Şiir Dünyası

Yollar gül sesleridir
Beni yazın ta içine çağıran
Gitsem mi yoksa daha
Erken mi?

Akşamın kovanında
Anılar oğul verirken
Senin gittiğin yollar
Bana dolanan yollardır

[Hilmi Yavuz]

2 Beğeni

Onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
Titreme daha fazla kalbim.
Bağışla kendini artık onu da
Bırak gitsin.
Bırak gitsin.
O senin ezel gününden kaderin
Sen onu nasılsa bin kere daha
Seveceksin.

Birhan Keskin - Y’ol

4 Beğeni


Ümit Yaşar Oğuzcan

1 Beğeni

Öyle bir sihirbazdın ki beni bile kaybettin biliyorsun,
Ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası.
Sen aklım ile kalbim arasında kalan, en güzel çaresizliğimsin
Özenle katlanmış bir mendil gibisin sil beni ne olur
Kırk yıllık kirim pasım gitsin
Sen bakma bana bu kadar hüzünlü şeyler yazdığıma
Ben çok gülerim
Ve gülerken hiç kimse yalan olduğunu anlayamaz…

[Cemal Süreya]

4 Beğeni

Tavan arasına kaçan çocuk
Erik ağacından görünen göğü düşünür
Akşamın acısı içine çökünce
Uyur.

Benim küçük bir kedim vardı
Ahmak bir ayak ezdi
Benim en güzel çocukluğumu
Ahmak bir ayak ezdi.

Ağaçların arasında unutulan çocuk
Yapraklarda güneşi görür
Ve hareli denizlerde gezdiği günü düşünür.

Küçük kedim bana sürün
Kediler ağlamaz
Çöp tenekelerinde ölür
Sıska kediler
Damlardan çok mezbelerde görünür.

Küçük kedim
Molozlu sokakların ağır uykusundan gerin
Bilirim ki sen
Bu çöplükten değilsin
Benim gibi garipsin
İkimizin de unuttuğumuz
Kuşları bol
Ağaçları bol bahçelerdensin
Koca duvarlı sokaklarda sıkılmışsın
Ve canından bıkmışsın.

-Asaf Halet Çelebi, Kedi

7 Beğeni

Dalga

Mesut sanmak için kendimi
Ne kâğıt isterim, ne kalem;
Parmaklarımda cıgaram,
Dalar giderim mavisinden içeri
Karşımda duran resmin.

Giderim, deniz çeker;
Deniz çeker, dünya tutar.
İçkiye benzer bir şey mi var,
Bir şey mi var ki havada
Deli eder insanı, sarhoş eder?

Bilirim, yalan, hepsi yalan;
Taka olduğum, tekne olduğum yalan;
Suların kaburgalarımdaki serinliği,
İskotada uğuldayan rüzgâr,
Haftalarca dinmeyen motor sesi,
Yalan.

Ama gene de,
Gene de güzel günler geçirebilirim;
Geçirebilirim bu mavilikte,
Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
Her sabah erikleri saran buğudan,
Buğudan, sisten, ışıktan, kokudan…

II

Ne kâğıt yeter ne kalem,
Mesut sanmam için kendimi.
Bunların hepsi… Hepsi fasa fiso.
Ne takayım, ne tekneyim.
Öyle bir yerde olmalıyım,
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne karpuz kabuğu gibi,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi…
İnsan gibi.

Orhan Veli Kanık

1 Beğeni

Sen Yine Gülümseyerek Konuş

Anne, aşk ne acı bir şey
Beni seven kız var ya
Hani gece uyuduğum
Sabah uyandığım
Şimdi arkadaşımı seviyor
Ama ben ikisiyle de
Gülümseyerek konuşuyorum.

Anne kırk yıllık bir kuyuya
İndi çıktı, indi çıktı
Geçer kuzum, dedi
Sen yine gülümseyerek konuş.

Kapı biraz daha içeriye açıldı
Pencere biraz daha içeriye
Pişmanlık biraz daha dışarıya…

2023

Yalnızca Çocuklar Uzaklara Bakar SF 34 - Şükrü Erbaş

Eski bir defterimi buldum. Bir sayfasına ingilizce şiir yazmışım. Türkçe şiiri hallettim de ingilizcesi kaldı :sweat_smile:. İlk kıtası biraz okunabilir gibi sanki paylaşmak istedim. :sweat_smile:

1 Beğeni

kırlardan geliyorlar ellerinde sümbülteber
elbette kırlardan kırlardan gelecekler
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkanlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer

sonsuza varmadan bir önceyiz sanki
-o sayının da bir adı vardı unuttum –
her şey öyle saydam öyle madensel
kapıların kilitleri açık ve herkes uykusuz
hepsinin elinde bir saat bir sümbülteber

eskiden şaşardık bazı şeylerin yokluğuna
artık bu yokları var etmeyi usladık
ağaçları budadık omandan balıkları tuttuk denizden
hani bazı açılmaz sanılan kapıları omuzladık
çünkü herkesin elinde bir saat bir sümbülteber

hey koca dünya nasıl avucumuzdasın
nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin
elbette kırlardan gelecekler kırlardan
kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber

ey güzelim sümbül ve teber ey canım
gördüğüm sanki o değildi
sanki kuşlar albümünden bir maden

