Abdüssamed Bilgili, Seninle Aynı Otobüse El Sallamak
17.10
birini uğurlardık sen ağlardın
bakmadığın göklerin kuşları ağlardı
gök ağarırdı meraklarını saplayınca
bir yokuşu bir kuş kanadı gibi hafif yorardın
kırılgan bakraçları taşırdın tüyden ellerinle
ben olamadım bir vakit beklenen sevgili güllerin
dudağının büzgün yanları kere surat astım
kesip bir ucunu bana verdiğin sesin
doluşurdu akşamla birlikte gelen etsizliğime
kırılırdı gözlerinin camlarına bakan çiçeklerin umudu
yarını sarıp sarmalardın bir tutam aşk sancısı
bu da yazılır defterimize sağaltıcı kalp
bırakılan bir gülüştür doygun sofralardan kalktığımız
sanki bir rüzgar alıp etimize sürününce tufan uykusu
kaçacak bir kara deliğe vapurların boğazına saplanan deniz
bu da bilinecek isa benim için ölmedi
benim için yaratılmadı dünyada bir cennet
18.50
tutmak istiyorum tutunmak istiyorum tutulmak istiyorum
aşkın denklemi salıncak gibi kurulsun içimizin bahçesine
radara yakalanalım beni büyütsün yalnızlık
asfalta küfredip yağmur suları aşkına
sevimli yüzün değsin nar içi ağzıma
bilmek istiyorum neden üşüyoruz bu evcillikte bile
elleri üşümüş gibi bir kız değil mi / değil
güneşin camlardan girmeye korktuğu evlerde
hep üzerime alındığım hep cüzzamlı
bezgin yarışların mağlup atları
sorum var sorum şu: -acı biz ikiz kardeş miyiz?
boğazımızda kılıçların kuşanılmış hali
alınlarından öpülen her kız kadar onurlu
kaburgalarımızın eşiğine dayanmış beklediğimiz
19.37
denizin de dudakları vardır eğer uzanmışsanız koynuna
mavidir en çok mavi sizin yakanıza bir karanfil konduran
bir öpüş hani utancınızdan daha kıymetli
denizanalarının emzirdiği engin bir coğrafyanın
devleti yok devleti var bilinmeyen yasalar yüzgeçlerinde
kalbinize vehmeden inşirah ayetleri kitabından
durmadan kendimizi yonttuğumuz çarşılarda
hani tüm kadınların uğradığı çarşılarda
her indiğin merdiven bir çağa taşırken seni
tramvay çağırışlarında kör kuklaların duyulmayan
akşam olunca keder bizi tekrar çağırınca yanına
en yakınımızda bitince mutluluk çağırışları
bitkin bir örsle örülünce
dilimiz mengene sıkışmaları susmaklarla ıslanan
19.58
ne kelimesiz kaldık ne ayet ne kutsal bir şiraze
açılmadı önümüzde kainatın çoğul denklemi
biz çözdük ah ki yanılsaydı dilimiz ah ki
omurgalarımızdan bir köşeye sığınsaydık
gençlik coşumları kırılgan taylar
bir ayaklanma istiyor yorgun dizlerim
çoğalma vaktimdir, gel
sana hoşgeldin deme isteğim
Üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan
onlar olan değil olmasını istediklerimdi aramızda
onlar ulaşılmaz dallarında duran hasretimdi
onlar susuzluğumdu düşlerimin kuyusundan çekilmiş
ışığa çizdiğim resimlerdi onlar.
Üstümüze yazdıklarımın doğru hepsi
güzelliğin
yani bir yemiş sepeti yahut kır sofrası
sensizliğim
yani şehrin son köşesinde son sokak feneri oluşum
kıskanışım seni
yani gözü bağlı koşuşum geceleyin trenlerin arasında
bahtiyarlığım
yani bentlerini yıkıp akan güneşli ırmak.
Üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan
üstümüze yazdıklarımın doğru hepsi.
Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden
Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden
Kar yağsa da bu sessiz vadiye, gün bitmesin
Yapraklar üşüse de, çiçekler üşümesin
bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatte
belkim belki bile değildim.
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.
