Okuma Etkinliği - Dr. Moreau'nun Adası (Spoiler İçerir)

Aynen, ben de öyle hatırlıyorum. Hatta Prendick, Moreau’nun kayıtsızlığı sebebiyle sinirlenmişti yanlış hatırlamıyorsam.

Evet, hatta sormuştu bunları niçin yapıyorsun diye. Dr. Moreau da sen o problemi çözmenin hazzını anlayamazsın tarzı cümleler kurmuştu. Yaptıkları tamamen kendini tatmin etme amaçlıydı.

Sanki tüm çılgın bilim adamlarının motivasyonu bu. Yoksa çalışmalarına devam etmeleri çok zor olurdu.

Benim de kitapta en etkilendiğim sahne Moreau’nun öldüğü sahnede Prendick’in, tanrıcılık oyununa devam etmesi oldu. Bu duruma bu kadar karşıyken bu çözümün hemen aklına gelmesine şaşırmıştım. Kurtulduktan sonra tanrı-insan-maymun kargaşası yaşaması da klasik bir son olmakla beraber okumayı en sevdiğim tema olabilir.

3 Beğeni

Ben de bitirdim. Şurada kısaca inceledim:

Moreau’nun amacına gelecek olursam: Montgomery nasıl bir ayyaşsa nasıl içkiye düşkünse Moreau da araştırmaya öyle düşkün. Bunları yaparak insanlara veya hayvanlara bir fayda sağlayacağım gibi bir derdi yok.

1 Beğeni

Kitabı bitirdim. Bu etkinlik sayesinde okuma fırsatı bulduğum için de kendimi şanslı sayıyorum. :slight_smile:

Favori kısımlarım;
Hayvan İnsanların, bir süre sonra tekrar “Hayvanlaştığı” kısım ve Prendick karakterinin ülkesine döndükten sonra bile insanlara yabancılık çekmesi, onları “Hayvan İnsan” gibi gördüğü kısım oldu.

Moreau, Montgomery ve Prendick karakterlerinin de Hayvan Halkı’na farklı şekillerde yaklaşmaları da ayriyetten güzeldi.

2 Beğeni

Kitabı az önce bitirdim. Öncelikle şunu söylemem lazım ki genel okuyucu kitlesinin aksine H.G. Wells’in anlatımını hep sıkıcı bulmuşumdur. Linç yemem umarım. :joy: Gerçi bu zamana kadar sadece ‘‘Zaman Makinesi’’ ve ‘‘Dünyalar Savaşı’’ kitaplarını okudum. Bu her üç kitabında da hikâyenin içine girmemi engelleyen bir anlatım tarzı vardı. Sanıyorum ki benim sıkıntım bu tür hikâyelerin birincil şahıs ağzından anlatılması. Aynı durumu Mary Shelley’nin ‘‘Frankenstein’’ romanında da yaşamıştım. Uzun uzun iç dökmeler, olayı inandırıcı kılmak için mantıklı sebepler sunmaya çalışarak karakterlerin sürekli kendilerini kendilerine açıklamaları falan… Nedense bu tarz bende tutmuyor. Yazarın, olayı gerçekçi kılmaya çalışırken karakterin kendi düşüncelerine mantıklı çıkarımlarda bulunarak okuyucuyu ‘‘gerçekçi bir inandırıcılığın’’ içine sokmaya çalışması bende ters teperek hikâyeden uzaklaştırıyor. Derdimi anlatabildim mi bilmiyorum. :joy:

Yine de yazıldığı dönemin şartlarına göre değerlendirmek gerekir. Her ne kadar Shelley’nin ‘‘Frankenstein’’ kitabını da sıkılarak, zoraki bir şekilde okusam da (aynısı ‘‘Genç Werther’in Acıları’’ için de geçerli. :joy:) Wells’in bu kitabında da ilk başlarında zorlayarak ilerlesem de dönemlerinin en sıra dışı, bilimkurgu türünün avangart eserleri kendileri. Gerçi, bu romanın tam olarak bir bilimkurgu romanı olup olmadığına dair şüphelerim var yine de. Korku ya da gotik edebiyatın içinde anılması daha yerindedir diye düşünüyorum; son sözde belirtildiği gibi.