Turgut Uyar

1 Beğeni

Yağmura Çok Teşekkür Ederim

Yağmura çok teşekkür ederim
Bu gece yalnızca cesedime yağdı

Bana bir şey olursa diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
düşünürken üşürsem diye korktum
oturup siyah portakallar yedim
oturup korkunç kitaplar okudum
içimde bir sıkıntı gibi cinayet
içimde bir sığıntı gibi telaş
içimde felaket gibi bir merak
hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm
şimdi çocukluğumun da uzağına düştüm
daha da düşersem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
ay kıvrılırsa diye
kan kıvrılırsa diye
can sıçrarsa diye ölürken bir yerlere,
daha da ölürsem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
sessem, sersem bir heceysem eğer
seni bir kelime edersem diye korktum
seni kötü bir cümlede kullanırsam
adını söylerken takılırsam, yanlış telaffuz edersem
böyle bir günah işlersem
tanrı affeder diye korktum

yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca bu şiire yağdı

saol aşkım
saol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

her şeye rağmen
yağmura bulanmış, güzel bir yazdı

Küçük İskender

Direkt kendi ağzından da dinleyelim :smile:

2 Beğeni

:ok_hand:

Ölen Sevgilimin Şiir Defteri - Küçük İskender

Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.

[Sezai Karakoç]

4 Beğeni

It was the schooner Hesperus,
That sailed the wintry sea;
And the skipper had taken his little daughtèr,
To bear him company.

Blue were her eyes as the fairy-flax,
Her cheeks like the dawn of day,
And her bosom white as the hawthorn buds,
That ope in the month of May.

The skipper he stood beside the helm,
His pipe was in his mouth,
And he watched how the veering flaw did blow
The smoke now West, now South.

Then up and spake an old Sailòr,
Had sailed to the Spanish Main,
"I pray thee, put into yonder port,
For I fear a hurricane.

“Last night, the moon had a golden ring,
And to-night no moon we see!”
The skipper, he blew a whiff from his pipe,
And a scornful laugh laughed he.

Colder and louder blew the wind,
A gale from the Northeast,
The snow fell hissing in the brine,
And the billows frothed like yeast.

Down came the storm, and smote amain
The vessel in its strength;
She shuddered and paused, like a frighted steed,
Then leaped her cable’s length.

“Come hither! come hither! my little daughtèr,
And do not tremble so;
For I can weather the roughest gale
That ever wind did blow.”

He wrapped her warm in his seaman’s coat
Against the stinging blast;
He cut a rope from a broken spar,
And bound her to the mast.

“O father! I hear the church-bells ring,
Oh say, what may it be?”
“'T is a fog-bell on a rock-bound coast!” —
And he steered for the open sea.

“O father! I hear the sound of guns,
Oh say, what may it be?”
“Some ship in distress, that cannot live
In such an angry sea!”

“O father! I see a gleaming light,
Oh say, what may it be?”
But the father answered never a word,
A frozen corpse was he.

Lashed to the helm, all stiff and stark,
With his face turned to the skies,
The lantern gleamed through the gleaming snow
On his fixed and glassy eyes.

Then the maiden clasped her hands and prayed
That savèd she might be;
And she thought of Christ, who stilled the wave
On the Lake of Galilee.

And fast through the midnight dark and drear,
Through the whistling sleet and snow,
Like a sheeted ghost, the vessel swept
Tow’rds the reef of Norman’s Woe.

And ever the fitful gusts between
A sound came from the land;
It was the sound of the trampling surf
On the rocks and the hard sea-sand.

The breakers were right beneath her bows,
She drifted a dreary wreck,
And a whooping billow swept the crew
Like icicles from her deck.

She struck where the white and fleecy waves
Looked soft as carded wool,
But the cruel rocks, they gored her side
Like the horns of an angry bull.

Her rattling shrouds, all sheathed in ice,
With the masts went by the board;
Like a vessel of glass, she stove and sank,
Ho! ho! the breakers roared!

At daybreak, on the bleak sea-beach,
A fisherman stood aghast,
To see the form of a maiden fair,
Lashed close to a drifting mast.

The salt sea was frozen on her breast,
The salt tears in her eyes;
And he saw her hair, like the brown sea-weed,
On the billows fall and rise.

Such was the wreck of the Hesperus,
In the midnight and the snow!
Christ save us all from a death like this,
On the reef of Norman’s Woe!

The Wreck of Hesperus- [HENRY WADSWORTH LONGFELLOW]

Bu da benim naçizane çevirim. İlham gelmeyince şiir yazmaktansa çevireyim dedim. Okuyup yorumlarsanız sevinirim.

