Evrenin beş yönü de düz
Beş süre Tanrı giderim
Oyalasa bile gündüz
Gece utanrı giderim
Güncül kuşlar göçmez ise
Doğru dalı seçmez ise
Varıp suyun içmez ise
Dağlara yanrı giderim
Büyür ekin gözüm ilen
Yeller eser sözüm ilen
Bir ışığı özüm ilen
Duyar inanrı giderim
— Dağlarca
Gizli Şeyler (Kavafis)
Bütün yaptıklarımdan ve bütün söylediklerimden
Kimse anlamaya çalışmasın kim olduğumu
Bir engel vardı, bir engel, bütün eylemlerimi
Ve baştan aşağı tutumumu değiştiren
Hep bir engel tam konuşacağım sıra
Susturuverirdi beni.
En göze çarpmamış davranışlarımdan
En kapalı sözlerimden, yazdıklarımdan
Yalnız onlardan anlaşılabilirim.
Ama belki de değmez bunca çabaya
Bunca dikkate, gerçekte kim olduğumu bulmak,
Daha güzel bir toplumda ilerde
Bir başkası tıpkı bana benzeyen
Çıkar kuşkusuz, yaşar özgürce.
Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.
Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.
Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin?
Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler!
İnsan ve Deniz, Charles Baudelaire (Orhan Veli cevirisi)
Bugün kendisinin doğum günü. Bu güzel şiiriyle de analım:
Ben hiç fundalık görmedim
Denizi de görmedim hayatımda
Yine de biliyorum bir funda neye benzer
Ve nasıl bir şey olmalı bir dalga
Ben ne Tanrı’yla konuştum
Ne de cenneti ziyaret ettim
Yine de tam biliyorum orayı
Verilmiş gibi sanki biletim
Bu mahalle beni bilir
Babamı adımı işimi
Sabah kalkışımı akşam gelişimi
En güzel kızını bana vermiştir.
Mehmet Kemal-Mahalle
Neden kadınlar böyle sıcak?
Neden kadınlar böyle taze?
Yaz gelince basmalar giyerler
Sade
Cahit Külebi
BEN DE
Ben de Amerika’yı överim
Ben en esmer kardeşiniz
Misafirler geldiği zaman
Mutfağa dehliyorlar yemekte beni
Bense bunlara gülüyorum,
Karnımı doyuruyorum güzelce
Büyüyüp kuvvetleniyorum
Yarın Masanın başına geçip oturacağım,
Misafirler geldiği zaman
Hiçbiri cesaret edipte
“Hadi sen mutfakta ye”
Diyemeyecekler.
Bir hoş görüverecekler yanlarında beni
Utanacaklar da…
Ben de Amerikayım
Langton Hugher / Çeviren: M.C.Anday
HELENA’YA NİYAZ
Ey ölümlülerin en güzeli, ey ilham prensesi
Ey şiire renk veren, ruh veren güller
Sen ki Ah Helena masalların o şuh sesi
Bir efsunlu ilhamınla titrer gönüller
Verin içeyim o aşk çeşmesinin kevserinden
Senin için Akha Prensleri sıraya dizilmişken
Verin bir kadeh cennetin gizli yerinden
Tüm bu kavga o eşsiz güzelliğinden.
Menelaos askerleri gördüm sıraya dizilmiş
Emirleri sen için koca bir orduya
Saçın uğruna ki her teli aşk şarabın içmiş
Bir savursan elinle baştanbaşa Troya
Ah Helena! Kutsal Helena!
Seni bir tepe üzerinden seyredip daldım
Sükûtun şiirle göklere uçurdu beni
Sessiz bestenin ardında öksüz kaldım
Bir şiir yolunda uçtu niyazım
Bu şiiri yaratan ince güllere
Perde perde huzurunda gönül sazım
Aktı ahenkle boş gönüllere
Güzel bir şiir, size mi ait yoksa başka bir şairin mi?
Eklleme: D&R yazarlar sayfasında kariyerinizi gördüm, tebrik ederim.
Merhaba, evet bana ait şiir. Bunu paylaşmak istedim forum sayfasında. Beğendiğinize sevindim. Eklediğiniz sözler için de ayrıca gurur duydum. Çok sağolun.
Gidilir herhalde gelinir.
Bütün gün denize bakmak kadar.
Belki ayvalar çürür.
Bir şeyler kurur, atılır.
Nedir ki uzakta olmak
Ardahan’da boş duran bir ev
Hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu
Unutulur, kalır. Hepsi o kadar.