Sabah oluyor yalınayak koşuyoruz yeni bir çağa
Derin asfaltları duyuyoruz
Sıcaklığını duyuyoruz.
Bazen bir serinlik doluyor içimize
Ayaklarımızdan.
Göğü kapatan çatıları yıkıyoruz ellerimizle
Ve şunu iyi anlıyoruz
En iyisi yürüyerek gidilir yaşamağa.
çocuğu okula yazdırıyorlar, merkez sağ’ı ve dedikoduyu çok seviyorlar
üniter yapı diyorlar, uluslararası toplum, en az iki yabancı dil
minareler gölge ediyor, başka ihsan da istiyorlar
akşam ezanında eve giriyoruz, üzgünüz yani gereği kadar
demokraside ısrar ediyorlar bir de, ben rahatça ölsek diyorum.
yemeklerden sonra pişman oluyorlar, kravat takıyorlar, az seviyorlar
aşık olamıyorlar, çok şişmanlıyorlar ve hiç gülmüyorlar
-manavlar da şiire inansın diye kırmızıydı belki elmalar-
elmalar deyince aklıma annem geliyor ve taksitli sancılar
bir yanağın elma oluşunu,
devrik cümlelerle düşünüyorum…
‘‘Zaten benim olanı çalmak gibi
Bir şeyi unutmuşum hissiyle sana dönüyorum.
Ütünün fişi, gözlerinin rengi, kapının kilidi,
Seni unutmam gerektiğini hatırlamıyorum,
Gözlerin ve sen; toplam iki kişi…’’
Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından
geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının Haykırışları içinde duruyorum: Ve altın kum taneleri tutuyorum avucumda Ne kadar az! Ama nasıl da süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlerine Ben ağlarken - ben ağlarken! Ah Tanrım! Daha sıkı tutamaz mıyım onları? Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan? Bir düşün içinde bir düş mü bütün gördüğümüz ve göründüğümüz? Edgar Allan Poe - Bir Düşün İçinde Düş
Yasaların yargısı doğru mudur
Ya da yanlış mıdır bunu bilemem;
Bildiğim tek şey bu hapishanede
Demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,
Bir yıl kadar uzundur her geçen gün
Yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.
Kabil’in Habil’i öldürdüğü
Günden beri hiç dinmedi acılar
Çünkü insanların insanlar için
Koymuş olduğu bütün yasalar
Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
Taneyi eleyip samanı tutar.
Bildiğim başka bir şey daha var
-Ki bilmeli benim gibi herkes de-
İnsanın kardeşlerine ettiğini
İsa Efendimiz görmesin diye
Utanç tuğlalarıyla, parmaklıklarla
Örüldü yapılan her hapishane.
Parmaklıklar güneşi engelledi,
Kararttılar tatlı ay ışığını,
Cehennemi böyle ört bas ettiler
Yaptıkları bütün iğrenç şeyleri
İnsanoğlundan, tanrının oğlundan
Gizlemeyi ustaca başardılar.
Zehirli otlar gibi kötülükler
Büyür hapishanenin havasında,
Yok olur burada harcanıp gider
İyi olan ne varsa insanda:
Kapıyı tutar soluk bir keder
Umutsuzluk bekçiliğini yapar.
kırlardan geliyorlar ellerinde sümbülteber
elbette kırlardan kırlardan gelecekler
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkanlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer
sonsuza varmadan bir önceyiz sanki
-o sayının da bir adı vardı unuttum –
her şey öyle saydam öyle madensel
kapıların kilitleri açık ve herkes uykusuz
hepsinin elinde bir saat bir sümbülteber
eskiden şaşardık bazı şeylerin yokluğuna
artık bu yokları var etmeyi usladık
ağaçları budadık omandan balıkları tuttuk denizden
hani bazı açılmaz sanılan kapıları omuzladık
çünkü herkesin elinde bir saat bir sümbülteber
hey koca dünya nasıl avucumuzdasın
nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin
elbette kırlardan gelecekler kırlardan
kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber
ey güzelim sümbül ve teber ey canım
gördüğüm sanki o değildi
sanki kuşlar albümünden bir maden