Kitabın ilk yüz sayfasını dün okudum. Bu ilk yarısında epey sıkıldım. Fakat bugün diğer yarısını okumaya başladığımda olayların gelişmesi ve hikâyenin dinamik bir yapı kazanmasıyla beraber akıp gitti. Konusuna dair bir şey yazmayacağım arka kapağında zaten yazıyor her şey. :joy: Doktor Moreau’nun uzunca bir konuşma yaptığı bir kısım vardı. Sanırım kitabın en çok sevdiğim kısmı orası. Wells, Moreau’nun fikrî yapısına daha çok yer verse çok daha iyi olurmuş diye düşünmedim değil. İlkellik ya da vahşilik ve modernite arasındaki o köprüyü gayet güzel bir şekilde aktarmış Wells. Yine de dediğim gibi şu birincil ağızdan anlatma olayıyla sürekli betimlemeler ve açıklamalarla romanı doldurmak yerine Moreau ve Prendick’in arasında geçen fikrî diyaloglar olsaymış daha çok zevk alırmışım gibi geldi. Yine de beğendiğim bir roman oldu. Son olarak, geçen gün ‘‘Ben, Robot’’ için İthaki BKK serisinin içinde okuduğum en iyi çeviriydi demiştim; şimdi fark ettim de H. G. Wells’in ‘‘Dünyalar Savaşı’’ ve bu romanının çevirileri de çok iyiymiş. Gayet güzeldi.

Aşağıya okuma etkinliği için spoilerlı bir şeyler daha yazacağım.

Bugün evde otururken öylesine bir şeyler düşünüyordum ve aklıma şöyle bir söz düştü: Uygarlık, vahşi dürtülerimizin üzerine geçirdiğimiz şaşaalı bir kıyafetten ibaret. Sanırım modernite de bu kıyafetin en parıltılı ve göz alıcı ama bir o kadar da iki yüzlü bir parçası. Doktor Moreau aslında kendi adasının tanrısı olan bir adam. Yaratma ihtiyacından doğan bir dürtüyle yapıyor her şeyi. Ulvi bir amaç takınarak tanrılaşmak istiyor her ne kadar metinde bu çok belirtilmese de. Tıpkı Prometheus gibi. Ya da Doktor Frankenstein (ya da Modern Prometheus :p) gibi. Moreau bu adanın metaforik bir uygarlık simgesi. Dikkat ettiyseniz Moreau öldükten sonra bütün insansı hayvanlar, insanlığını kaybetmeye başlıyor ve yavaş yavaş vahşiliklerine geri dönüyorlar; ilkelliklerine dönüyorlar. Konuşmayı unutuyorlar ve düşünmek eylemi usul usul yitip gidiyor. Bugün biz insanların hayatından uygarlık diye bir şey çıkıp gitse -ve dolayısıyla bizi diğer hayvanlardan farklı kılan özelliğimiz ‘düşünmek’ eylemi yok olsa bir anda- tıpkı Moreau’nun yaratıkları gibi doğaya karışır, vahşi dürtülerimizin bizi yönetmesine izin verir hâle geliriz.
Gelelim birey ve toplum ilişkisi açısından incelemeye. Prendick’in adaya düştüğü andan itibaren biteviye bir hâlde Hayvan Halk’ının insansı özelliklerine ve dolayısıyla onların insan gibi olmalarına vurgu yapması boşa değil. Burada Wells’in insanın hayvansı doğasına insan-hayvan kavramlarıyla bir karşıtlık oluşturarak içsel vahşiliğimizi yüzümüze vurma çabası anlaşılıyor. Prendick’in son günlerinde onların vahşiliğine alıştıktan sonra ‘‘kendi topraklarına’’ dönmesi ve ‘‘kendi insanlarına’’ yabancılaşması çok manidardır. Zira modern insanın uygarlık kılıfı altındaki vahşiliğini görmektedir artık. Gözündeki ‘‘modernite perdesi’’ artık kalkmıştır. Tamamen kendisiyle ve kendi doğasıyla yüzleşmektedir. Topluma yabancılaşması aslında bir nevi kendisine de yabancılaşmasıdır. Bu yüzden iki yüzlü bir toplumun içinde yaşayamaz ve kendi içsel dünyasına çekilir ki kendini tanıyabilsin ve onu insan yapan şeyi irdeleyebilsin. Ayrıca en sonunda, insanı hayvanlardan ayıran yegâne şeyin daha da iyi farkına vardığını belirterek ulvi bir amacın peşinden giden bir hayatın yüceliğine atıfta bulunup anlamlı cümlelerle bitiriyor sözlerini:

‘‘Nasıl ve neden olduğunu bilmesem de gökyüzündeki o pırıl pırıl yığınlarda sonsuz bir huzur ve güvenlik buluyorum. İçimizdeki, bizi hayvandan daha fazla bir şey yapan her neyse, tesellisini ve umudunu, insanların günlük dertleri, günahları ya da sorunları arasında değil de maddenin engin ve sonsuz yasalarında bulmalıdır sanırım. Öyle umuyorum, yoksa yaşayamazdım. Ve böylece öyküm, umut ve yalnızlık içinde sona eriyor.’’

5 Beğeni

Yorumunuz çok ilginç gerçekten. Çok farklı bakmışsınız olaya. Bir kitap nasıl ele alınmalıysa öyle ele almışsınız onu farkettim.

Sanki bizler daha çok kitabın içindeki karakterlere ve fikirlere kendimizce yorum yapmışız gibi geldi. Sizse kitap incelemesi gibi yorumlamışsınız.

1 Beğeni

Ben de çok beğendim incelemeyi. Ayrıca Moreau’nun konuşması benim de en sevdiğim yerdi. Ve katılıyorum, keşke Moreau’yu çok daha fazla görebilsek, onun Tanrı moduna çok daha fazla şahit olabilseydik.

Diğer çıkarımlar ise süper, benim hiçbir zaman yapamadığım, yapanlara da gıpta ettiğim bir yetenek. Okurken çok keyif aldım, teşekkürler bu detaylı inceleme için.

Bu arada etkinlik içindeki yorumları spoiler’a almanıza gerek yok zaten her yere spoiler var diye uyarı yazdık. :slight_smile:

1 Beğeni

@Nigma Ben de kendimce yorum yaptım aslında. Görebildiklerimi yazdım. Bölümüm gereği metin incelemelerine aşina olduğum için sanıyorum ben de kapmaya başlamışım bir şeyler. :joy: Hatta çok mu uzun yazdım diye bir tereddüt etmedim değil. Daha fazla da yazmayı düşünmüştüm ama az ve öz olsun, tadında bırakayım dedim. Farklı bir yönden baktırabildiysem ne güzel, sevindim. :slightly_smiling_face:

@isos81 Rica ederim, ne demek. Yararlı bir yazı olduysa ne mutlu gerçekten. :slightly_smiling_face: Asıl ben teşekkür ederim böyle bir etkinlik düzenlediğiniz için. Çok faydalı bir etkinlik oldu. Okuyup inceleme yaparak üzerine konuşmak hem akılda kalmasını sağlıyor hem de bir kitabın üzerine nasıl düşünüleceğini kavratıyor insana. Yazının üstündeki blurlamayı da kaldırdım. ‘‘Hangi Kitabı Okuyorsunuz?’’ başlığına da attığım için kopyala yapıştır yapmıştım da. :joy:

1 Beğeni

Bende kitabı bitirdim. Wells ile tanıştığım ilk kitap oldu ve güzel bir başlangıç yaptım bence. Şu sıralar yoğunum yorum eklemek için uygun fırsatı kolladığımda eklerim büyük ihtimal ama kısaca söyleyebileceğim tek şey gerçekten iyi bir eser.

1 Beğeni

Merhaba dostlar, kitap kulübümüzdeki Dr. Moreau’nun Adası kitabını ben de bitirdim. Çok da uzun olmayan yorumumu sizlerle paylaşayım.