[Süreyya Berfe]
“Köşe başını tutan leylak kokusu
Yakamı bırak da gideyim”
(Oktay Rifat, 2007, s. 217)
Çaresizlik bir el kadar uzağımda
Korkarım onun deli karanlığından
Bedenimi titreten, gözlerimi karartan
Bir bağımlılık bu yaklaşılmaması gereken
Attım bütün kötülüğü sistemimden
Onu düşünerek canımı verirken
Yok artık hiçbir iyilik de kalbimde
Defettim hepsini huzur bulamazken
Yazmaktan, çizmekten sıkıldım şimdi
Yakama yapışmış yaşamın elleri
Yine aşındıracak dalgalarım adi falezleri
Yinelenecek gibi fethedişim kendimi
Aslımda yatıyor özenti bilinç akışı
Aslında epey kolay anlaşılması
Alınca zihnini dizginleyen anahtarı
Açınca kalbini kilitleyen kapıları
Veda
Gökler kadar engin
Verilen sözler kadar acı
Yıllanmış şaraplar kadar eski
Bir veda var söylemek istediğim
Son birkaç kum tanesi kalmış saatimde
Onu düşlüyorum bazen, umutları bazen de
Kanlar içerisinde, ölmüşler hepsi de
Bir veda var söylemek istediğim
Alıştım artık gidenlere, yargılamıyorum
Öğrendim artık gitmeyi, yaftalamıyorum
Bütün yollar tuzaklıyken,
Bir veda var söylemek istediğim
Büyüdüm, almıyorum ciddiye yaşamı
Söndürdüm sizin gibi heyecanlarımı
Tiksiniyorum hem unutun o buruk vedaları
Bir veda var söylemek istediğim
Hoşça kalmayın!
Kanayan Şiirler
Yitiriyor anlamını okunmamış mektuplar
Saklanıyor umutsuzluktan yarınlar
Ağlıyorken bir çocuk soğuk kaldırımda
Kanıyor söz yetersizliğinden şiirler
Sekteye uğramış birkaç yaşanmamış hayat
Umursamaz, sevinir durur bütün o hissizler
Kalpleri âmâyken, görünmez açık yaralar
Kanıyor söz yetersizliğinden şiirler
Kenetlenmiş bir halk göğüs kafesinde bekler
Yazılmış bir şiir kalbinden dökülmek ister
Bitmemiş romanlar seninle tamamlanırken
Kanıyor söz yetersizliğinden şiirler
Üç kıta oldu illa dört olmasına gerek yok galiba
Ben sana hep üşüyordum,
Çünkü kıştım.
Nakıştım, bakıştım.
İnkar etmiyorum da bunu,
Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım.
[Özdemir Asaf]
Söyle Bana Hindiba - Nurullah Genç
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar aşması
Sen nasıl bu kadar güneşe meftun
Sen nasıl bu kadar sahra çeşmesi
Ben rüzgâr değilim, dokunmam çiçeklere
Ben kara parmaklı insan değilim
Kirpik uçlarımdan kayar yıldızlar
Bilemezsin, hayal akşamlarında
Renklerini kuşatan
Damıtılmış gözyaşıdır ömrümün
Ben boşluğa üfleyen cellat değilim
Karayele verdim ayaklarımı
Söyle bana, eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
Sen miydin o mehpâre, o memnû, o dilruba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar bulut gülmesi
Sen nasıl bu kadar bıldırcın sesi
Sen nasıl bu kadar pencere önü
Sen nasıl bu kadar gök gürlemesi
Ben kaptan değilim, anlamam gemileri
Gizli bir ummanın gelgitlerinden
İniltiler vurur sahillerime
Deniz feneri değilim
Önce yürü bu vefasız ülkeden
Sonra uzan bir tenhaya, sessiz ol
Gelip geçsin üzerinden turnalar
Düşün, sesler neden bulur sesleri
Kelâm kimin damarlarında kandır
Harflerini senden alan merhaba
Hangi demin âteşidir içimde
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar gönül hanesi
Sen nasıl bu kadar yâr divanesi
Sen nasıl bu kadar çerağı ömür
Sen nasıl bu kadar inci tanesi
Ben korku değilim kapı aralarında
Pencerenin infilâkı değilim
Gölgeleri yüzlerinden tanırım
Bir resim bir ressamı ağlatır bir yerlerde
Bir eşya bir hamalı
Ben hâlâ öğütülen anılarıma değil
Değirmene inanırım
Bu derin aldanış kimden kalmadır
Bu uzaklık, bu diba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar kelâmın hası
Sen nasıl bu kadar şiir bohçası
Sen nasıl bu kadar esrarlı bir mum
Sen nasıl bu kadar rüya bahçesi
Ben bir kervan muamması değilim
Çekinmem yolların kıvrımlarından
Ellerim ışıldar alacakaranlıkta
Saklambaçlar ortasındadır evim
Kışın kartopudur adını anmak
Döner döner yüreğimde, dağ olur
Yazın güneş yanığıdır düşlerim
Sonbahar ruhumu bekleyen oba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar sevda hecesi
Sen nasıl bu kadar hayal incesi
Sen nasıl bu kadar mutluluk çağı
Sen nasıl bu kadar tarih öncesi