta bir T’lan Imass (Tool) olması sebebiyle bu durum aşırı tehlikeli olunca kovandan çıkar. Bu sırada da Bellurdan onu bulur ve Tays’e götürmek ister. Onu yenecek gücü olmadığı için Tattersail son bir manevra ile kovanını sonuna kadar açar. Bu sırada da Bellurdan a sarılır. Çıkan yangında ikisinin de bedeni yanıp yok olur. İkisinin ruhu, Tattersail’in daha önce koruma büyüsü yaptığı Nightchill’in bedenine shift olur. Böylece, Nightchill’i de hesaba katarsak o bedende 3 ruh olur.
Daha sonra Kruppe’ın rüyasına atlarsak: K’rul ve Chole’un, hamile Rhivi kadını kullanarak gerçekleştirmek istedikleri bir amacı vardır. K’rul, bu 3 ruhu hamile kadının bebeğine aktarır, böylece toplamda 4 ruhu olur. Bebek aynı zamanda Chole’un kendi çocuğudur (seed-child).
Başka sorun varsa konuya bakabilir ya da direkt yazabilirsin.