Öncelikle kitap Bilimkurgu Dizisinde okuması en kolay kitaplardan birisi oldu benim için. Su Adamı, Zaman Makinesi ve Maymunlar Gezegeni kitapları neyse Moreau da odur. Kitaba Bilimkurgu özelinden baktığımızda pek bilimkurgu ögesi içermese de ana konusundaki fikri ile diğer kitaplar gibi seride yer almayı hak etmiş.

H. G. Wells, Bilimkurgu dünyasında ele aldığı konularıyla ve onları bilimselliğin en yakın sınırına yerleştirmesiyle bilinen bir yazar. Dr. Moreau’nun Adası’nda da bunu açıkça görebiliriz. Moreau’nun çeşitli hayvanlardan aldığı dokuları ve et parçalarını birbirleri üzerinde denemesi de bu bağlamda en iyi fikir olarak karşımıza çıkıyor. Daha iyisi var mı aklıma gelmiyor açıkçası.

Wells’in kitapta başardığı en iyi şeylerden birisi de Evrim konusunu işleyiş şekliydi. Wells, insanlığın evrimini öyle güzel işlemiş ki hayran oluyoruz. Bir yandan hayvanları bir araç olarak kullanması, diğer yandan da evrimi arka planda tutmasıyla okurlarını esere iyice bağlıyor. Kitapta dikkatimi çeken en önemli noktalardan birisi de Wells’in kurduğu Tanrı, Adam-Havva ve Cennet üçlüsüydü. Adanın cennet olarak görünmesi, Doktor’un bir Tanrı olarak karşımıza çıkması ve kanın tadını alan canavarların da Adem-Havva’yı temsil ettiğini düşünüyorum ben. Böylelikle canavarın cezalandırılmasıyla insanlığın cennetten kovulması kaçınılmaz oluyor. Daha sonra ise Wells, kitabın sonlarında su yüzüne çıkardığı gerçekle bizleri alt üst ediyor. Hayvanlar insanlığa evrildi ama evrim daha tamamlandı. Böylelikle tıpkı kitaptaki gibi aklımıza tek bir soru yerleşip kalıyor; insanlık tersine evrim sürecine doğru gidecek mi?

Kitabın ilk yarısı biraz durgun geçse de ikinci yarısı her şeyi telafi ediyor. Bu detayları içeren ilk bölüm olmasaydı elimizde 50 sayfalık bir kitap tutuyor olabilirdik. Ama böyle daha iyi olmuş diyebiliriz.

Sonuç olarak Dr. Moreau’nun Adası, içerisindeki felsefi metinleri ve metaforlarıyla okunması gereken bir klasiktir. İnsanlığın kendi içerisinde gizlediği gerçekleri görebileceği ve onlardan ders çıkaracağı bir durak noktasıdır. Kitaba puanım 8/10.

Ayrıca, Wells’in köpeklerin insanlarla olan etkileşimi ve insanların altında kaldığı sorumluluklar gibi noktalara da değinmesi çok hoş detaylardı.

Buradan hikayeyi anlatan kişi başından geçen bir olayı anlatıyor. Sonuçta olay olup bitmiş. Kişi de hikayesini anlatmadan önce bu konularda biraz araştırma yapmış olmalı diye düşünebiliriz.

6 Beğeni

Okurken, hayvanların kaçındığı "kan tadı’'nı Ademin yediği elmaya benzetmiştim ben de. Moreau’yu, insanlığın ilk dönemlerindeki hallerine direktif veren, onları yönlendiren, işlerine karışmayı seven bir Tanrı olarak hayal etmiştim. Siz daha iyi özetlemişsiniz konuyu. :slight_smile: Elinize sağlık güzel bir yorumlama olmuş.

2 Beğeni

Teşekkür ederim.

Wells’in Tanrı ve Din kavramlarına da çok değindiğini söyleyebilirim. Bilimkurgu bu kitapta ikinci plandaydı hep.

2 Beğeni

Moreau yarattıkları tarafından öldürülmesi, öldürüldükten sonra da Penrick’in “Vücudunu terk etti, artık gökten sizi izliyor.” demesi Hristiyanlıktaki İsa/Tanrı ile aynı zaten.

4 Beğeni

Kitabı okuyup bitirdim. Okuldan fırsat bulur bulmaz yorumumu paylaşacağım. Ancak kitabı oldukça beğendim.