Hesperus isimli yelkenliydi,
Bu soğuk denizde yüzen;
Ve kaptan kızını almıştı yanına
Arkadaşlık etsin ona diye içten

Kızın gözleri peri mavisi,
Yanakları ise gündoğumu,
Ve göğsü bembeyazdı,
Sanki Mayısta açan alıç tohumu.

Kaptan durdu dümenin başında,
Ağzında piposu,
Ve izledi yön değiştiren dumanı,
Şimdi duman batıda, şimdi güneye uçtu.

Sonra çıkageldi yaşlı bir denizci,
İspanyaya yelken açmış,
“Yalvarıyorum girelim şu limana,
Korkuyorum çünkü fırtına çıkacakmış”.

“Geçen gece ayda altın halka vardı,
Bu gece ise ay yok ortada!”
Kaptan piposunu üfledi,
Atıverdi küçümseyici bir kahkaha.

Daha soğuk ve gürültülüydü rüzgar,
Fırtına kuzeydoğudan geldi,
Kar tıslayarak eridi denizde,
Ve dalgalar köpürdü maya gibi

Fırtına çarptı tüm gücüyle,
Gemi titredi ve dondu kaldı,
Ürkmüş bir hayvan gibi,
Ve palamarı boyunca sıçradı.

“Buraya gel küçük kızım, buraya,
Ve sakın titreme öyle;
Çünkü ben gelirim üstesinden
En azgın rüzgarın bile.

Onu sardı güzelce ceketine
Korumak için amansız rüzgardan,
Kırık bir direkten kesti bir parça halat,
Ve bağladı onu direğe ortadan.

“Baba çan sesleri duyuyorum,
Bu ne ola ki ?”
“Kayalık kıyıda bir sis çanıdır bu olsa olsa”
Dedi ve açık denize yöneldi.

“baba silah sesleri duyuyorum,
Bu ne ola ki ?
“Çaresiz bir gemidir bu, başedemeyen
Böyle bir denizle öfkeli.”

“Baba, parıldayan bir ışık görüyorum,
Bu ne ola ki ?”
Ama babası hiç ses çıkarmadı
Donmuştu bile çoktan cesedi.

Dümene yapışmış kaskatı,
Bakıyordu yüzü göğe,
Fenerin ışığı yansıyordu kara,
Camsı ve sabit bakışlı gözlerinde.

Genç kız birleştirdi ellerini,
Ve dua etti kurtuluş için,
İsayı düşündü Taberiye Gölünde,
Dalgaları yaptığı için sakin.

Ve karanlık, kasvetli gecenin içinden geçerken,
Islık çalan kar ve yağmur eşliğinde,
Tıpkı çarşafa bürünmüş bir hayalet,
Gemi sürüklendi Norman’s Woe resifine.

Düzensiz rüzgarların arasından,
Karadan bir ses geldi,
Kayaları ve sert kumu,
Ezip geçen dalgaların sesi.

Pruvanın altındaki kırıcılar,
Kasvetli bir enkaz sürükledi,
Ve kükreyen bir dalga mürettebatı,
Sürükledi buzsaçakları gibi.

Çarptı gemi beyaz dalgaların,
Yün gibi yumuşacık gözüktüğü yerde,
Ama zalim kayalar parçaladı yanını
Öfkeli bir boğanın boynuzları bir nebze

Tıkırdayan sesi örtüldü buzdan kefen ile,
Direkler güverteden fırladı,
Camdan yapılmışçasına gemi,
Parçalandı ve dibi boyladı.

Kasvetli kumsalda şafak vakti,
Bir balıkçı dehşet içinde,
Gördü siluetini genç bir kızın,
Sürüklenen direkler çevresinde.

Tuzlu su donmuştu göğüsleri üzerinde,
Gözlerinde tuzlu gözyaşları,
Ve saçını gördü, kahverengi yosun gibi,
Altında yükselip alçalan dalgaları.

İşte böyleydi Hesperusun enkazı
Kar ve geceyarısında !
Tanrı hepimizi korusun böyle bir ölümden,
Resiflerde Norman’s Woe adında.

4 Beğeni

Requiescat
O çok yakında, yavaşça yürü
O burada, altında karın
Usulca konuş, büyüdüğünü
Duyabilir papatyaların

Altın sarısı o parlak saçlar
Hastalıktan sararmış solmuş
O körpecik o küçücük şey
Toza toprağa belenmiş

Kar gibi ak, hem benziyor zambağa
Öylesine güzel öylesine hoş
Bir kadın olduğunun farkına
Varmadan büyüyüp serpilmiş

Bir tabut tahtası, ve ağır bir taş
Düşmüş göğsünün üzerine
Kalbim daha fazla dayanamaz
O ölmüş öylece yatıyor yerde

Duyamaz artık, huzur içinde yatsın
Duyamaz şiirlerimi şarkılarımı
Gömüldü kaldı burada hayatım
Yığın üzerime kara toprağı.

Oscar Wilde, Rosa Mystica

2 Beğeni

Bir Gün Sabah Sabah

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam…

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım…

Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.

– Turgut Uyar

2 Beğeni