4 Beğeni

Üstteki yorumları okumadan direkt yorum atıyorum malum, spoiler doludur. :smiley: Kitaba dün başladım ve yarıladım. Şu anlık akıcı gidiyor ve bilimkurgudan çok korku gibi geldi bana tür olarak. Biraz Frankenstein’ı hatırlattı hatta. Ama benim için en büyük sorun, kitaptaki yaratıkları gözümde bir türlü canlandıramamam oldu okurken. Neden böyle zorlandım bilmiyorum ama bir türlü betimleyemedim.

3 Beğeni

Filminden bir fotoğraf. :slight_smile:

1 Beğeni

Kitabı bitirdim. Wells’den okuduğum ikinci kitap oldu bu. Gerçekten bu adamın zamanının çok ötesinde bir yazar olduğunu düşünüyorum. Zaman Makinesi kitabında bunu zaten anlamıştım da, bu kitapla da iyice oturdu bu fikrim rayına. Bir saykopat doktorumuz daha oldu edebiyat dünyasında. :smiley: Tabii ki yeni bir kitap değil ama ben ilk kez deneyimlediğim için bu karakterle de yeni tanışmış oldum. Gerçekten bu adam ne yazmışsa okunur diyebiliriz bence ya. Kitap oldukça akıcı ve zekice yazılmıştı. Tek sorunum yaratıkları gözümde pek canlandıramamak olmuştu, ona da sağolsun @isos81 filmden attığı resimle betimlememde yardımcı oldu. :slight_smile:

6 Beğeni

Etkinliğin bitmesine az bir süre kala, ben de kitabı bitirebildim. İnce ve akıcı bir kitap. İlk kez Wells okudum ve bayıldım. Biz bu kitabı 2021 yılına göre değerlendiriyoruz, ama aslında kitap çok daha fazlası. Wells 1800’lerin sonlarında yazmış bu kitabı. O yıllarda böylesine yoğun dini tartışmalar taşıyan, evrime yönelik çıkarımlar yapan, deneysel ve insanı “yasak denebilecek” konularda düşünmeye sevk eden bir kitap yazmak, çok zor olsa gerek. Yazarın üstünde mutlaka bir baskı oluşmuştur. Bu sebeple, Wells abimize helal olsun diyor ve devam ediyorum. :grin:

Benim yegane eleştirim, giriş kısmının fazla uzun tutulmuş olması ve denizcilik terimlerine boğulmuş olmasıdır. Ama ilk otuz sayfayı atlattıktan sonra, Prendick’in adaya ulaşmasıyla kitap öyle bir deri değiştiriyor ki, tüm bu negatif eleştiriler arka planda kalıyor.

Kitaptaki din - korku ilişkisi, insanı gerçekten düşünmeye sevk eden cinsten. Kan tadı almak, suyu emerek içmek vb. yasak. Cezası ne peki? Adanın tanrısı olarak görülen Moreau’nun acılar evi! Tanıdık geliyor öyle değil mi? Wells, buram buram semavi dinlerin ana yapısını düşünmeye itiyor bizi bence. Aynı şekilde “kanun” olarak lanse edilen, ada ahalisinin ayin yaparcasına sürekli tekrar ettiği, ezberlediği ve hayatlarını buna göre yaşadıkları kurallar bütünü de, açıkça kutsal kitaplara atıf yapıyor. Kanun’a uymamanın cezası da, yine tanrı Moreau’nun acılar evi, kırbacı vb. oluyor. Aynı şekilde, bazı hayvanlar kendini yalnızca bu kanunları öğrenmeye ve onları söylemeye adıyor. Bazılarıysa bir türlü uyum sağlayamıyor bu kanunlara. Din - toplum ilişkisi de kaçınılmaz olarak adada gözlemleniyor yani.

Yani özetle, ben kitabın dini göndermelerine ve dini çıkarımlarının, olay akışının çok daha ötesinde buldum. Çok güzel, imgesel bir şekilde yorumlamış Wells. Hayran kalmamak elde değil. Tüm kitapları böyle derince, Wells okumadan geçen yıllarıma üzüleyim bari. :sweat_smile:

4 Beğeni